MilliEğiti
New member
- Katılım
- 6 Nis 2010
- Mesajlar
- 530
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Anayasa Mahkemesi(AYM)’nin AKP’nin değişiklik paketiyle ilgili kararı açıklanınca iki bakandan birbirine zıt yorumlar geldi ve dolayısı ile vatandaş “N’oluyoruz?” diye haklı bir meraka düştü. Cemil Çiçek kararı fevkalede güzel bulurken, Adalet Bakanı Sadullah Ergin AYM’sini yetkilerini aşarak içerik denetiminde bulunduğunu ve hukuku çiğnediğini ifade etti.
İki kıdemli bakanın bu zıt yorumu ya halkın kafasını karıştırmak için taktiksel bir çaba olabilirdi veya bakanlar AYM’sinin kararını tam anlamamışlardı. Veya bakanlardan biri gizli planı bilirken diğeri bundan habersizdi.
AÇIĞA ÇIKTI
AYM’sinin kararının gerekçesi açıklanınca gizli plan ortaya çıktı. Mahkeme üyelerinin içerik denetiminin yapılıp yapılamayacağı, eğer yapılacaksa hangi koşullarda yapılabileceği konusundaki tartışmaları kendilerini üç gruba bölmüş. Karar, Anayasa değişikliklerinin Anayasa’nın değiştirilemeyecek nitelikteki ilk üç maddesine aykırı olamayacağı ve bu değiştirilemeyecek maddeleri sayan 4. Maddesi’nin de değiştirilemeyeceği yönünde oy kullanan yedi üye tarafından belirlenmiş. Böylece 1982 Anayasası’nın değiştirilemez maddelerinin dokunulmazlığı türban davasından sonra bir daha onaylanmış oluyor. Türban davasında değiştirilemez maddelerinin dolaylı yoldan da olsa değişimi anlamına gelecek tasarrufların AYM tarafından reddedileceği ilkesi kabul görmüştü.
Karara damgasını vuran yedi üye Anayasaların temel ilkelerinin “Asli Kurucu İktidar”lar tarafından tayin edilebileceğini, 1961 Anayasası’nı tamamen yürülükten kaldırarak yeni bir Anayasa yapıp halk oylamasına sunan 12 Eylül askeri rejiminin de bu nitelikte bir iktidar olarak ilkeleri belirlemiş olduğunu savunuyor. Kararda, Anayasa değişikliklerini yapan Meclis çoğunluğunun ise “tali iktidar” olduğu ve o bakımdan asli iktidarın belirlemiş olduğu kurallara uymak zorunda bulunduğu belirtiliyor ve bu anlamda “Hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun sırf sayısal çoğunluğun gücüyle geçerli kılınmasının gerekçesi olamaz. Anayasa değişikliklerinin içerik yönünden denetimi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerinin doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı veya içeriklerinin boşaltılarak anlamsız hale getirilip getirilmediğine yönelik ve bununla sınırlı denetim olması gerekir.” deniliyor
HAŞİM KILIÇ’IN GÖRÜŞÜ
AYM başkanı Haşim Kılıç ise kendisinin hukukçu olmadığının sanki altını çizmek istermişçesine yukarıdaki evrensel kabul görmüş anayasa hukuku anlayışına son derece hukuk dışı, ancak sıradan bir kişinin yapabileceği bir yorumla karşı çıkmış. Kılıç karşı görüşünü şu şekilde ifade etmiş: ”Anayasanın değiştirilemez kuralları dinamik bir dönüşüme tabi tutulmadığı takdirde tıkanan hukuksal yollar nedeniyle demokrasi dışı girişimlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. [AYM’nin] Çoğunluk görüşü anayasanın gelecek kuşakların sorunlarına cevap verme olanağını ortadan kaldırmakla esasen kendisi değiştirilemez hükümleri işlevsiz hale getirmektedir.” Yani Kılıç resmen kararı belirleyen AYM çoğunluğunu darbelere kapı açarak anayasa suçu işlediği tehdidini ima yoluyla zikrediyor.
AYM’nin dört üyesi içerik denetiminin yapılmaması lehinde oy kullanmış ve bunlardan Haşim Kılıç liderliğindeki üçlü üye içerik denetiminin mevcut Anayasa’ya göre mümkün olmadığını iddia etmiş, yani Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le ayni görüşü paylaşmış.
