Roman Özeti

duhan

New member
ARKADASLAR BANA ACİL Bİ ROMANİN OZETİ LAZIM AMA AYRINTILI OLACAK LUTFEN YARDİM EDİN YARDİMLARİNİZİ BEKLİYORUM YARDIM EDENE COK TSK EDECEM + DUA EDECEM + SAĞLIĞINA DUACI OLACAM:melek HA BİDE BU ARADA ODEVİ BULAN OLURSA ........ adresine e postayla linki veyya yazıyı gonderirse cok sevinirim olmazsa linki mesajla burdaki kullanıcı hesabıma msj la yazarsanız sevinirim
 

tdalkaya

New member
1. ÖNSÖZ
Yaban, yazarin en ünlü romanidir. Romanda, Yaban diye adlandirilan Ahmet Celal'in Türk köyü ve köylüsü hakkindaki görüsleri yer almaktadir. Olayin geçtigi yer Porsuk Çayi dolaylarindaki bir Türk köyüdür.
Konu halk-aydin kopuklugunu ele aldigi ve Kurtulus savasi dönemindeki köyü yansittigi için çok önemlidir.
Bu tezi yazmamdaki amacim Karaosmanoglu'nun köylüye karsi tutumunun nedenini açiklamaya çalismak, hem de bu tutumu dile getirirken, romanin etkili olmasini nasil sagladigini, ne gibi yollara basvurdugunu arastirmak.
Ilk defa 1932'de basilan kitap o tarihten beri 23 baski yapmistir. Kapak resmi Ferit Erkman'a aittir.
1942'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin açtigi roman yarismasinda ikincilik ödülü aldi.

2. YAKUP KADRI KARAOSMANOGLU'NUN HAYATI VE EDEBI KISILIGI
Yirminci yüzyil edebiyatinin büyük romancisi 27 Mart 1889'da Kahire'de dogdu. Manisa'nin taninmis bir ailesi olan Karaosmanogullari'ndan Abdülkadir Bey'in ogludur. Ortaokul ikinci sinifina kadar Manisa'da okudu. 1903'de Izmir Idadisi'ne (Lisesi'ne) girdi. Sonra ailesiyle birlikte gittigi Misir'da, Fransiz koleji'ne devam etti (1906-1908). Istanbul'a gelerek Fecr-i Ati topluluguna katildi (1909). Bir yandan gazete ve dergilere makale ve hikayeler yaziyor, öte yandan edebiyat ve felsefe ögretmenligi yapiyordu (1910-1917). Kurtulus Savasi yillarinda Anadolu'ya geçti. Sakarya'yi, Bati Cephesi'ni dolasti. Zafer sonu Mardin ve Manisa'dan birkaç kere milletvekili seçildi. Aylik fikir dergisi "Kadro'yu" çikardi (1932-1934). Sirasiyla Tiran, Prag, Lahey, Bern elçiliklerinde bulundu (1934-1942). Emekliye ayrildiktan sonra, verimli bir yazi hayatina atildi. Ulus gazetesi basyazari, Kurucu Meclis üyesi oldu. Manisa milletvekilligi yapti (1961-1965). Anadolu Ajansi Yönetim Kurulu Baskanligi (1965-1974) görevinin yanisira yazarligini sürdürürken Ankara'da öldü (13 Aralik 1974). Istanbul'da Besiktas'taki Yahya Efendi mezarliginda annesinin yaninda topraga verildi.
Yakup Kadri Karaosmanoglu eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat'tan Atatürk Türkiyesi dönemlerindeki yasantisini iyi sekilde yansitan, hikaye, makale ve roman yazarimizdir. Anlatiminda kendine özgü bir sanatçi olarak taninmistir. Romanlarinda birbirini tamamliyan bireysel ve toplumsal hayat zinciri tasvir edilir. Yapitlarinda çogunlukla, içinde yasadigi toplumun sorunlari üstünde düsünür. Anadolucu, Atatürkçü, Devletçi, Laik bir görüs içerisindedir. Romanlarindaki tiplerin çogu, iç dünyalari zengin, kötümser, düzensizlik kurbani, törelere, geleneklere bagli kisilerdir. Çözümlemeci, tasvirci, fikir ve tezci yönleri derhal dikkati çeker. Servet-i Fûnûn etkisiyle agirlasan ilk dili, ulusal edebiyat akimini benimsedikten sonra berraklasir. Siir, deneme, makale, ani, monografi, hikaye, tiyatro ve roman türlerinde yazmistir.
(1) Yakup Kadri'nin sanat anlayisinda iki dönem vardir. Birinci dönemde, yazar "Edebiyat-i Cedide "den "Fecr-i Ati"ye geçen "Sanat,sanat içindir" ilkesini benimsemistir. Ikinci dönemde (1916'dan sonra), toplumsal olaylarin etkisiyle, topluma yönelmis, "Sanat, toplumun malidir" görüsüne ulasmistir. Bu dönemde yazdigi hikayelerinde, çogunlukla, Balkan Savasi, Birinci Dünya Savasi ve Kurtulus Savasi ile ilgili gözlemlerinden yararlanmistir.(1)
Romanlari: Kiralik Konak, Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panorama (1954) Hikayeleri: Bir Serencam (1913), Rahmet (1922), Milli Savas Hikayeleri (1947) Çesitli Makaleleri: Izmir'den Bursa'ya, Kadinlik ve Kadinlarimiz, Seçme Yazilar ve Ergenekon.
Oyunlari: Nirvana, Veda, Saganak ve Magara'dir.
Mensur Siirleri: Erenlerin Bagindan ve Okun Ucundan'dir.
(1) Cevdet Kudret, Türk edebiyatinda hikaye ve roman s,103

