- Katılım
- 10 Mar 2006
- Mesajlar
- 5,705
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Ortadoğu’nun Karakutusu Ortadan Kaldırıldı
Saddam Hüseyin 25 yıllık zulüm iktidarından sonra adi bir suçlu gibi asıldı. Ortadoğu’nun karakutusu sırlarıyla ve Irak’ı ‘özgürleştirmek’ isteyenlerin elleriyle apar topar ortadan kaldırıldı. Ama esasında 2006’nın son saatlerinde asılan Saddam değil, bölge istikrarıydı.
‘Bi’r-Ruh, Bi’d-Dem, Nefdîk ya Saddam.’ 2003 Nisan’ından önce Bağdat sokaklarının en çok duyduğu sloganlardan biriydi bu: “Canımız, kanımız sana feda olsun Saddam.” Kiminin baskıyla, kiminin şaklabanlıkla karışık söylediği bu sözler Saddam’ın olduğu her açık hava ziyaretinin vazgeçilmez sloganı olmuştu Irak halkı için. Oysa, 20 Mart 2003 tarihinde başlayan hava harekatı ve hemen ardından Irak’a giren ABD ve İngiliz güçleri bile 9 Nisan’da; yani 20 günde bu işin biteceğini kestirememişti. Gerçekte kendi etrafındaki aile fertlerinin dışında kimsenin Saddam’a inancı kalmamıştı. Enformasyon Bakanı El Sahaf’ın ‘aslanlar’ gibi verdiği televizyon demeçleri bu yüzden ironik bir oyundan ibaretti. Firdevs Meydanı’ndaki camiden yükselen ezan sesleri bile Irak halkının titreyip kendine gelmesi ve ABD ile savaşmasına yetmemişti. En başta Irak ordusunun subaylarının umudu kesilmişti. Ve Bağdat düştü. Saddam heykelinin canlı yayında devrilmesi sırasında aynı slogan bu kez farklı şekilde yükseliyordu. Ülkesi için bağırıyordu kalabalıklar: “Bi’r-Ruh, Bi’d-Demm, Nefdîk Ya Irak- Canımız, kanımız Irak’a feda olsun.”
Devrik lider Saddam Hüseyin 8 ay boyunca arandı. Felluce, Rammadi, Tikrit, Bağdat ve Basra’da yer yer direnişler başladı. Albaylarının bile 3-5 dolar maaş aldığı bir ülkenin devrik lideri için Teksas usulü ödülle 50 milyon dolarlık kelle avı parası çıkarıldı. Bu da sonuç vermedi. En sonunda Saddam, 13 Aralık 2003 tarihinde ABD ordusu tarafından Tikrit yakınlarında bir sığınağın içinde kıskıvrak yakalandı. Saçı sakalı birbirine karışmış, şaşkınlığı ve korkusu gözlerinden okunan bir Saddam vardı artık dünyanın gündeminde. Yaklaşık bir yıl sonra Temmuz 2004’te Irak mahkemelerinde yargılanmasına karar verildi. 1982 yılında kendisine karşı girişilen bir suikastin ardından 148 kişinin öldürülmesi suçundan Duceyl davasında 7 kişiyle birlikte yargılanmaya başlandı. 1987’de Kürtlere soykırım yaptığı suçlamasıyla açılan Enfal davası da idam kararı çıkmadan dört ay önce başlatılmıştı.
Baas Partisi’nin önde gelen isimleriyle 1968’de gerçekleştirilen darbeden bugüne uzanan hayat hikâyesinin belki her yılında yargılanacağı onlarca icraatı olmasına karşın Saddam, ‘Irak adaletinin’ önüne çıkarılabildiği tek bir davayla; Duceyl Davası ile hatırlanacak. Asılmasına sebep olan davanın uluslararası hukuk dilindeki anlamı İran-Irak savaşına, Kuveyt’in işgaline, Halepçe katliamına, sürgün edilen Şiilere, Sünnilere, asılan veya hapislerde çürüyen Türkmen, Kürt ve Araplara dair hiçbir hakkın tam sorgulanamaması, bütün bu suçlara kör olmak demek. Uluslararası hukuka bulaştırılmadan ‘alelacele’ işi bitirildi Saddam’ın. Bundan daha kötüsü ise devletlerin iç hukukunda da yeri olmayan yöntemlerle bir bayram sabahı infaz edilmesiydi. Gazeteci Robert Fisk’in tabiriyle ‘Ortadoğu’nun karakutusu’ ortadan kaldırılmış oldu. Tikrit kentine 13 kilometre uzaklıktaki El Avca köyünde çobanlıkla geçinen Sünni bir ailenin babasız büyüyen çocuğunun hikâyesi bir yağlı urganın ucunda son sözleriyle bitti: “Bensiz Irak hiçbir şeydir!”
