Saatli Bomba...

snıper

New member
Katılım
17 Ocak 2006
Mesajlar
2,345
Reaction score
0
Puanları
0
Sıradan bir yazı değil.
Uzun yazılar insanları sıkar ve okunma oranını düşürür biliyorum.
Birkaç dakikanızı ayırıp sabırla okursanız kesinlikle pişman olmayacaksınız...
Ailemiz ve kendimiz için çok önemli bir yazı...


_____________________________________________________________________________

Dünyanın hakimleri insanlığı özellikle son zamanlarda internetle ve televizyonla ele geçiriyorlar.

İnsanlığın beyinlerini kodluyor ve emrettikleri gibi düşünen ve yaşayan bireyler oluşturmaya çalışıyorlar. Siz de ele geçirilmek istenen kölelik adaylarından birisiniz.

- Ekranlar üzerinden bilincinizin programlanmasına izin verecek misiniz?
+ Yoksa kendinizi ve ailenizi modern kölelikten koruyacak mısınız?

Televizyon esaretinden korunan, hayatın özgürlüğüne uçar.

Televizyonun ömrünüze, yeteneklerinize, zekânıza, ilişkilerinize, başarınıza, maddi ve manevi sağlığınıza ve maneviyatınıza ne büyük etkileri olabileceğini hesapladınız mı?

Televizyon esaretine karşı kendinizi ve ailenizi koruyucu bir program geliştirdiniz mi?

İKİ SINIF İNSAN VARDIR:
Yönetenler ve yönetilenler,
Özgürler ve esirler,
Başaranlar ve başaramayanlar,
Üretenler ve tüketenler,
Capcanlı yaşayanlar ve hayali yaşayanlar…

Hepimiz değişen rollerimize göre az çok bu ikililerin iki tarafı arasında gider geliriz. Şu var ki kim daha çok televizyon izliyorsa o daha çok ikinci sınıfta kalmaya zorlanıyor. Nedenlerini konuşacağız:

Önce sizi çocukluğuma götüreyim. 1970’li yıllardayız ve henüz ilkokula başlamadım. Köyümüzün ormanlarında ve tarlalarında gezindikten sonra hava kararınca eve geldim. Çevre sessiz ve mahallede kimse yok. Köye elektrik gelir gelmez bir komşumuz televizyon almış. Bütün mahalle komşunun evinde televizyon izliyor. Bende gittim ve şaşkınlık içerisinde o siyah beyaz ekrana bakıyorum. Gönümüze göre çok masum giyimli bir kadın çıktı ve şarkı söylemeye başladı. Aniden “Kapatın şunu!” sesleri yükseldi. Televizyonu kapattılar. Bir süre beklediler, şarkının bittiğine kanaat getirince televizyonu yeniden açtılar.

Bugün bu olay üzerinden neredeyse kırk yıl geçti. Eğer rating ölçümleri doğruysa bırakın böyle bir keskin hassasiyeti, yüz televizyonun ellisi, yatak odası davranışlarının canlandırıldığı dizilerin en galiz sahnelerini merakla izlemiş. Biz bu hale nasıl geldik?

Örneğin televizyon;

-Ömrü boşa harcatmıyor mu? Dünyada tv izleme ortalaması günde üç saatin ve Türkiye’de dört saatin üzerindeymiş. Günde dört saat televizyon izlemeye üç saat de internet ve benzeri boş oyalanma eklense, eder yılda üç bin saat. Bu şekilde altmış yıl yaşayan insanın yirmi yılı uykuda, yirmi yılı da ekran karşısında geçmiş olmuyor mu? Ömrün üçte birini çalan ekran, karşılığında ne veriyor? Dünyaya veya ahırete dair boş, üzücü ve ümit kırıcı hayalden başka ne satıyor?

-Yetenek gelişimini yavaşlatmıyor mu? Geleceğimizin teminatı genç öğrenci, on parmak yazmayı öğrendi mi? Yabancı dil öğrendi mi? Şu veya bu yeteneği geliştirdi mi? Hayır mı? Çünkü zamanı mı yoktu? Pekâlâ, on parmak yazmayı öğrenmek için gereken süre otuz saat. Yabancı dil, altı yüz saatte harika öğrenilir. Yalancı televizyona yıllarını harcayan insanın, kolay yetenekler için saatler bulamaması mantıklı mı?

