1001Design
330i ///M3 Design
Sevilla’da penaltılar başlarken aklımdan penaltıya kalan maçlarımız geçti…Televizyon başında seyrettiklerimde tek galibiyetimiz yok ! Galatasaray’a karşı kupada kaybettiğimiz ve Kayseri’de Gençlerbirliği’ne kaybettiğimiz maçlar…
Statta izlediklerimdeyse boşum yok…Sondan başlayalım Denizlispor kupa maçı, 4-4 lük Galatasaray maçı ve Ankara’daki 85 yılındaki Cumhurbaşkanlığı kupası maçı !
O cumhurbaşkanlığı kupası maçının son anları unutulmazdı…
Biz şampiyon olmuştuk,Jupp Derwall’in (yardımcısı da Mustafa Denizli) Galatasaray’ı kupayı almıştı.Galatasaray maçta 1-0 öne geçmiş rahmetli Hüseyin ile 1-1’i yakalamıştık ! Uzatmalarda gol olmadı…
Mağrur Galatasaray’ın başındaki Derwal Denizli ikilisi penaltılar öncesi hararetle “kim atacak” diye tartışıyorlar taktikler veriyorlar…Fenerbahçe’nin başına Veselenoviç var..Maçta kenarda bir yerde çömelip sigarasını tüttürmüş.Penaltılar öncesi de telaş yüzüne hiç uğramamış,sigarsını da yakmış…Sevilla maçındaki Zico’nun “maçtan sonra doğalgaz ve su faturalarını ödemeyi unutmayayım” şeklindeki rahatlığı o günde Veysel Hoca’da var...Sanırım rahatlık/telaş/korku/özgüven teknik heyetten futbolculara,taraftarlara rahatlıkla bulaşan bir virüs gibi…
Maça dönelim.
Hakem penaltılar öncesi para atışını yapıyor.Penaltılar Gençlik Parkı tarafındaki kaleye atılacak.O kale arkası Galatasaraylı seyircilerle dolu…Hep bir ağızdan “Hop Hop Yaşar top Yaşar” diye kaleci Yaşar’a laf atıyorlar…Bizim tribünlerden de Yaşar’a destek var.Hatırlayanlar vardır.Olmadık golleri yiyen Yaşar,Galatasaray maçlarında da olmadık topları çıkarmasıyla ünlüdür.
İsmail ilk penaltı için geliyor.Her iki takımın futbolcuları karışık olarak orta sahada yere oturmuşlar…İsmail zaten iyi penaltıcıdır 1-0 öne geçiyoruz.Galatasaray’dan penaltı için gelen yok demek Simoviç kullanacak .Simoviç vuruyor Yaşar kurtarıyor ve 19 mayıs stadı inliyor..
Derwall “olur mu böyle” diye ellerini açmış.Kamera Veysel Hoca’yı gösteriyor,sigarası ağzında sevinç,üzüntü,heyecan gibi bir ifadesi olmadan sakince sahaya bakıyor…
İkinci penaltımızda İlyas Tüfekçi golü atıyor kısa boyuyla Yaşar’ın kucağına fırlıyor…Galatasaray tribünleri tekrar “hop hop Yaşar top Yaşar” diye bağırıyor,bizim tribünler anında desteğe geçiyor.Yaşar bize doğru belli belirsiz bir “tamam” işareti yapıyor..Alman Abramcik Galatasaray’ın 2.penaltısını gole çeviriyor…
3.Penaltımız için Rahmetli Hüseyin sakince geliyor topu düzeltiyor, sağ ayakla nefis bir penaltı ve gol…Raşit de Galatasaray adına 3.penaltıya geliyor.Yaşar doğru köşeye atlıyor ama ama geç kalıyor.Olsun 3-2 öndeyiz hala…
Önder geliyor,Yaşar ona moral veriyor ,çok yavaş vuruyor Simoviç kurtarıyor.Yaşar Önder’i teselli ederken Veysel hoca sigarasından bir fırt daha çekiyor…Galatasaray taraftarı çok mutlu…
4.Penaltıları için gelen isim o dönemdeki takım kaptanları.Henüz sinyör unvanını almamış Fatih Terim çok sakin topa doğru yürüyor,boynunda kaşkolü olsa aynı bugünkü Fatih Hoca olacak.Yürüyüş aynı …Galatasaray tribünleri “büyük kaptan” diye bağırıyorlar.Onun veda maçı da sayılır.Fatih Terim Galatasaray ve milli takımın penaltıcısı…Fatih vuruyor ,Yaşar kurtarıyor ! Yaşar sakin…Fenerbahçe’nin teknik heyetinden sevinenlere Veysel hoca kızıyor,sigara reklamı gibi olmasın, ben ağzıma koymam ama elinde hala sigarası var !