Ala El Beşir, Saddam Hüseyin’in yanı başında yıllarca doktorluk yaptı. 1988’de Saddam Hüseyin Irak-İran savaşı sırasında sınırda yaralandığında ona plastik cerrahi teknikleriyle estetik ameliyatı yapan kişiydi. Bağdat’ın düşüşünden bir ay sonra (Mayıs 2003) zengin semti El Mansur’da buluştuğumuzda El Beşir, Saddam ve ölüm üstüne şunları söylemişti: “Ölüm konuşulduğunda Saddam hep susardı. İktidarının ilk 5 yılı için diyecek bir şeyim yok, ama kalan 20 yılı onu düşündürüyordur sanırım.” Yanı başında yıllarca muvazzaf doktor olarak görev yapan Beşir’in Saddam tanıklığının insani yönleri ağır basıyordu. Korkuyla karışık beslediği saygı ifadelerinin yerini onun da hata yapabileceği cümleleri almıştı ta o zaman. O gün çekingen sözlerle ifade edilen şeyler, Saddam’ın yargılandığı Irak mahkemelerinde tahkir ve intikam kokuları arasında daha da çirkefleşti. İdam kararının infazında yaşanan diyaloglar ve diklenmeler bile buna işaret ediyordu. Ala El Beşir gibi kafası karışık, Saddam’ın olanlar idamından sonra ne düşünüyor bilmiyoruz. Ancak kimilerinin tiran kimilerinin kral, kimilerinin Arapların kurtarıcısı, kimilerinin ajan dediği Saddam Hüseyin, uluslararası hukuk açısından ‘adalet ve adil yargılama’ ilkelerinin hiçe sayıldığı bir yöntemle idam edildi. İdamı canlı yayınlanmadı belki ama kare kare ölüme yürüyüşü cep telefonu ve kamera görüntüleriyle bütün dünyaya yansıdı. Tıpkı Tikrit’te bir çukurda kıskıvrak yakalandığında olduğu gibi.
Şii, Sünni, Arap, Kürt ve Türkmen varlığının oluşturduğu Irak’ın bölünmüşlüğünün tesciliydi belki de boyna takılan urgan. Duceyl Davası’nda yargılanırken, Kuveyt’i işgali, Kürt ve Türkmenler üstündeki zulümleri konuşulmadı. Belki tek hedef mesaj vermekti. Noel kapıya dayanmış, Müslümanların Kurban Bayramı da onu izlemişti. Çifte bayram yapılıyordu ya da yaptırılmalıydı.
MAHKEMEDE DE İDAMDA DA ULUSLAR ARASI HUKUK İHLAL EDİLDİ
Saddam’ın suç çetelesi çıkarılsa ciltlerle kitap olacak düzeydeydi. Ancak tuhaf olan asanlarla asılanın kaderinin fotoğraf karelerinde çakışmasıydı. Bir zalimin bile asılmasını adil gerçekleştiremeyince işgal güçleri başta olmak üzere Irak’ta bugün söz sahibi olan herkese farklı bir gözle bakılıyor haklı olarak. İstanbul eski milletvekili, DYP üyesi Aydın Menderes’in tabiriyle Şii-Sünni ayrımı olmadan bütün Müslümanlar ‘bayram öncesi bu infazla’ incindi. Barut fıçısı Ortadoğu’da bundan sonraki gelişmeler Saddam öncesi ve sonrası diye iki şekilde anılacak belki de. Kan gövdeyi götürmeye devam edecek, ölenler yine masumlar olacak.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal, yargılama ve idam sürecinde birçok uluslararası hukuk kuralının ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Öncelikle Saddam Hüseyin ‘savaş esiri’ statüsündeydi. Irak’ın devlet başkanı ve ordu komutanı sıfatlarıyla yargılanması gerektiği göz önüne alındığında 1949 Cenevre Sözleşmesi ihlal edildi. Profesör Baykal, Saddam’ın savaş esiri statüsü ihlal edilip yargılanmak üzere geçici hükümete, asıldıktan sonra tekrar ABD askerlerine teslim edilmesini bu nedenlerle trajikomik buluyor. Bayram günü infazı da eleştiriyor. Çünkü bu ne Müslüman ülkelerin ne ABD ve İngiltere’nin iç hukukunda var. Noel’e ve Kurban Bayramı’na denk getirilen bir infaz ve idamın her açıdan hukuki ihlal olduğunu hatırlatıyor Baykal. Amaç, hem Müslümanlara hem de tüm dünyaya mesaj vermekti: “Oysa Saddam’a savaş esiri muamelesi yapılmalıydı. Savaş esirlerinin de adil ve bağımsız mahkemelerde yargılanması gerekirdi.”
Deneyimli siyasetçi Aydın Menderes farklı bir noktaya; dünya politikaları değişen Amerika Birleşik Devletleri’ne dikkat çekiyor. 1961 yılında soğuk savaşın en hızlı dönemlerinde ABD-Rusya-Küba üçgeninde yaşanan bir krizi hatırlatıyor Menderes. O yıllarda ABD Küba’ya ambargo koyar. Bu sırada içinde ne olduğu bilinmeyen bir Rus gemisi yaklaşır adaya. Başka bir noktadan da Rus askerî gemileri soğuk savaşın okyanus ötesi sınırlarının dibine kadar gelmiştir. Beyaz Saray’da generaller ile yapılan toplantıda hepsi bu gemilerin ilan edilen sınırları geçmesi halinde batırılması gerektiğini söylerler. ABD askerleri savaştan çekinmediklerini hatta 3. dünya savaşını bile göze aldıklarının kesin kararlılığını göstermek istemektedir. Başkan John F. Kenndy’in sözleri belki de o gün ABD-Rusya arasında yaşanabilecek bir savaş ve felaketin eşiğinden dünyanın hangi üslupla döndüğünü gösterir: “Tamam, diyelim gemiyi vurduk. Ya o gemiden çocuk maması çıkarsa, ABD’nin kaybedeceği itibarı dünyaya biz nasıl anlatırız? Bu riski göze alamayız.”
