İç halkalar: Yargı ve Ordu
İş çevrelerinin sağduyu çağrısına Tayyip’in cevabı kısa ve net oldu: “Beş yıl bekledim, geri adım atmam.”
AKP’ye kapatma davasının açıklanmasından sonra toplanan AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplantısında konuşan Tayyip hemen ilk yorumunu yapmıştı: “Ergenekon’u açığa çıkarttık diye mi bizi kapatacaksınız?”
Ancak bu yorumun kapatma davası için ek delil teşkil edeceğini düşündüğü için AKP Basın sözcüsü bu demeci daha sonra yalanladı.
Fakat yalanlamaya karşın Tayyip Erdoğan’ın daha sonraki tüm açıklamaları da benzer mahiyetteydi. Hatta “Temiz Eller operasyonu” yaptıklarını söylüyor ve çetelerle mücadeleden asla geri adım atmayacaklarını açıklıyordu.
Tayyip’in akıl hocaları ise Yeni Şafak, Zaman gibi gazetelerden ona seslendiler bir haftadır:
“Ne olursa olsun geri adım atma, sonuna kadar git, Ergenekon’u bitiremezsen AKP iktidarı biter!”
O halde Ergenekon soruşturmasının bağımsız bir yargı süreci olarak işlemediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla ve hükümet üyelerinin çeşitli vesilelerle belirttiği gibi bu operasyonu bağımsız yargı değil bizat AKP iktidarı yürütmektedir.
Peki hedefleri nedir?
AKP’nin kapatılmasını engellemek!
AKP bu soruşturma sonucunda neyi ispatlamak istemektedir?
İşte burada AKP’nin amacını doğru tespit etmek gerekir.
İlk halkada gözüken hedef ulusalcı denilen siyasi gruplardır. Nitekim 1.5 yıldır süren operasyonda bu tür siyasi yapılara yönelinmiştir. Bu yapılar içinde seçilen bazı isim ve grupların kirli imajı bu operasyonun bugüne kadar ilerlemesi için iyi bir kalkan olmuştur.
Ancak bu halkadan sonra içerdeki halkalara yönelineceği açıktır. Nitekim son operasyondan sonra bir sonraki adımların ne olacağı iyice açığa çıkmıştır: Yargı ve Ordu!
AKP bu operasyonla Yargı üyelerinin, özellikle de kendisine engel olarak gördüğü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, savcıların ve hakimlerin tasfiyesini amaçlamaktadır.
Ergenekoncularla yargı arasında kurulacak bir bağ AKP açısından hayati önemdedir. Eğer böylesi bir kanıt yaratacak olurlarsa AKP’ye açılan kapatma davasının tüm inandırıcılığı ve hukuki meşruiyeti yok olacaktır. Ve anlaşıldığı kadarıyla AKP bu tür kanıtlar yaratma peşindedir.
Henüz soruşturma sürdüğü için ve iddianamenin delillerini göremediğimiz için açık bir yorum yapamıyoruz ancak basından izlediğimiz “Yargıtay korkileri” ve “iddianame” haberlerinden sezebildiğimiz kadarıyla bu tür bilgi ve belgeleri toplayan, elinde bulunduran varsa, bu tür girişimlerin içine girenler varsa, bunlar AKP’ye en büyük hizmeti yapmış olacaktır. O nedenle bu şahıslar ve belgeler üzerine bir mim koymak gerekmektedir.
Eğer AKP buradan istediği amaca ulaşacak olursa, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görevden alınması ile sonuçlanacak bir süreç başlayacaktır. Ama tam tersi bir tertip kanıtlanırsa bu defa da Ergenekon Savcısını aynı son beklemektedir.
Sonuç olarak iki savcıdan birisinin Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın akıbetine uğramasını beklemek oldukça makuldür.
Ama Şemdinli demek, işin içine Ordu’nun da dahil edilmesi demektir. Nitekim Yargıdan sonraki halka Ordu’dur. Şemdinli’de Türk Ordusu’na çete suçlaması yönelten odakların Ergenekon’la ulaşmaya çalıştıkları nokta aynıdır: Ordu’yu suçlu bir çete olarak göstermek.
Bu noktada daha önce Nokta dergisinde yayınlanan darbe iddiaları gündeme gelecektir. Buradan bir kısım emekli üst düzey kuvvet komutanları suçlu duruma düşürülecektir. Plan ve hedef budur.
