_wishy_
New member
- Katılım
- 19 Haz 2006
- Mesajlar
- 23
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
1940’larda cazdan swinge geçiş başlar. 50’lerde sanatta pop art hüküm sürmektedir. Pop art’a paralel olarak pop müzik kendini göstermeye başlar. Sanayileşme, müziği de bir endüstriye dönüştürme yolundadır. İşin doğası gereği, tüketim gündeme girer usulca. Cazdan ritm ve çığlıkları araklayarak, “Far West” folklorundan da şiirleri ve basit melodileri yanına katıp yeni bir müzik türü yaratılır, tüketilsin diye…
Pop müzik ilk ilahını 1954’te sunar: Bill Haley . Rock’n roll’un öncüsü Haley’i Elvis ve Beatles izler. Bu arada zenci müziği de rhythm & blues şekliyle James Brown’ı ortaya çıkarır. Müziğe destek, dans türlerinden gelmektedir (twist, jerk vs…). Popüler müziğin iki dev grubu da kısa süre içinde kendini gösterir: Rolling Stones ve Pink Floyd.
Frenk illerinde bunlar yaşanırken, ülkemizde her zaman ve her konuda olduğu gibi farklı bir seyir izlendiğini görüyoruz. Gerçi matbaa,tüketici hakları vs.. gibi alanlar yüzyıl geriden gelirken pop müziğin çok daha gerekli bi meretmişçesine koşturarak geldiği açıktır.
60’larda swing,rumba,twist vs..eşliğinde eğlenen “Beyaz Türk” bir azınlık İstanbul müzikhollerinde boy göstermektedir. Yurdum insanı bu sıra cazbandlarla tanışır. Özdemir Erdoğan caz grubuyla adını duyurmaya başlamıştır. Geleceğin acılı Orhan Abi’si Orhan Gencebay, caz trompetçisi olarak gruplarda çalışmaktadır. Ecnebi memleket görmüş sosyetemizin genç fertleri, Elvis ve Beatles‘tan haberdardırlar. Bu dönemin en popüler müzik türü ise tangolardır. İkili ilişkilerde “evinde gitarın var mı? Gidelim öyleyse” diye başlayıp, eve gelindiğinde “ pantolonunu çok sevdim, çıkar onu bebeğim” diye süren ve “bandıra bandıra ye beni” şekliyle sonuçlanan süreç henüz başlamadığından, iş bitiricilikten uzak- ki Turgut Özal henüz başbakan olmamıştır- beceriksiz delikanlılar, papatya gibi beyaz ve ince hatunlara kemanlarıyla bir ses vermeye çabalamaktadırlar. Sanırım pop müziğin çıkış nedeni de budur. E, hatun yıllarca elemanın keman partisyonlarını dinlemekten sıkılıp, eyleme geçmesini talep edecektir doğal olarak . Bir nevi fast food istemi söz konusu.
Erol Büyükburç yerli Elvis muamelesi görmekteyken 70’lere gelinir. Eski aile fotoğraflarında gördüğünüz, İspanyol paça pantolonlu (acaba gerçekten İspanyollar bu denli zevksiz mi giyinmekte?) , favorileri ve saçları uzun, koca yakalı gömlekli ve epa topuklu ayakkabılar giyen kişiler sandığınız gibi Marslı falan olmayıp, 70’ lerin çılgın! gençliğidir. Batıda “savaşma-seviş” dönemi yaşanırken, ülkemize yansıması -haberleşme ağının azizliğinden olsa gerek- “savaş-sevişme” olarak ortaya çıkar. Sağ-sol çatışmaları patlak verir, haliyle sevişme kısmı da “evlenmeden olmaz” şeklinde zuhur ettiğinden, bizde olay kıyafetle sınırlı kalır.
Rock’n roll ve caz uyarlamaları dışında yeni bir türden söz edilmeye başlanır: Aranjman. Bir kısım genç arkadaşın doğal olarak “ bir çeşit karma çiçek sepeti” falan gibi algılayacağı bu terim, aslında bir müzik terimidir (ya da en azından ülkemizde öyle sanılmaktadır). Yabancı bestecilerin müzikleri üzerine çukulata renkli söz yazarlarının ezgiler attırmasıyla oluşan kolaja tahminen bir çiçekçinin “ ne lan bu böyle aranjman gibin” demesiyle yeni türümüze kavuşmuş oluruz. Ajda Pekkan sinemadaki inanılmaz yeteneğini müziğe de yansıtmaya karar verir- bkz. Banu Alkan sendromu-. (Bir kısım okurun sinirli halini yatıştırmak için not: Haklısınız bu iki sanatçımızı kıyaslamak biraz adaletsiz oldu; Ajda, Banu’ dan daha çekiciydi.)