3."YABAN" ROMANININ ÖZETI
Yakup Kadri Karaosmanoglu romanci kisiliginin en güçlü asamasini "Yaban" romani ile vurgular. Romanin ana konusu Kurtulus Savasi dönemindeki köy gerçegiyle bir Türk aydininin karsi karsiya gelmesidir. Romanin kahramani Ahmet Celal, Çanakkale'de aldigi bir kursun yarasiyla sag kolunu kaybeder. Harp malulü bir gazi olarak yapayalnizdir. Istanbul'un isgali üzerine hizmet eri Mehmet Ali'nin Porsuk çayi yöresindeki köyüne gider. Sehirden her gün gazete getirterek coskuyla savasi izler. Firsat buldukça köylülere durumun önemini anlatir. Köylüler agalarina baglidirlar. Onun yalan yanlis sözlerinin etkisiyle Ahmet Celal'i dinlemezler. O köyde umdugu yakinligi bulamaz.
Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandir. Konusmasi, tavirlari, giyimi, düsünceleri, duyarligiyla onlarin dünyalarinin disindadir. Kafasindaki, benligindeki acilardan kurtulmak için buraya gelmistir. Ama olaylar bunun olanaksiz oldugunu gösterir. Ilk günden beri köye uyum saglamaya çalisir. Fakat nedenini bilmedigi etkenlerden dolayi uyum saglayamaz. M.Ali'ye göre bunun sebebi, her gün tras olmak, bu dagin basinda sabah aksam dis firçalamak, saç taramak ve geceleri kitap okumaktir. Ama bunlar A.Celal'in tutkularidir. Ahmet Celal'in bu ilk defa Türk köylüsüyle karsi karsiya gelmesidir. Yoksulluk, cahillik ve pislik içerisinde yüzen köylülerimizin yürekler acisi durumuyla adeta soke olur. Çiplak doganin ortasindaki bu köyde herkes, çikarci Salih Aga'nin buyrugu altindadir. O ne derse olur. Yillar yili emek verdigi hizmet eri Mehmet Ali bile subayina degil, agasina inanir. Mehmet Ali'nin anasi Zeynep Kadin ile kardesi Ismail, Ahmet Celal'in bulabildigi dostlaridir. Ailenin reisi olan Zeynep Kadin, zor kosullarda bile bir mese kütügü kadar saglamdir. Ismail yasina göre daha çocuksu ve cüce görünüslüdür.
Bütün bu olumsuz durumlara üzülen genç Subay bunalim geçirir. Hava almak için çiktigi bir günde komsu köyden bir kiza elinde olmayarak asik olur. Bu askini Donkisot ile Dulcine'ye benzetir.
Köyde Mustafa Kemal'in açtigi Kurtulus Savasini anlatmaya çalisan Ahmet Celal'a kimse inanmaz. Köy halki baska anlayis içindedir. Her yil köye gelen Seyh Yusuf'un zehirli düsünceleri, köylünün inançlari olur. Ahmet Celal, okumus ile okumamis insanlar arasindaki o derin uçurumu tüm çiplakligi ile yasar. Anadolu'nun yüzyillar boyunca ihmal edilmisligini anlar. Hergün olup bitenleri ani defterine yazar. Öte yandan, Yunanlilar köyleri yagmalar, atese verir, halka iskence ederler. Bir gün Ahmet Celal'in bulundugu köye girerler. Köylüler kaçarak dereye gizlenirler. Ahmet Celal ise, herseye karsin, Türk askerlerinin gelecegine ve Zaferin onlardan yana olacagina inanir. Düsman onlari kolaylikla bulur, yakalayip köy meydaninda öldürür. Ahmet Celal ile Emine de vardir aralarinda. Genç subay, bir ara, karisikliktan yararlanarak Emine'nin elini tutar, birlikte kosmaya baslarlar. Düsman ates açar, ikisi de yaralanirlar. Zorlukla köyün mezarligina ulasirlar. Orada sabaha kadar beklerler. Ertesi gün yola çikacaklardir. Fakat Emine yürüyecek halde degildir yarasi agirdir. Ahmet Celal yazdigi bir defteri kizin eline sikistirir. Bilinmeyen bir gelecege dogru umutsuzca yürür gider.

4. ROMANDA KISILER VE ÖZELLIKLERI
Ahmet Celal: Birinci Dünya Savasinda bir kolunu kaybeder ve Mehmet Ali'nin istegi üzerine onun köyüne yerlesir. Bütün köye tek basina karsi koyan güçlü bir karakter olarak karsimiza çikar. Ahmet Celal köylüleri kendine alistirmak istese bile, köyde umdugu yakinligi bulamaz. Iyi bir kisilige sahip olan Ahmet Celal Istanbul'da okumus ve sehir terbiyesi almis birisidir. Köylüler tarafindan dislaninca üzülür ve bunalim geçirir. Ahmet Celal'in akli fikri Kurtulus Savasindadir.(2) Kurtulus Savasi karsisindaki duyarligi anilarina, dünya görüsüne bagli olarak verilirken, bireysel durumlari, yalnizligi, içine kapanisi dengeli ruhsal çözümlerle yansitilir.(2)
Salih Aga: Köyün en zengin adamlarindan biridir ve köyün agasidir. Kilik kiyafeti ile bir dilenciden farki yoktur. Kara çatlak topuklu ayaklari ile dikkati çeken Salih Aga çok kurnaz birisidir.Köyü adeta sömürür ve Zeynep Kadin'in tarlasina el koymak ister. Bütün köy halkini emri ve nüfuzu altina almistir ki köyde herkes ne yapacagina Salih Aga'ya sorar. Çikarlari yüzünden düsmana yardimci olan Salih Aga köy halkini kaderleriyle basbasa birakir. Mehmet Ali: Dört yildan beri hep Ahmet Celal'in yaninda kalmasina ragmen, köyde köylüden farki yoktur. Askerde uyumlu ve subayina bagli olan Mehmet Ali köye geldikten sonra karakter olarak degismistir. Bu gözlem Ahmet Celal'i su dogruyu saptamaya götürecektir. "Talim terbiye iyi örnek, bunlarin hepsi geçici seylerdir. Ve çevre degistirmedikçe, insan yetismesine imkan yoktur." Mehmet Ali'nin sert tavirlari, onun gittigi yere uyum göstermesi baslica karakteridir.
Bekir Çavus: Daha önce askerlik yapmis oldugu için Ahmet Celal'e öbür köylülerden bir karis daha yakindir. Konusmalariyla iyimser ve cahil olmasi göze çarpar. Düsünçe yapisiyla köylülerden farkli olmadigi izlenimi veriyor.
Emine: Tipik bir Türk kizi. Ahmet Celal'a biraz sevgi göstermesine ragmen Mehmet Ali'nin kardesi Ismail ile evlenmistir. Bunun sebebi ise onun da köylüler gibi düsünmesidir ve Ahmet Celal'i yaban olarak adlandirmasidir. Köyün en güzel kizlarindan olan Emine zarifligi ve utangaçligi ile Ahmet Celal'in ilgisini çekmistir. Cahilligi ve bilgisizligiyle ne yapacagini bilemeyen Emine, halasina bagli birisidir.
(2) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 276

5. ROMANDA YER VE ZAMAN
"Yaban"da zaman olarak 1.Dünya Savasi'nin bitiminden (1918) Sakarya Zaferinin kazanilisina kadar (1922) olan süre alinir. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanimi vardir.
Ileriye siçramali zaman kullanimi 2. Geriye siçramali zaman kullanimi 3. Kozmik zaman kullanimi. "Yaban"da ileriye siçramali zaman kullanilmistir. Bu süre 1918'den 1922'ye kadar oldugu için ileriye dönük denmistir.
Roman, ani biçiminde yazilmistir. Yazar eserini Kurtulus Savasi siralarinda, Haymana ovasinin ortasinda Porsuk çayi kiyisindaki bir Anadolu köyünde yerlesen Ahmet Celal'in ani defteri olarak sunar. Nedeni bilinmemekle birlikte, köyün adi verilmemektedir. Giris bölümünde bunu söyle anlatir:
(3) Garp Cephesi Kumandanliginin gönderdigi "Tedkik-i Mezalim Heyeti" o viranelerde, taslar altinda kömürlemis insan kemiklerini arastirirken bu kitabi teskil eden yazilari,ortasindan yirtilmis ve kenarlari yanmis bir defter halinde buldu.(3)
(3) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 29