KALELİ’NİN GÖRÜŞÜ SOYUT
Dördüncü üye Kaleli ise evrensel anayasa hukuku anlayışına son derece soyut, hatta bir anlamda bir anayasa uzmanına değil, ancak sivil toplum kuruluşlarına yakışır mahiyette ütopik sayılabilecek bir gerekçeyle içerik denetimine karşı çıkmış. Kaleli “kurucu irade” kavramı yerine “hukuk devleti” tanımından yola çıkarak “Anayasa’nın temel aldığı korunan siyasal tercih alanına ve ilkelerine ilk bakışta görülebilir açık bir aykırılık taşıyan ya da telafisi imkansız bir zarar meydana getiren değişikliklerin içerik denetimi yapılarak iptal edilmesi gerektiği,” görüşünü savunmuş, çünkü bu nitelikteki değişikliklerin “Temel hukuk devleti ilke ya da düzenini açıkça ihlal eden veya yok sayan, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına sessiz kalmış, insan onurunu rencide eden hukuksuz bir kaynağı referans alan, eşitsizlik yaratmaya yönelik, asgari demokrasi tanımı kapsamı dışında denetimsiz bir alan yaratma amaçlı ya da hukuksuzluk odaklı düzenlemeler,” niteliğinde olacağı görüşünü ileri sürmüştür. Bu görüşlerden hareketle üye Kaleli incelediği anayasa değişikliklerinde bu nitelik ve amaçlardan hiçbirinin mevcut olmadığına kanaat getirmiş ve dolayısı ile içerik denetimine girilemeyeceğini, girilmemesi gerektiğini savunarak oyunu ona göre kullanmış. Özet olarak Sayın Kaleli’nin görüşleri öyle ütopik ki, neredeyse kendisini “hukuk devleti” ile özdeşleştirerek “kurucu irade” yerine koyuyor, farkında değil. Esasında AKP yandaşları bu bürokratik zihniyeti kullanarak tartışmayı kolayca saptırıyor ve evrensel anayasa hukukunun temeli olan “kurucu irade” ilkesini arka kapıdan delmeye yelteniyor.
KURUCU İRADE
“Kurucu irade” kavramı ulus-devlet kavramının olmazsa olmaz şartıdır. Bugün yazılı olmayan İngiliz Anayasası’na temel teşkil eden Magna Carta ve daha sonraki 1668 “Muhteşem Devrimi” hiç değiştirilmeden içtihatlarla aradan geçen zaman içindeki sosyal değişimleri yorumlayabilmiş ve geçerliliğini muhafaza edebilmiş, fakat İngiliz devletinin ana yapısı, monarşi dahil, muhafaza edilmiştir. ABD anayasası da kolonist İngiltere’ye başkaldıran göçmenler tarafından yazılmıştır. ABD başka ülkelerde halkların ayrılma hakkını teşvik ederken kendi anayasasında ayrılma eyleminin cezası idamdır. Keza Alman ve Japon anayasaları 2. Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvveti ABD tarafından yazılmış olup, hala muhafaza edilmektedir, çünkü o ülkelerde “kurucu irade” ABD ordusudur. Britanya Milletler Topluluğu ülkelerinin tümünün anayasaları “kurucu irade” İngiltere tarafından yazılmıştır ve hepsinin devlet başkanı İngiliz Kraliçesidir. Kanada’da Quebec halkının ayrılma teşebbüsü nasıl bastırılmıştır, hatırlayalım. “Kurucu irade” cunta da olabilir, işgal ordusu da veya tercih ederseniz Atatürk’ün yaptığı gibi halk devrimidir. Onun içindir ki Türkiye’de “kurucu iradeye” kafa tutmak isteyen, ancak buna cesaret edemeyen iktidarlar “Benim iki gömleğim var; biri selamlık, öbürü idamlık,” der durur. O nedenle Baykal zamanında “kurucu irade” olmaya heveslenenlere “Beyaz gömleğini giyer, meydanlara çıkar, yaparsın yapabiliyorsan,” diye politik meydan okumuştur. Eğer AKP gerçekten yeni bir kurucu irade oluşturup anayasamızı cuntanın tüm anti-demokratik kalıntılarından temizlemek isteseydi bunu tüm parlamentoyu ve kamuoyunu harekete geçirerek gayet kolay yapabilirdi. Buna ne AYM ne de HSYK bir şey diyebilirdi. O zaman sıradan hukuk düzenlemeleri olan veya zaten anayasanın “Sosyal Hukuk Devleti” ilkesinin gereği olan o kadar lüzumsuz kamuflaj maddesine gerek duymazdı.