-Zekayı çökertmiyor mu? Bir öğretmen akrabamdan dinlemiştim: Çocuğu sınıfının birincisiyken, televizyon aldıkları yılın sonunda eve üç zayıf getirmiş. 1993 yılında Türkiye’deki büyük gazetelerden kestiğim bir kupürde aynen şöyle yazıyordu: “Alman beyin antrenman kurumu başkanı Prof. Bern Fishner, ‘Birkaç saat tv izlemenin beyinde oluşturduğu tembelliğin giderilmesi için bir iki hafta zihin egzersizi yapmak gerekir.’ dedi.” Bu söz bir abartı gibi gelse de doğruyu ifade ediyor. Çünkü tv izlerken insan hipnotize olmuştur, aktif düşüncesini devre dışı bırakmış, beynini çoğu aptalca ve gerçeklerle bağdaşmayan görüntülere, olaylara, ilişkilere teslim etmiştir.

-İnsanları yalnızlaştırmıyor mu? Yalnızlığı gidermenin esas yolu insanlarla hoşsohbet, uyumlu, saygılı, empatik, eğlenceli iletişim kurabilmektir. İnsanlar büyüklerin hayat hikâyelerini dinleyerek deneyim biriktirir. Televizyon neslinden kaç kişi babalardan askerlik hatırası, ninelerden masallar, annelerden dersler dinleyerek büyüme şansına sahip olabiliyor? İnsanlar ancak konuşarak kaynaşır, konuşarak beyinlerini geliştirir, girişimciliklerini ve cesaretlerini güçlendirirler. Televizyonun hâkim olduğu evde, aynı salonda, aynı ekranın karşısında ağızları bıçak açmıyor. Televizyonun yeri ne kadar büyüyorsa aile içi muhabbet o kadar küçülüyor. Dudaklar kapalı ve gözler ekrana kilitlenmiş. Eşler birbirleriyle, çocuklar anne-babalarıyla sohbet edemiyor. Giderek konuşamayan, uyum sağlayamayan, yalnızlaşan bireylere dönüşüyoruz.

Televizyon ne yapıyor burada?
Şu çıplak vücutlar üzerinden eşya pazarlayan reklâmları düşünün.
Şu nikâhı zina kadar çirkin, zinayı nikâh kadar kutsal gösteren televizyon dizilerini aklınıza getirin. İnsanın çocuklarının yanında bile giymeye utanacağı kıyafetlerle milletin huzuruna çıkanların yaptığını analiz edin...


Televizyon, sosyal soruları ekrana kısmen yansıtıp bunun üzerinden dini, ahlaki, sosyal, psikolojik, hukuki ve vicdani kanallardan tamirler yapmaya çabalarsa yararlı olabilir.
Ancak ölüm, ahlaksızlık, zina reklâmı yapan, suçluları kahraman gösteren, aile kurumuna saldıran ve toplumu aşağılayan yerli ve yabancı yapımların hiçbir yararı olamaz.

-Maddi ve manevi sağlığı bozmuyor mu? Ekran karşısında saatlerce hareketsiz beklersiniz. Hele de memursanız, hayatınız gündüz masada, akşam koltukta ve ardından yatakta geçiyorsa sağlığınız çökmez mi? Atalarımız günde on-yirmi kilometre yürürmüş. Vücudumuz harekete göre yaratılmış. En sağlıklı vücut düzenli hareket eden vücuttur. İnsanın adeta zindanda elleri, ayakları zincirlenmiş gibi ekran karşısında hareketsizce ve saatlerce durması tam bir hipnotize olmuşluktur. O hareketsizlik hızla organları çökertiyor, canı sıkılan bir şeyler yiyor ve aldığı enerjiyi yakamıyor. Obezite ve türlü türlü hastalık birbirini izliyor. İzlenenlerin beyinde yaptığı tahribat bir yana, insanı içine kapanık, iletişim kuramayan, maneviyatı çökük bir güçsüz haline getiriyor.