6. ROMANDA DIL VE ÖZELLIKLERI
Yazarin dili zamanina göre bir aydin dilidir. Sonradan sadelestirerek Anadolu insaninin anliyabilecegi düzeye getirmistir. Bugün bile kitabin içinde kullanilmayan eski yabanci kökenli sözcükler vardir. Ama bu ilk yazildigindaki kadar degildir. Siradan bir kisi de bunu kolayca anliyabilir.
Sik sik tasvirlerde uzun cümleler kullanmistir. "Onun, çok kere, küçük boz esegin tasiyamadigi en agir yükleri alnindan bir damla ter akmadan dimdik tasidigini görmüs ve tarlada, saatlerce belini dogrultmaksizin calistigina da sahit olmusumdur. " -"Zeynep kadin, bir gün, bir komsu kavgasinda, paylasilmayan bir kocaman dibek tasini, husunetle teperek bir hamlede yere devirmisti. " Yazar gene örneklerde de görüldügü gibi sik sik virgül isaretleri kullanmistir.
Yakup Kadri, kisilerini verirken kaba bir tasvire girmez. Ayrintilar titizlikle seçilmis, anlatilan kisiyi yansitacak en tipik çizgiler kullanilmistir. Kisilerinin dis görünümüyle ilgili ayrintilarindan çok, kisiliklerinin disa vurumu olan davranislar anlatilmistir. Seyh Yusuf, Süleyman, Cennet gibi yan kisiler zaman zaman tanitilirken, serüvenleri islenir. Yapitin genel bütünlügüne bir canlilik kazandirirlar ve olay örgüsünü zedelemezler. (4) Çok basarili tasvirlerin yer yer yazarin baska bir romani olan "Erenlerin Bagi"ni hatirlatan atesli, çoskun bölümlerin ve keskin ruh tahlillerinin bulundugu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Alman basininda Yaban için su yazilmisti: "Bu tasvir, sarsici ve ihtirasli bir realistliktir. Ve kül renkli atmosfer o kadar içe giren bir güçle sekillendirilmistir ki, insan adeta azap duymaya basladigi zaman bile okumaga devam etmekten kendisini alamiyor. Bu çok enterasan romanin üslubu ve yapisi biçak kadar keskin bir zekanin hakim oldugu sarkli bir hikaye sanatiyla Avrupai kültür degerlerinin çok orjinal bir karisimini veriyorlar." (4)
Yakup Kadri ,Edebiyat-i Cedide dilinin etkisiyle yabanci sözcüklere ve yabanci dil kurallarina epey yer vermekle birlikte, 1.Dünya Savasi içinde kendine özgü bir üslup gelistirmistir. Yukarda da belirttigimiz gibi yazar kendi sagliginda, kendisi Yaban'i 11 inci baskisindan itibaren sadelestirmistir.
Tasvir sanatini ustaca kullanmistir. "Askerlerin hepsi, toza topraga bulanmis derileri günesten pasli bakira dönmüs, sakallari diken diken uzamis, üst bas perisan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri!" Benzetme sanatini da iyi bir sekilde kullanmistir. Yukarda ki örnek tümcede bunu rahatlikla görebiliriz.
(4) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 292

7. YABAN'IN TÜRK EDEBIYATI IÇINDEKI YERI
(5) "Yaban" gerek Yakup Kadrinin romanlari içinde, gerekse Türk edebiyati tarihi açisindan ayri bir önem tasir. Yayimlandigi yildan bu yana da en çok tartisilan ve yazarini yücelten romanlarin basinda gelir. Bu, hem Türkiye tarihinin belli bir dönemine taniklik etmesinden, hem de bir tez romani olmasindadir. Nitekim ne zaman halk-aydin kopuklugundan söz edilse akla hemen "Yaban" gelecektir. (5) Önceleri, basindan beri kurtulus savasini destekleyen, sayginligini koruyan, romanciligini kanitlamis bir yazarin ürünü oldugu için övgüyle karsilanmistir. Getirdigi elestirideki dogruluk vurgulanir. Ama çok geçmeden Türk köylüsünü yanlis tanittigi, gerçekleri çarpittigi öne sürülecektir. Bu yargi aradan on yil geçtikten sonra geçersizlesir. Yaban 1942 de açilan CHP Roman Mükafatinda yayimlandiktan on yil sonra Sinekli Bakkal'in ardindan ikinci gelir.
Yaban Yakup Kadrinin yazdigi romanlar arasindan köye yönelik tek eseridir. Konusu açisindan düsünüldügünde diger romanlardan farklidir. Ama Yaban sanatçinin romanlarinin olusturdugu bir zincirdir. Bir Sürgün, Kiralik Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara Türkiyenin son yetmis yillik döneminde yazilmis genis bir yapitlar toplulugudur.
Örneklerde gördügümüz gibi Yazar realist oldugunu kanitlayabilmistir. Roman'in yazildigi yillara bakarsak bu bir basaridir. Türk Edebiyati'nda yazilan ilk gerçekçi, köy sorunlarina cesaretle egilebilen romanlardan biri de Yaban'dir. Bu roman mevsimlik degildir ve tazeligini, gerçekçiligini koruyan bir eserdir.
Yakup Kadri'nin köye ve köylüye yaklasimi daha farklidir. Ona göre bu insanlarin sanki savasla hiç alakalari yok gibidir. "Askere çagrilma" olayi olunca savasla ilgilenirler. Milli Mücadeleye karsi köylülerin tavriyla Ahmet Celal'in tavri birbirinin tam karsitidir. Bozgundan sonra geri çekilen düsman askerlerinin yaptiklari zülum bile tepkiye yol açmaz. Köy halki bu durumu hosgörüyle kabullenir. Bir kolunu onlar için veren Ahmet Celal ise deliye dönecektir.
Çoskun bölümlerin ve ilginç anlatimlarin bulundugu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Önce Max Schults tarafindan Almancaya, sonra Alessandra Scalar tarafindan "Terra Madrique" adiyla Italyanca'ya çevrildi. (6) Vedat Nedim Tör gerçegi dile getirdigi için Y.Kadri'yi alkislar. Bu romanda köy ve köylü çevresinde örülen "edebiyat maskesinin" alasagi edildigini belirterek Türk sanatçisina toplumsal bir görev yükler.(6)
(5) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 13 (6) Vedat Nedim Tör, Kadro s,16,Nisan 1933
(7) "Bu romanda, yillar yili yüzüstü birakilmis olan köylü ile aydin arasindaki uçurum gösterilmek istenmistir."