Son penaltı için Selçuk Yula gelirken,Fatih Terim niye neden olduğunu bilmediğimiz bir şeyden ötürü hakem Sadık Deda’ya itiraz ediyor…Eliyle yoruma gerek bırakmayacak bir “hareket” yapıp söylenerek gidiyor…O itirazları o gün bitti sanmakla hata ediyoruz, yıllarca dinleyeceğiz ! Selçuk yine minik adımlarla çok yavaş topa doğru geliyor.Simoviç atacağı tarafı tahmin edip atlıyor,ama Selçuk’un kurtarılmaz ayak içi vuruş bize kupayı getiriyor !
Sahaya giren Amigo Çetin Selçuk’u kucaklamış.
Veysel Hoca şimdi seviniyor, kucaklanırken elinde hala sigarası var ! Tribünler “şampiyooon” diye bağırırken Simoviç hala hakeme itiraz ediyor ! Erdoğan,Cem, Pesiç ,Müjdat ,Repçiç,İlyas sevinç içindeler.Penaltıyı kaçıran Önder ile kurtaran Yaşar yan yanalar.Galiba Yaşar teselli edici bir şeyler anlatıyor.Erdoğan (Arıca) göbek atıyor .
Maç öncesinin “Ankara cimboma mezar olacak” tezahüratı yerini “Ankara Cimboma mezar oldu”ya bırakmış …Ardından “Her zaman her yerde en büyük Fener” başlıyor,futbolcular tribünleri selamlıyor…Ankara seyircisi az gördüğü çok sevdiği takımına karşı görevini yine eksiksiz yapmış !
Dönemim cumhurbaşkanı Kenan Evren maça gelmemiş.Meclis başkanı kupayı verecek…Fenerbahçe şeref tribününe yürürken Ankara inliyor “Fincanı taştaaaan oyaaaarlar…”
Fenerbahçe kaptanı Cem kalabalığı yararak ilerlerken Ankara’daki tezahürat değişiyor : “En büyük Kupa bizim oldu !” .
Cem kupayı alıyor ,yavaşça geri dönüp yavaşça havaya kaldırıyor . Tribünlerden aklımda kalan gümüş kupanın ucu ! Diğer detaylar videodan kopya ederek yazdım !
Ankara bir kez daha o yılların popüler tezahüratından birine başlıyor “ 1-2-3 taka …”
İşin sırrı sükunette ,çubuklu formada !
Bozkurt K.Yılmaz
[email protected]
Muhteşem Sevilla maçı sonrası ne yazsak boş ve de az kalacak. Son yıllarda böyle bir mücadele ve performansı değil Fenerbahçe, hiçbir Türk takımı sahneye koyamamıştı. Sevilla gibi üst düzey zor bir deplasmana tek gollü bir avantajla çıkıyorsunuz ve daha ortada gol pozisyonu bile yokken, henüz maçın 10 uncu dakikası dolmamışken bu avantajı çoktan kaybetmiş oluyorsunuz. Yani maç resmen 2-0 olarak başlıyor aslında. Üst üste gösterilen sarı kartlar da cabası. Şu da var, maçı alın herhangi bir Türk hakemine, hem de en milliyetçisinden bir Türk hakemine yönettirin, Fenerbahçe maçı en iyi ihtimal 9 kişi tamamlar. Ama neden 11 kişi tamamlıyor, çünkü ne kadar kötü hakem olsalar bile bir kere futbolcu psikolojisinden anlıyorlar. Tekme yiyince isyan eden adama kartı dayamıyorlar. Alex, bu hafta sonu Kuddusi’nin kendisine gösterdiği kartı hiçbir Avrupa Kupası maçında görmez mesela. Avrupa’da hakem ne kadar yanlış karar verse de biliyoruz ki içinde eyyam yok, bir amacı yok, doğru veya yanlış gördüğünü çalıyor. Ama gördüğünü çalarken de bin tane hata yapmıyor. Ne Fenerbahçe’nin Manisaspor karşsındaki 3 üncü golündeki faulü atlıyor ne de Manisapor’un golündeki bariz ofsayt pozisyonunu. Avrupa futbolunun bizden ileride olmasının en önemli sebeplerinden birisi de bu, maçlarını Türk hakemler yönetmiyor. Hatta kendi aralarında yaptıkları maçlara da bu yüzden Türk hakemleri çağırmıyorlar. İşte Selçuk Dereli, gitti bir maç yönetti, Fransa’yı birbirine kattı geldi.