-Hayalciliğe sürüklemiyor mu? Vur patlasın çal oynasın anlayışındaki bir hayat içinde bugün onunla yarın bununla yaşayan, hayatın gerçeklerinden uzak süslü, gösterişli model kahramanlar üzerinden boş bir hayalcilik üretmiyorlar mı? Ekrandan telkin edilen hayatın toplumsal gerçeklikle ne kadar alakası var? Çevremiz çileli, aç, yorgun, sevgiye, şefkate muhtaç insanlarla dolu. Çocuklarla, hastalıklarla, yaşlılarla, çilelerle geçen bir hayat üzerinden ahirete hazırlanıyoruz. Ekranlar ise genelde sanki ahiret yokmuş, sanki insan çileli bir imtihandan geçmiyormuş gibi ütopik manzaralar sunuyor. Bu hayalcilikten başarıya nasıl sıçrayacağız?

ŞU HALDE TELEVİZYONA KARŞI NE YAPACAĞIZ?

Öğrenim hayatım boyunca şükür ki yıllarca televizyon izlemedim. Lakin gün geldi, ziyaretime gelen rahmetli babam, ben işteyken evde sıkılmasın diye televizyon aldım, babam gidince sattım. Böyle birkaç alış-satıştan sonra aldığım son televizyonu artık satamadım. Ben de, eşim de çocuklar da yıllarca izledik.

Televizyon evimize girdikten ve izlenmeye başladıktan sonra eser üretme becerim çöktü. Kitap için günde yarım saat bile yetecekken, akşamları saatlerimi televizyona yedirdim. Evde ne zaman televizyon izlense ruhani iklimin uzaklaştığını görüyordum.

Öyleyse kendi geleceğinizi kurtarın: Kendinizle, ailenizle, çevrenizle ve Allah ile ilişkinize ve ahiretinize acıyın ve kararınızı verin:

-Mümkünse televizyonu kaldırmayı seçin.
Yerine aile içi etkinlikler, oyunlar, sohbetler, okumalar, ziyaretler, misafir ağırlamalar, sosyal etkinlikler doldurmayı tercih edin. Böyle bir hayat çok canlı, cesaretlendirici, geliştirici ve heyecanlı olacaktır.

-Başaramıyorsanız ve ille de izleyecekseniz, çocuklar için değerlerimize saygılı bulduğunuz bir çizgi film kanalıyla sınırlı tutun. Gerekirse siz de o kanalla yetinin. Diziler, yabancı filmler ne kadar heyecanlı ve sürükleyici olsa da içerisinde facialar barındırıyor. Heyecan arıyorsanız dış dünyayı gezintiye çıkın, çevreye açılın, gerçek güzellikleri yaşayın, maneviyata tutunun ama ekranın boş hayalleriyle ilgilenmeyin. Aşırı zararından emin olduğunuz belli kanallara kesin tavır koyup programdan silin. Diğerlerinde de bilgi ve görgü arttırıcı nitelikli olanlarla sınırlanın.

Televizyonun zararından korumak isteyen,
1) Asla bağımlısı olmamalı,
2) Zararlı yapımları bir dakika bile izlememeli,
3) Yararlı bile olsa ekranı bir saatle sınırlamalı,
4) Büyük idealleri olansa hiç televizyon izlememelidir.

Ekran karşısında zap yaparken her zaman şunu düşünebilirsiniz: Bu ekranda merakla baktığım şeyin verdiği mesajdan;
Allah ve Melekleri razı mıdır?
Bu izlediğimden amaç maneviyatımın aşağılanması mı yüceltilmesi midir?
Bu yaptığım şey beni ve ailemi Allah’a mı şeytana mı yaklaştırıyor?
Bu yaptığımın dünyama veya ahiretime maddi ve manevi bir faydası var mıdır?
Peygamberimiz (asm) olsaydı şu anda benim yaptığımı yapar mıydı?
Diriliş günü ilahi huzurda bu yaptığım bana sorulunca açıklamaktan utanacak ve üzülecek miyim?

Sonra da kararınızı verin: Televizyon esaretinden korunun ve hayatın özgürlüğüne uçun!
 
Geri
Üst