‘IRAK’TA TÜRKİYE’NİN İSTEMEDİĞİ HİÇBİR PROJE GERÇEKLEŞMEZ’
Aydın Menderes, ABD’nin o günkü hassasiyetleri ile bugünkü hassasiyetleri arasında dağlar kadar fark olduğunu hatırlatıyor. Saddam’ın idamının bayram gününe rast gelmesi ve ‘linç’ şeklindeki infaz nedeniyle ABD ile İslam dünyası arasındaki uçurumun derinleştiğine ve genişlediğine dikkat çekiyor: “Irak’taki bölünme yeni ve keskin çizgiler kazandı. Bundan sonra da çok büyük ölçüde ülkedeki iç savaş ve şiddet tırmandırılacak.” Menderes, 150 bin ABD askerinin Nisan 2003’ten beri başa çıkamadığı Sünni-Arap direnişçileri bastırmak için asker çekmek yerine sürpriz şekilde yeni 30-40 bin askerin daha Irak’a gönderilmesinin gündeme gelebileceğine işaret ediyor: “ABD kalsa güvenliği sağlayamıyor. Çıksa Irak’ı meçhule terk edecek. Sünni direnişinin zaferi olarak ilan edilecek bir kaderle, yani iki arada bir derede kendini bırakmış durumda. Türkiye’nin de savunduğu ve artık bütün dünyanın kabullenmesi gereken bir gerçek var. Irak kesinlikle bölünmemeli. Bu Türkiye için Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması demektir. Türkiye elindeki imkanları kullandığı takdirde Irak’ta istemediği hiçbir şey olmaz.”
Menderes’in öngörülerine göre, İran ise bundan sonra bölgede oluşacak Şii-Arap devlet ya da yapılarını daha çok ele geçirmek isteyecek. Bu pencereden bakıldığında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Lübnan ziyareti öncesinde “Irak artık Türkiye için AB’den de önceliklidir” açıklaması yeni bir sürecin başladığının da işaretçisi. Baker-Hamilton Raporu’nun sızan kısımlarında Irak’ta Türkiye’siz çözümün olmayacağı tespitlerine kapı aralayacak gelişmeler ortaya çıkmaya başlayacak yakında. Çünkü Irak’ta çıkmaz derinleştikçe ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı artacak. Bölgede ABD’nin sırtını dönebileceği tek ülke Türkiye.
TÜRKİYE BAHARDA KUZEY IRAK’A OPERASYON YAPABİLİR
Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Türkiye, Saddam sonrası sürece zaten hazırlıklıydı. Suriye, İran, Lübnan ziyaretlerini bu eksende düşünmek gerekiyor. Türkiye son bir yıldır net şekilde ortaya çıkan Şii-Sünni çatışması ihtimalinin sıçrayabileceği ülkelerle doğrudan temas kurarak bölgede ‘savaş yerine barış’ tercihini diplomatik yollarla ortaya koyuyor. Koymaya devam edecek. Aynı kaynaklara göre Türkiye, Irak’ta büyüyecek bir Şii-Sünni iç savaşının bu coğrafya dışında Suudi Arabistan, İran, Lübnan, Kuveyt, Suriye ve Türkiye’nin de tarafı olacağı bir alev topu haline geleceğini biliyor. Erdoğan’ın Lübnan’dan yaptığı PKK çıkışı da önceki ziyarette Saddam sonrasına hazırlıklı olunduğunun göstergesi. Amerika’nın çekindiği bir başka nokta ise tıpkı Filistin-İsrail gerginliğinde olduğu gibi zengin Ortadoğu ülkelerinden Irak’taki Sünni direniş odaklarına maddi yardım gitmesi, hatta yeni savaşçılarla bölgedeki şiddetin daha da artması. Türkiye bütün politikasını iç savaşın büyümemesi ve engellenmesi üzerine kuruyor.
Uzmanlara göre de Irak’taki bu yeni süreç Türkiye’yi Kuzey Irak’a operasyon gibi kritik kararlarla da karşı karşıya getirebilir. Başbakan Erdoğan ve ardından Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün “ABD, PKK terörü ile ilgili verdiği sözleri yerine getirmedi” çıkışları Saddam sonrası Irak’ın şekillenmesinden bağımsız değil. Menderes, bu ilkbahar itibariyle sınırlı da olsa Türkiye tarafından Irak’a kalıcı olabilecek askerî bir harekatın ihtimal dahilinde olduğunu gözden kaçırmamak gerektiğine inanıyor.