Dönemin en dikkati çeken akımı : Anadolu Pop‘tur. Haramiler, Apaşlar, Moğollar -ya hakkaten niye hep savaşçı kabileler olarak çıktı bu guruplar-,Üç Hürel, Cem Karaca, Barış Manço dönemin yüz aklarıdır. Anadolu mortifleriyle çağdaş batı müziği soundunu birleştirip özgün bir türe imza attılar. Rock müziğin birebir temsilcisi Erkin Koray’dır (daha sonra abileşen Orhan Gencebay’ın albümlerinde gitar çalması , bu özelliğini lekelemez). Bir diğer sıçrama ise protest müzikte yaşanır. Bağlamanın eşliğinde “karşı” şarkılar yapan Ruhi Su, Sadık Gürbüz, Rahmi Saltuk, Selda ve sonradan batı formlarını tercih edecek olan Zülfü Livaneli protest müziğin lokomotifleri olurlar. Çok sesli batı müziğini söyleyeceklerini aktarmada kullanan tek protest müzisyen Timur Selçuk olur. Timur Selçuk, ses rengi olarak çok bi şey ifade etmese de, ses eğitiminden gelen nefis yorumculuğu ve babasından kalıtsal olarak taşıdığı besteciliğin hakkını tam anlamıyla veren bir sanatçı olmasıyla dönemin en önemli kişisidir kanımca.
70’ler Türkçe Sözlü Çağdaş Batı Müziği’nin en ilginç dönemidir gerçekten. Yukarıda özetle değindiğimiz türlere ek olarak Hakkı Bulut ve Orhan Gencebay ile kendini göstermeye başlayan “ arabesk” - ki bu da resim sanatındaki akımla ilgisi olmayan, başka bir uyduruk kelimedir- ilk nüvelerini verir.
70’li yılların ortalarına gelindiğinde, Tv evlere girmeye başlamış, Kıbrıs Fatihi Ecevit kadar sevdiğimiz yeni bir kahramana kavuşmuştuk: Kaçak Dr. Kimbıl. Tv nin tek olumsuz etkisi, sabah 04.00 civarında Muhammed Ali ile Freyzır’ın boks maçlarını ABD’ den naklen vererek, babalarımızın baskısıyla sabahın ama vakti bu salakça olayı izlemek zorunda kalışımızdı. Eurovizyon Şarkı Yarışması diye bir şey ülke gündemine oturmaya başlar aynı zamanlarda. Birden müzik piyasasındaki hemen herkes şarkılarını yarıştırma hevesine kapılır (“biz şarkılarımızı yarıştırmayız” diyen Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil istisnadır).
O dönemlerde ülkemizi temsilen yabancı ülkelere giden devlet adamlarının yanında Müşerref Akay’ın götürülmesi henüz bir gelenek değildi. Türkiye’nin bir cennet olduğu iddiasının ülke müziğini temsil etmek adına yeterli olmadığı günlerdi, bu nedenle Modern Folk Üçlüsü gibi gerçekten önemli gruplar ve müzisyenler bu işlerde görevlendirilirdi.
70’lerde iz bırakan başka kimler vardır? Davudi sesi ve inanılmaz müzik kültürüyle; Tanju Okan, romantizmin kadife sesi; Alpay, sol tandanslı müziğin mütevazi ama ödünsüz sanatçısı; Edip Akbayram, dikkate değer bir yeni gurup; Mazhar-Fuat-Özkan, güvenlik güçlerinin kadrolu methiyecisi Ersen ve Dadaşlar.
80’li yıllara geçerken aranjman denilen zırvalık yerini “Türk Hafif Müziği” olarak adlandıran başka bir şabalaklığa bırakır. Hoppala!!! Yine garip bir tanımlama. Müziğin hafifliği , melodilerde yer alan nota ve akorların mezur başına düşen kütlesel ağırlığı mıdır? gibi yersiz ve anlamsız düşünceleri bir kenara bırakarak bu türde kimler vardı onlara göz atalım. İlk akla gelen isimler; Sezen Aksu, İlhan İrem, Nilüfer, Nükhet Duru, Asu Maralman, Nur Yoldaş, İskender Doğan, Salim Dündar, İbo, Selçuk Ural, Neco , Aylin Urgal, Ayla Dikmen, Işıl German, Esmeray, Yasemin Kumral, Füsun Önal ve Erkut Taşkın. Bir kısmı 70 lerin başından beri müzikle uğraşırken bir çoğu da yeni gençlerdir. Özdemir Erdoğan da hafif müzik dünyasında yerini almıştır. Bu türün bayraktarlığını dönemin tek müzik dergisi yapar: HEY. Türk müzik tarihin şu ana dek yayınlanan en etkili dergisidir, Hey. Bizler, şimdilerde Top-10 falan denilen gözde şarkıcılar ve şarkılar sıralamasını öğreniriz Hey’den. Elbette kim, kiminle, nerede, ne yapmış oyununu da.
