
Bu hafta üç Avrupa yapımı polisiye raflara giriyor. Stieg Larsson’un çok satan romanının uyarlaması “Ejderha Dövmeli Kız”, minidizi havasındaki haliyle bunlardan ayrılıyor belki. Ancak “Ölümcül Takip” ve “Gözlerindeki Sır”, Güney Kore ve Arjantin’deki tür filmi üretiminin Hollywood’dan farklı olmadığını, bazı noktalarda oranın dahi üzerine geçtiğini ispatlayan eserler.
Aslında “Ölümcül Takip” (“Chugyeogja”, 2008) ve “Gözlerindeki Sır”ı (“El secreto de sus ojos”, 2009) sessiz izleseniz, diyalogsuz deneyimleseniz bir Amerikan filminin içinde olduğunu düşünebilirsiniz. Öyle ki Arjantin sineması da Kore sineması da Hollywood üsulu tür filmi üretme konusunda vakıf eserler ve yönetmenler veriyor son yıllarda.
Hollywood örneklerini aratmayan, kendi içlerinde ayrılan polisiyeler
Bu konularda işlevlerinin yüksek bir kaliteye ulaştığını söyleyebiliriz. En azından teknik anlamda tartışılmayacak yönetmenleri var. Arjantinin Oscarlı ismi Juan José Campanella onlardan biri, Güney Koreli Hong-Jin Na ise daha ilk filmiyle bu isimlerin arasına adını yazdıracak gibi gözüküyor. Aslında bu iki eserin farkı daha çok polisiye türüne yaklaşım konusunda ortaya çıkıyor.
Zira Arjantin sineması sadece belki ‘sosyal mesele’ veya ‘politik arka plan’ olarak Amerikan örneklerinden ayrılıyor türlerin içine girince. Kore sinemasının amacı ise daha farklı. Türleri bozup yeniden inşa etmek veya melez dokular yaratmak üzerine kuruyor ideolojisini.
Al Pacino kıvamında bir karakterin izinden
Bu sebeple de “Gözlerindeki Sır”ın Ricardo Darin’in canlandırdığı dedektif karakterinin 2000’lerde anılarını yazan bir edebiyatçı konumuna sokulmasının yanında, aşkını bulamayan duygusal bir adam olarak sunuması ve hala 30 sene önce işlenen cinayetin peşinde olması tesadüf değil. Bu doğrultuda da izleyicisini özdeşleştirilebilecek Hollywood’daki Al Pacino kıvamında bir oyuncu ve karakter buluyor Campanella.
Bunun izinde ‘flu olanın peşine düşmek’ gibi bir dil oturtması ise tek Hollywood’dan tek farklı tarafı belki de. Onun dışında bu duygusallığın izinde polisiyenin soğukkanlı temposunun içine aşk da, yüksek sinematografi gücü de dahil oluyor.
Sürpriz algısı ve amaçlarıyla fark yaratıp Güney Kore’nin anlayışını betimliyor
“Ölümcül Takip”te ise daha en baştan seri katilin kimliğini izleyici biliyor. Film ise adalet sistemin içindeki boşlukları eleştirmek için yola çıkıyor. Bu doğrultuda da katili, polisi ve fahişeyi, bu üç karakterin psikolojilerini incelemeye soyunuyor. Bu doğrultuda da birkaç kaçma-kovalamaca ya da takip sahnesiyle dikkat çekiyor.
Aslında ilkinin ‘seri katilin gizemini bulmak’ mantığı burada ‘adalet sisteminin açmazlarını sorgulamak’ ile değişmesi Kore’deki bozucu anlayışı ortaya koyuyor. Olay örgüsünün izleğinden ziyade dramatik arka planla ilgilenen bir anlayışı var “Ölümcül Takip”in. Sürprizleri verirken de gizemden ziyade bunların açmazları ile ilgileniyor.
Tabii Arjantin usülü bir başka polisiye “Carancho” (2010) ile Kore yapımı tür kırması “Cinayet Günlükleri”ni (“Salinui chueok”, 2003) ele alsak da benzer sonuçlar çıkabilir. Biri ille de sonuca ulaşmayı hedefliyor, neden-sonuç ilişkisine takmış, diğeri ise dramatik yapının derinlerindeki olan bitenle ve aksiyon sahnelerinin stiliyle izleyicisini doyurmak istiyor. Kore’de anlayış Amerikan sinemasının 70’lerini, Arjantin’deki ise daha eski bir dönemi hatırlatıyor.
İsveç’te polisiye geleneği olmaması, Fincher’ın yeniden çevrimine yönlendiriyor bizi
Stieg Larsson’un Milennium Üçlemesi ise yine “Ölümcül Takip” gibi bir seri katil filmi havasında. Yani her ikisinin de polisiyenin belli alt türünde mensup olması bir birlik beraberlik getiriyor. Ancak Daniel Alfredson imzalı o eserin sinemaskop formatında üretilmesine karşın mini dizi havasında olması bir falso olarak görülebilir.
Yine de yaptığı toplumsal yozlaşma eleştirisi ile bir kısım kitleyi doyurmayı beceriyor. Gerçek bir film için David Fincher’ın yeniden çevrimini izlemek gerektiğini ekleyeyim tekrardan. Yani “Ejderha Dövmeli Kız”ın (“Män som hatar kvinnor”, 2009) ‘İsveç polisiyesi’ gibi bir kavrama sokulması mümkün değil. Amerikan klasik sinemasının film grameri derseniz ülkeden bu konuda yetkin Ole Bornedal’ı örnek verebiliriz sadece...
Kerem Akça’nın Önerdiği 15 DVD:
1-Tommy
2-Başlangıç (Inception)
3-Mary & Max
4-Nine
5-Avatar: Ultimate Edition
6-Bay Hiçkimse (Mr. Nobody)
7-Yasak Aşk (Jude)
8-101 Sevgili (Sex & Death 101)
9-Ölümcül Takip (The Chaser / Chugyeogja)
10-Sınır Tanımayan (Nowhere Boy)
11-Son Savaşçı (Centurion)
12-Gözlerindeki Sır (Secret in Their Eyes)
13-Göçenler, Göçürenler... Ne Varsa Götürenler (Immigrants)
14-Kosmos
15-Gece ve Gündüz (Knight and Day)