Başbakan Erdoğan’ın Filistin Özel Temsilcisi eski Bakan Vehbi Dinçerler de Irak’taki yeni gelişmelere değiniyor: “Baker Raporu bazı noktalarda eksikliklere rağmen bütünü itibariyle Irak’ın bütünlüğünü savunduğu için; Irak’ta dinî, bölgesel, ırkî bölünmeleri doğru bulmadığı için mutlaka uygulanması gereken politikalara işaret ediyor.” Dinçerler’e göre Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünden yana izlediği politikalarını sürdürüyor ve sürdürmeli. Bazı görüşlere göre, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması için Sünni ve Şii dünyasının ortak kararı olarak dünyaya duyurulan Mekke Deklerasyonu da Saddam’la birlikte idam edildi. Yani artık Irak’ın bütünlüğünü hatta sadece üçe bölüneceğini düşünmek bile hayal. Duceyl katliamı gibi sadece Şiilere ve Irak’ın iç hukukuna ait bir konuya yönelerek idamın gerçekleşmesi, Irak halkını Arap, Kürt, Türk demeden, Sünni-Şii, Hıristiyan, Yahudi demeden aşağılamış vaziyette. Bir diplomatın tabiriyle “Tahrikten de öte Irak halkını ve bütün Müslümanları hakir görme anlayışının ürünü bu idam.”
Peki Saddam bundan sonra Ortadoğu, Irak ve Sünni direniş için ne anlam ifade edecek? ABD ve İngiltere, Irak yönetimi eliyle yapılan infazdan sonra Saddam’ı Arapları ya da Sünnileri vahdete iten bir kahraman haline mi getirdi? Yoksa bu tahriklerle Şii-Sünni çatışmasını derinleştirerek Irak’tan geri mi çekilecek?
ABD KENDİ ELİYLE SADDAM’I KAHRAMAN MI YAPTI?
Irak’la yakından ilgilenen AK Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, davanın görülüş biçiminden, devlet başkanı sıfatıyla Saddam’ın dokunulmazlığının reddine, 3 avukatının öldürülmesinden, 12 kez susturulmasına ve savunma hakkının ihlaline kadar birçok ihmalden söz edilmesi gerektiğini söylüyor. Son olarak da idama giderken yaşananların Saddam’ı adeta kahramanlaştırdığını, uluslararası hukukun meşru gücünü tamamen dışladığını düşünüyor: “Saddam’ın özel bir günde idamı kafalarda soru işaretlerini pekiştirdi. Irak halkı başta olmak üzere bölge halklarının yüreğindeki insani duyguları örselemiştir. Cellatların o alanda yaptıkları tahkir edici tavırlar olayın gerçek kodlarını ortaya koyuyor. Bu idam Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğini pekiştirecek, Sünni-Şii gerginliğini artıracak. Var olan savaşı artırıp, iç savaşa dönüştürecek gelişmeler. ABD yöneticileri Teksas’tan Ortadoğu’da kaotik gelişmelerin dönüm noktasını izlemekle yetinmişlerdir. Gelecek on yıllarda bölgede kalıcı istikrar olmayacak. Bu idam en çok Büyük Ortadoğu Projesi’ne zarar verecek. Ayrıca Avrupa’nın da böyle bir idamı seyretmesi bu coğrafyanın insanlarının demokrasiye olan inancını örselemiştir.” Çömez’e göre Saddam’ın idamı Türkiye’de önümüzdeki süreçte terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın idam tartışmalarını da tetikleyecek.
Irak Türkmen Cephesi kurucularından Cüneyt Mengü, idamın 9 Nisan 2003’te başlayan işgalin fiili planlarından biri olduğuna inanıyor. Çünkü ABD ve İngiltere Irak’tan çıkmanın, kurtulmanın yolunu bulamıyor. Ülkenin güneyinde İran endeksli bir Şii federasyon istemiyor. Şii-Sünni çatışması ile bölgenin istikrarsızlığına göz yumuyor, idamla daha fazla yumacağını göstermiş oldu. Mengü’ye göre Irak Şiilerinin lideri olarak ilan edilen Ayetullah Muhammed Bekir el Hakim’in öldürülmesi, Necef ve Kerbela’daki türbe bombalamalarından beri işleyen sürecin son noktası Saddam’ın idam senaryosuydu.
Mengü de Duceyl Davası’yla gelen idam kararını ve infazı trajikomik bulanlardan. Çünkü bu Saddam’ın Kürtlere, Türkmenlere, bütün Şiilere, Irak halkına hatta Sünni kardeşlerine ve Baas’a karşı işlediği suçların tamamından ve uluslararası ilişkilerin deşifre edilmesinden uzak tutulabilecek tek davaydı: “Saddam adi bir suçlu gibi yargılanıp, alelacele asıldı. Üstelik Irak halkına ve İslam âlemine hakaret edercesine mübarek bir günde asıldı. Savaş suçlusudur, idamı gerekir. Sadece Şiileri değil, Türkmenleri ve Kürtleri de öldürmüştür, zulmetmiştir tamam. Birkaç gün beklemekle ya da adil yargılamakla bir şey kaybedilmezdi. Irak halkı ve Müslümanlara zül gösterilmek istenmiştir. Yargılanması da asılması da piyestir.” Mengü iki kardeşi Fikret ve Cavit’in Saddam’ın baskıları neticesinde ölmesine rağmen bu fikirde olduğunun altını çiziyor.