Fakat AKP’nin bu operasyonu sadece emekli komutanlarla sınırlı tutacağını beklemek saflık olur. 30 Ağustos öncesinde bazı komutanların emekli edilmesi de AKP’nin ajandasındadır.
Sağduyu mu mücadele mi?
AKP’nin gerçek hedefinin faşist bir idare kurmak olduğunun uyarılarını yapan hep TÜRKSOLU oldu. Bu noktada gazetemizin yaptığı tüm analizler tek tek doğrulandı. Tüm okurlarımıza bugünü anlamak için TÜRKSOLU’nun eski sayılarını bir daha okumalarını öneriyoruz.
Bu halkaların dışında bir önemli hedef de halkın kendisidir.
AKP bu operasyonlarla halkı korkutmak, sindirmek, baskı altına almak istemektedir. Bu, faşistlerin klasik yöntemidir.
Faşistlerin yöntemi açısından ortada bir sıkıntı yoktur, ama halk bu faşist baskıya karşı nasıl direnecektir?
İşte mesele de burada düğümlenmektedir.
AKP’nin son operasyonu pek çok kesimi korkutmaya yetmiştir. Şimdi bu kesimler AKP’yi durdurmak için sağduyu çağrıları yayınlamakta, bu tür toplantılar düzenlemektedir.
Sağduyudan kasıtları her iki tarafın da geri adım atmasıdır.
Peki her iki taraftan kasıt nedir?
Bu oldukça muğlaktır ama kastedilen laik kesimdir.
İşte bu noktada durmak ve faşizm üzerine düşünmek gerekmektedir.
Bu çağrıları yapanlar genel olarak Doğan grubu başta olmak üzere iş çevreleridir. İş çevrelerinin endişesini anlamak gerekir, çünkü bunlar AKP’nin faşist idaresinde kendilerine bir sermaye grubu olarak ayakta kalma imkânı tanınmayacağını yavaş yavaş anlamaktadır.
Ancak çözüm önerileri son derece yanlış ve gecikmiştir: Faşisti geri adım atmaya zorlamak ve onu sağduyuya çağırmak sadece zavallılıktır.
Nitekim Tayyip Erdoğan bu çarılara hemen cevap vermiştir: “Ben beş yıl bekledim bugün için, niye geri adım atayım?”
Gördünüz mü sağduyuyu!
Ama faşistin muhalif güçlerle anlaşacağını düşünme saflığı bununla bitmemektedir.
Ergenekon’da gözaltına alınan İlhan Selçuk çıkar çıkmaz ilk mesajını halka faşizme karşı mücadele etmesi için değil sakin olması için Tayyip’e vermiştir: İlhan Selçuk Başbakan’ı uzlaşmaya çağırmaktadır!
Bunun hemen ardından Abdullah Gül bir denge unsuru olarak devreye sokulmakta ve muhalefetle görüştürülmektedir.
Ancak bu görüşmelerde de toplumsal gerilim üzerine bir konuşma geçmemekte, muhalefetimiz faşizmden sağduyu beklerken, faşizm onlara kayseri mantısı yedirip postalamaktadır.
İş çevrelerinin faşizmi dengelemek için bir diğer formülü ise Abdüllatif Şener’i devreye sokmaktır. Hatta bunun senaryoları bile açık açık yazılmakta, çizilmektedir. Ama 28 Şubat döneminde de benzeri, teknokrat-bürokrat kabine seçenekleri denenmiş ve tutmamıştı.
Faşizm ise iş çevrelerinin tüm bu sağduyu çağrılarına gayet net bir cevap vermektedir: Petrol şirketlerine baskın bir operasyon başlatılmıştır!
Demek ki faşist geri adım atmayacak, tersine kendisini zorlamaya çalışan iş çevrelerine karşı ekonomik operasyonlara girişecek ve onları çökertecektir.
Ordu’ya Miloseviç tehdidi
Görüldüğü üzere faşistin sağduyu çağrılarını dinlediği yoktur, muhalefet ise hâlâ sağduyu çağrısı ile vakit yitirmektedir.
Ama faşist, toplumdaki oy gücünü bildiği için çok rahat hareket etmektedir. Ve son anda devreye girmesi beklenen Ordu’ya da açık bir gözdağı vermekte ve uyarmaktadır. Şu satırlar Zaman yazarı İhsan Dağı’nın son yazısından:
“Bu millet, ülkeyi iç savaşa sürükleyen ve vatanı bölen yeni-İttihatçılara bu defa izin vermez.