8.ROMAN'IN ELESTIRISI VE DEGERLENDIRMESI
Romanda belirtildigine göre, sehirden gelmis her aydin, köylü için bir "Yaban"dir. Eserin birçok yerlerinde yukardaki örneklerde görüldügü üzere köylü-aydin iliskisi üzerine, roman sinirini asip makale sinirina giren ve yazarin kisiligini açikça ortaya koyan sahifeler vardir. Yazarin deyimiyle "hikayeyi bölük pörçük eden bu feryadimsi hutbeler" ve bu çesit olaylarla Yaban'in hemen her tarafi tiklim tiklim doludur. Bu tutum, realist bir eserde, roman teknigi bakimindan bagislanamayacak önemli bir kusurdur.(7) Ahmet Celal köylülerle kaynasip kendini yenilemek istemektedir. "Onlar gibi olmak, onlar gibi oturup kalkmak, onlarin diliyle konusmak. Haydi bunlarin hepsini yapayim. Fakat onlar gibi nasil düsünebilirim? gibi sorularla bunun bir yerde imkansiz oldugunu vurgular. Kisi ile toplum arasindaki uyum tek dis görünüsle olmaz. Kisi düsünce ve hissetme yönüyle ayni olmalidir. Romanin tezine bu açidan bakilinca degisik bir vurgulama ortaya çikiyor. Aydin ile köylü arasindaki uzakligin romanin tezi oldugunu ileri süren elestirmenler, bu kopuklugu, Osmanli döneminde oldugu gibi, yalnizca kültür ikilesmesinden dogan bir kopukluk gibi görüyorlar. Karaosmanoglu bunu da dile getiriyor kuskusuz, ama Yaban'da vurgulanan karsitlik, vatani kurtarmak için savasan ilerici aydinlarla Kurtulus savasi'na inanmayan gerici köylüler arasindadir. Ahmet Celal ile köylüleri ayri dünyalarin insani yapan, okumus kentli ile cahil köylü arasindaki farkli tutumlardir.
Ne diyor Ahmet Celal? "Türk entelektüeli yedi devlete harp açmistir. Türkiye'nin karanlik semalarinda Mustafa Kemal adi bir safak yildizi gibi parliyor. Bunun etrafinda bazi peykler beliriyor, fakat inanilacak sey degil. Ben savasi istemeyenlerin arasinda yasiyorum. " s(103-104) "Vatan delisi, millet divanesi" Ahmet Celal'in köylüler arasinda böylesine yapayalniz kalmasinin nedeni onlarla paylasamadigi bu idealdir. Durmadan bu tema'yi isler Karaosmanoglu. Daha önce askerlik yapmis oldugu için Ahmet Celal'a bir karis daha yakin olan Bekir Çavus ile de aralarinda söyle bir konusma geçer örnegin:
-Biliyorum beyim sen de onlardansin emme.
-Onlar kim?
-Aha, Kemal Pasa'dan yana olanlar...
-Insan Türk olur da, nasil Kemal Pasa'dan yana olmaz?
-Biz Türk degiliz ki, beyim.
-Ya nesiniz?
-Biz islamiz. Elhamdülillah... O senin dediklerin haymana'da yasarlar. (s 200-201)
Gerçi savasta dövüsenler, ölenler yine bu köylülerdir, ama onlar aydin subaylarin yönettigi bilinçsiz bir sürüdür. Ahmet Celal'a göre, yedi devlete savas açmis milliyetçi aydinlar var, ama gerçek millet yok. Onun için zafer kazanilirsa bile köylülerin degil de, topraklarin kurtulacagini söylüyor.
(7) Cevdet Kudret, Türk edebiyatinda hikaye ve roman,s,166
Mustafa Kemal ve Yandaslari Kurtulus Savasi sirasinda kurtaricilik görevini üstlenmislerdir.Karsilarinda, onlara ve ulusa degil, Istanbul'da halifeye inanan kitle vardir. Köy halki gazete okumadigi ve dis dünyadan haber alamadigi için Mustafa Kemal'i tanimiyor.
Ahmet Celal köyden geçen Kemalist subaylardan söz ederken "Bunlar bir ordunun alelade subaylari olmaktan ziyade yeni bir mezhebin öncüleri gibidir" der.Ahmet Celal'in kendisi de bir Kemalist degil mi? Ona inanmayanlar gibi onu düsman belleyip linç edecek hale gelmemis midir? Ama Isa kendisini çarmiha gerenleri bagislar çünkü onlar ne yaptiklarini bilemiyorlar." Ahmet Celal'da, düsman köyü yakip yikarken, o "mahser gününde" köylüleri bagisladigini söyler çünkü "bunlarin hiçbiri ne yaptigini bilmiyor." Romanin hemen hemen yarisindan itibaren savasla ilgili haberler, konusmalar ve olaylar ön plana çikarken buna kosut olarak Ahmet Celal ile köylüler arasindaki iliskinin niteliginde bir degisiklik göze çarpar. Türk köylüsü aydini yadirgiyor ve ona yaban! diyor. Çünkü bu iki insan arasinda asirlarin açtigi ve henüz kapanmayan korkunç bir uçurum vardir. Bu ayrilik onlarin dillerini, itikatlarini ve görenek tarzlarini da birbirinden ayirmistir. Türk aydinina gelince: O da Türk köylüsünü tanimiyor. Çünkü bu kalabalik asirlardan beri tabiatin ortasinda köylüyü unutmustur.
(8) Disinden, tirnagindan artirarak besledigi, hükümetin sihhati için doktorundan, ahlak ve imani için mualliminden, bakimsiz topraklari için ziraatçisindan ve hayvanlari için baytarindan, yollarindan, elektiriginden ve suyundan istifade edememis ise kabahat kimin? Köylünün, duygusu basit, düsüncesi geri, dili islenmemis ise onu bu halde birakmis olarak suç sehirlinin degil midir?(8)
Bütün yukaridaki saydigimiz seylerden yoksun olan köylünün sehirliden farkli olacagi kesin. Aydinlar bu köylü kitlesi için ne yapti? Yillarca köylüden faydalanarak ve onu dag basinda yalniz biraktiktan sonra simdi ne bekleyebilir. 1920 döneminde Türkiye 1.Dünya Savasindan çiktiktan sonra Kurtulus Mücadelesi'ni baslattigi zaman halk yorgun ve bitkin idi. Millet savas istemiyordu, tarafsiz kalmak onlar için hayat mücadelesi idi. Geri kalmisligin ve Ahmet Celal'i dislamalari o dönemde normal bir davranis olarak karsilanir. Çünkü onlar ne yaptiklarini bilmiyorlardi ve köylüler kendi aralarinda yapi itibariyla fazla gelisemediler. Köylerde okul olmadigi için insanlar okuyamiyor ve yazamiyordu.
Eser, Milli Mücadeledeki köyü, kötü ve eksiksiz taraflari ile karsimiza getirirken, Türk köylüsü biraz abartilmistir. O dönemdeki köylülerin sosyal ve psikolojik yapilari ihmal edilmistir. Çatlak ve sabirli dudaklari, günesten yanmis uzun çehresi ve rengini atmis saçlari ile köylü yabanci istilaya karsi kin ve nefret içerisinde idi. Memleketteki sosyal ilerleyisin bir sonucu olarak, köylüler yavas yavas memlekete özlem duymaya baslamislardi.
(8) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s,274
Yakup kadri'nin (Yaban), 1923'de yazilsaydi belki yakilabilirdi. Fakat on yil sonra, Karaosmanoglu'nun coskun bir içtenlikle destekledigi devrimlerin yapildigi yillardir. Gele neklerine ve Islam Ideolojisine bagli Anadolu halki ve köylüsü bu devrimleri benimsemis degildir. Barbarlarin Yiktigi Köyler Ahalisine adli ve 1922 tarihli köy hakkindaki yazida söz konusu köylü, Karaosmanoglu'nun gidip gördügü ve acisina saygi duydugu köylüdür. Yaban'daki köylü ise 1932 yilindaki Kadro'cu Karaosmanoglu'nun düsündügü ve herseyin önce tutuculugu ve gericiligin kaynagi olarak gördügü Anadolu köylüsüdür.