KURUCU İRADE DEĞİŞİMİ
Şimdi Türkiye’de AB gizli gizli, bu tür ufak değişikliklerle kendisini “kurucu irade” yapmak istiyor, işin özü bu. Şu an önerilen değişiklikler sadece başlangıç. Eğer bunlar kabul edilirse AB sermayesi AYM’den hiçbir engelle karşılaşmadan ülke ekonomisini tümden ele geçirebilecek, Türkiye’nin idari yapısını kendisinin kolayca kontrol edebileceği şekilde yeniden düzenleyecek, ülkeyi “Kürt Açılımı” ile birlikte otonom eyaletlere bölecek, yeraltı, yerüstü kaynaklarının hakimi olacaktır. Hiç kuşkumuz olmasın bu, savaşla hayata geçirilemeyen Sevr’in “anayasal yollardan” zaferidir. Bu çerçevede TSK da ulusal ordu olarak yok olacaktır. AB’ye alınan merkez dışı ülkelerin başına gelenlere bakanlar bunları net olarak görür.
Türkiye’de son kurucu irade beğenelim, beğenmeyelim askeri darbe cuntası olduğu için bu evrensel anayasa hukuku kavramı Türkiye’de rejimi değiştirmek isteyenler buna dört elle sarılmakta, gizli amaçlarını darbe karşıtlığı, demokrasi söylemi arkasına saklamaktadır. O nedenle hukusal geçerliliği hiç olmamasına rağmen Anayasa’nın 15’inci maddesi ile ilgili değişiklik referanduma sunulmaktadır. Bu önerinin amacı yaptırım olamayacağına göre, asıl amaç kendilerinin değiştirmeyi beceremediği “kurucu iradeyi” halka değiştirtmektir.
Yani eğer referandumda “evet” çıkarsa TSK’ya dönüp “Bak gördün mü, halk artık seni kurucu irade olarak tanımıyor. Dolayısı ile bundan sonra kurucu irade benim, o nedenle şimdi ben kendi anayasamı yapacağım Hey Anayasa Mahkemesi, sen de n sonra kurucu irade olarak beni dinleyeceksin.”
AYM’nin yedi üyesi son görevini yaptı, ancak referandumu önleyemedi. Şimdi görev halkta... Kurucu irade içimizden mi çıkacak, yoksa AB’mi olacak, ona karar verilecek. Ha, bu arada siz bakmayın bize bunu empoze edenlere. AB’nin merkez ülkelerinin hiçbiri AB’yi bu anlamda kurucu irade olarak tanımıyor. Bir tek İngiltere bu konuda dürüst ve bunu açıkça söylemekten çekinmiyor.
REFERANDUMUN ALTINDAKİ GİZLİ AMAÇ
İki kıdemli bakanın bu zıt yorumu ya halkın kafasını karıştırmak için taktiksel bir çaba olabilirdi veya bakanlar AYM’sinin kararını tam anlamamışlardı. Veya bakanlardan biri gizli planı bilirken diğeri bundan habersizdi.
AÇIĞA ÇIKTI
AYM’sinin kararının gerekçesi açıklanınca gizli plan ortaya çıktı. Mahkeme üyelerinin içerik denetiminin yapılıp yapılamayacağı, eğer yapılacaksa hangi koşullarda yapılabileceği konusundaki tartışmaları kendilerini üç gruba bölmüş. Karar, Anayasa değişikliklerinin Anayasa’nın değiştirilemeyecek nitelikteki ilk üç maddesine aykırı olamayacağı ve bu değiştirilemeyecek maddeleri sayan 4. Maddesi’nin de değiştirilemeyeceği yönünde oy kullanan yedi üye tarafından belirlenmiş. Böylece 1982 Anayasası’nın değiştirilemez maddelerinin dokunulmazlığı türban davasından sonra bir daha onaylanmış oluyor. Türban davasında değiştirilemez maddelerinin dolaylı yoldan da olsa değişimi anlamına gelecek tasarrufların AYM tarafından reddedileceği ilkesi kabul görmüştü.
