HeLLSPoRT
нα¢кнєℓℓ ѕρσя ѕσяυмℓυѕυ
BeşiktaşLı oLunmaz beşiktaşLı doğuLur
1970'li yıllar... Beşiktaş'ın Türkiye Ligi'nde büyük krizler yaşadığı, büyük masraflarla meydana getirdiği güçlü kadrolara rağmen bir türlü şampiyonluğa ulaşamadığı, cileli yıllardayız...Lig'de çok önemli bir Beşiktaş-Galatasaray maçı var... İnönü stadını haddinden fazla doldurmuş olan 40.000 seyirci, karşılaşmanın henüz başlamamasına rağmen, coşku ve heyacanla tezahürat yapıyorlardı.
Kapalı tribünün sol köşesiyle, deniz tarafındaki açık tribünün sağ köşesine sıkışmış, 3-4 bin Sarı Kırmızılı taraftar:
"Re-re-re...Ra-ra-ra...Galatasaray, Galatasaray Cim-Bom-Bom..." tekerlemesiyle takımlarına sevgi gösterisinde bulunurlarken en az 25-30 bin Beşiktaşlı taraftar da, adeta "Gök Gürültüsü" nü anımsatırcasına patlayarak: "Haydi Kartal" sloganı ile rakip taraftarlara mukabelede bulunuyorlardı...
"Basın Tribünü" nde bu ilginç sahneleri dikkatle izleyen ünlü bir Galatasaraylı yönetici dayanamamıştı... Etrafındakilere dert yanıyordu: "Bu işin sırrını çözemedim kardeşim? Biz Galatasaray olarak, son 10 yıldır Beşiktaş'tan daha başarılı bir grafik çizdik... Bu gerçeğe rağmen, renklerimize gönül bağlayan taraftarlarımız gıdım, gıdım artarken Beşiktaşinkiler çok daha süratle ve çığ gibi büyüyor!..
"TARAFTAR", bilhassa futbolda, takımın 12. adamı olarak gösterilir... Doğrudur... Hele bu tanımlama Beşiktaş Taraftarı için yapıldığında, tam isabet bir değerlendirme demektir...
Türkiye'de, seyircisiyle en sağlam diyalog kuran, bütünleşen tek kulüptür Beşiktaş... Başka bir deyimle, Siyah-Beyazlı seyirciler kadar, bilhassa kritik maçlarda takımı ile bütünleşen, adeta O'nu zafere doğru yönlendiren bir başka "Tribün" göstermek zordur.
"ÖLESİYE SEVMEK..." Yağmur, çamur, kar, kış demeden Tribündeki yerini sürekli dolduran Beşiktaş Taraftarlarının, sahadaki Beşiktaş'a gönül bağı ve bakış acısı budur...
Osmanlı Sarayı'ndan doğmuş olmasına ve aristokrat kökenine rağmen, "Halkın Kulübü" olabilmeyi başarmış bir cemiyettir...
"Kulüp Üyesi Olabilmek" ve "Yönetimde Görev Alabilmek" için belirli bir seviyeye gelmek, kariyer sahibi olmak şarttır ama, cemiyetin yapısı, halk kesimlerindeki her meslek sahibine değer vermeyi prensip sayar...
Bu yüzden Beşiktaş seyircisi de kulübün prensiplerini yansıtan bir ayna gibidir tribünlerde... Atraksiyonu, abartmalı davranışları, kaytarmayı ve egoizmi hiç benimsemez... Kendini bilmez bazı çatlak seslere, bu gibilerin zaman zaman küfürlü haykırışlarına rağmen, genelde, takımını desteklerken, en güzel sloganları, en nezih şovları üreterek, statları renklendirmesini bilir.
Bazı cemiyetler tarafından komplekslerinin tabii sonucu olarak "Değişik Hüviyetler" le ve çirkin "Lakaplarla" tanıtılmak istenmesine karşı, Türkiye'de sadece futbolla değil, sık sık birçok branşta "En Centilmen Kulüp" gösterilmiştir.
Futbolda, Futbol Federasyonu ve diğer yan kuruluşlar tarafından, son yarım asır içinde tam 19 defa "CENTİLMENLİK KUPASI" ile ödüllendirilmesi, Tribündeki Seyircisinin de genel davranışı, aralıksız performansı ile orantılıdır...
BEŞİKTAŞ'LI OLUNMAZ...
BEŞİKTAŞLI DOĞULUR!...