Maçın 9 uncu dakikası skor 2-0 olduktan sonra bizim eskiden bildiğimiz, alıştığımız Fenerbahçe olsa maç gene 6’lara 7’lere giderdi. Fenerbahçe’nin en büyük problemi böyle maçlardaki kırılganlığıydı. Zaten maçı izleyen çok kişinin de aklına bu gelmiştir. Hele ki yakın zamanda Leverkusen gibi vasat bir takım karşısında darma duman olup hezimete uğrayan Avrupa’nın averaj takımı Galatasaray örneğini gördükten sonra.
Ama artık o Fenerbahçe gitmiş yerine bambaşka bir Avrupa takımı gelmiş. A grubu diyebileceğimiz Manchester, Real Madrid, Barcelona gibi takımların ardından gelen ikinci grubun en iyi ekiplerinden birisi. Hiç paniğe kapılmadı, umutsuzluğa düşmedi, topu yere indirdi, paslaşa paslaşa rakibin silahlarının gözünü korkuttu ama anti-futbol oynayarak değil yeteneklerini sahaya yansıtarak. Karşılarında gerçek Fenerbahçe’yi gören Sevilla’nın gücü yetmedi ve sahadan silindi gitti. Gol pozisyonlarına bakılsa Fenerbahçe’nin turu daha 60 ıncı dakikada garantilemesi gerekirken bu süreç penaltılara kadar uzadı. Maçın sonunda da en iyi 8 takım arasına girmeyi hak eden Fenerbahçe turu geçti.
Maça bakıyoruz, futbolu kirletmek adına her türlü pislik Sevilla’dan geliyor, sürekli kendini yere atmalar, tribüne oynamalar... Fenerbahçe ise tam tersi, skor ne olursa olsun sadece futbol oynamaya ve oyununu rakibine kabul ettirmeye çalışıyor. Oyuncuların tamamı futbola odaklanmış duruma. Yani Sevilla’nın tam aksi. Maçı izlerken insan ister istemez merak ediyor, acaba problem 1905 yılında mı diye. Aynı güzellikler Fenerbahçe adına saha dışında da var. Taraftarlar İspanya’ya gidiyorlar, sokaklarda gezip dolaşıyorlar. Maç öncesi barlar, cafeler tıklım tıklım dolu, Real Betis’liler Fenerbahçe’yi destekliyorlar, bir sürü yeni dostluklar kuruluyor. En ufak bir tatsızlık, bir olay yok.
Bir de geçmişe gidiyorum, mesela bir Galatasaray – Juventus maçını düşünüyorum, İstanbul’da polis kalmamıştı çünkü hepsi maçta görvlendirilmişti. Neredeyse bir Türkiye – İtalya savaşı çıkacaktı. Hadi o maçta politik olaylar ve Juventusluların da ortalığı germesi etki etmişti. Ama sonra malum Leeds maçını düşünüyorum, kan gövdeyi götürdü. Final maçının oynanacağı Kopenhag’da gene savaş alanına dönmedi mi? Sürekli bir anti-futbol, sürekli bir gerginlik, sürekli bir kavga. Futbol değil sanki ölüm kalım savaşı. Rakibinizi elerseniz veya elenirseniz önemli değil. Önemli olan böyle bir Türk imajı veren bir takımın Türkiye’yi tanıttığı için maddi destek alması. Hem de ne tanıtım!
Bu sonuç elbette görülmemiş bir başarı. Fenerbahçe böylelikle Şampiyonlar Liginin en iyi Türk takımı olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Grubunda İtalya Şampiyonu Inter var, Hollanda Şampiyonu PSV var, Rus Şampiyonu CSKA var. Sen bu 3 takımdan rekor puan alıyorsun, UEFA’nın en büyük adayı PSV’yi kupanın dışına itiyorsun. Arkasından Arsenal’i geçen, eşleşme anında Avrupa’nın zirvesinde bulunan, son 2 senenin UEFA Şampiyonu Sevilla ile eşleşip onu da eliyorsun. Bu kadar başarı aslında geçen seneki talihsizliği de gösteriyor. Aslında Fenerbahçe geçen sene AZ ile oynanan ikinci maçta, 3 dakikalık fark ile sadece turu değil aslında UEFA Kupası’nı kaybetmiş. Yoksa böyle bir Fenerbahçe ile Avrupa’da başa çıkabilecek takım sayısı çok az, UEFA Kupasında ise 1-2 tane var.