KERKÜK REFERANDUMUNA VE PETROL FİYATLARINA DİKKAT
Mengü’ye göre ayrıca Saddam, 1975’te Cezayir Antlaşması’nın ne şekilde yapıldığını, Irak-İran savaşını neden başlattığını, kimden nasıl yardım aldığını ve 8 sene savaşı nasıl sürdürdüğünü; Kuveyt işgalini, Halepçe’yi, uluslararası birçok konuyu deşifre etmeye çok yakındı. Saddam’ın asılmasının Irak’ı hukuksuzluğa alıştırma niyeti taşıdığını, yarın Kerkük referandumunda da oldu bittiye getirilecek siyasi oyunlar oynanmasından endişe duyduğunu dile getiriyor. Mengü’nün endişelerini paylaşan Aydın Menderes’e göre ise Kerkük referandumu 2008’e ertelenecek. Saddam’ın idamından iki ay önce, infazların cumhurbaşkanının onayı dışında yapılabileceği yönünde yasal değişikliğe gidildiğini vurgulayan Mengü, Irak Devlet Başkanı sıfatıyla Celal Talabani’nin ‘idama karşıydım, benim haberim yoktu’ açıklamalarını da ciddi bulmuyor.
Türkiye, Saddam’ın infazına karışmalı mıydı peki? Üst düzey bir diplomat bu soruya net cevap veriyor: “Karışmamalıydı. Çünkü Türkiye siyasi taraf olsaydı bu kez farklı meşruiyetler konuşulacak, tartışılacaktı. Ancak idamın uluslararası adil yargılama usulü ile yapılmasını talep etmek en doğal haktı. Bu da gerekli platformlarda dile getirildi.”
Irak’ın içinden bir isim Irak Sosyalist Partisi Başkanı Mahmut Osman da farklı bir uyarıyı dile getiriyor: “Bugün Saddam’ın kurbanı olmuş insanlar kendilerini daha mutlu hissediyordur belki. Şiiler mutludur. Sünniler mağdur hissediyordur. Bence her şeye rağmen artık herkes tek bir Irak olması gerektiğini görmeli. Federatif yapılar konuşulabilir. Ama Irak’ta yaşayan tüm gruplar; Araplar, Türkler, Kürtler, Şii ve Sünniler tek çatı altında olmalı.”
Enerji Uzmanı Dr. Şamil Şen, idamı ve sonrasını daha farklı değerlendiriyor. “ABD sanki bir Şii devletine karşı Sünni cephe oluşturma ihtiyacıyla davranıyor. Çünkü İran nükleer gücünü artırdı. Bölgedeki güçlü Şii nüfuzu biliniyor. Sanki çatışmalar bilinçli kurgulanmış gibi. Azınlık gibi duran Sünnilere, Ortadoğu’nun değişik bölgelerinden güç birleştirme operasyonları yapılırsa şaşırmamalı. Hamas ve El Fetih çatışmaları da buna işaret veren olaylara benziyor.” Şen’in bir uyarısı da petrol fiyatlarının ve enerji arz güvenliğinin önümüzdeki yıllarda da dünyayı tedirgin etmeye devam edeceği yönünde. Petrol fiyatları şu anda varil başına 60 dolar ortalamasında. Irak ve İran merkezli arz sıkıntılarına bir de Suudi Arabistan’dan gelebilecek sarsıntılar eklenirse dünya ciddi krizlerle karşı karşıya kalabilir. Petrol fiyatlarının yüksek tutulması ABD, İngiltere ve enerji devi Rusya’nın işine geliyor.
Irak’ın dünyanın en büyük ikinci rezervi olan, astronomik 112 milyar varillik ham petrolün üstünde bulunduğunu, ABD’nin de günlük 11 milyon varillik ihtiyacının dörtte birinden fazlasını bölgeden karşıladığını da unutmamak gerekiyor. Bir zamanlar Saddam Hüseyin rejiminin tiranlık olduğundan kimsenin şüphesi yok. Ancak kitle imha silahları bahanesi, BM kararları maskesi altında bu rejimin ortadan kaldırılması niyetiyle başlanan savaşta bugüne kadar yüzbinlerce Iraklı öldürüldü. ABD askerinin kayıpları bilinen haliyle 3 bini geçti. Onbinlerce can pahasına girişilen bu oyun Lord Curzon’un meşhur ‘satranç tahtası’ benzetmesini akıllara getiriyor tekrar. Daily Telgraph yazarı, gazeteci Lutz Kleveman’ın tabiriyle Ortadoğu ve Asya’da ‘Büyük Oyun’ sürüyor. Saddam’ın idamıyla oyuncular yeni bir hamle daha yaptı. Bu hamle ise petrol ve siyasi çıkarlar için bölgede daha çok masum insanın ölmesinden ve kan akmasından başka bir sonuç getirmeyecek.