Haksızlığa uğradığı zaman, yumruğunu sıkan bir taraftar grubu vardır ama, sözde masum görünüşlü bazı rakip taraftarların uzun yıllar sürdürdüğü, "spora seks karıştıran hakaretlerine de peygamber sabrı göstermesi, onların olgunluğunu onaylatan en sağlam kanıttır... Açıkçası, Beşiktaş'ta "en büyük unsur" dur seyirci... Tribün, sahadan mert, dürüst ve cesur mücadele ister. Alın teri karışmış bir doksan dakikadan, bilek gücü ile elde edilmiş bir zafer bekler ve bu olgunun oluşabilmesi için, hiç durmadan takımını coşturarak, önemli ölçüde skoru kendisi belirler...
Sahadaki Beşiktaşlı ile tribündeki Beşiktaşlı, bir maçın tamamında aynı şeyleri hissettikleri içindir ki, sonuçta zafer kaçınılmaz olur... Bu Türkiye genelinde de böyledir... Beşiktaşlı için, "Ülkenin her yanında aynı anda, aynı şeyleri düşünen insanlar" denmesi, bu özelliğinden doğmaktadır...
BEŞİKTAŞ'LI için BEŞİKTAŞ, bu dünyada yaşanacak en büyük aşktır... Bu gerçeğin bilincinde olan TARAFTARLAR, siyah-beyaz camia, ne zaman bir krize girse, onu omuzlar, hatta sırtına alıp, düştüğü sıkıntı çukurundan çıkarıverir bir hamlede...
İşte 1970'li yıllarda, taraftarlarının (başarısızlık sonucu azalması bir yana) devamlı artması, Beşiktaş’ın tek şampiyonluğuna dahi tanık olmamış çok genç kuşakların Siyah-Beyaz renklere katılması, geçmişte nice zaferler görmüş, doğuştan Beşiktaşlı anne ve babaların, çocuklarını da ilk günlerden itibaren Siyah- Beyazlı yetiştirmeleri ile mümkün olmuştur.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Siz Hic BesiktasLi OLdunuzmu???
İstanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası olmayanların kaderleri değişmesede yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. Hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.Öğlen ezanı okunuyordu.Nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. Artvin’e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı.
”22 numara, 22 numara...”. 22 numara yoktu. Tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona. Ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi. Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. “Bagaj var mı?” muavin. Adam “yok, ama cenazem var” dedi. Muavin yıkıldı. Çünkü ağzına kadar dolu bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. Peron zili çalıyor ama Artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. Tabut orta kısma sürüldü, ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. Yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni. Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. Müsade isteyip yerine oturdu. Yanındaki yolcu merakını kustu hemen,
“ Allah rahmet eylesin, yakının mıydı?”
Adam düşündü uzun uzun,
“Mehdi” benim neyim oluyor diye. İçini çekip,
“ Kardeşim di” dedi. Otobüs köprü üzerinden geçiyordu. Adam içinden,
“ Mehdi, son kez hisset boğazı” diye geçirdi. Uzun yol başlıyordu.
Adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı. Sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.
“ Kaç yaşındaydı” diye sordu yolcu. Adam,
“Tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı”
“Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun” diye hayret dolu çıkıştı yolcu.
“Kardeşim dediysem, öyle değil” dedi adam.
“Ya nasıl” dedi yolcu.
Uzun bir sohbet başlıyordu, Otobüs İstanbul sınırlarından çıkarken.
Mehdi’yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. Alt koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavaga çıkınca bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi’nin. En dipte benim ranzanın sağ altına yatırdılar onu. Birkaç ay kimseyle konuşmadı. Yemek yaptı, topladı, çay dağıttı. Havalandırmada yalnız dolaşırdı. Koğuş eğitimlerimize katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi. Anladım ki fraksiyoncu filan değil. Bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. Her koğuş baskınında Jandarma o defteri bulur yırtardı. Bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya attım. Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi hayretler içinde kaldı. Ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını. Herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme yapıyorudur diye düşünüyordum. Öyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. Işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. Gözlerime inanamamıştım. Koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. Resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş buruşukluktaydı. Ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti. İlginç gelmişti bana Mehdi.
Bir sabah yoklamasında yanında durdum. Pantolunuma soktuğum defteri arkadan sıkıştırdım eline. Şaşırdı. Çocuk gibi sevindi. Teşekkür etmek istedi, konuşmadım onunla. Ajan damgası yiyebilirdim koğuşta. Havalandırmada yolumu kesti.
