Saatçi - Doğaüstü Bir Öykü

ugurgenc

New member
Söylemem Gerekir!

Arkadaşlarım bu öyküyü okuduktan sonra "Oğlum, "Olasılıksız"ın aynısı olmuş!" dediler. Yalnız ben henüz "Olasılıksız"ı okumadım :D :durdurun


Saatçi


Her şey bir saate bakarken başladı. Saate bakarken başladı insanın geçmiş ve gelecek merakı. Altın bir saatti ama onun değerini bilmiyordu. Gümüşten yapılmış akrep ve yelkovanı gümüşten yazılmış romen rakamlarının üzerinden geçiyordu. Dalmıştı aslında, aklı saatin ayarıyla onayıp oynamadığında değildi. Yelkovanla akrep birbirlerinden uyumlu bir şekilde uzaklaşırken geleceği , birbirlerine yaklaşırken geçmişi gözlerinin önüne getiriyordu. Yelkovanın, akrebi her geçişinde merakı daha da artıyor, bu merak ellerini titretiyordu. Birden sıçradı. Telefonun çalıyordu. Altın saatini avucunun içine aldı. Derin bir nefes çekti. Odasındaki ağır koku yüzünü ekşitmesine sebep olmuştu. Telefonu açarken ayağa kalkmış, pencereye doğru yönelmişti. Karşısındakine sıkıntısını belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladı:

- Alo?

Cevap veren olmadı. Numarası da bilinmiyordu.



Birden bir fren sesi, onu takip eden çığlıklar ve büyük bir patlama sesi duydu. Bu ürkütücü seslerin telefondan mı, yoksa sokaktan mı geldiğini anlayamadı. Pencereden sarktı, sokağı boylu boyunca süzdü. Tam telefondaki seslerin kendisine yapılan kötü bir şakadan ibaret olduğunu düşünecekken yan sokakta, duyduğu seslerin birebir aynısının tekrarlandığını duydu. Donup kalmıştı; “Bu-bu … Nasıl olabilir?”diye kekeledi. Yüzü kireç kesilmiş bir halde sokağa bakarken, büyük bir yakıt tankerinin dumanlar içinde kaydığını gördü. Aklına telefonda duyduğu son ses geldi. Büyük bir patlamanın sesi…

Bilincini kaybettiğini sandı. Kafasını sallayarak kendine gelmeye çalıştı.Patlamadan etkilenebileceğini düşündü ve hemen kendisini karyolasının altına attı. Elinde duran saati unutmuştu bile. Saat yere düştüğünde, tankerden patlama sesi gelmişti ve aniden tüm sesler kesildi.



Gözlerini yummuş başına neler gelebileceğini düşünüyordu. Seslerin kesilmesine anlam veremedi ve nedensiz bir şekilde öldüğünü sandı. Birkaç dakika o ölüm sessizliğinde bekledi. Kendinden emin olmadan, karyolanın altından sıyrılarak ayağa kalktı. Pencereye yavaşça yaklaştı. Camın kırıldığını, küçük cam parçalarının havada durduğunu gördü ama üzerinde fazla düşünmedi. Pencerenin pervazına titreyen elleriyle, tek güvencesi oymuş gibi sıkıca tutunarak sarktı. Göz bebeklerinin büyüdüğünü hissetti. Bu sefer korkmaktan çok şaşkınlık hissediyordu. Tanker, yeni parçalara ayrılacakken, adeta bir fotoğraf karesi gibi donmuştu. Tankerin sürüklenirken çıkardığı dumanda iyi bir fotoğrafçının sergisinde sergileniyormuş havası veriyordu. Neler olduğunu öğrenmek için aşağı inmeye karar verdi. Kapıya doğru yöneldi. Yatağının yanından geçerken kaygan parkenin üzerinde, durmuş olan saate bastı ve tam belinin üzerine çok sert bir şekilde düştü. Saat te, onun basması üzerine fırlayarak duvara çarptı. Evinin çamları kırıldı, çığlık sesleri tekrar gelmeye başladı ve tüm bu sesleri bastıran patlamanın sesi de devam ediyordu. Kulaklarını kapadı, üzerine gelen cam kırıklarını önemsemiyordu. Derin derin nefes alıyordu… Yattığı yerde sırtının acısıyla olayları kavramaya çalışıyordu. Uyanalı daha üç saat olmasına rağmen, olan tüm bu olaylar onu çok yormuştu. Gelen ambulansların ve itfaiyelerin sesleri gitgide boğuklaşıyordu. Sonra birden gözleri açıldı. “ Acaba beni, düşüren neydi?” diye düşündü. Elleriyle destek alarak kalkmaya çalıştı. Beli çok ağrıyordu. Ayağa kalktıktan sonra yere bir göz attı. Cam kırıkları arasında çalışmaya devam eden altın saati gördü. Kırıp atmak istedi ama bu isteğinden hemen vazgeçti. Çünkü o saatte nedenini bilmediği ve kendini çeken bir şeyin olduğundan emindi.