9. SONUÇ
Bu tezin amaci köylü ile aydin arasindaki uçurumu Kurtulus Savasi gerçegi içinde dile getirmektir. Kurtulus savasini o sicakligi ile anlatan romanda kisiler rollerinde uygundur. Zaman kullanimi Türk romanlarinda en çok gördügümüz ileriye dönük bir zaman kullanimidir. Olay örgüsü klasik roman türü içinde belli dügümlerle birbirine iyi bir sekilde baglanmis bir romandir.
Bu eserde sehirliye karsi düsmanlik hisleriyle dolu köylülerin hayati vardir. Bu güzel denilebilecek hiç bir hareketi, hiçbir sanati yoktur. Yaban'in bize tarif ve tasvir ettigi köylü, Orta Anadolu'nun bagri yanik topraklarinda kavrulup kalmis bir tek köyün halkidir. Fakat Yaban'i okuyan yabancilar ve hatta bir çok sehir insanlari diger köylülerimizin de böyle olmadigini bu eserin neresinden anliyabileceklerdir?
"...Görüslerimi özetlersem, örneklerle gördük ki:
a. Bu romanda, yillar yili yüzüstü birakilmis olan köylü ile aydin arasindaki uçurum gösterilmek istenmistir. Romanda belirtildigine göre, sehirden gelmis her aydin, köylü için bir "Yaban" dir.
b. Yazar, romanda köy insaninin kendi iliskilerini ve toplumsal olaylar karsisindaki tavrini islerken, genellikle inandirici olabilmistir. Bunda, ortaya koydugu günlük olaylarin sunulusu kadar olayla ilgili kisilerin çizimindeki basarinin da payi vardir. c. Yazar, Sakarya savasindan sonra, düsmanin yakip yiktigi bölgelerde Heyet ile birlikte yaptigi bir inceleme gezisinde, gördüklerini hikaye ve makale biçiminde anlatmisti. Bunlar arasinda, Düsmanin yaktigi "Köyler Ahalisine" adli yazida köylü ile aydin arasindaki uzakliga deginen ve aydinin köylüyü yüzüstü birakmasindan yakinan sanatçi ayni konuyu Yaban romaninda islemistir.
d. Roman, ani biçiminde yazilmistir. Olaylar bir Anadolu köyünde yerlesen Ahmet Celal'in ani defteri olarak sunulur.
e. Yaban'da sive taklidi yapilmadigi zaman daha dogal görünen konusmalar kullanilir. Bunlarda kisilerin iç dünyalarinin belirtilme amacindan çok, durum ve günlük olaylarin yansitilmasi gözetilir.
f. Ahmet Celal'in katilamadigi Kurtulus Savasi karsisindaki duyarligi, anilarina, dünya görüsüne bagli olarak verilirken, bireysel durumlari, içine kapanisi dengeli ruhsal çözümlerle yansitilir.
g. Eserin bir çok yerlerinde köylü-aydin iliskisi üzerine, roman sinirini asip makale sinirina giren sayfalar vardir. Bunu önsözde kendisi de açiklayan sanatçi, "Yaban, bir objektik romani degildir. Bu, ne bütün manasiyla bir roman, ne bütün manasiyla bir sanat ve edebiyat isidir. Yaban, çölde bir feryattir." der.
h. Yaban Cumhuriyet Halk Partisi'nin koydugu roman armaganinda ikinciligi kazanmistir. Yaban'da dikkati çeken bir nokta da hayvan benzetmeleridir. Diger romanlarda karsilasmadigimiz kadar hayvanlara bu denli çok basvurulmustur. Bu köyün Insanlari "her biri kendi yuvasinda kunduza dönmüs" (Yaban,s,237). Yazarin burda amaci dogayla insanlari bütünlestirmekten çok, köylülerin ilkelligini, içgüdüleriyle yasayan hayvanlar gibi dogaya yakinliklarini vurgulamaktir. Hayvana en sik benzetilen iki kisi var romanda: Emine ile evlenen Ismail ve kurnaz Salih Aga.
Romanda ilginç bir sekilde kullanilan doga ögelerinden biri de bitkiler. Bir karsitligi simgeleyen iki tür bitki var Yaban'da: kurulukla, çoraklikla, çürümüslükle çagrisim yapan bitkiler. Diger tarafta hayat, güzellik ve canlilikla çagrisim yapan bitkiler vardir. "Yetim boyunlarini" büken, "hazin hazin köklerine bakan", "iki karis yükselmeden sararmis zavalli ekinler" (s 91,s 84) Dogadaki bu çorakligini yayginlastirmak için bu kez bitkilestirir köylüleri "Bu isirganlar, bu kuru ülkede "yabani ot gibi" bitmis kuru bitkiler olurlar. Yaban'in dokusunda kullanilan teknik, örneklerle verildigi gibi açikliga kavusmustur. Karaosmanoglu bütün romani boyunca kuru, hastalikli, pis ve çorak bir doga imgesi yaratmistir. Öbür taraftan çesitli yollardan köylüleri bu dogayla bütünlestirerek fizik planindaki nitelikleri moral plana da yansitmayi da basarir. Y.Kadri'ye göre köylü-aydin uçurumunun sorumlusu Türk aydinidir. Ama olaya derin açidan bakacak olursak Osmanli egitimi ve yönetimi büyük rol oynar. Köylü her zaman dag'da unutulmustur ve köylüyü egitecek, gelistirecek adim atilmamistir. Vergi toplanacagi zaman, köyleri sömüren bir yönetim vardi ve Osmanli döneminde bu böyle devam etti. Ta ki Kurtulus Savasi döneminde kültür ikilesmesi farki daha da büyütmüstür. Köylü bütün olaylar karsisinda duyarsizdir çünkü onlar düsünce itibariyla kendi aralarinda fazla gelisemediler. Insan çevre içinde yapi ve akil yönünden ilerleyebilir. Ahmet Celal ise çevre'nin genis oldugu Istanbul'da yetismistir. Köydeki çevre ise her zaman ayni ve degismeyen çevre oldugu için o yörenin halki Ahmet Celal'i "Yaban" olarak adlandiriyor. Köylüler suçsuzdurlar ve ne yaptiklarini bilemezler.
Köylü, duygusunu, düsüncesini, elini anliyamadigi ve hayat sartiyla uyusamadigi için sehirliye yabanci diyor. Fakat sehirli için de duygusunu, düsüncesini, dinini anliyamadigi ve hayat sartlariyla uyusamadigi köylü yabandir. Kusur kimde? Köylünün duygusu, basit, düsüncesi geri dili islenmemis ise onu o halde birakmis olarak suç sehirli'nin degil midir? Köylüyü çaresiz, zavalli birakirken hiç bir merhamet ve sorumluluk duymamisdir. Günün birinde kolu ve kanadi kirilip da, köye isinamamis ise suç kimindir. Roman tek yönlü ele alinmistir. Aydin kendi bakis açisini ölçü olarak almis ve köylünün kendisine bakisini anlatmistir. Burada üzerinde durulmasi veya baska bir deyisle elestirilmesi gereken iki yön vardir. Öncelikle yazarin yaklasimi veya anlattigi olaylar objektif kriter olarak alinip genele maledilemez. Bütün köylüler yazarin anlattigi köylüler gibidir diyemeyiz. Romandaki yazarin köylüleridir. Onlar yazarin duygu ve düsüncesinin ürünüdür.
Aydin ve köylü arasindaki uçurum sorunsali kitapta çok farkli ele alinmistir. Köylü suçlanmis , kötülenmistir aydin tarafindan. Köylü aydinin gözünde kötüdür, degersizdir. Ama bunun en büyük sorumlusu de aydinin kendisidir.