“Sağol” dedi. Sigara tuttum ona. Çömeldik.
“Kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde”dedim.
“Vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum” dedi Mehdi.
“Peki anlat o zaman” dedim.
“Kimseye demek yok ama, söz mü” dedi.
“Söz” dedim.
Eylül 80 yılıydı. Malum stad bir tane. Ülke bir savaş yaşıyor ama bizim derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. Akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz kapalının kapısında. Kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde yarım somun ekmek. Baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz Maçka tarafına, Dolambahçeye, spor sergiye. Ben gece üç gibi Maçkadayım. Motorcular geliyordu aşağıdan. Son seferinde karşıdan grup indirmiş, nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. Bıçkın delikanlıyız o zamanlar, semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. Bir o sokağa dalıyorum, bir bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. Allah dedim, çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. On kişiydiler, dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçamaya başladılar, bende arkalarından. Meğer benim hemen arkamda Polis varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından koşuyor. Girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala bana teslim oldular diye havalardayım, Polis arkadan ışık tutunca uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan “at elindeki silahı” diye bağırıyor, ben kala kaldım. İçimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız. Çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis minibüsünde Gayrettepeye vardık. Nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık. Çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan biri. Uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. Durumu anlattım güldü bana. Rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size dedi. Ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu. Apar topar çıkardılar dışarı. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile, kodumun hırsızı dedim arkasından. Sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker, teker. Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte. İçim rahat, ifadeyi verip gideceğim maça. Aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya, oturdu karşımda. Burnu tamponlu, sargı içinde. Noldu lan yetmedi dedim. Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. Sivilmiş meğer, nezaretten laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım. Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun davasından “ memura karşı koyma ve darptan” kalakaldık. Maç gitti, ama asıl giden benim hayatımdı. Asker ertesi gün darbe yaptı. Memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. Darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım. Konuşturmadılar bile. Sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. Her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. Bende kimseyle konuşmamaya başladım. Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler. Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse Beşiktaş abuk subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı, bıktım, ağzımda diş kalmadı.
Otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. Yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. İkide bir vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. Adam aşağı indi, bir sigara yaktı. Hava soğumaya başlamıştı. Bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. Ölüler üşümezdi oysa. Çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. Ananons yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. Meraklı kulaklar dikildi, VCD’de oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu. Adam devam etti.
Mehdi’nin bir arkadaşı olmuştu artık. Ben. Okumamıştı, ama hayat onu yetiştirmişti. Bize katıl dedim ona. Anlamam o işlerden, sevmem o işleri dedi. Olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış bizimle dedim. Koğuş sorumlumuza durumu anlattım. Ajan olabilir dedi. Ben kefil oldum Mehdi’ye. Oturdu o akşam bizimle. Kısmetsiz Mehdi’nin ilk geceside şanssız başlamıştı aramızda. Okuma yapılacaktı. Zuladan kitaplar çıktı. Herkes harıl harıl okumaya başladı. Yan gözle Mehdi’yi seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. Ama onu bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı geceyarısı. Okuma bitti. Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara yanıt veriyordu. Sıra Mehdi’ye geldi. Ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve Mehdi’nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum. Koğuş sorumlusu sordu “ Mehdi, teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?” . Ben yer yarılsada içine girsem diye düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı tıkadım.
“ Bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır. İnsanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur. Benlik, bencillikten türemiştir. Teori diye tanımlanan hareket, insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. İşte insanoğlu harekete saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. Teoride yenik düşmek, eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. Ben sevdalarıma hiç yenilmedim”
Sessizlik oldu. Kulaklarımı diktim sessizliğe. Felsefenin temel ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. Işıklar söndü, herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. Birkaç gece geçti. Koğuş sorumlusu Mehdi’yi istedi yanına. Ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı. Hiçbir kayıt yoktu. Direk sorgu yapacaktı. Havalandırma sırasında ben, Mehdi’yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı Mehdi.
“Peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka bağlayıp nasıl sonladın Mehdi “ dedi koğuş sorumlusu.
siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu ? diye cevap verdi Mehdi ve devam etti.
“ Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada yaşıyanlar sizin için ne ifade ediyor” diye konuştu Mehdi.
Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim çıkmıştı dergilerde ama Mehdi’nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti. İleriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile Beşiktaşlılığı anlattı. O zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, Beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. Şimdi anlayabiliyorduk Mehdi’yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan, seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş bu kadar sevebilmesini. Çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. Kararı çıkan kendi memleketine yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu. Mehdi’ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti. Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu. Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu. Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor haberlerinin gelmesini bekliyordu. Yaza doğru karar çıktı, devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti Mehdi’nin. Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. Bu tam bir yıkımdı. Mehdi’yi sakinleştirmek için yanına gittim. Zaten sakindi ama hüzünlüydü.
“Şimdi olacak şey mi bu müebbet. Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı seyredemeyecekmiyim şimdi?” dedi Mehdi ve devam etti.
“Birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. O benim sevdiğimin farkımda bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim.” Mehdi sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana. Yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. Beynimde zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. Söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, Mehdi’nin kızına.
Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. Artık buralarda kalmasının anlamı yoktu. Nakil istedi. Hemde kimselerin tahmin edemediği bir yere, Eskişehir’e. Ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. Ama Beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. İdare seve seve kabul etti, bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti. Giderken sanki mahpusluğa değil, İstanbuldan Es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi. Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı. Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık. Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık. Biran önce otobüse dönüp Mehdi’yi dinlemek istiyorlardı.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
“Sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?”diye sordu şoför.Adam kaldığı yerden devam etti.
Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. Üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık. Bu sevince birde Beşiktaş’ın Eskişehiri 3-0 hükmen yenip şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem Mehdi’yi anmak, hemde şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. Bir hafta sonra bende ayrıldım oradan.Bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. Ama Eskişehir’ den inanılmaz haberler geliyordu. Kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk. Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler gönderiyordu bana. Ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık, karalanmış ve silinmiş şekilde. Silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine.Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir’de. İçim içimden gitti Mehdi dedim. Birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi sonraları. Ben tahliye oldum. Mehdi’yi aramaya koyuldum ama nafile. Eskişehirdeki isyanı o başlatmış. O yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı. Avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. Çaresiz İstanbul’a döndüm. İçim içimi yiyordu. Mehdi’yi bulamıyordum. Arkadaşlarını buldum, Beşiktaş’ta. Onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile. Birden karşıma o çıktı. O kız. Mehdi’nin sevdiği kız, Mehdi’yi sordu. Büyülenmiştim. Konuşamadım bir süre. Bir muhallebicide oturduk, uzun uzun anlattım ona olup bitenleri. Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça. Sık görüşmeye başladık, bir süre sonra Mehdi’den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık.
Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. Otobüs Karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı Vakfıkebire ulaşmışlardı.Adam devam etti,
Onunla evlendim. Beşiktaş’ta ev tuttuk. Mehdi’den haber yoktu. İşsizdim. Zor geçiniyorduk. Özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım. Reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular, hepsi yolunu buldu. Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. Hani o benlik bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. Nerede kalmıştı o yüce teoriler. Hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. Çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta, adını koymakta tereddüt etmedik. “ Mehdi”
Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. Tribün tayfası olmuştum, bir iş buldum sonraları.Kalem katipliği gibi birşey belediyede. Yıllar geçti, Mehdi’den haber yoktu. Kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. Ama ben görmedim. İzini sürmeyi bıraktım.Yıllar geçti aradan. Bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki . Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum, yetişemedim.O muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. Tekrar aklıma düştü Mehdi. Araştırmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasını çabuk çabuk okudum. Mardinde, Antepte, Bingölde yatmış. Hastalanmış. Yaralanmış. Önceden suç işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada Rahşan Hanım affından salıverilmiş. Demek doğruymuş, oymuş. Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım. Bulamadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Uyku çökmüştü otobüse. Artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj. Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin. Adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
Geçen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku aldı beni , mahpusluktan kalma alışkanlıkla. Bir kağıt tutuşturdular elime. İstinye Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. Ne için diye sordum, tesbit dediler. Ceketimi aldım çıktık. Hastanenin bodrum katına indirdiler beni. Morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni. Çarşafı kaldırdı, yatan Mehdi’ydi. Öylesine yaşlanmış, saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
“Başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak, kardeşinizmiş, Allah sabırlar versin”
Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. Yıllardır aradığım adam karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . Evrakları hazırladılar, işlemleri yaptırdım. Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. Doğum yeri gözüme çarptı Mehdi’nin. Artvin. Ertesi gün onu Artvin’e götürüp gömmeye karar verdim.
“Peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin İstanbul’da”dedi muavin.
“Yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye” diye cevap verdi adam.