Bölünmenin yaratacağı büyük travma ve milliyetçi öfke üzerinden ‘otoriter’ bir iktidar yaratma hesapları yapanların iyi düşünmesi gerek. Bosna’da etnik temizliğin mimarı Miloseviç’in başına gelenleri hatırlamakta fayda var. Bütün dünyaya meydan okuyan ve binlerce yıl bir arada yaşayan etnik grupları ‘temizlemeye’ yönelen ‘ulusalcı’ bir siyaset Yugoslavya’yı kaça böldü? Ulusalcı Miloseviç iktidardan, Savaş Suçları Mahkemesi’ne düştü.”
Demek ki neyle korkutmaktadırlar Ordu komutanını?
Miloseviç olmakla!
Bu noktada mevcut şahsın dükkanı kapatmış olmasına çok şaşmamak gerekir, ama bu dükkanı kapatmanın onu kurtaracağını da beklemeyelim: Çünkü faşistler asla intikam almaktan vazgeçmezler. Şemdinli’nin hesabını almaktan hiç ama hiç çekinmeyecekler, kendi dümen suyuna girenlere de asla ama asla acımayacaklardır.
Bu noktada muhalefetin tek bir umudu kalmaktadır. Önümüzde çok yaklaşan bir İran savaşı vardır. Eğer Türkiye bu savaşa girecek olursa Ordu ile iktidar arasındaki dengeler değişebilecek ve ABD, AKP yerine Ordu’yu tercih edebilecektir.
Bu da son derece zavallıca bir beklentidir. Çünkü AKP zaten ABD’nin emrindedir. Ve üstelik de Ordu AKP’nin emrindedir. Hele hele Amerikan çıkarları için İran’a savaşa gidecek bir Ordu’nun dönüp iktidarla hesaplaşacak vakti ve imkânı olmayacaktır.
Faşist Parti’nin karşısına Devrimci Parti ile çıkmak
Görüldüğü gibi toplumu neredeyse tümüyle teslim almasına ramak kala, faşizme karşı çıkanların hâlâ bir çözümü bulunmamaktadır. Bir çözümü olmadığı gibi bu kesimler faşizme karşı mücadeleyi engelleyerek faşizme zaman kazandırmaktan başka bir şey de yapmamaktadır.
Bu noktada yanlışlardan uzak durmak ve doğruya yönelmek ön plana çıkmaktadır. Doğru fikir, zafere götürecek tek güvencemizdir.
Faşizme karşı bir uzlaşma ve sağduyu aramak en büyük aptallıktır. Gün sağduyu değil faşizmle mücadele günüdür. Faşizmin önüne bugün dikilmezseniz yarın hiç dikilemezsiniz.
Faşizme karşı mücadele ise ancak devrimcilerin işidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde faşizme karşı mücadeleyi iş çevreleri, bürokrasi, ordu vermemiştir. Faşizm her defasında bu kurumları çabucak yutmuştur. Faşizmin yutamayacağı tek güç halkın kendisidir!
O nedenle halkı seferber etmek yerine İttihatçı kafayla girişilecek darbe, baskın vb. her tür teşebbüs yanlıştır. Türkiye’yi faşizmden kurtaracak olan şey İttihatçı komplolara bel bağlamak değil, Atatürkçü devrimci bir partiyi inşa etmektir!
Faşizmin gerici siyasetinin karşısına devrimci partinin Atatürkçü siyaseti çıkarılmadığı sürece, faşizmin gayrimeşru her tür tertip örgütünün karşısına halkın partisi ile, devrimci yapı ile çıkılmadığı sürece sonuç alınamaz.
Ve her şeyden önce faşizmin gerici siyasetini yıkacak olan, onu halktan tecrit edecek olan şey ilerici bir siyasettir. O nedenle siyaset dışı her çözüm kısa vadede kolaymış gibi durur ama uzun vadede yanlışlığı ortaya çıkar.
O nedenle devrimci siyaseti yapacak devrimci partiyi kurmak ve faşizme karşı bu parti ile çıkmak tek akılcı yöntemdir.
Halka, mücadelesine ve partisine güvenelim!
Faşizm halkı asla yenemez!