1980. Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli milatlarından biri. Her konuda olduğu gibi müzikte de çalkantılar yaşanır. Sol şarkıcılar yabancı ülkelere kaçmak zorunda kalırlar. Müzik tamamıyle hafifler. Bizler de hafif müzik tanımlamasının sebebi hikmetini öğreniriz usulca. Basit ritmleri, boş sözlerle kaynaştırıp, sanatçı ağırlığından uzak-seksapeli yüksek kız ve oğlanlara söylettiğinizde müziğin hafiflediğini göreceksiniz. Zaten her anlamda “light” bir dönemdir 80’lerin ilk yarısı. Futbol, arabesk müzik ve kakara kikiri üzerine kurulu, siyaset ve okumaktan uzak , izlemeye endekslenmiş bir nesil boy gösterir.Üretilen tüm şarkılar aşk ve eğlence üstünedir. Bu nedenledir ki o yıllarda büyüyen bir nesil, aşkı yaşamakta hala güçlük çekmektedir. Aşkı öldürürler el birliğiyle, niteliksiz şarkılarında “aşk, aşk, aşk…” şeklinde geviş getirerek. Eğlence anlayışından söz etmek bile yersiz: Nevrotik.
80’li yılların ikinci yarısına doğru bir hareket başlar. Yeni Türkü, Şilili protest grup İnti İllimani’ye öykünerek- ki Yeni Türkü, aslında bu grubun yarattığı bir akımın adıdır zaten- iyi bir çıkış yapar. Aslında ilk albümleri biraz aranjmanları anımsatmaktadır, Yunanlı bestecilerin müziklerine Türkçe sözler yazılarak oluştuğundan. Grubun lideri görünümündeki Derya Köroğlu daha sonraki yıllarda da aynı adla ama değişen grup elemanlarıyla çalışmalarını bu güne dek sürdürür. Emin İgüs ve Nadir Göktürk’ün öncülüğünde kurulan Ezginin Günlüğü, daha Anadolulu bir soundla yola çıkar. Son derece değişik tatlarda albümler yaparlar. Bu gün de varlığını sürdüren grup, artık hem elemanları yönünden hem de tarz olarak bir hayli değişime uğramıştır. 80’ lerin bir diğer ilginç grubu -ki bu dönemde grup müziği ön plandadır- Gündoğarken’dir. Amca ve yeğen Şeşenler’in oluşturduğu Gündoğarken, müzikal oyunlara yazdıkları birbirinden güzel protest şarkılarla ilk olarak karşımıza çıkarken, daha sonra albümlerinde liseli romantik kızları hedef kitlesi seçmiş gibidir. Gündoğarken hala “aşka doğru” şarkılar yapmayı sürdürmekte.
O günlerin bizce en ilgi çekici grubu Mozaik’tir (Her nedense bu ilgi müzikseverler tarafından esirgenmiştir.) Mozaik, grup müziği alanında ülkemizdeki bir kaç doruktan biridir. Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Bülent Somay, Mehmet Taygun gibi (yazar diğer elemanların isimlerini anımsayamadığında “gibi” sözcüğüyle bu işten yırtarım sanmaktadır) yetkin müzisyenlerden kuruludur. Dönemin özelliklerinden biri olan, eğitim düzeyi yüksek müzisyenler Mozaik’te de karşımıza çıkar. Sosyalist Zemin, Akıntıya Karşı gibi (bu sözcüğü bulan kim ya? Aferin..) dergilerde yazan Bülent Somay, tam bir piyano virtüözü olan Ayşe Tütüncü grubun çizgisinde önemli söz sahibidirler. Ayşe Tütüncü adına bir çok caz albümünde rastlamak mümkün (aklıma ilk gelenler; Mehmet Güreli ile “Vaprular Blues” ve şu an yeni grubuyla çıkardığı harika albüm).
Mozaik, ilk olarak bir double albüm çıkarır. Bu albümde bildik dünya müzisyenlerinin bildik şarkılarını yorumlarlar. Bir konser albümüdür aslında “ Ölümden Önce Bir Hayat Vardı”. Asıl Mozaik ikinci albüm olan “Ardından” ile ortaya çıkar. Caz, rock, new age gibi türlerin çevresinde gezinen albüm genellikle sözsüz parçalardan oluşmaktadır. Daha sonra çıkardıkları “Çook Alametler Belirdi” grubun söze de önem verdiği bir albüm olur. Son albümleri “Plastik Aşk” ile sessizce dağılır grup. Protest müziği sloganlaştırmadan ve kör gözüm parmağına moduna girmeden yapan ve müzikalite açısından özgünlüğünü koruyabilen bir gruptu Mozaik. Şimdilerde eski türküleri elektrikli gitarla taciz eden gruplara Kim Bunlar denilmesi doğal. Mozaik bir grupsa, bugün grup iddisıyla çıkanlara sormak boynumuzun borcu: kim bunlar?