Karara damgasını vuran yedi üye Anayasaların temel ilkelerinin “Asli Kurucu İktidar”lar tarafından tayin edilebileceğini, 1961 Anayasası’nı tamamen yürülükten kaldırarak yeni bir Anayasa yapıp halk oylamasına sunan 12 Eylül askeri rejiminin de bu nitelikte bir iktidar olarak ilkeleri belirlemiş olduğunu savunuyor. Kararda, Anayasa değişikliklerini yapan Meclis çoğunluğunun ise “tali iktidar” olduğu ve o bakımdan asli iktidarın belirlemiş olduğu kurallara uymak zorunda bulunduğu belirtiliyor ve bu anlamda “Hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun sırf sayısal çoğunluğun gücüyle geçerli kılınmasının gerekçesi olamaz. Anayasa değişikliklerinin içerik yönünden denetimi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerinin doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı veya içeriklerinin boşaltılarak anlamsız hale getirilip getirilmediğine yönelik ve bununla sınırlı denetim olması gerekir.” deniliyor
HAŞİM KILIÇ’IN GÖRÜŞÜ
AYM başkanı Haşim Kılıç ise kendisinin hukukçu olmadığının sanki altını çizmek istermişçesine yukarıdaki evrensel kabul görmüş anayasa hukuku anlayışına son derece hukuk dışı, ancak sıradan bir kişinin yapabileceği bir yorumla karşı çıkmış. Kılıç karşı görüşünü şu şekilde ifade etmiş: ”Anayasanın değiştirilemez kuralları dinamik bir dönüşüme tabi tutulmadığı takdirde tıkanan hukuksal yollar nedeniyle demokrasi dışı girişimlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. [AYM’nin] Çoğunluk görüşü anayasanın gelecek kuşakların sorunlarına cevap verme olanağını ortadan kaldırmakla esasen kendisi değiştirilemez hükümleri işlevsiz hale getirmektedir.” Yani Kılıç resmen kararı belirleyen AYM çoğunluğunu darbelere kapı açarak anayasa suçu işlediği tehdidini ima yoluyla zikrediyor.
AYM’nin dört üyesi içerik denetiminin yapılmaması lehinde oy kullanmış ve bunlardan Haşim Kılıç liderliğindeki üçlü üye içerik denetiminin mevcut Anayasa’ya göre mümkün olmadığını iddia etmiş, yani Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le ayni görüşü paylaşmış.
KALELİ’NİN GÖRÜŞÜ SOYUT
Dördüncü üye Kaleli ise evrensel anayasa hukuku anlayışına son derece soyut, hatta bir anlamda bir anayasa uzmanına değil, ancak sivil toplum kuruluşlarına yakışır mahiyette ütopik sayılabilecek bir gerekçeyle içerik denetimine karşı çıkmış. Kaleli “kurucu irade” kavramı yerine “hukuk devleti” tanımından yola çıkarak “Anayasa’nın temel aldığı korunan siyasal tercih alanına ve ilkelerine ilk bakışta görülebilir açık bir aykırılık taşıyan ya da telafisi imkansız bir zarar meydana getiren değişikliklerin içerik denetimi yapılarak iptal edilmesi gerektiği,” görüşünü savunmuş, çünkü bu nitelikteki değişikliklerin “Temel hukuk devleti ilke ya da düzenini açıkça ihlal eden veya yok sayan, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına sessiz kalmış, insan onurunu rencide eden hukuksuz bir kaynağı referans alan, eşitsizlik yaratmaya yönelik, asgari demokrasi tanımı kapsamı dışında denetimsiz bir alan yaratma amaçlı ya da hukuksuzluk odaklı düzenlemeler,” niteliğinde olacağı görüşünü ileri sürmüştür. Bu görüşlerden hareketle üye Kaleli incelediği anayasa değişikliklerinde bu nitelik ve amaçlardan hiçbirinin mevcut olmadığına kanaat getirmiş ve dolayısı ile içerik denetimine girilemeyeceğini, girilmemesi gerektiğini savunarak oyunu ona göre kullanmış. Özet olarak Sayın Kaleli’nin görüşleri öyle ütopik ki, neredeyse kendisini “hukuk devleti” ile özdeşleştirerek “kurucu irade” yerine koyuyor, farkında değil. Esasında AKP yandaşları bu bürokratik zihniyeti kullanarak tartışmayı kolayca saptırıyor ve evrensel anayasa hukukunun temeli olan “kurucu irade” ilkesini arka kapıdan delmeye yelteniyor.