İş çevrelerinin sağduyu çağrısına Tayyip’in cevabı kısa ve net oldu: “Beş yıl bekledim, geri adım atmam.”
AKP’ye kapatma davasının açıklanmasından sonra toplanan AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplantısında konuşan Tayyip hemen ilk yorumunu yapmıştı: “Ergenekon’u açığa çıkarttık diye mi bizi kapatacaksınız?”
Ancak bu yorumun kapatma davası için ek delil teşkil edeceğini düşündüğü için AKP Basın sözcüsü bu demeci daha sonra yalanladı.
Fakat yalanlamaya karşın Tayyip Erdoğan’ın daha sonraki tüm açıklamaları da benzer mahiyetteydi. Hatta “Temiz Eller operasyonu” yaptıklarını söylüyor ve çetelerle mücadeleden asla geri adım atmayacaklarını açıklıyordu.
Tayyip’in akıl hocaları ise Yeni Şafak, Zaman gibi gazetelerden ona seslendiler bir haftadır:
“Ne olursa olsun geri adım atma, sonuna kadar git, Ergenekon’u bitiremezsen AKP iktidarı biter!”
O halde Ergenekon soruşturmasının bağımsız bir yargı süreci olarak işlemediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla ve hükümet üyelerinin çeşitli vesilelerle belirttiği gibi bu operasyonu bağımsız yargı değil bizat AKP iktidarı yürütmektedir.
Peki hedefleri nedir?
AKP’nin kapatılmasını engellemek!
AKP bu soruşturma sonucunda neyi ispatlamak istemektedir?
İşte burada AKP’nin amacını doğru tespit etmek gerekir.
İlk halkada gözüken hedef ulusalcı denilen siyasi gruplardır. Nitekim 1.5 yıldır süren operasyonda bu tür siyasi yapılara yönelinmiştir. Bu yapılar içinde seçilen bazı isim ve grupların kirli imajı bu operasyonun bugüne kadar ilerlemesi için iyi bir kalkan olmuştur.
Ancak bu halkadan sonra içerdeki halkalara yönelineceği açıktır. Nitekim son operasyondan sonra bir sonraki adımların ne olacağı iyice açığa çıkmıştır: Yargı ve Ordu!
AKP bu operasyonla Yargı üyelerinin, özellikle de kendisine engel olarak gördüğü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, savcıların ve hakimlerin tasfiyesini amaçlamaktadır.
Ergenekoncularla yargı arasında kurulacak bir bağ AKP açısından hayati önemdedir. Eğer böylesi bir kanıt yaratacak olurlarsa AKP’ye açılan kapatma davasının tüm inandırıcılığı ve hukuki meşruiyeti yok olacaktır. Ve anlaşıldığı kadarıyla AKP bu tür kanıtlar yaratma peşindedir.
Henüz soruşturma sürdüğü için ve iddianamenin delillerini göremediğimiz için açık bir yorum yapamıyoruz ancak basından izlediğimiz “Yargıtay korkileri” ve “iddianame” haberlerinden sezebildiğimiz kadarıyla bu tür bilgi ve belgeleri toplayan, elinde bulunduran varsa, bu tür girişimlerin içine girenler varsa, bunlar AKP’ye en büyük hizmeti yapmış olacaktır. O nedenle bu şahıslar ve belgeler üzerine bir mim koymak gerekmektedir.
Eğer AKP buradan istediği amaca ulaşacak olursa, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görevden alınması ile sonuçlanacak bir süreç başlayacaktır. Ama tam tersi bir tertip kanıtlanırsa bu defa da Ergenekon Savcısını aynı son beklemektedir.
Sonuç olarak iki savcıdan birisinin Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın akıbetine uğramasını beklemek oldukça makuldür.
Ama Şemdinli demek, işin içine Ordu’nun da dahil edilmesi demektir. Nitekim Yargıdan sonraki halka Ordu’dur. Şemdinli’de Türk Ordusu’na çete suçlaması yönelten odakların Ergenekon’la ulaşmaya çalıştıkları nokta aynıdır: Ordu’yu suçlu bir çete olarak göstermek.
Bu noktada daha önce Nokta dergisinde yayınlanan darbe iddiaları gündeme gelecektir. Buradan bir kısım emekli üst düzey kuvvet komutanları suçlu duruma düşürülecektir. Plan ve hedef budur.