Şimdi sırada hak ettiğimiz bir ilk 4 var, bunun için de Schalke eşleşmesi ideal olur. Barcelona ve Manchester dışında çıkacak takımlar karşısında da ne olur bilinmez ama mücadele son ana kadar sürer. Çünkü bu iki takım çok farklı futbol oynuyorlar, birbirleriyle eşleşmezlerse de güzel bir final mücadelesine imza atarlar. Schlake en ideali olur ama diğerleri de farketmez bu saatten sonra. Bu Sevilla değil mi grup maçlarında Arsenal’i geride bırakan? Biz değil Arsenal istesin Fenerbahçe ile eşleşmemeyi. Ama benim gönlümde yatan hem 3 sene öncesinin rövanşını almak hem de bizim için en iyi takım olacak Schalke ile eşleşmek.
Sapla samanı da karıştırmamak lazım. Fenerbahçe Avrupa’nın en iyi 8 takımından birisi demek Milan’a, Juventus’a, Real Madrid’e, Bayern Münih’e haksızlık olur. Fenerbahçe, düzenlenen bu turnuvanın en iyi 8 takımından birisi, Avrupa’nın en iyi 8 takımından birisi “henüz” değil. Fenerbahçe bu sene ligde şampiyon da olmayabilir. Bu Türkiye’nin en iyi takımının Fenerbahçe olduğunu, en iyi yönetilen kulübün Fenerbahçe olduğunu, kaynakları en geniş ve piyasa değeri en yüksek kulübün Fenerbahçe olduğu gerçeğini değiştirmez. Sürekli her sene bu özelliklere sahip takım en fazla puanı toplayacak, şampiyon olacak diye bir kural yok. Türkiye’nin en iyi kulübü olmak başka, 2007-08 sezonu şampiyonu olmak başka. Olaya uzun vadede, 15-20 yıllık periyotlarda bakmak lazım. Aynen bizim dünya üçüncüsü olmamızın, dünyanın en iyi üçüncü takımı anlamına gelmediği, o turnuvanın en iyi üçüncü takımı olduğumuz anlamına geldiği gibi.
Bununla beraber Fenerbahçe’nin, Avrupa’nın ilk 20 takımından birisi olduğu da bir gerçek. Bu sezon elde edilecek dereceyi artık kura ve futbol şansı belirleyecek. Neden Şampiyonlar Ligini üst üste 5 kez kazanabilen bir takım yok çünkü bu saatten sonra her takım her takımı her sahada yenebilecek seviyede artık. Şampiyonları futbol şansı ve futbolcuların günlük formu belirliyor. Real Madrid, Roma ile 50 maç yapsa belki 40 ında turu geçen taraf olur ama elendi gitti işte. Alex’siz Fenerbahçe, Sevilla ile 50 kere penaltı atışlarına kalsa belki 20 tanesinde turu geçebilir ama geçti işte. Finale çıkmanın, şampiyon olmanın yolu sürekli çeryek finaller, yarı finaller oynamaktan geçiyor. 5 – 6 kere yarı finale çıkan bir takım bunların birinde mutlaka kupayı da alıyor.
Bunun için önce takım iskeleti ve sistemini oturtmak gerekiyor. Önce bunlar sağlanacak, arkasından düzenli olarak sistemin içindeki oyuncular kademe kademe daha kaliteli hale getirilecek, yeni transferlerle Fenerbahçe bir üst sıklete çıkacak. Mesela Fenerbahçe bu anlamda takım savunmasını oturtmuş durumda. Yediği goller takım arızasından gelmior, genellikle hep bireysel ağırlıklı. Bu da problemin çözümünü daha kolay hale getiriyor, bireysel hata her zaman olmaz, gol kralığına oynayan Edu diğer maçta sahanın en iyisi olabilir ama kurguda arıza varsa o zaman işler daha zor demektir.