10.KAYNAKLAR
Y.Kadri Karaosmanoglu,(Yaban 15. basim)
Berna Boran, (Çagdas elestiri, Nisan 1982)
Cevdet Kudret, (Türk Edebiyatinda Hikaye ve Roman, c.2, 1978)
Seyit Kemal Karaalioglu (Türk Edebiyati Tarihi, c.3, 1979)
Refika Taner, Asim Bezirci (Seçme Romanlar, 1973)
Vedat Günyol, (Dile Gelseler, 1966)
Vedat Nedim Tör, (Kadro,s 16, Nisan 1933)
Aytekin Yakar, (Türk Romaninda Milli Mücadele, 1973)
Oktay Akbal, (Temmuz Serçesi, 1978)

DON KİŞOT

ROMAN İNCELEME PLANI

A. Dış yapı bakımımdan inceleme:

1. Romanın adı: Don Kişot
2. Yazarı: Miguel de Cervantes Saavedra
B. Muhteva bakımından inceleme :

1. Romanın özeti :
Manş eyaletinin Argamasilla d’Abla kasabasında yaşı elliye yaklaşmış, ince uzun boylu, zayıf yüzlü bir asilzade yaşamaktaydı. Yaşı kırkı geçmiş bir kahya kadın, henüz yirmisine gelmemiş bir kız olan yeğeni, hem ev hem de bağ bahçe işlerine bakan hem de atı ile ilgilenen bir uşak ev halkını oluşturmaktaydı.
Asilzademizin en büyük zevki şövalyelik kitapları okumaktı. Kendini bu kitaplara kaptırır, sihirler, kargalar, meydan okumalar, savaşlar, yaralanmalar, ilan-ı aşklar, acılar ve daha bir çok saçmalıklarla dolu olan bu kitaplar arasında adeta kendinden
geçerdi. En sonunda asilzademiz aklını kaybeder ve o zamandan yaklaşık yüz yıl önce sona eren başı boş şövalyeliyi tekrar canlandırmak için yola çıkmaya karar verir.
İyi bir şövalyenin uygun bir isminin ve olağanüstü güzel bir sevgilisinin olmasını gerektiğini düşünerek kendi adını Don Kişot atının adını da Rossinante koyar ve Tobosalı Dülsine ‘yi sevgilisi olarak hayal eder. Kendisi hazırlandıktan sonra atını da hazırlar ve bir sabah gün doğmadan yola çıkar. Bir süre sonra bir hana gelir ve bu hanı şato , hancıyı bir hükümdar zanneder. Hancıdan kendisine şövalyelik unvanını vermesini rica eder. Hancı olayı çok komik bulduğundan bunu kabul eder ve saçmasapan laflarla asilzademizi bir şövalye ilan eder. Hancı iyi bir şövalyenin parasının ve bir silahşorunun olması gerektiğini söyler. Böylelikle Don Kişot eve dönüp bir miktar para ve köyden bir silahşör almaya karar verir. Yolda giderken tüccarlarla olan bir kavga esnasında kahramanımız atından düşer ve kendi kasabasından olan bir köylü tarafından eve getirilir. Eve döndüğünde şövalyemizin ailesi onu tekrar gitmekten vaz geçirmeye çalışır fakat Don Kişot inatçıdır. Etraftan kısa boylu, şişman, zavallı bir köylü olan Sanşo Panza’yı bir ada valiliğini vaat ederek kandırır ve onu da yanında götürür. Bundan sonra tüm maceralar başlar.
Maceracılarımız sabah erkenden yola çıkarlar. Bir süre sonra bir ovaya vardıklarında otuza yakın yel değirmeni görürler Don Kişot bu yel değirmenlerini dev zanneder ve bunlara saldırmak için hazırlanır. Zavallı Sanşo efendisini engellemeye çalışsa da nafile. Kahramanlarımız tüm gücüyle hayali bir deve saldırır ve dönmekte olan değirmenin kanadı Don Kişot’u atı ile birlikte havaya kaldırıp yirmi metre öteye atar. Kahramanlarımız fena derecede yaralanır. Silahşoru tarafından atına bindirildikten sonra Lapice limanı yolu tutarlar. Bir süre sonra kendilerini aç ve yorgun hissederler. Geceyi bir ormanda ağaçlar altında geçirirler. Don Kişot, ormanlarda ve çöllerde bulundukları zaman uyku saatinin, yalnız sevgililerini düşünmekle geçiren şövalyeleri taklit etmek için bütün gece gözerlini yummadan yalnız Dülsine’ sini düşündü durdu. Sabah olunca maceracılarımız tekrar yola koyuldular ve Lapice limanına vardılar. Konuşurlarken iki rahibin yüksek katırlara binmiş ve şemsiyelerini açmış bir şekilde kendilerine doğru geldiklerini gördüler. Arkalarında da birkaç tane at ve bir araba vardı. Arabanın içinde bir kadın oturuyordu. Sivri zekalı Don Kişot bu rahipleri sihirbaz ve arabadaki kadını da o anda kaçırılmakta olan bir prenses
zanneder. Onu kurtarmak için rahiplere saldırır. Kahramanlarımız yine yaralanır. Daha sonra atına binerek silahşörüyle yollarına devam ederler. Bir süre sonra bir kasabaya doğru giderken keçi çobanlarının kulübeleri civarında mola vermeyi kararlaştırırlar. Keçi çobanları tarafından çok iyi karşılandılar. Çobanlarla dost olurlar. Ertesi gün çobanların bir arkadaşı olan Krizostom’un cenazesi kaldırılacaktır. Don Kişot cenazeye katılmaya karar verir. Cenazede ilginç olaylar olur ve bundan sonra çobanlara hizmetleri için teşekkür ederek yollarına devam ederler. Bir zaman sonra yine bir hana gelirler. Kahramanlarımız hanı yine şato zanneder. Burada geceyi maceralı bir şekilde geçirdikten sonra ertesi sabah erkenden yola düşerler. Yolda giderken rüzgarın etkisiyle kendilerine doğru kalın bir toz bulutunun geldiğini görürler. Don Kişot bu toz bulutunu kaldıran, dünyanın bütün milletlerinden oluşan ve sayısız askerleri olan koskoca bir ordu olduğunu söyler. Öbür taraftan da bir toz bulutunun geldiğini görünce bu geniş ovada savaşmak için iki ordunun karşılaşacağını düşünür. Halbuki bunlar iki koyun sürüsüdür. Don Kişot atını mahmuzlar ve mızrağıyla hücum durumu vererek tepeden ovaya doğru yıldırım hızıyla inmeye başlar. Koyun sürülerine şiddetli