Her tarafı kan içindeydi. Sendeleyerek pencereye yaklaştı, hafif sarktı. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Ama polislerden başka kimseyi göremedi. Ambulanslar tüm yaralıları almış, itfaiye de tankeri söndürmüştü. Kafasından her şeyin nasıl bu kadar çabuk bittiğini sorguluyordu. Elini cebine götürdü, altın saati çıkardı. Saat beşi gösteriyordu. Saatin ayarının bozulduğunu düşündü, televizyonu açtı. Evet, saat gerçekten beşti. Sabahtan beri tüm başına gelenleri gözünün önüne getirdi. Telefondan geleceği duymuş, zaman o hariç herkes için durmuş ve de dört saat ileri akmıştı. Zaman onun etrafında dönüyordu. O zamanı bükebiliyordu. Birden farkına vardı. Bunları başaran aslında altın saatiydi. Sevinmesi mi yoksa üzülmesi mi gerektiğini bilmiyordu. Hemen denemeye karar verdi. Saatin ayarını ileri doğru hareket ettirdi. Sokaktaki polislere baktı ama gördüklerine inanamadı. Polisler hızlanmıştı. Sonra yelkovan ile akrebi serbest bıraktı. Hareketler normale döndü. Artık her şeyi öğrenmişti. Bu saat onun geçmişi, geleceği ve bugünüydü…



Saatine bakarak onunla neler yapabileceğini hayal ederken, televizyondaki spikerin sesini duydu. Haber bandına gözü kaydı. “Otuz iki ölü!” diye mırıldandı. Tam yanı başında otuz iki insanın canı almıştı o tanker. Kanlı avuçlarının içindeki saate baktı. Kazanın kaçta olduğunu hatırlamaya çalıştı. “En son saate baktığımda saat biri geçiyordu…”