KURUCU İRADE
“Kurucu irade” kavramı ulus-devlet kavramının olmazsa olmaz şartıdır. Bugün yazılı olmayan İngiliz Anayasası’na temel teşkil eden Magna Carta ve daha sonraki 1668 “Muhteşem Devrimi” hiç değiştirilmeden içtihatlarla aradan geçen zaman içindeki sosyal değişimleri yorumlayabilmiş ve geçerliliğini muhafaza edebilmiş, fakat İngiliz devletinin ana yapısı, monarşi dahil, muhafaza edilmiştir. ABD anayasası da kolonist İngiltere’ye başkaldıran göçmenler tarafından yazılmıştır. ABD başka ülkelerde halkların ayrılma hakkını teşvik ederken kendi anayasasında ayrılma eyleminin cezası idamdır. Keza Alman ve Japon anayasaları 2. Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvveti ABD tarafından yazılmış olup, hala muhafaza edilmektedir, çünkü o ülkelerde “kurucu irade” ABD ordusudur. Britanya Milletler Topluluğu ülkelerinin tümünün anayasaları “kurucu irade” İngiltere tarafından yazılmıştır ve hepsinin devlet başkanı İngiliz Kraliçesidir. Kanada’da Quebec halkının ayrılma teşebbüsü nasıl bastırılmıştır, hatırlayalım. “Kurucu irade” cunta da olabilir, işgal ordusu da veya tercih ederseniz Atatürk’ün yaptığı gibi halk devrimidir. Onun içindir ki Türkiye’de “kurucu iradeye” kafa tutmak isteyen, ancak buna cesaret edemeyen iktidarlar “Benim iki gömleğim var; biri selamlık, öbürü idamlık,” der durur. O nedenle Baykal zamanında “kurucu irade” olmaya heveslenenlere “Beyaz gömleğini giyer, meydanlara çıkar, yaparsın yapabiliyorsan,” diye politik meydan okumuştur. Eğer AKP gerçekten yeni bir kurucu irade oluşturup anayasamızı cuntanın tüm anti-demokratik kalıntılarından temizlemek isteseydi bunu tüm parlamentoyu ve kamuoyunu harekete geçirerek gayet kolay yapabilirdi. Buna ne AYM ne de HSYK bir şey diyebilirdi. O zaman sıradan hukuk düzenlemeleri olan veya zaten anayasanın “Sosyal Hukuk Devleti” ilkesinin gereği olan o kadar lüzumsuz kamuflaj maddesine gerek duymazdı.
KURUCU İRADE DEĞİŞİMİ
Şimdi Türkiye’de AB gizli gizli, bu tür ufak değişikliklerle kendisini “kurucu irade” yapmak istiyor, işin özü bu. Şu an önerilen değişiklikler sadece başlangıç. Eğer bunlar kabul edilirse AB sermayesi AYM’den hiçbir engelle karşılaşmadan ülke ekonomisini tümden ele geçirebilecek, Türkiye’nin idari yapısını kendisinin kolayca kontrol edebileceği şekilde yeniden düzenleyecek, ülkeyi “Kürt Açılımı” ile birlikte otonom eyaletlere bölecek, yeraltı, yerüstü kaynaklarının hakimi olacaktır. Hiç kuşkumuz olmasın bu, savaşla hayata geçirilemeyen Sevr’in “anayasal yollardan” zaferidir. Bu çerçevede TSK da ulusal ordu olarak yok olacaktır. AB’ye alınan merkez dışı ülkelerin başına gelenlere bakanlar bunları net olarak görür.
Türkiye’de son kurucu irade beğenelim, beğenmeyelim askeri darbe cuntası olduğu için bu evrensel anayasa hukuku kavramı Türkiye’de rejimi değiştirmek isteyenler buna dört elle sarılmakta, gizli amaçlarını darbe karşıtlığı, demokrasi söylemi arkasına saklamaktadır. O nedenle hukusal geçerliliği hiç olmamasına rağmen Anayasa’nın 15’inci maddesi ile ilgili değişiklik referanduma sunulmaktadır. Bu önerinin amacı yaptırım olamayacağına göre, asıl amaç kendilerinin değiştirmeyi beceremediği “kurucu iradeyi” halka değiştirtmektir.
Yani eğer referandumda “evet” çıkarsa TSK’ya dönüp “Bak gördün mü, halk artık seni kurucu irade olarak tanımıyor. Dolayısı ile bundan sonra kurucu irade benim, o nedenle şimdi ben kendi anayasamı yapacağım Hey Anayasa Mahkemesi, sen de n sonra kurucu irade olarak beni dinleyeceksin.”
AYM’nin yedi üyesi son görevini yaptı, ancak referandumu önleyemedi. Şimdi görev halkta... Kurucu irade içimizden mi çıkacak, yoksa AB’mi olacak, ona karar verilecek. Ha, bu arada siz bakmayın bize bunu empoze edenlere. AB’nin merkez ülkelerinin hiçbiri AB’yi bu anlamda kurucu irade olarak tanımıyor. Bir tek İngiltere bu konuda dürüst ve bunu açıkça söylemekten çekinmiyor.
REFERANDUMUN ALTINDAKİ GİZLİ AMAÇ