SADDAM’DAN SON SADME
Hukukun temel ilkelerinden biridir: ‘Adil olmak yetmez; adil görünmek zorundasın da!’ Saddam Hüseyin, idamı bin defa hak etmiş olsa dahi, cellatları adil görünmeyi başaramamış olmanın cezasını ödeyecektir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in ‘Irak’taki gibi bir demokrasi istemiyoruz’ sözü belki de haklı, ama adaletsiz idamın sonrasında ne kadar da manidarlaşıyor. Irak’taki gibi adalet istenir mi artık?
Yine hukukun temel ilkelerindendir; cezayı infaz, ehliyet gerektirir. Cezalandırılanın cezayı mucip suçlar işlemiş olduğu gerçeği, cezanın infazını haklı çıkarmaya yetmez. İnfaz ehliyeti parlamenter sistemlerde yasama, yargı ve yürütmenin işbirliğiyle edinilir; yürütme tarafından icra edilir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının ceza infazından haberdar edilmediği iddia edilen bir ülke, hele bir de işgal altındaysa, hele bir de iç savaş halindeyse hangi ‘ehliyet’ten bahsedebilir? Irak’ta Saddam’la birlikte ölen bir şey daha var: Gerçek bir demokrasinin bölgeye huzur getireceği inancı.
George W. Bush, Saddam can çekişirken yattığı uykusundan uyandığında, bu idamla Irak demokrasisinin doğum tarihini üst üste oturttu. Demokrasinin önündeki ‘tıkaç’ Saddam’mış meğer! Bir cezalandırmanın gelecekte olacak güzelliklerle irtibatlandırılması, dinin alanıdır. Siyaset ve hukuk, cezayı geçmişte yapılmış olanlara bina eder. İleride olacak bir şey için adam idam edilmez. Edilir! Ama bunu Şeytan’ı uyandırmaya çalışan satanistler; Kont Drakula’ya hayat aşılamaya çalışan vampirler ve nihayet insan kurban ederek ebedi hayatı elde edebileceklerine inanan Mayalar ve yamyamlar yapar. Bu da batıl da olsa dinin alanıdır.
Dinin alanında başka hakikatlere de yer var: İnsanlar zulmeder, ama kader adalet eder. Allah facir kulları eliyle de dinine hizmet ettirebilir. Saddam’ın tarih sahnesinde silinmesi gerçekten de güzel bir hizmet olurdu. Bu, kadere bakan bir hikmettir. Ama kaza olurken kaza olmuş; Saddam’ın idamı onu ölümsüzleştirip; Amerikan işgaline esaslı bir sadme, bir darbe indirmiş oldu. Pinochet’nin ölümü ne kadar ‘bu dünyadan zulmün cezası çekilmeden de gidilebiliyormuş’ mesajı vermişse; Saddam’ın idamı da aynı mesajı vermiştir. Kürtler Halepçe’ye yansın! Sünni Araplar, Türkmenler, Süryaniler yaşadıkları zulümleri kara yakıp ansın! Onların ölüleri Şiilerinki kadar değerli değil. Adaletsizliğin büyüğü, ölülerinin hesabı sorulmamış olan unsurlara yapılmıştır.
‘Neden?’ sorusunun cevabı, ‘ne olacak?’ sorusunu da cevaplar. Saddam’ı neden bir bayram gününde, neden bu kadar çabuk, neden bunca sır meseleleri aydınlatmadan, neden uluslararası bir mahkemenin gözetiminden uzakta idam ettiler? Peki şimdi ne olacak? Şimdi ne olacağının cevabı, ne olmasını istiyorlardı da bu idamı gerçekleştirdiler sorusunun cevabıdır. Bir Şii-Sünni çatışması istiyorlardı? Saddam’dan alınan tek intikam Sadrların intikamı değildi. Saddam’ın cesedi üzerine Muhammed Sadık El-Sadr’ın isminin haykırılması da intikamdan duyulan heyecanı dile getirmiyordu. İdam sahnesini izleyenlere adres gösteriliyordu orada. Nitekim Arap gazetelerinin dillendirip, Batı gazetelerinin irdelediği ‘cellatlardan birinin bizzat Mukteda el-Sadr olduğu’ iddiası, doğru olsun veya yanlış olsun, bir Şii-Sünni savaşını başlatmaya yönelik bir dezenformasyon hamlesidir.
Saddam’ı idam edenler ya Kurban Bayramı’nın ne olduğunu bilmiyorlardı; ya da bu idamla Saddam’ı bir ‘kurban’a dönüştürme kararlılığı içindeydiler. Hakikatin kendisinin ne olduğu Hakk’a bakan bir meseledir. Halka bakanı, hakikat hakkındaki kanaatin ne olduğudur. Onu da medyatik hafıza belirliyor bu asırda. Saddam’ı bir sonraki kuşağın bir ‘kurban’ olarak hatırlayacağı o kadar kesin ki artık! Türbesini ziyaret edenlerin onu ‘anti-emperyalizmin ve Irak milliyetçiliğinin şehidi’ olarak gördükleri o kadar açık ki! Yağlı ilmek boynuna geçirildiğinde ‘Bensiz Irak bir hiçtir!’ ifadesini kullanması boşunaydı Saddam’ın. Bir daha asla Saddam’sız Irak olmayacak çünkü. Nefret hatırayı öldürür; ama adaletsiz bir infaz hatıraları ışıl ışıl yapar.