Artvin otogarına girdi otobüs. Omuzlar üzerine alındı Mehdi. Yukarı mahallede bir camiye götürdüler. Otobüs yolcuları cemaat olmuştu. İmam sordu,
“Nasıl bilirdiniz?”
Hepbir ağızdan “iyi bilirdik” sesi yankılandı.
Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla Mehdi.
Ama aşkı hiç ölmedi.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
isyan!!
Küçük bir isyanla başladı benim Beşiktaşlılığım. Çünkü hep sarı kazanırdılaciverti yada kırmızısı ortak olurdu sevinclerine. Ben hic siyahı görmedim cocukluğumda ,
Çevrem " seni gel fenerli yapalım " yada " seni cimbomlu yapalım " diyenler ile doluydu.
1982 yılında başladı bu feryat figan , sadece benim değil milyonların davasıymış meğerse..
Sevinmek icin sevmedik diyenlerin günüydü ogün. Yılların sessizliğine inat edercesine sokaklara
dökülmüş kucaklaşıyorlardı insanlar. Halaylar cekiliyor eğlenceler düzenleniyordu.. Koca bir karanlık devrin
bitip aydınlığa geçişini kutluyordu insanlar.
Gece sokağa çıkma yasağında bile stad kapılarında sabahlayanların , uğruna kilometrelerce
yol kat edenlerin , siyah ve beyazın aşkı için yanıp tutusanların , yıllarca siyasete
politikaya yenik düşmüşlüğün bir isyanıdı idi bu şampiyonluk. çünkü bu BEŞİKTAŞ'I BEŞİKTAŞ YAPAN
HALKIN ISYANIYDI ..
Şimdi yıllar geçti biz hala aynı halkız Siyaset hala aynı siyaset , politika hala aynı politika
değişmeyen , onurumuz gururumuz . Simdi daha fazlayız ve daha güçlüyüz fakat birlik değiliz .
Beşiktaşlı duruşumuzu , kartal penclerimizi , gücümüzü birleştirelim üzerimizde oynanan bu kirli
oyunlara dur diyelim. Pazarlıksız karşılıksız destekleyelim Beşiktaşımızı
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ask!!!
GeceLer boyu esir aLdim Kendimi ELimde sigaram dü$ünür oLdum Simsiyah Bembeyaz a$kImISimsiyah Bir Gecem Bembeyaz Bir günüm oLsun istedim Hep GözLerim Ba$ka Rengi Görmesin IStedim
Bu Sevgi Nerden cIkti nasiL yüceLe$ti nasiL Beni bu haLe getirdi HaLa cözebiLmi$ degiLim.
dü$ünüyorum sürekLi bize yapILan HaksIzLikLarI caLinan $ampiyonLukLari BunLari dü$ünürken DiLimden DöküLen keLimeLer.
<<Ba$in Öne egiLmesin ALdirma KartaL aLdirma En büyük sen DegiLmisin ALdirma>> Bu yüce a$k'i Daha da AnLatabiLmesi Zor Duruma getiriyor.
Nitekim Hep Vefakar OLduk Hep KowaLadik Hep Be$ikta$ImIza Kar$i OLana Bizde Kar$iyiz Diye Dimdik yürüdük bu yoLda
Ugrunda Canlar verdik Yara aLdik Ama hiç bir zaman Pes Etmedik Her Zaman Her yerde KartaL edasInda yürümeyi Ucmayi üzüLmeyi biLdik.
AsLa sorun etmedik Kötü günLeri Cünki Biz Her Zaman Omuzomuzaydik.Iyi günde YanIndaydik Kötü Günde Daha bir FarkLiydik Cünki Be$ikta$LiLigin gerektirdigini YapIyor Daha SIkI
Daha içten Daha bir GönüLden TakImImIzi DestekLiyorduk
i$te bu duyguLar içinde Kimi Zaman Tribünde GirtLak yirtarcasIna bagIriken GözLerimizden ya$Lar AkIyordu
Bu Sevgiyi Haykirarak AcIga Vuruyorduk KimiLerinden aLki$ aLiyorduk KimiLerinden Tepki Bizim Için BunLar önemLimi degiLdi.Bizim için ÖnemLi oLan Be$ikta$'dI
Her Zaman Be$ikta$i yükseLtmek için cabaLadik HaLa CabALiyoruz Ugrunda ÖLmeyen FenerLi oLsun Diyerek Bu Sevgiyi Biraz olsun AnlatabiLmek için Kendimizi Harap Ediyoruz.