Fenerbahçe’nin sadece takım kurgusunda değil saha dışında da ne kadar mesafe katettiğini, şu anda Zico’yu yere göğe sığdıramayan taraftarların, Mayıs ayında olası kaçan bir şampiyonluk halindeki reaksiyonları gösterecek. Şu anda en kolay iş Zico’yu desteklemek. Fenerbahçe’nin başına geldiği ilk gün Fenerbahçe tarihinin en kariyersiz ve soru işareti dolu antrenörüydü. İlk maçlarda Fenerbahçe’ye oynatmaya çalıştığı sistem ve futbolla da Fenerbahçe tarihinin en kötü antrenörü olduğunu gösterdi. Ama inanılmaz aşama kaydetti, sürekli birşeyler öğrendi, hala da öğrenmeye devam ediyor, futbolculara yaklaşımı, mütevazi kişiliği, açıksözlülüğü, doğruları söylemesi, eyyama kaçmaması, hatalarını kabul etmesi ve yanlışlarını gurur meselesi haline getirip ısrar etmemesi ile iki yıl içinde Fenerbahçe tarihinin sayılı isimlerinden birisi haline geldi. Bu takımın başında 5 yıl daha kalsın, hem Zico hem de Fenerbahçe çok daha fazla gelişecek. Bu sezon sonu olası kaçabilecek bir şampiyonluk Fenerbahçe’nin yeni bir kırılma noktası daha olacak. İlk sınav Daum zamanında başarısız olmuştu. Umalım Zico bu kez sınavı başarıyla geçsin. Daha doğrus uumalım da böyle bir teste gerek bile kalmasın.
Benim en büyük korkum Zico’nun sisteminde ısrar etmesiydi, mesela Hiddink’in ısrarla oynatmak istediği 3-5-2 sevdası yüzünden antrenör olup olmadığı bile tartışılır hale gelmişti. Zico’nun hataları yok mu, tonla var ama kimin yoktu ki? Çok tarışılıcak kararları cesurca alabiliyor. Sevilla maçında iş penaltılara gidiyor ve oyundan çıkan adam Alex. Şimdi Volkan bir kurtarış daha az yapsa Alex’in neden çıkartıldığı gündemin ilk maddesi olur muydu olmaz mıydı? Ya da Alex’i ısrarla oyunda tutsa ve Alex penaltıyı kaçırsa Zico’nun durumu tartışılır mıydı tartışılmaz mıydı?
Biz bütün yorumları herşey olup bittikten sonra yapıyoruz, orada, o kritik anda kararları Zico veriyor, doğru veya yanlışlığı ortaya çıktıktan sonra, o tartışma veya eleştiri olmaz artık. Maç öncesi maçı yorumlayabilen kaç kişi var? Onu da geçtim maçın gidişini o anda doğru yorumlayan kaç kişi var? Maharet oyundan çıkıp girecek oyuncuyu bilmek değil. Maç olmuş bitmiş, bu maça falancayla başlanır mıydı diye bir yorum, eleştiri olur mu? Maçın başında bunu diyebilecek kaç kişi var Türkiye’de bu işten para kazanan? Maç bittikten sonra antrenörde görüyordur hatasını ama ne yapsın?
Taraftar ile Fenerbahçe futbol takımı aynı paralellikte gelişim göstermiyor, takım taraftarın çok daha ilerisinde. Üç tane somut örnek, üç sezon önce oynanan Schalke maçı, geçen sene oynanan AZ maçı, geçen hafta ki Sevilla maçı. Taraftar bu maçların üçünde de takımdan umudunu kesip homurdanmaya başladı ama futbolcu maçı kaybetmeyeceğinin bilincinde sonuna kadar mücadelesini verdi ve sahadan mağlup ayrılmadı. Hem de ne mücadele. Sadece rakibe karşı da değil. Alex gibi bir adam AZ maçında yuhalandı. Ondan önce sadece bir adet Schalke maçını izleyen Fenerbahçe taraftarının büyük bölümü Alex’i gönderip Lincoln’ün alınmasını istemişti. Basında en az destek bulan takım Fenerbahçe, spor yazarları tarafından en çok eleştirilen ve beğenilmeyen takım da Fenerbahçe. Bunların doğal tepkimesi olarak basından en fazla hoşlanmayan taraftar da Fenerbahçe’de. Ama gelin görün aynı oranda basından en çok etkilenen taraftar da, gene bu basını eleştiren Fenerbahçe taraftarı.