80’li yıllara ilişkin söz edilmesi gereken son grup, Bulutsuzluk Özlemi. Aslında 70’lerde de müzikle uğraşan Nejat Yavaşoğulları tarafından kurulan Bulutsuzluk Özlemi, protest rock alanında günümüze dek özgün bir yer edinir (benim saçlarım da uzadığında Nejat Yavaşoğulları’nınkine benziyo ve arkadaşlarım tarafından estetik bozukluğa neden olduğu gerekçesiyle zorla kestirtiliyor. Nejat’ın sanırım arkadaşı yok ya da benimkiler beni kıskanıyor)
Her ne kadar Moğollar artık yoksa da ve Cem Karaca 80’lerin başında Almanya’da tiyatroculuğa soyunmuşsa da, Barış Manço, Erkin Koray ve Mazhar-Fuat-Özkan (kısa bir dönem andropozun etkisiyle MFÖ haline girip çıkarak) hala dinlenilmektedir. Modern Folk Üçlüsü, modernizasyonunu tamamlayamayıp dağılmış, iş adamı, diş hekimi ve Doğan Canku olarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
80’ler geçmiş dönemde genç şarkıcı pozisyonundaki popçuların saltanatına sahne olur. Ajda Pekkan bu dönemde kendini süperstar ilan eder, yiyenler de olur. Nilüfer, Sezen Aksu ve Nükhet Duru artık en verimli çağlarındadırlar. Erkek popçuların temsilciliğini Barış Manço ve Kayahan yapar. Yan kulvarda arabesk yavaş yavaş erimekte, yerini arabeskleşen popa bırakmaktadır. Bu ortamda Sezen’in vokalistleri teker teker piyasaya çıkar. Aşkın Nur Yengi ve Harun Kolçak’ la başlayan bu fırlama harekatı sonraki yıllarda da sürecektir.
Bu arada Zülfü Livaneli ülkeye dönüş yapmış ADA isimli bir albümle döneme damgasını vurmuştur. Her ne kadar vokalist patlaması Sezen’e atfedilse de Zülfü’nün vokalistleri ilk azat edilenlerdir aslında: Sevingül Bahadır, Emel Müftüoğlu ve Erdal.
Cem Karaca, ülke özlemine dayanamayarak Almanya’dan kesin dönüş yapar. Turgut Özal’ın elini öperek dönüşünü somutlar (“döndüm baba, döndüm işte oh be!” diyerek işçi sınıfına inceden bir ihanet mesajı da yollar).
…Ve 90’lı yıllar. Pop müzik artık traji-komik bir hal almıştır.İlhan İrem’in deyişiyle “tingildek” bir durumda, müzikte yozlaşmanın sözlük anlamı haline gelmiştir. İsim anmak, kent telefon rehberini taramak kadar zorlaşır. Her hafta yeni bir kaç pop şarkıcısı piyasaya dalar. Bir o kadarı da silinir. Tayfun, Tarkan, Burak Kut, Mustafa Sandal ve Hakan Peker ile başlayan bu sürat halen sürmekte olduğundan ve artık bu bölümlere hepimiz tanık olduğumuzdan fazla uzatmaya geerek yok. İşin özeti şu, şarkıcı kızlarımız güzel ve seksi, oğlanlarımız oynak ve güzel (yakışıklı olanlar da yok değil). Bu arada son kertede eğlence hayatında gay veya gay görünümlü şarkıcılar hüküm sürmeye başlar. Transparan giyinip, makyaj yapmayan adama adam denmemekte, hatta ne denmesi gerektiği konusunda zorlanılmaktadır.
90’larda pop, arabesk, halk müziği ve sanat müziği kavramları birbiriyle örtüşmüş ve özetle acaip bir tingildek müzik egemen hale gelmiştir. İyi bi şeyler yok mu? Var elbete. Akıllarda kalacağını düşündüğüm nefis bir vokal; Sertab Erener, gerçek bir pop idolü olmak için tüm donanıma ve iyi bir sese sahip; Tarkan, hala rock yapmaya çalışan ; Şebnem Ferah, bu dönemin kanımca en ayrıksı sarkıcısı; Candan Erçetin, Cem Karaca ekolünün ardılı; Haluk Levent ile Kıraç ve Cemal Süreya okuyan bildiğim tek popçu; Yaşar. Diğerlerinden kalıcı olacakları birlikte göreceğiz nasılsa.
Şu kısa ve subjektif tarihçenin özüne gelirsek: Müzik adına yaşamını ortaya koyan birileri olduğunu unutup, seksapele ödün verdiğimiz sürece bu saçmasapan yazının devamı gelecektir. Timur Selçuk, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ve Doğan Canku gibiler de Don Kişot tadında, bin yıl sonra hala şarkılarını söyleyecektir. Size ve müziğe saygısı olanları , emek verenleri dışlayıp güzel memeli şarkıcıları tercih etmeyi sürdürmekse niyetiniz Dr. Bilal sizi tedavi eder, dert etmeyin.