BasIn bizi Seviyormu Biz Hep Günah Kecisimi KaLacagiz. Biz Hep Kötü CocukLar oLarakmI tanItaLacagIz büyümekte oLan cocukLara.
Bunu BiLmiyorum Ama üstüne gidiLecek Olan biri veya biriLeri Varsa Bu Kesin Biz degiLiz.
Unutmamak Lazim
Büyük Adam Tayip Erdogan DiyenLere Biz kar$iLik oLarak
TEK ADAM ATAM Dedik..
Ezikbahce Cumhuriyeti diyenLere
TÜRKIYE CUMHURIYETI'ne ho$ geLdiniz diye Cevap Verdik Daha bir cok BöyLe VeriLmesi Gereken CevapLari Verdik
Gerek Sahada Gerek Saha di$inda Ama asLa Sessiz KaLmadik..
HaksIzLiga $erefsizLige EyyamcILiga En güzeL CevabI vermesini her zaman biLdik.Bu yoLa CanImIzi Koyduk.Amaa
KendiLerini Padi$ah SananLar Bir numara SananLar Sagda SoLda Rüzgar YapanLar Bizi Kar$iLarinda görünce neden geri yapar.
Her Zaman KoLpaLik yapIp Beste CALip KendiLerini Büyük gören ezikLer Neden hiç dü$ünmezLer gün geLir devran Döner Bu yapiLanLarin HesabI KendiLerine SoruLur hiç dü$ünmezLer.
Dü$ünmesiLer BiLdikLeri gibi Okuyup BiLdikLeri gibi Calip biLdikLeri gibi oynasinlar YaLan SeneryoLarini..Biz ALi$tik Bu OyunLara Sadece güLüp geciyoruz artIk egLenmesinide biLiyoruz sayeLerinde.!!!
GencLigimin KatiLisin Be$ikta$ Varsin OLsun Senin için Gecsin $u Degersiz Ömrüm
Sensin Benim Tek a$kim
Sensin Gecemi gündüzüme katip HaykIrdigim
Kimi zaman Can yoLda$im kimi Zaman arkada$im
Sensin Benim Her$eyim Hayatim
Sensin Benim Tek a$kim
$anLi Be$ikta$im..
Ugrunda ÖLmeyen FenerLi Olsun
Güne$ üstüme SeninLe dogsun
$u Kalbimde bir tek yer vardi
DoLdurdun O yeri
Feda Olsun Sana Be$ikta$im.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kanatsız Kara KartaL
Yahya, nam-ı diğer "Pişti", bütün hayatını Beşiktaş'a adamış bir taraftardı. Beşiktaş sevgisi ve Beşiktaş aşkı onun için kutsaldı. Geçimini kahvehane işleterek karşılıyordu. Beşiktaş'ın maçının olduğu günler, kahvehanesine Beşiktaşlılar dışında kimseyi almazdı. Maçı Beşiktaş kazanırsa, Pişti'nin keyfine diyecek olmaz, "hesaplar şirketteeeen" diye bağırır, maçın unutulmaz dakikalarını defalarca anlatmaktan da defalarca dinlemekten de sıkılmazdı.Bir gün kendini pek halsiz hissetti, başı zonkluyor, boğazı ağrıyordu. Ağır bir gribe yakalanmıştı. Değil kahvehaneye gitmek, ayağa kalkacak hali yoktu. Rüzgarın deli gibi estiği, yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı o gün, Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi maçı vardı. Büyük bir gayret gösterip, televizyonun karşısına geçti Pişti. Maçın başlangıç düdüğü çaldığında, başının zonklamasından, boğazının ağrısından eser kalmamıştı.
Fakat fırtına o kadar şiddetliydi ki, çatıdaki anten devrildi. "Bu maçı kaçıramam" diyerek ayağa fırlayan Pişti, hasta haliyle emekliye emekliye çatıya çıktı. Devrilen anteni düzeltmeye çalışıyor, bir yandan da hanımına "oldu muuu....?" diye sesleniyordu. İlk birkaç deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Bir kez daha deneyip, tekrar seslendi, "oldu muuu...?" Ancak daha yanıt alamadan ayağı kaydı, sağ eliyle antenin direğine tutundu can havliyle. O sırada eşinin sesini duydu: "Oldu, oldu çabuk gel hadi! Bak Beşiktaş bir gol attı."