Ne gariptir ki Hazreti İsa da bir Kurban Bayramı’nda ‘kurban’ edilmişti Hıristiyan inancına göre. Bir Fısıh, ya da bizde yaygın bilinen şekliyle Hamursuz Bayramı idi. Bu bayramda Yahudiler Beytülmakdis’e toplanır, kurban keser, bugün Kubbetüssahra’nın bulunduğu yerde bu kurbanların etlerini yakarak Rabb’e sunarlardı. Hıristiyanlığın kendi peygamberlerini kurban edilmiş ‘Rabb’in oğlu’ zannetmesinin altında çarmıha germe hadisesinin bir Kurban-Fısıh Bayramı’nda gerçekleşmiş olmasının payı vardır muhakkak. Dünün zalimi, bugünün kahraman kurbanı Saddam, yarın yeni teolojik tartışmaların odağına oturursa şaşırmalı mı buna?
Irak’ta bir dönemin kapandığı doğrudur. Fakat tam da bu sebeple zamansızdır Saddam’ın idamı. Bugüne kadar yaşanan iç savaşın faturası Saddam’a ve onun dönemine kesilebiliyordu. İdam fermanını imzalayan Başbakan El-Maliki, Saddam’ın kaçabileceğinden endişe ettikleri için idamı aceleye getirdiklerini söylemiş. Oysa bütün günahları taşıyacak keçiyi kendileri boğazlamak suretiyle ellerinden kaçırmış bulunuyorlar.
Eski bir Yahudi geleneğidir. Keffaret Günü’nde Kohenlerin başı Kudüs’teki Kutsalların Kutsalı noktasına bir keçi götürür; keçinin tüylerini sıvazlayarak Beni İsrail’in bütün günahlarını bu keçiye yüklerdi. Sonra da keçinin bir ‘Günah Keçisi’ olduğunu ima eden boyalar ve işaretler yapılarak çöle salıverilirdi zavallı hayvan. Bu keçinin asla öldürülmemesi gerekirdi ki günahları taşımaya devam etsin. Günah keçisi asla kurban edilmemeliydi... El Maliki’nin, El Sadr’ın, El Hakim’in, El Bush’un günah keçisi asla kurban edilmemeliydi.
Saddam, Bush’un Büyük Ortadoğu hayaline esaslı bir sadme indirmiştir. Bir kötüye bu kadar iyilik yapılmamalıydı...
(Kerim Balcı)
SADDAM NELERLE SUÇLANIYORDU?
Yargılandığı mahkemeyi tanımayan ve yargılama boyunca elinden Kur’an-ı Kerim’i hiç düşürmeyen Saddam Hüseyin hakkında 40 bin ton belge toplandı; en kolay ve çabuk hazırlanabilen dosya olduğu için ilk olarak Duceyl katliamıyla suçlandı. Saddam, mahkeme boyunca aleyhinde tanıklık edenleri göremedi. Bu uygulama, hukuk ihlallerinden biri olarak eleştiriliyor. Ayrıca, Hüseyin’e yöneltilen suçlamalar arasında Türkmenlere yönelik katliamların yer almaması Türkmenler açısından da üzücü bir durumdu. Dava sırasında, Saddam’ın avukatları öldürüldü ve bir yargıç “fazla yumuşak” olduğu gerekçesiyle görevden alındı. Birçok kez, hakkındaki suçlamalara karşı yaptığı savunma konuşması sansürlendi. 1 Temmuz 2004’te, yakalandıktan yedi ay sonra Saddam Hüseyin, ilk kez hakim karşısına çıktı. Bağdat Kongre Merkezi’ndeki mahkeme salonuna elleri kelepçeli olarak getirilen Saddam Hüseyin, önüne konulan hiçbir belgeyi imzalamadı ve Kuveyt’in işgalini savundu. Saddam Hüseyin, mahkemede asıl suçlunun ABD Başkanı George Bush olduğunu söyledi. Saddam Hüseyin’in sesi ABD’li yetkililer tarafından sansürlendi ve dünya televizyonlarındaki görüntülerin büyük bölümü sessiz yayınlandı.
SIRASIYLA HÜSEYİN’İN İTHAM EDİLDİĞİ SUÇLAR ŞÖYLE:
1974-1983 Siyasi cinayetler: Şii ve Kürt muhaliflere ait olduğu iddia edilen 270 toplu mezardan kanıt toplandı.
Duceyl katliamı-1982: Kendisine suikast düzenlenen Duceyl kasabasında 148 kişiyi öldürmek ve çok sayıda Şii erkek, kadın ve çocuğu uzun yıllar kamplarda tutmakla suçlanıyor.
Sulak alanları kurutması-1980-1988: Şii Arapların yaşadığı sulak arazileri kurutarak tarım alanlarını yok etmekle suçlanıyor.
Kürt katliamı-1987-1988: Halepçe’de hardal ve sinir gazı kullanarak beş bin Kürdü katletmekle suçlanıyor.
Kuveyt’in işgali-1990: İşgal sırasında çok sayıda kişiyi öldürmek ve 700’e yakın petrol kuyusunu ateşe vermekle suçlanıyor.