BU YAZI BİR ALINTIDIR...
Pop müzik ilk ilahını 1954’te sunar: Bill Haley . Rock’n roll’un öncüsü Haley’i Elvis ve Beatles izler. Bu arada zenci müziği de rhythm & blues şekliyle James Brown’ı ortaya çıkarır. Müziğe destek, dans türlerinden gelmektedir (twist, jerk vs…). Popüler müziğin iki dev grubu da kısa süre içinde kendini gösterir: Rolling Stones ve Pink Floyd.
Frenk illerinde bunlar yaşanırken, ülkemizde her zaman ve her konuda olduğu gibi farklı bir seyir izlendiğini görüyoruz. Gerçi matbaa,tüketici hakları vs.. gibi alanlar yüzyıl geriden gelirken pop müziğin çok daha gerekli bi meretmişçesine koşturarak geldiği açıktır.
60’larda swing,rumba,twist vs..eşliğinde eğlenen “Beyaz Türk” bir azınlık İstanbul müzikhollerinde boy göstermektedir. Yurdum insanı bu sıra cazbandlarla tanışır. Özdemir Erdoğan caz grubuyla adını duyurmaya başlamıştır. Geleceğin acılı Orhan Abi’si Orhan Gencebay, caz trompetçisi olarak gruplarda çalışmaktadır. Ecnebi memleket görmüş sosyetemizin genç fertleri, Elvis ve Beatles‘tan haberdardırlar. Bu dönemin en popüler müzik türü ise tangolardır. İkili ilişkilerde “evinde gitarın var mı? Gidelim öyleyse” diye başlayıp, eve gelindiğinde “ pantolonunu çok sevdim, çıkar onu bebeğim” diye süren ve “bandıra bandıra ye beni” şekliyle sonuçlanan süreç henüz başlamadığından, iş bitiricilikten uzak- ki Turgut Özal henüz başbakan olmamıştır- beceriksiz delikanlılar, papatya gibi beyaz ve ince hatunlara kemanlarıyla bir ses vermeye çabalamaktadırlar. Sanırım pop müziğin çıkış nedeni de budur. E, hatun yıllarca elemanın keman partisyonlarını dinlemekten sıkılıp, eyleme geçmesini talep edecektir doğal olarak . Bir nevi fast food istemi söz konusu.
Erol Büyükburç yerli Elvis muamelesi görmekteyken 70’lere gelinir. Eski aile fotoğraflarında gördüğünüz, İspanyol paça pantolonlu (acaba gerçekten İspanyollar bu denli zevksiz mi giyinmekte?) , favorileri ve saçları uzun, koca yakalı gömlekli ve epa topuklu ayakkabılar giyen kişiler sandığınız gibi Marslı falan olmayıp, 70’ lerin çılgın! gençliğidir. Batıda “savaşma-seviş” dönemi yaşanırken, ülkemize yansıması -haberleşme ağının azizliğinden olsa gerek- “savaş-sevişme” olarak ortaya çıkar. Sağ-sol çatışmaları patlak verir, haliyle sevişme kısmı da “evlenmeden olmaz” şeklinde zuhur ettiğinden, bizde olay kıyafetle sınırlı kalır.
Rock’n roll ve caz uyarlamaları dışında yeni bir türden söz edilmeye başlanır: Aranjman. Bir kısım genç arkadaşın doğal olarak “ bir çeşit karma çiçek sepeti” falan gibi algılayacağı bu terim, aslında bir müzik terimidir (ya da en azından ülkemizde öyle sanılmaktadır). Yabancı bestecilerin müzikleri üzerine çukulata renkli söz yazarlarının ezgiler attırmasıyla oluşan kolaja tahminen bir çiçekçinin “ ne lan bu böyle aranjman gibin” demesiyle yeni türümüze kavuşmuş oluruz. Ajda Pekkan sinemadaki inanılmaz yeteneğini müziğe de yansıtmaya karar verir- bkz. Banu Alkan sendromu-. (Bir kısım okurun sinirli halini yatıştırmak için not: Haklısınız bu iki sanatçımızı kıyaslamak biraz adaletsiz oldu; Ajda, Banu’ dan daha çekiciydi.)