Yüzünde bir tebessüm belirdi Pişti'nin... Sonra anten direğini tutan eli kaydı ve bir Kara Kartal hızıyla yere çakıldı... Hastaneye yetiştirdiler ama ne yazık ki, kurtarılamadı... Yaşarken de bir Kara Kartal olduğu halde kanatları olmayan Yahya, kanatlandı ve kanatlarını çırparak göğe uçtu...
Onun cansız bedenini görünenler, yüzündeki gülümsemenin Beşiktaş'ın attığı golün sevinci olduğunu anladılar. Gönül verdiği Beşiktaş ve Beşiktaşlı futbolcular, Yahya'ya olan son görevlerini yerine getirmiş, onu bir gol ile uğurlamışlardı son yolculuğuna.
Yahya ya da nam-ı diğer Pişti... O ölmedi aslında. Yüreğinde Beşiktaş aşkı olan bütün Beşiktaşlılar gibi kanatlanarak göğe uçtu ve bir Kara Kartal'a dönüşerek, yukarıdan Beşiktaşımızı izlemeye devam ediyor..
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BesiktASK!!!!
Daha henüz 18 yaşındaydı,ama hayatının sonundaydı.
Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı.
Kahır içinde eve kapamıştı kendini..
Sokağa çıkmıyordu.
Annesi..
Beşiktaş’ı
Bir de kendisi..
evının duvarları sımsıyah bembeyazdı
yatarken
formasıyla yatar
bazen o formayı hıc ustunden cıkartmazdı
dedım ya
annesı ve besıktası...
O kadardı bütün hayatı..
Bir gün fena halde sıkıldı,
dayanamadı,
attı kendini sokağa..
Cok sevdıgı Bırtanesı Takımının macını ızlemeye gıttı..
Cok Duyguluydu
Hayat Doluydu..
Mutluydu
sevgılısınle bulusucaktı
gıydı en guzel elbısesını
sıyah beyazdı
adeta bır kartaldı
ama yaralı bır kartaldı
cunku cok kotu hastaydı
yılmadı...
oda bılıyordu..
Ama bunların Hepsı Bır anlıktı
Herseye Ragmen Takımını Yanlız bırakmadı
Atmosfere Hasta ve rahatsız olmasına ragmen
Ayak uydurmaya calısıyordu
Tek tuk bagarıyor bazen haykırıyordu
Rahat 2-3 dk oksuyordu..
Kotuydu....
HEMDE COK KOTU...
Ama ne engel olucaktı KARTAL askını ızlemesıne
Ne engel olucaktı..
Hayatı boyunca tek tad aldıgı sey Buydu
Ne bır kız sevdı
Nede baska bır seyden tat almıstı
Tek dusuncesı BESIKTASTI
Daha 18 yasındaydı
Hayatının baharındaydı..
Bagarıyordu
Haykırıyordu
Ama buna kalbı artık yetmemıstı
Cok sevdıgı tek askı olan Beşiktaş’ının evınde kalbıne yenık dustu
Belkı mutluydu
Son ıstegıde buydu belkı
Evet MUTLUYDU
Cunku evınde hayatını yıtırmıstı
Askına sarılamadı Doyasıya
onun kokusunu yasıyamadı Belkı doyasıya
Ama onun yolunda hayatını sona erdırdı..
.....
.Annesi ağlıyordu.
Cocugunu bırıcık evladını kaybetmıstı
Nerden bılıcektıkı oglunun hasta hasta maca gıttıgını
Bılse bıle ızın verırmıydıkı..
Cenazeden birkaç gün sonra,
anne oğlunun odasına girebildi sonunda..
Ortalığa çeki düzen vermeliydi.
Dolabı açtı..
Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü.
Paketleri aldı,
oğlunun yatağına oturdu
ve
bir tanesini açtı..
İçinde bir kağıtta yazılı bır yazı vardı..
bir de minik not.
‘’Biliyorum sana doyamadan senı tadamadan hayatım sona erıcek ama allahıma and ıcıyorum kı son kez senın kucagında olecegım kartalım’’
yazıyordu...
Hayatta Hersey Kız sevdası veya baska bır sey deıldır...
HAYATTA Beşiktaş ıcın olen ınsanlarda vardır!!!
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BESIKTAS icin agladiniz mi ?
veya hic sevincten cilginlarca sevindiniz mi ?ikisi de muhakkak olmustur,alin yazin o zaman..
Ama ben daha cok gulmekten,sevinmekten,herkesin yapabileceginden cok koyu asiklarin kendini tutamayip hissettiklerini anlatmak istiyorum bu seferligine..
