Osmanlı İdâresinde Rumlar

fatihozel

New member
Osmanlı İdâresinde Rumlar

1-Din ve Eğitim Hürriyeti

Osmanlı sınırları içinde yaşayan gayr-i müslimlere, ırkî ve dinî hüviyetlerini barış ve düzen içinde koruma fırsatı verilmişti.

Avrupa'nın bir çok yerindeki Museviler, İrlandalı Katolikler, Fransa ve Silezyalı Protestanlar, Macaristanlı Kalvinistler gibi daha birçok toplulukların dinî inançlarından dolayı uğradıkları zulümler ve çektikleri işkenceler, sürgünler hattâ katliâmlar göz önüne alınacak olursa Osmanlı yönetimi altında yaşayan değişik inanç ve ırklara ait toplumların ne kadar huzur ve güven içinde bulundukları ortaya çıkar. Sözü edilen bu toplumlardan birçoğunun çareyi Osmanlı Devleti'ne sığınmakta bulduğu da bilinen tarihî bir gerçektir[1].

Temelde İslâmî kurallara bağlı kalan Osmanlı Devleti "millet sistemi"ni esas kabul etmiş, böylece idarî mekanizmanın işleyişini kolaylaştırmış ve devamlılığını sağlamıştır. "Millet sistemi"nin temel yapısı Fatih Sultan Mehmet tarafından örülmüştür[2].

İstanbul'un fethi tamamlandıktan sonra Ayasofya'ya giren Fatih Sultan Mehmet, Patrik ve papazlar da dahil olduğu halde, kadın ve çocuk bütün halk kesiminden insanları burada toplanmış ve ağlar halde gördü. İçeride sükûnet sağlandıktan sonra Fatih, Patriğe korkmamasını ve ayağa kalkmasını emrederek şöyle dedi: "Ben Sultan Mehmet; sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bugünden itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız". Daha sonra kumandanlarına dönerek "Askerlerin halka hiç bir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını" bildirmiştir. Diğer bir fermanla da savaş sebebi ile İstanbul'dan kaçmış olanların geri dönerek iş ve güçleriyle meşgul olmalarını ve bunların haklarının garanti altında tutulduğunu beyan etmiştir[3]. İstanbul'un fethinin ilk gününde, fethi gerçekleştiren büyük padişâh tarafından sergilenen bu hoşgörülü tutum daha sonraki dönemlerde de aynen devam etmiş, Ortodoks kilisesinin Bizans İmparatorluğu zamanındaki bütün hakları tanınmak suretiyle Rumlar, hiç bir zaman benimsemedikleri, Katolik Garp Kilisesi'ninin nüfuz ve hâkimiyeti altına düşmekten kurtarılmış, böylelikle kiliselerin bağımsızlığı emniyet altına alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Gennadios'u Patrik olarak tayin etmiş, aynı zamanda İstanbul'da oturan Katolik Cenevizliler ve Galata ahâlisine de bir fermanla kilise ve inançlarının teminat altında olduğunu bildirmiştir[4]. Aynı imtiyazlar Ermeni ve Yahudi cemaatlerine de tanınmıştır[5].

Ortodokslara verilen dinî imtiyazlar şöyle sıralanabilir:

1- Ortodoksları kimse rahatsız etmeyecektir.

2- Gennadios ve ona bağlı piskoposlar her türlü vergi ve resimden muaf olarak yaşayacaklardır.

3- Kiliseler cami olmayacaktır.

4- Evlenme, boşanma ve her türlü dinî ibadetler serbestçe yerine getirilecektir.

5- Paskalya yortusu tam bir özgürlük içinde kutlanacak ve üç bayram gecesi Fener'in kapıları açık kalacaktır.

6- Piskopos ve metropolitler yargı ayrıcalıklarına sahip olacaklardır.

Bütün bunlara karşılık Gennadios da yeni hükümdarı tanıdığını ve ona uyruk olduğunu ilan etmiştir.

O zamana kadar sadece ruhânî lider olan patrik, şimdi padişâhın koruyuculuğunda, kendi dinî topluluğunun birçok dünyevî işlerinin de tartışılmaz yöneticisi olmuştu. Ortodoksların evlenme, boşanma, miras gibi özel hukuk meseleleri ve Ortodokslar arasındaki her türlü anlaşmazlıklar da ya patrik veya yetki verdiği papazlar tarafından çözümlenecekti[6].

Rum Ortodoks patriği, dinî yetkilerine, yargı ve eğitim ile alâkalı yetkileri katmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda Osmanlı Devleti içindeki Rumlardan hariç, çok daha geniş bir kitle üzerinde otorite sahibi kılınıyordu. Çünkü Osmanlı Devleti içindeki Ortodokslar sadece Rumlardan ibaret değildi; Sırplar, Romenler, Bulgarlar, bazı Arnavut ve Araplar da Ortodoks mezhebine dahildiler. Bu durum XVIII. yüzyıl sonlarına kadar sürmüştür. Fransız ihtilalini takip eden dönemde Avrupa'nın her tarafına yayılan "milliyetçilik" fikri Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan toplumları da etkilemiştir. Bu akımın bir neticesi olarak Rum kontrolünde bulunan Ortodoks kilisesinin statüsüne, Rumlar dışındaki Ortodoks unsurlar tarafından itiraz edilmeye başlanmıştır[7].