Dönemin en dikkati çeken akımı : Anadolu Pop‘tur. Haramiler, Apaşlar, Moğollar -ya hakkaten niye hep savaşçı kabileler olarak çıktı bu guruplar-,Üç Hürel, Cem Karaca, Barış Manço dönemin yüz aklarıdır. Anadolu mortifleriyle çağdaş batı müziği soundunu birleştirip özgün bir türe imza attılar. Rock müziğin birebir temsilcisi Erkin Koray’dır (daha sonra abileşen Orhan Gencebay’ın albümlerinde gitar çalması , bu özelliğini lekelemez). Bir diğer sıçrama ise protest müzikte yaşanır. Bağlamanın eşliğinde “karşı” şarkılar yapan Ruhi Su, Sadık Gürbüz, Rahmi Saltuk, Selda ve sonradan batı formlarını tercih edecek olan Zülfü Livaneli protest müziğin lokomotifleri olurlar. Çok sesli batı müziğini söyleyeceklerini aktarmada kullanan tek protest müzisyen Timur Selçuk olur. Timur Selçuk, ses rengi olarak çok bi şey ifade etmese de, ses eğitiminden gelen nefis yorumculuğu ve babasından kalıtsal olarak taşıdığı besteciliğin hakkını tam anlamıyla veren bir sanatçı olmasıyla dönemin en önemli kişisidir kanımca.
70’ler Türkçe Sözlü Çağdaş Batı Müziği’nin en ilginç dönemidir gerçekten. Yukarıda özetle değindiğimiz türlere ek olarak Hakkı Bulut ve Orhan Gencebay ile kendini göstermeye başlayan “ arabesk” - ki bu da resim sanatındaki akımla ilgisi olmayan, başka bir uyduruk kelimedir- ilk nüvelerini verir.
70’li yılların ortalarına gelindiğinde, Tv evlere girmeye başlamış, Kıbrıs Fatihi Ecevit kadar sevdiğimiz yeni bir kahramana kavuşmuştuk: Kaçak Dr. Kimbıl. Tv nin tek olumsuz etkisi, sabah 04.00 civarında Muhammed Ali ile Freyzır’ın boks maçlarını ABD’ den naklen vererek, babalarımızın baskısıyla sabahın ama vakti bu salakça olayı izlemek zorunda kalışımızdı. Eurovizyon Şarkı Yarışması diye bir şey ülke gündemine oturmaya başlar aynı zamanlarda. Birden müzik piyasasındaki hemen herkes şarkılarını yarıştırma hevesine kapılır (“biz şarkılarımızı yarıştırmayız” diyen Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil istisnadır).
O dönemlerde ülkemizi temsilen yabancı ülkelere giden devlet adamlarının yanında Müşerref Akay’ın götürülmesi henüz bir gelenek değildi. Türkiye’nin bir cennet olduğu iddiasının ülke müziğini temsil etmek adına yeterli olmadığı günlerdi, bu nedenle Modern Folk Üçlüsü gibi gerçekten önemli gruplar ve müzisyenler bu işlerde görevlendirilirdi.
70’lerde iz bırakan başka kimler vardır? Davudi sesi ve inanılmaz müzik kültürüyle; Tanju Okan, romantizmin kadife sesi; Alpay, sol tandanslı müziğin mütevazi ama ödünsüz sanatçısı; Edip Akbayram, dikkate değer bir yeni gurup; Mazhar-Fuat-Özkan, güvenlik güçlerinin kadrolu methiyecisi Ersen ve Dadaşlar.
80’li yıllara geçerken aranjman denilen zırvalık yerini “Türk Hafif Müziği” olarak adlandıran başka bir şabalaklığa bırakır. Hoppala!!! Yine garip bir tanımlama. Müziğin hafifliği , melodilerde yer alan nota ve akorların mezur başına düşen kütlesel ağırlığı mıdır? gibi yersiz ve anlamsız düşünceleri bir kenara bırakarak bu türde kimler vardı onlara göz atalım. İlk akla gelen isimler; Sezen Aksu, İlhan İrem, Nilüfer, Nükhet Duru, Asu Maralman, Nur Yoldaş, İskender Doğan, Salim Dündar, İbo, Selçuk Ural, Neco , Aylin Urgal, Ayla Dikmen, Işıl German, Esmeray, Yasemin Kumral, Füsun Önal ve Erkut Taşkın. Bir kısmı 70 lerin başından beri müzikle uğraşırken bir çoğu da yeni gençlerdir. Özdemir Erdoğan da hafif müzik dünyasında yerini almıştır. Bu türün bayraktarlığını dönemin tek müzik dergisi yapar: HEY. Türk müzik tarihin şu ana dek yayınlanan en etkili dergisidir, Hey. Bizler, şimdilerde Top-10 falan denilen gözde şarkıcılar ve şarkılar sıralamasını öğreniriz Hey’den. Elbette kim, kiminle, nerede, ne yapmış oyununu da.