Spor yazarlığı demişken bunları da aslında iki gruba ayırmak lazım. İlk grubun daha büyük avantajları var. Mesla Mehmet Demirkol, mesela Ömer Üründül ya da Altan Tanrıkulu. Hayatlarında ne futbol oynamışlar, ne de takım çalıştırmışlar. Belki Demirkol Grand Cour’da biraz top tekmelemiştir o kadar. Ömer Üründül’de 2-3 maç bir takım çalıştırmış gerçi ama bakmış ki bloklar arası bağlanacak gibi değil, o dakikada son vermiş antrenörlük hayatına. Şimdi bu adamların işleri daha kolay. Televizyonlarda kanal kanal geziyorlar, bir dinleyin, bilmedikleri birşey yok dünyada. Gana’sından İngiltere’sine 4-4-2 sinden 4-2-4 üne kadar her konuda saatlerce konuşabilir herkesi ve herşeyi eleştirebilirler. Değme antrenörleri suya götürürler, susuz getirirler. Şimdi bu adamlara kalkıp birşey söyleyemezsiniz çünkü ortada “Seni da vakti zamanında gördük” diyebileceğiniz bir veri yok. En fazla ne yapabilirsiniz, “sen falanca tarihte şu yazıyı yazmıştın, bak şimdi nooldu?” dersiniz o kadar. Siz kapak taktığınız için sevinirken, o üzerine bile alınmaz, unutulur gider.
Bu arada yanlış anlaşılma olmasın, futbolu bilmek için illaki iyi futbolcu olmaya da gerek yok, zaten yeterince basit bir oyun. Sahaya bakınca neyin ne olduğu görülüyor. Nasıl ki iyi bir gurme olmak için iyi bir aşçı olmaya gerek yoksa aynısı futbol için de geçerli.
Bir de kinci grup var, mesela Rıdvan, mesela Mustafa Denizli. Bunlar eleştirirken biraz daha dikkatli davranmak zorundalar, çünkü bir anda karşılarına çıkarabileceğiniz yığınla örnek var. Mesela Mustafa Denizli’nin, Avrupa’da Zico’yu eleştirmesi anında diğer eleştirmenlerden on kat daha fazla tepki çeker. Çok da güzel bir soru sorabilirsiniz kendisine, “Madem herşeyi bu kadar biliyordun, neden 0 puan çektirdin bu takıma?” Ya da gider 80 inci dakikadan sonra oyuncu değiştirdiği 50 tane maçı arşivden bulup çıkartabilirsiniz.
Ya da Rıdvan, “Madem bu kadar biliyorsun neden elendin MTK’ye?” diye bir soru her an gelebilir. Rıdvan transferleri bile diğerlerinden biraz daha dikkatli eleştirmek zorundadır, soruverebilirler çünkü hemen “Oulare ve Preko’yu kim aldırdı bu takıma?” diye. Bereket biz iki gruba da girmiyoruz, öyle karalıyoruz kendi halimizde, bu işten para kazananlar düşünsünler.
Bu hafta Türk futbolu için en önemli gelişme bence Fatih Terim’in, Ulusoy’un veda yemeğine katılması oldu. Ulusoy yeni federasyona veriyor veriştiyiror, "Avrupa Şampiyonası’na başkan olarak gitme hakkımı elimden aldılar. Başkan olarak gidemeyeceğim Milli Takım’a, izleyici olarak gitmeyi asla kendime yediremiyorum. Kesinlikle gitmeyeceğim. Bu benim hakkımdı, bu hak gasp edilmiştir" diyor. Yani yeni gelen ekibi gaspçılıkla suçluyor. Hırsızlıktan da ağır biz itham, gaspçılık. Bunları söylerken yanında oturan isim de Fatih Terim.Yani Fatih Terim, yeni federasyona da bu şekilde kazan kaldırmış oluyor, restini çekiyor Ulusoy’un tarafında olduğunu göstererek. Ben federasyon başkanı olsam, benim antrenörüm benim uluorta gaspçılıkla suçlandığım bir yemekte bulunuyorsa ben o iş ilişkisini bir gün bile uzatmam. Sadece ben değil, normalde herhangi bir kimse, herhangi bir federasyon başkanı, kendisine bu sözlerin söylendiği bir ortamda bulunan antrenörü bir dakika bile görevde tutmaz ama sanırım Avrupa Futbol Şampiyonası elini kolunu bağlıyor. Bu da demek oluyor ki Avrupa Şampiyonası sonrası artık Terim’siz bir döneme merhaba diyebileceğiz, ipler çoktan kopmuş durumda çünkü.
Ziya Aktürer
[email protected]