Elindeki saati bire ayarladı. Üzerindeki pijaması ve ayağındaki terliğiyle evden çıktı. Sokağa indiğinde onu garipseyen gözlerle karşılaştı. Nede olsa pijamalı ve terlikli, her tarafı kan içinde pek fazla insan görmüyorlardı. Kazanın geçtiği sokağa geldi ve tankeri beklemeye başladı. On-on beş dakika sonra sayıyı elliyi geçmeyen öğrenci grubunu gördü. Belli ki okul gezisi yapıyorlardı. İşte üçüncü kez aynı fren sesini duydu. Saatin ayar düğmesini çekti ve her şey bir anda durdu. Tanker öğrenci grubuna çarpacaktı. Ne yapacağını düşündü. Öğrencileri tek tek taşımaya karar verdi. Saçma bir fikir olduğunu biliyordu, belini daha da ağrıtacağını da biliyordu ama aklına tek gelen buydu. Öğrenci grubunun çoğu ilkokul öğrencisi olmasına rağmen bayağı zorlandı. Tüm öğrencileri kaldırıma taşımayı bitirdiğinde tankeri nasıl durduracağını düşündü. Kafasında çarpma anını tasarlamaya çalıştı ama kesin olarak karar veremedi.Saatin düğmesine basarak zamanı devam ettirdi. Tanker, öğrenci grubuna çarpmadan geçti. Az ileride topunun peşinden koşan sarı saçlı kızı gördü. Tankerin ona çarpmasını izlemeyi yüreği el vermedi. Zamanı tekrar durdurdu. Kızın yüzünden, tankeri görmediği belliydi. Böyle bir sonuca varamayacağının düşününce ya tankeri geciktirecekti ya da öğrencileri engelleyecekti. Zamanı yavaş yavaş geri almaya başladı. Normal adımlarla, geri geri giden öğrenciler, onu biraz gülümsetti. Öğrencileri, onlara uyan bir hızda takip etti. Çocuklar okul bahçesine girene kadar bekledi. Bu arada tanker gözden kaybolmuştu. Şimdi sıra çocukları yavaşlatmaktaydı. Zamanı tekrar başlattı. Çocuklardan en büyük gösterenin yanına gitti. Ona arkadaşlarını on dakika bekletmesini, yoksa başlarına çok kötü bir olayın gelebileceğini söyledi. “Sen kimsin?” diyen çocuğa “Ben, yeni okul müdürünüzüm.” diye yalan söyledi. Çocuk inanamadı. Zaten kimse inanamazdı üstü kan revan içinde olan bir adamın okul müdürü olduğuna… Çocuk yürümeye devam etti. O ise birazcık sert adamı oynamanın çocuğu engelleyebileceğini tahmin ederek, onu boğazından tuttu ve “ Bu üzerimdeki kanların işkence ettiğim çocukların kanı olduğunu bilmeni istemezdim, eğer on dakika burada beklemezseniz, sen dahil buradaki herkese işkence yaparım, tamam mı?” diye saçmaladı. Çocuk ağlamak üzereydi ve bu sert konuşmayla ikna olmuştu.

Tam iki dakika sonra yanlarında büyük bir hızla tanker geçti. Bu olayın nereye varacağını öğrenmek için hemen bir taksi çevirdi ve tankeri takip etmesini söyledi. Taksinin, tankere yetişmesi için biraz hızlanması gerekti. Tanker, normalde kazanın olacağı yeri geçti ve virajı, çöp tenekelerine çarparak döndü. Bir daha döndü ve bir kere daha…

Tanker okulun önüne tekrar geldi ve yine aynı fren sesi, yine aynı çığlıklar… Saatin tekrar durdu. Başaramamıştı… Ne yaparsa yapsın tankerin otuz iki kişiyi ezmesini önleyemiyordu. Önünde duran dehşet verici sahne karşısında midesi bulanıyordu. Kendisini büyük bir kısır döngünün içinde hisseti. Artık vazgeçmişti. Hayatı zaten alt üst olmuştu. Sevgilisinden ayrılmış, işten atılmıştı. Tek umudu dedesinin verdiği bu saatti ama onunda gücünden korkuyordu. Durmuş zamanın içindeki, durmuş taksiden indi. Tankerin birazdan patlayacağı noktaya, ayaklarını hayattan bezmiş bir şekilde sürüyerek ulaştı. Gözünden, kendi gibi değersiz iki göz yaşı damladı. Altın saate son bir kez daha baktı ve zamanı tekrar başlattı. Çığlıkların devamı ve patlama sesi…

Birden sıçradı. Dükkanının kapısı çalınıyordu. Saçı başı dağınık sersemlemiş bir şekilde kapıyı çalanı içeri davet etti. Gelen bu sabah altın saatin parlatılmasını isteyen müşterisiydi.



Yazan: Uğur GENÇ
 

HTML

Üst