1980. Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli milatlarından biri. Her konuda olduğu gibi müzikte de çalkantılar yaşanır. Sol şarkıcılar yabancı ülkelere kaçmak zorunda kalırlar. Müzik tamamıyle hafifler. Bizler de hafif müzik tanımlamasının sebebi hikmetini öğreniriz usulca. Basit ritmleri, boş sözlerle kaynaştırıp, sanatçı ağırlığından uzak-seksapeli yüksek kız ve oğlanlara söylettiğinizde müziğin hafiflediğini göreceksiniz. Zaten her anlamda “light” bir dönemdir 80’lerin ilk yarısı. Futbol, arabesk müzik ve kakara kikiri üzerine kurulu, siyaset ve okumaktan uzak , izlemeye endekslenmiş bir nesil boy gösterir.Üretilen tüm şarkılar aşk ve eğlence üstünedir. Bu nedenledir ki o yıllarda büyüyen bir nesil, aşkı yaşamakta hala güçlük çekmektedir. Aşkı öldürürler el birliğiyle, niteliksiz şarkılarında “aşk, aşk, aşk…” şeklinde geviş getirerek. Eğlence anlayışından söz etmek bile yersiz: Nevrotik.
80’li yılların ikinci yarısına doğru bir hareket başlar. Yeni Türkü, Şilili protest grup İnti İllimani’ye öykünerek- ki Yeni Türkü, aslında bu grubun yarattığı bir akımın adıdır zaten- iyi bir çıkış yapar. Aslında ilk albümleri biraz aranjmanları anımsatmaktadır, Yunanlı bestecilerin müziklerine Türkçe sözler yazılarak oluştuğundan. Grubun lideri görünümündeki Derya Köroğlu daha sonraki yıllarda da aynı adla ama değişen grup elemanlarıyla çalışmalarını bu güne dek sürdürür. Emin İgüs ve Nadir Göktürk’ün öncülüğünde kurulan Ezginin Günlüğü, daha Anadolulu bir soundla yola çıkar. Son derece değişik tatlarda albümler yaparlar. Bu gün de varlığını sürdüren grup, artık hem elemanları yönünden hem de tarz olarak bir hayli değişime uğramıştır. 80’ lerin bir diğer ilginç grubu -ki bu dönemde grup müziği ön plandadır- Gündoğarken’dir. Amca ve yeğen Şeşenler’in oluşturduğu Gündoğarken, müzikal oyunlara yazdıkları birbirinden güzel protest şarkılarla ilk olarak karşımıza çıkarken, daha sonra albümlerinde liseli romantik kızları hedef kitlesi seçmiş gibidir. Gündoğarken hala “aşka doğru” şarkılar yapmayı sürdürmekte.
O günlerin bizce en ilgi çekici grubu Mozaik’tir (Her nedense bu ilgi müzikseverler tarafından esirgenmiştir.) Mozaik, grup müziği alanında ülkemizdeki bir kaç doruktan biridir. Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Bülent Somay, Mehmet Taygun gibi (yazar diğer elemanların isimlerini anımsayamadığında “gibi” sözcüğüyle bu işten yırtarım sanmaktadır) yetkin müzisyenlerden kuruludur. Dönemin özelliklerinden biri olan, eğitim düzeyi yüksek müzisyenler Mozaik’te de karşımıza çıkar. Sosyalist Zemin, Akıntıya Karşı gibi (bu sözcüğü bulan kim ya? Aferin..) dergilerde yazan Bülent Somay, tam bir piyano virtüözü olan Ayşe Tütüncü grubun çizgisinde önemli söz sahibidirler. Ayşe Tütüncü adına bir çok caz albümünde rastlamak mümkün (aklıma ilk gelenler; Mehmet Güreli ile “Vaprular Blues” ve şu an yeni grubuyla çıkardığı harika albüm).
Mozaik, ilk olarak bir double albüm çıkarır. Bu albümde bildik dünya müzisyenlerinin bildik şarkılarını yorumlarlar. Bir konser albümüdür aslında “ Ölümden Önce Bir Hayat Vardı”. Asıl Mozaik ikinci albüm olan “Ardından” ile ortaya çıkar. Caz, rock, new age gibi türlerin çevresinde gezinen albüm genellikle sözsüz parçalardan oluşmaktadır. Daha sonra çıkardıkları “Çook Alametler Belirdi” grubun söze de önem verdiği bir albüm olur. Son albümleri “Plastik Aşk” ile sessizce dağılır grup. Protest müziği sloganlaştırmadan ve kör gözüm parmağına moduna girmeden yapan ve müzikalite açısından özgünlüğünü koruyabilen bir gruptu Mozaik. Şimdilerde eski türküleri elektrikli gitarla taciz eden gruplara Kim Bunlar denilmesi doğal. Mozaik bir grupsa, bugün grup iddisıyla çıkanlara sormak boynumuzun borcu: kim bunlar?