BESIKTAS icin aglamak,hirstan aglamak,sevgin icin aglamak,ask icin aglamak...
3-0'lik Barcelona zaferinin ustunden sadece 6 gun gecmis...
Besiktas Leeds United deplasmaninda...macta istedigimiz hic bisey olmamis,sonucu hayalkirikligi ve buyuk bir hezimet olmus...6-0.
Macin bitis duduguyle yenilginin sokuyla gozlerimden dokulen yaslarla farkina vardim belki de ilk kez bu askin buyuklugune.
Sanki 11 adam sadece bir futbol karsilasmasi icin sahada degilmiste benim askimin birer simgesi olup o sahada savasiyorlarmis gibiydi..
Savas kaybedilebilirdi ancak hezimet ve farkli maglubiyetin hissettirdikleri bir cok galibiyetin hissettirdiklerinden bile daha ictendi,daha gercekti..
Takima "hadi be,6 tane de yenir mi" diyene kadar,"seviyorum lan ben bu takimi" denmesi lazimdi...
Hezimetin arkasindan aska daha da slkl tutunmak lazimdi belki de...
***
Tarih 25 Ocak 2004
Hayallerdeki Besiktas 51 mactir sahadaydi,cekemeyenlerin oldugunu gormek buyuk mutluluktu ta ki o maca kadar..
51 macta 1 kere yenilmisti bu takim...hani su yenilgisiz sampiyon olan takim,bunu ancak bu takim basarabilirdi zaten..
Ama o gun sahada artik bu seriye "zorla" son verdirmek isteyen insanlar vardi..art niyetliler...her faul,her kirmizi kart,her gecen dakika beni bir kez daha takimima,askima bagliyordu...
cekilemiyorduk,cekemiyorlardi...
her kirmizi kartta oyuncularimizin hakeme isyani birer gozyasi olmustu...
Ilhan'in bile bile,sinirden,hirstan,isyandan atildigi pozisyonda ise herkes sok icerisindeyken belki de bazilarimiz hungur hungur aglamaya baslamistik bile,kim bilir ?
Hayata,duzene karsi isyandi o gun sahadaki takim ve o benim askimdi...
***
17 Nisan 2005
Tarihi bir gorevde sahnedeydi Besiktas...Kadikoy'de terbiye isini toplam 14 takim yapamamisti,is yine basa dusmustu,askima !
Sahaya cikip "kartal" gibi buyuklugunu gosteren 11 kisi vardi,ama yine cekemeyenleri de barindiriyordu ayni yesil saha...
Gollerden sonra taraftarlariyla butunlesen bir takim,takimini yalniz birakmamis 1800 Besiktasli vardi stadda o gun..
ve tv basinda milyonlarca Besiktasli...
dakikalar 75 civarini gosterdiginde bazilari bazilarina avantaji vermek istiyorlardi,napacaklarini sasirmislardi...haksiz bir penalti ve kirmizi kart,kirmizi kart evet tanidik geldi dimi ?
alisilmisin disindaydi hersey..
bir oyuncu kaleye gececekti..
ama o da ne ?
3 oyuncu birden teknik direktorlerine kaleye gecmek istediklerini soluordu,haksiz duzene karsi isyan gozlerinde belirlenmisti...
o gozlerdeki isyan hirs benim gozlerimden suzulen yaslarla es degerdi..
gurur duymami sagladi o an takimimla,askimla...ne olursa olsun,6-7 de yesek,bu maci da kaybetsek bu sevda birakilmaz dedirtmisti o an...
askimi kuvvetlendirmisti...isyan duygumu kuvvetlendirmisti...
macin sonunda gozleri yasli sekilde guluyordum...aglayarak,hickira hickira,sevincten nereye vuracagimi sasirmis sekilde,askima kendimi kaptirmis sekilde,kendimden gecmis sekilde,kendimi ask'a,Besiktas'a kaptirmis sekilde..
***
3 degisik mac,3 degisik olay..birbirlerine baglantili ve iste ASK,gercek ASK,bitmeyecegine inanilan ASK,BESIKTASK
Birileri bulmus yine bu sozu..imzalarda,avatarlarda gormustum,cok hosuma gitti,bari yaziyi o cumleyle bitirelim tam olsun,su yazi sonunda da askimiz kalbimize sigmadigi icin kendimizden gecip aglayalim...
SENI SEVMEYI,SANA ASIK OLMAYI GECTIK,SENIN ICIN ÖLMEYI PLANLIYORUZ
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------