Fakat AKP’nin bu operasyonu sadece emekli komutanlarla sınırlı tutacağını beklemek saflık olur. 30 Ağustos öncesinde bazı komutanların emekli edilmesi de AKP’nin ajandasındadır.
Sağduyu mu mücadele mi?




AKP’nin gerçek hedefinin faşist bir idare kurmak olduğunun uyarılarını yapan hep TÜRKSOLU oldu. Bu noktada gazetemizin yaptığı tüm analizler tek tek doğrulandı. Tüm okurlarımıza bugünü anlamak için TÜRKSOLU’nun eski sayılarını bir daha okumalarını öneriyoruz.
Bu halkaların dışında bir önemli hedef de halkın kendisidir.
AKP bu operasyonlarla halkı korkutmak, sindirmek, baskı altına almak istemektedir. Bu, faşistlerin klasik yöntemidir.
Faşistlerin yöntemi açısından ortada bir sıkıntı yoktur, ama halk bu faşist baskıya karşı nasıl direnecektir?
İşte mesele de burada düğümlenmektedir.
AKP’nin son operasyonu pek çok kesimi korkutmaya yetmiştir. Şimdi bu kesimler AKP’yi durdurmak için sağduyu çağrıları yayınlamakta, bu tür toplantılar düzenlemektedir.
Sağduyudan kasıtları her iki tarafın da geri adım atmasıdır.
Peki her iki taraftan kasıt nedir?
Bu oldukça muğlaktır ama kastedilen laik kesimdir.
İşte bu noktada durmak ve faşizm üzerine düşünmek gerekmektedir.
Bu çağrıları yapanlar genel olarak Doğan grubu başta olmak üzere iş çevreleridir. İş çevrelerinin endişesini anlamak gerekir, çünkü bunlar AKP’nin faşist idaresinde kendilerine bir sermaye grubu olarak ayakta kalma imkânı tanınmayacağını yavaş yavaş anlamaktadır.
Ancak çözüm önerileri son derece yanlış ve gecikmiştir: Faşisti geri adım atmaya zorlamak ve onu sağduyuya çağırmak sadece zavallılıktır.
Nitekim Tayyip Erdoğan bu çarılara hemen cevap vermiştir: “Ben beş yıl bekledim bugün için, niye geri adım atayım?”
Gördünüz mü sağduyuyu!
Ama faşistin muhalif güçlerle anlaşacağını düşünme saflığı bununla bitmemektedir.
Ergenekon’da gözaltına alınan İlhan Selçuk çıkar çıkmaz ilk mesajını halka faşizme karşı mücadele etmesi için değil sakin olması için Tayyip’e vermiştir: İlhan Selçuk Başbakan’ı uzlaşmaya çağırmaktadır!
Bunun hemen ardından Abdullah Gül bir denge unsuru olarak devreye sokulmakta ve muhalefetle görüştürülmektedir.
Ancak bu görüşmelerde de toplumsal gerilim üzerine bir konuşma geçmemekte, muhalefetimiz faşizmden sağduyu beklerken, faşizm onlara kayseri mantısı yedirip postalamaktadır.
İş çevrelerinin faşizmi dengelemek için bir diğer formülü ise Abdüllatif Şener’i devreye sokmaktır. Hatta bunun senaryoları bile açık açık yazılmakta, çizilmektedir. Ama 28 Şubat döneminde de benzeri, teknokrat-bürokrat kabine seçenekleri denenmiş ve tutmamıştı.
Faşizm ise iş çevrelerinin tüm bu sağduyu çağrılarına gayet net bir cevap vermektedir: Petrol şirketlerine baskın bir operasyon başlatılmıştır!
Demek ki faşist geri adım atmayacak, tersine kendisini zorlamaya çalışan iş çevrelerine karşı ekonomik operasyonlara girişecek ve onları çökertecektir.
Ordu’ya Miloseviç tehdidi
Görüldüğü üzere faşistin sağduyu çağrılarını dinlediği yoktur, muhalefet ise hâlâ sağduyu çağrısı ile vakit yitirmektedir.
Ama faşist, toplumdaki oy gücünü bildiği için çok rahat hareket etmektedir. Ve son anda devreye girmesi beklenen Ordu’ya da açık bir gözdağı vermekte ve uyarmaktadır. Şu satırlar Zaman yazarı İhsan Dağı’nın son yazısından:
“Bu millet, ülkeyi iç savaşa sürükleyen ve vatanı bölen yeni-İttihatçılara bu defa izin vermez.