bir şekilde saldırarak sanki en gaddar düşmanlarıyla savaşıyormuş gibi önüne gelen zavallı koyun ve kuzuları öldürüp durur. Sürünün çobanları Don Kisot‘a taş atmaya başlar ve taşların birisi kahramanımızın kaburgasını fena halde zedeler. Bundan sonra Don Kişot yaralı bir şekilde silahşörüyle birlikte yoluna devam eder. Hava kararınca geceyi geçirmek için kendilerine bir yer ararlar. Bir orman ararlarken yolları üzerinde yıldızlara benzeyen çok sayıda ışıkların kendilerine doğru geldiğini fark ederler. Bu ışıklar, ellerinde birer meşale ile cenaze taşıyan rahiplerdir. Don Kişot’un aklına okuduğu bir roman aklına gelir ve arabanın içinde yaralı bir sövalye olduğunu zanneder. Bu hayli şövalyenin intikamını almak için rahiplere saldırır. Don Kişot yine yaralanır ve oradan ayrılır. Geceyi geçirmek için silahşoru ile bir ormana giderler. Gün ağarmaya başlamasıyla birlikte kahramanlarımız yollarına devam ederler. Biraz gittikten sonra başında altındanmış gibi parlayan bir şey bulunan bir adamın ata binmiş olarak kendilerine doğru geldiğini görürler. Don Kişot, bu adamın başında ele geçirmeye yemin etmiş olduğu Mambrin’in miğferini taşıdığını zanneder. Fakat bu adam fakir bir köy halkını tıraş eden berberdir. Adam bir köyden diğer köye gitmek için yola çıkmış,
yolda da yağmura kapılmıştı. Bu nedenle yeni olan şapkasını korumak için leğenini başına geçirmişti. Her gördüğünü okumuş olduğu romanlara benzeten zavallı Don Kişot’a göre bu adam bir şövalye, boz renkteki eşek güzel bir kır atı, berber leğeni ise meşhur Mambrin’in miğrefiydi Don Kişot tam adama saldırmak için hazırlanırken, berber eşeğinden atlayarak ovaya doğru kaçar ve leğenini düşürür. Tabii Don Kişot miğferi ele geçirmekler büyük kahramanlık yaptığını düşünerek gururlu bir şekilde yoluna devam eder. Don Kişot, izledikleri yoldan kendilerine doğru elleri kelepçeli ve tespih gibi uzun bir zincire dizilmiş olan on iki kişinin yaya olarak gelmekte olduklarını görür. Mahkumlar iki süvari ile iki piyadenin koruması altındaydılar. Bu adamların kendi arzularıyla değil zorla götürüldüklerini fark eden Don Kişot, görevinin düşkünlere yardım etmek ve kötü hareketlere engel olmak olduğunu düşünerek bu mahkumları kurtarmak için korumalara saldırır. Böylelikle mahkumların serbest kalmasını sağlar. Bundan böyle kahramanlarımız kaçmak zorunda kaldılar çünkü, muhafızların Kutsal Hermandad mahkemesine haberdar edeceklerini ve bu mahkemenin kilise çanlarını çaldırarak mahkumların kaçmış olduğunu ilan edeceğini ve peşlerine okçular göndereceğini biliyorlardı. Sierra Monera dağına sığınmaya karar verdiler ve o gece o dağın ortasına kadar geldiler. Bir zaman sonra Don Kişot güzel sevgilisi Dülsine’ye bir mektup yazar ve Sanşo’ ya bu mektubu Tobosa’ ya götürmesini emreder. Sanşo mektubu alır ve yola koyulur. Yolda giderken mola vermek için bir han girer. Ve handa Don Kişot ve kendisini bulmak için yola kurulmuş olan kasabalarındaki berber Nikolay ile rahip efendiyle karşılaşır. Bunlar, hemen kendilerini Don Kişot’ un olduğu yere götürmesini emrederler. Sanşo ve arkadaşları Don Kişot’ u bir oyun ile evine kadar götürmeyi başarırlar. Tabii kahramanımızı evine götürene kadar çok ilginç maceralar yaşanır.
Rahip ile berber, geçmiş şeyleri kendisine hatırlatmamak için bir aya yakın bir zaman dostlarını ziyaret etmediler. Don Kişot hastalanmıştı ve çok zayıflamıştı. Fakat çok mantıklı konuşuyordu. Herkes onun iyileştiğini düşünmüştü ki, bir gün silahşoru Sanşo ile konuşarak tekrar maceralarına atılmaya karar verdi. Bir sabah, yine güneş doğmadan, ailelerini bırakıp yola koyuldular. Bu sefer gittikleri yer Tobosa‘ydı. Çünkü Don Kişot sevgilisini artık görmek istiyordu. Fakat kahramanımız sevgilisini hiçbir zaman görmeyecekti. Çünkü sürekli önüne engeller çıkacaktı. İlk geceyi bir ormanda geçirmeye karar verdiler. Yine her zamanki gibi Sanşo uyuyordu ve Don Kişot sevgilisini düşünüyordu. Bu sırada ağaçların arasından sesler duydu. Bu duyduğu sesler, iki kişinin konuşmalarıydı. Yaklaştığında Don Kişot karşısında silahşoru ile birlikte olan kendisi gibi aşık bir şövalye buldu. Fakat bilmediği bir şey vardı ki o da bu şövalyenin gerçekte öğrenci Karrasko olduğu. Don Kişot’ u deliliklerinden vazgeçirmek için peşinden gelmişti. Öğrencimiz şövalye olarak kendi sevgilisinin Dülsine’ den daha güzel olduğunu iddia eder. Don Kişot bunu kabul etmez. Aralarında savaş ilan ederler. Savaşın şartı mağlup olanın galibin emrine uyması ve her dediğini yapmasıdır. Don Kişot savaşta Karrasko’ yu yener ve ona şövalyelikten vazgeçmesini emreder. Kahramanlarımız yollarına devam ederler. Bundan sonra da başlarından bir çok macera geçer. Daha sonra Don Kişot yemyeşil bir ovada ava çıkmış güzel bir kadına rastlar. Kadın düşeş ile eşi dük, maceracılarımızı şatolarına kabul ederler dük bir ada sahibidir. Adası için bir vali aramaktadır. Don Kişot da silahşoruna bir ada valiliği vaat ettiğinden Sanşo’ yu o adaya vali ilan ederler. Fakat Sanşo valilik işini en dazla bir hafta sürdürebilir tabii bu sırada düşeş ile dük kahramanlarımıza bir çok oyunlar oynarlar.