80’li yıllara ilişkin söz edilmesi gereken son grup, Bulutsuzluk Özlemi. Aslında 70’lerde de müzikle uğraşan Nejat Yavaşoğulları tarafından kurulan Bulutsuzluk Özlemi, protest rock alanında günümüze dek özgün bir yer edinir (benim saçlarım da uzadığında Nejat Yavaşoğulları’nınkine benziyo ve arkadaşlarım tarafından estetik bozukluğa neden olduğu gerekçesiyle zorla kestirtiliyor. Nejat’ın sanırım arkadaşı yok ya da benimkiler beni kıskanıyor)
Her ne kadar Moğollar artık yoksa da ve Cem Karaca 80’lerin başında Almanya’da tiyatroculuğa soyunmuşsa da, Barış Manço, Erkin Koray ve Mazhar-Fuat-Özkan (kısa bir dönem andropozun etkisiyle MFÖ haline girip çıkarak) hala dinlenilmektedir. Modern Folk Üçlüsü, modernizasyonunu tamamlayamayıp dağılmış, iş adamı, diş hekimi ve Doğan Canku olarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
80’ler geçmiş dönemde genç şarkıcı pozisyonundaki popçuların saltanatına sahne olur. Ajda Pekkan bu dönemde kendini süperstar ilan eder, yiyenler de olur. Nilüfer, Sezen Aksu ve Nükhet Duru artık en verimli çağlarındadırlar. Erkek popçuların temsilciliğini Barış Manço ve Kayahan yapar. Yan kulvarda arabesk yavaş yavaş erimekte, yerini arabeskleşen popa bırakmaktadır. Bu ortamda Sezen’in vokalistleri teker teker piyasaya çıkar. Aşkın Nur Yengi ve Harun Kolçak’ la başlayan bu fırlama harekatı sonraki yıllarda da sürecektir.
Bu arada Zülfü Livaneli ülkeye dönüş yapmış ADA isimli bir albümle döneme damgasını vurmuştur. Her ne kadar vokalist patlaması Sezen’e atfedilse de Zülfü’nün vokalistleri ilk azat edilenlerdir aslında: Sevingül Bahadır, Emel Müftüoğlu ve Erdal.
Cem Karaca, ülke özlemine dayanamayarak Almanya’dan kesin dönüş yapar. Turgut Özal’ın elini öperek dönüşünü somutlar (“döndüm baba, döndüm işte oh be!” diyerek işçi sınıfına inceden bir ihanet mesajı da yollar).
…Ve 90’lı yıllar. Pop müzik artık traji-komik bir hal almıştır.İlhan İrem’in deyişiyle “tingildek” bir durumda, müzikte yozlaşmanın sözlük anlamı haline gelmiştir. İsim anmak, kent telefon rehberini taramak kadar zorlaşır. Her hafta yeni bir kaç pop şarkıcısı piyasaya dalar. Bir o kadarı da silinir. Tayfun, Tarkan, Burak Kut, Mustafa Sandal ve Hakan Peker ile başlayan bu sürat halen sürmekte olduğundan ve artık bu bölümlere hepimiz tanık olduğumuzdan fazla uzatmaya geerek yok. İşin özeti şu, şarkıcı kızlarımız güzel ve seksi, oğlanlarımız oynak ve güzel (yakışıklı olanlar da yok değil). Bu arada son kertede eğlence hayatında gay veya gay görünümlü şarkıcılar hüküm sürmeye başlar. Transparan giyinip, makyaj yapmayan adama adam denmemekte, hatta ne denmesi gerektiği konusunda zorlanılmaktadır.
90’larda pop, arabesk, halk müziği ve sanat müziği kavramları birbiriyle örtüşmüş ve özetle acaip bir tingildek müzik egemen hale gelmiştir. İyi bi şeyler yok mu? Var elbete. Akıllarda kalacağını düşündüğüm nefis bir vokal; Sertab Erener, gerçek bir pop idolü olmak için tüm donanıma ve iyi bir sese sahip; Tarkan, hala rock yapmaya çalışan ; Şebnem Ferah, bu dönemin kanımca en ayrıksı sarkıcısı; Candan Erçetin, Cem Karaca ekolünün ardılı; Haluk Levent ile Kıraç ve Cemal Süreya okuyan bildiğim tek popçu; Yaşar. Diğerlerinden kalıcı olacakları birlikte göreceğiz nasılsa.
Şu kısa ve subjektif tarihçenin özüne gelirsek: Müzik adına yaşamını ortaya koyan birileri olduğunu unutup, seksapele ödün verdiğimiz sürece bu saçmasapan yazının devamı gelecektir. Timur Selçuk, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ve Doğan Canku gibiler de Don Kişot tadında, bin yıl sonra hala şarkılarını söyleyecektir. Size ve müziğe saygısı olanları , emek verenleri dışlayıp güzel memeli şarkıcıları tercih etmeyi sürdürmekse niyetiniz Dr. Bilal sizi tedavi eder, dert etmeyin.
BU YAZI BİR ALINTIDIR...