Fener Patrikhanesi, sahip olduğu geleneksel yetki ve imtiyazları, zaman zaman keyfiliğe ve Rum olmayan unsurları sindirmeye kadar götürmüştür. Rumlar, patrikhane içindeki nüfuzları sayesinde Bulgaristan'daki bütün dinî makamları ele geçirdikleri gibi, o bölgenin ticaretinde de önemli bir hâkimiyet kurmuşlardı. Bütün amaçları Bulgaristan'ı Rumlaştırmaktı[8]. İstanbul patriği, 1800 tarihlerinde metropolitlere gönderdiği bir tamimle Bulgar kilise mektep*lerinin kapatılmasını, kiliselerde yalnız Yunanca yazılmış din kitaplarının okunmasını, mekteplerde Yunanca kitapların kullanılmasını emretmiştir. Nitekim Rum Papazı Hilaryan, Tırnova Katedrali'nin mihrabı arkasında bulduğu eski Bulgar patriklerine ait kütüphaneyi merasimle yaktırmıştır[9]. Patrikhanenin Bulgarlar üzerindeki baskısı, Sultan Abdülaziz'in Bulgarların 1870'de ayrı bir kilise kurmalarına müsaade etmesine kadar devam etmiştir.

Osmanlı Devleti'nin azınlıklara tanıdığı serbestlik çerçevesinde onlara kendi dillerinde eğitim yapma hakkının verilmesinden yararlanan Rumlar da kendi kiliselerini kurmuşlar ve kendi eğitim-öğretim kurumlarını açmışlardır. Bu kurumlar dinî niteliği ağır basan bir eğitim düzenini benimsemişler, dolayısıyla da kiliselere bağlı kurumlar halinde teşkilatlanmışlardır[10], zamanla da örgün eğitim-öğretim kurumu haline getirilmişlerdir. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra Osmanlı Devleti'nin parçalanması yönünde planlar tatbik eden batılı devletlerin güdümüne girmeye başlayan bu "eğitim" kurumları buna bağlı olarak da ilgili devletlerin siyasî amaçları doğrultusunda Osmanlı Devleti aleyhine olan her türlü faaliyette yerlerini almışlardır[11].

İstanbul'dan başka İzmir, Bükreş, Sakız, Ayvalık gibi yerlerde Rum tüccarları tarafından açılan okullarda, dinî konulardan çok Yunan klasikleri, matematik ve doğa bilimleri okutulmaya başlanmıştı. Çoğu batı üniversi*telerinde eğitim görmüş öğretmenlerin görev aldığı bu okulların mezunlarına, Rum tüccarların sağladıkları burslarla batı üniversitelerinin kapıları da açılıyordu
2- Ticaret Hürriyeti

Dördüncü Haçlı seferiyle birlikte Ege'de üstünlük, Bizans İmparator*luğu'ndan Venedik Devleti'ne geçmiş, yerli Rumlar iktisadî yönden, Katolik Venediklilerce ezilmiş ve sömürülmüşlerdir. Bu şartlar hüküm sürerken bölgede hâkimiyet kurmaya başlayan Osmanlılar, Rumlar için kurtarıcı olarak kabul edilmiş, Rumların çağrısı üzerine Venedik'in elinde bulunan birçok Ege adası Türkler tarafından fethedilmiştir.

Osmanlı Devleti, takip ettiği askerî ve ekonomik politika çerçevesinde Doğu Akdeniz'deki Ceneviz ve Venedik tüccarlarının elinde olan deniz ticaretine son vermiş, bunlardan boşalan yerin öncelikle Osmanlı tebeasından olan Rumlar tarafından doldurulmasının yolunu açmıştır. Böylece Osmanlı yönetimi, Rumları askerlikten muaf tutarak daha çok ticaret işlerine yöneltmiştir. Hatta Ege adalarında öteki bölgelere göre vergi oranı daha düşük tutulmuş; böylelikle Rumlar ticarete teşvik edilmiştir. Yunan dostu yazarların ileri gelenlerinden biri olan İngiliz tarihçisi Profesör Dakin: "Halk Türk yönetimini Venedik yönetimine yeğ tutuyordu, vergiler daha hafif, yönetim daha yumuşaktı ve Müslümanlar, Roma Katolikleri'nden daha hoşgörülüydü" demektedir[1].

Rum tüccarlar, daha XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin iç ve dış ticaretinde Ermeni ve Yahudi tüccarlarla rekabete başlamışlardı. 1700'lü yıllara gelindiğinde Rum tüccarlar, Venedik, Trieste, Napoli ve Marsilya gibi ticaret merkezlerinde de koloniler kurmuşlardı[2]. Bu arada 1779'da, Rum tüccarları, gemilerine Rus bayrağı çekme ve Rus konsoloslarının koruyuculuğundan yararlanma ayrıcalığını da sağlamışlardı[3]. Bu durum Rusya'nın bayrağı altında Karadeniz'de ticarî faaliyetlerde bulunan Rumların elindeki ticaret filosunun hızla büyümesini sağlamıştır.

Fransız İhtilal savaşları da Rum ticareti için yeni imkânlar oluşturdu. Napolyon'un Mısır seferi üzerine Osmanlı-ingiliz işbirliğiyle Fransızlar doğu Akdeniz'den atıldılar. Daha önce Venediklilerin bu bölgeden uzaklaştırılmaları sırasında olduğu gibi bu kez de Fransız tüccarlarının doğu Akdeniz'de bıraktığı boşluğu kısmen Rumlar doldurdu. 1821 yılında Rum ticaret filosunun 600 gemiye, yıllık ticaret hacminin de 150.000 tona ulaştığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nin kendilerine sağladığı bu imtiyazlar ve muafiyetler sayesinde zenginleşen Rumlar, dışarıdan gelen destek ve tahriklerle devletine karşı ilk isyanı başlatan unsur olmuştur
 

HTML

Üst