Günlerden bir gün Don Kişot ile silahşoru tekrar maceralarına atılmak için yola çıkarlar. Yine her zaman olduğu gibi gidecekleri yolun yönünü Rossinante’ ye bırakırlar. İki gün boyunca hiçbir macera yaşamazlar fakat üçüncü gün bir kasabaya gelirler. Kasaba San Jan karnavalini kutlamaktaydı. Herkes garip kıyafetler giydiğinden kimse Don Kişot ile Sanşo’ yu yadırgamadı. Hemen kahramanlarımızı aralarına aldılar ve bir güzel dans ettiler. Tam o sırada atına binmiş bir şövalye eğlenceyi bölerek Don Kişot’a yine kendi sevgilisinin Dülsine’den güzel olduğunu itiraf etmek için onu savaşa zorlar. Fakat Don Kişot’ un bilmediği şey, bu şövalyenin yine Karrasko olduğudur. Karrasko, eğer yenecek olursa, kahramanımız evine çekilip bir süreliğine silah almayacak ve şövalyelikten vazgeçecekti. Don Kişot kabul eder ve savaşı kaybeder. Karrasko, don Kişot’un şövalyelik kanunlarına tamamıyla uyacağını bildiğinden hemen köyüne döner. Bu arada kahramanımız silahşoru ile birlikte son derece üzgün olarak kasabasının yolunu tutar ve evine gider. dan sonra Don Kişot’ un sağlığı çok kötüye gider. Daha zayıflar. Fakat aklı başına gelir. Yaptığı deliliklerden pişmanlık duyar. Gün geçtikçe daha fenalaşır. Sonunda hayata iyileşmiş bir şekilde gözlerini yumar.
2. Romanın Konusu: İnsanların, olayları oldukları gibi değil kendi istedikleri gibi kabul etmesi
3. Romanın Anafikri: İnsanların, olayları kendi istedikleri gibi kabul etmesi genelde yanlış anlaşılmalara yol açar. Bu nedenle kişiler yaşadıkları olayların olumlu sonuçlanmasını isterlerse gerçekçi olmaları gerekir.
4. Romandaki Kişiler
a ) Ana Kahraman : Bu romanda ana kahraman gerçekte bir asilzade olan Don Kişot’ tur. Don Kişot ince uzun boylu, zayıf yüzlü bir adamdır. Cılız bir atı vardır. Kitap okumayı çok sever. Sürekli şövalyelik kitapları okur ve zamanla aklını kaybeder. Kendisinin bir şövalye olduğunu ve şövalyelik görevlerini yerine getirmek için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünür. Şövalyelik yüzyıllar önce bittiği halde Don Kişot bu unvanı tekrar yaşatmak için yola çıkar. Karşılaştığı her kişiyi veya nesneyi kitaplarındaki düşmanları zannedip onlara saldırır. Bu arada da cılız atının mahvolmasını sağlar. Don Kişot tüm kötülüklere karşı, adalet için savaştığını düşünür fakat ortada hiçbir şey yoktur.
b ) Diğer Kişiler
1. Sanşo Panza: Sanşo Panza, Don Kişot’ un bir komşusudur. Kısa boylu şişman bir adamdır. Bir eşeği vardır. Kendisi çiftçidir ve çok saf bir insandır. Don Kişot Sanşo’yu kandırır. Bir adanın valiliğini vaat eder. Sanşo kanarak çoluğunu çocuğunu terk eder ve eşeği ile birlikte yola çıkar.
2. Tobasa’lı Dülsine: O, delicesine aşık olunan kadının ta kendisidir. Dülsine bir hayal gücü ürünüdür. Somut olarak mevcut değildir.
3. Berber Nikolay
4. Rahip Efendir
6. Don Kişot serisinden 600 kadar şahıs vardır. Bunlar Rönesans sonları İspanya’ sının akla gelebilecek hemen hemen her türlü mesleklerden gelme figürlerdir. Asilzadeler, burjuvalar, köylüler, rahipler, çingeneler, çobanlar, hırsızlar, komedyenler, askerler, devlet memurları, köy papazları, berberler, Yahudiler, Mahribi Müslümanları, Türk korsanları, paşalar, Osmanlılar, beyler ve maceraperestler gibi
5. Romanda Olayların Geçtiği yerler
Don Kişot, İspanya’ da Manş eyaletinin Argamasilla d’Alba kasabasında yaşamaktadır. Uzun yıllar boyunca sürekli şövalyelik kitapları okur. Aklını kaybeder. Böylelikle şövalyeliği tekrar yaşatmak için yola çıkar. Don Kişot, yemyeşil ovalardan geçer, yüksek dağlara çıkar, derin ormanlara girer, serin pınarların dibinde istirahat eder. Sürekli bir yerden bir yere gitmek durumundadır.
6. Romanda Zaman
Romanda zaman 1590’lardır. Yani o zırhlı şövalye devirlerinin sona ermesinden bu yana yüz küsür sene geçmiştir.
7. Dil ve Anlatım
O devirde çok moda olan masalımsı, realiteyle en ufak ilgisi bulunmayan şövalye romanları yazılmıştır. Cervantes’in maksadı aslında bu ipe sapa gelmez şövalye romanlarıyla adamakıllı dalga geçmektir. Bu nedenden dolayı yazar romanda alaycı bir anlatım kullanmıştır.
Örneğin Don Kişot’ un konuşmalarından kısa bir bölüm:
“ Ben kim olduğumu çok iyi biliyorum ve istersem, yalnız söz ettiğim kimseler değil, hatta on iki Fransız prensi ve çok meşhur olan dokuz prens bile olabilirim. Çünkü onların bütün yaptıkları benim maceralarımın yanında hiç kalır. “
Görüldüğü gibi dil açık, sade ve anlaşılırdır. Genelde cümleler uzundur. Bunun nedeni kahramanın çoğu zaman söylemek istediği şeyi uzatmasıdır.
8. Plan
Giriş: Don Kişot, İlk defa yola çıkar ve bir hancı tarafından şövalye ilan edilir. Hancı şövalyenin eve dönmesini önerir. Don Kişot dönerken atında düşer ve bir köylü tarafında eve getirilir…
Gelişme: Don Kişot, hancının önerdiği gibi bir miktar para ve bir köylü olan Sanşo Panza’ yı silahşoru olarak yanına alır. Tekrar yola çıkarlar…
Sonuç: Don Kişot Ve Sanşo Artık son kez evlerine dönerler. Bundan sonra Don Kişot hastalanır ve ölür.
 

HTML

Üst