Bölünmenin yaratacağı büyük travma ve milliyetçi öfke üzerinden ‘otoriter’ bir iktidar yaratma hesapları yapanların iyi düşünmesi gerek. Bosna’da etnik temizliğin mimarı Miloseviç’in başına gelenleri hatırlamakta fayda var. Bütün dünyaya meydan okuyan ve binlerce yıl bir arada yaşayan etnik grupları ‘temizlemeye’ yönelen ‘ulusalcı’ bir siyaset Yugoslavya’yı kaça böldü? Ulusalcı Miloseviç iktidardan, Savaş Suçları Mahkemesi’ne düştü.”
Demek ki neyle korkutmaktadırlar Ordu komutanını?
Miloseviç olmakla!
Bu noktada mevcut şahsın dükkanı kapatmış olmasına çok şaşmamak gerekir, ama bu dükkanı kapatmanın onu kurtaracağını da beklemeyelim: Çünkü faşistler asla intikam almaktan vazgeçmezler. Şemdinli’nin hesabını almaktan hiç ama hiç çekinmeyecekler, kendi dümen suyuna girenlere de asla ama asla acımayacaklardır.
Bu noktada muhalefetin tek bir umudu kalmaktadır. Önümüzde çok yaklaşan bir İran savaşı vardır. Eğer Türkiye bu savaşa girecek olursa Ordu ile iktidar arasındaki dengeler değişebilecek ve ABD, AKP yerine Ordu’yu tercih edebilecektir.
Bu da son derece zavallıca bir beklentidir. Çünkü AKP zaten ABD’nin emrindedir. Ve üstelik de Ordu AKP’nin emrindedir. Hele hele Amerikan çıkarları için İran’a savaşa gidecek bir Ordu’nun dönüp iktidarla hesaplaşacak vakti ve imkânı olmayacaktır.
Faşist Parti’nin karşısına Devrimci Parti ile çıkmak
Görüldüğü gibi toplumu neredeyse tümüyle teslim almasına ramak kala, faşizme karşı çıkanların hâlâ bir çözümü bulunmamaktadır. Bir çözümü olmadığı gibi bu kesimler faşizme karşı mücadeleyi engelleyerek faşizme zaman kazandırmaktan başka bir şey de yapmamaktadır.
Bu noktada yanlışlardan uzak durmak ve doğruya yönelmek ön plana çıkmaktadır. Doğru fikir, zafere götürecek tek güvencemizdir.
Faşizme karşı bir uzlaşma ve sağduyu aramak en büyük aptallıktır. Gün sağduyu değil faşizmle mücadele günüdür. Faşizmin önüne bugün dikilmezseniz yarın hiç dikilemezsiniz.
Faşizme karşı mücadele ise ancak devrimcilerin işidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde faşizme karşı mücadeleyi iş çevreleri, bürokrasi, ordu vermemiştir. Faşizm her defasında bu kurumları çabucak yutmuştur. Faşizmin yutamayacağı tek güç halkın kendisidir!
O nedenle halkı seferber etmek yerine İttihatçı kafayla girişilecek darbe, baskın vb. her tür teşebbüs yanlıştır. Türkiye’yi faşizmden kurtaracak olan şey İttihatçı komplolara bel bağlamak değil, Atatürkçü devrimci bir partiyi inşa etmektir!
Faşizmin gerici siyasetinin karşısına devrimci partinin Atatürkçü siyaseti çıkarılmadığı sürece, faşizmin gayrimeşru her tür tertip örgütünün karşısına halkın partisi ile, devrimci yapı ile çıkılmadığı sürece sonuç alınamaz.
Ve her şeyden önce faşizmin gerici siyasetini yıkacak olan, onu halktan tecrit edecek olan şey ilerici bir siyasettir. O nedenle siyaset dışı her çözüm kısa vadede kolaymış gibi durur ama uzun vadede yanlışlığı ortaya çıkar.
O nedenle devrimci siyaseti yapacak devrimci partiyi kurmak ve faşizme karşı bu parti ile çıkmak tek akılcı yöntemdir.
Halka, mücadelesine ve partisine güvenelim!
Faşizm halkı asla yenemez!