Siyasi baskı-1991: Bağdat’ın güneyi ve Kürt bölgelerinde öldürülen muhalifleri toplu mezarlara gömmekle itham ediliyor.
Saddam Hüseyin’in Bağdat Hukuk Fakültesi’nden arkadaşı
ŞEVKİ ÇAYIR: BİN KERE ASILMALIYDI AMA BAYRAM GÜNÜNDE DEĞİL
Irak Türkmenleri’nden Şevki Çayır, Saddam Hüseyin’in Bağdat Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı. 1968-70 yılları arasında Baas Partisi’nin Irak’taki darbesinden sonra onunla okul arkadaşlığı yapmış. Saddam Hüseyin’in Devlet Başkan Yardımcısı olmasına rağmen o günlerde hukuk derslerine gelmesi ilgilerini çekmiş. Şimdi ticaretle uğraşan Çayır, Saddam iktidarının son dönemlerinde iki davet aldığı halde Irak’a gitmemiş. Kerkük’te ev ve aile yadigarlarının haksız yere talan edilmesi nedeniyle yaptığı şikayetleri Saddam da duymuş ve onun durumunu düzelteceğini belirtip Ankara Büyükelçisi vasıtasıyla ülkeye davet etmiş. Çayır, “Ailemizden 10 kişi Saddam yüzünden idam edilmiş. Sınıf arkadaşı iken çok iyi tanıştık. İyi bilirdi ama, yine de davetine cevap vermedim.” diyor.
Hukuk dersleri nedeniyle kendi savunmasını bu kadar rahat yaptığına inandığı Saddam’ın idamı konusunda da ilginç bir değerlendirme yapıyor Şevki Çayır: “Ne derse desin yolun idama gideceğini biliyordu. Daha ilk günden belliydi. Bin defa asılsa hak etmiştir. Ancak yöntem ve bayram günü yapılan infaz hiçbir şekilde iyi niyet taşımıyor.” Çayır’ın bir başka endişesi Kuveyt, Bahreyn, Suudi Arabistan ile özellikle Suriye ve Lübnan’daki Şiilerin idam yüzünden hedef haline gelmesi ve Ortadoğu’da yeni ayrılıklara kapı aralanması.
Alıntı:http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=26387
Saddam Hüseyin 25 yıllık zulüm iktidarından sonra adi bir suçlu gibi asıldı. Ortadoğu’nun karakutusu sırlarıyla ve Irak’ı ‘özgürleştirmek’ isteyenlerin elleriyle apar topar ortadan kaldırıldı. Ama esasında 2006’nın son saatlerinde asılan Saddam değil, bölge istikrarıydı.
‘Bi’r-Ruh, Bi’d-Dem, Nefdîk ya Saddam.’ 2003 Nisan’ından önce Bağdat sokaklarının en çok duyduğu sloganlardan biriydi bu: “Canımız, kanımız sana feda olsun Saddam.” Kiminin baskıyla, kiminin şaklabanlıkla karışık söylediği bu sözler Saddam’ın olduğu her açık hava ziyaretinin vazgeçilmez sloganı olmuştu Irak halkı için. Oysa, 20 Mart 2003 tarihinde başlayan hava harekatı ve hemen ardından Irak’a giren ABD ve İngiliz güçleri bile 9 Nisan’da; yani 20 günde bu işin biteceğini kestirememişti. Gerçekte kendi etrafındaki aile fertlerinin dışında kimsenin Saddam’a inancı kalmamıştı. Enformasyon Bakanı El Sahaf’ın ‘aslanlar’ gibi verdiği televizyon demeçleri bu yüzden ironik bir oyundan ibaretti. Firdevs Meydanı’ndaki camiden yükselen ezan sesleri bile Irak halkının titreyip kendine gelmesi ve ABD ile savaşmasına yetmemişti. En başta Irak ordusunun subaylarının umudu kesilmişti. Ve Bağdat düştü. Saddam heykelinin canlı yayında devrilmesi sırasında aynı slogan bu kez farklı şekilde yükseliyordu. Ülkesi için bağırıyordu kalabalıklar: “Bi’r-Ruh, Bi’d-Demm, Nefdîk Ya Irak- Canımız, kanımız Irak’a feda olsun.”
Devrik lider Saddam Hüseyin 8 ay boyunca arandı. Felluce, Rammadi, Tikrit, Bağdat ve Basra’da yer yer direnişler başladı. Albaylarının bile 3-5 dolar maaş aldığı bir ülkenin devrik lideri için Teksas usulü ödülle 50 milyon dolarlık kelle avı parası çıkarıldı. Bu da sonuç vermedi. En sonunda Saddam, 13 Aralık 2003 tarihinde ABD ordusu tarafından Tikrit yakınlarında bir sığınağın içinde kıskıvrak yakalandı. Saçı sakalı birbirine karışmış, şaşkınlığı ve korkusu gözlerinden okunan bir Saddam vardı artık dünyanın gündeminde. Yaklaşık bir yıl sonra Temmuz 2004’te Irak mahkemelerinde yargılanmasına karar verildi. 1982 yılında kendisine karşı girişilen bir suikastin ardından 148 kişinin öldürülmesi suçundan Duceyl davasında 7 kişiyle birlikte yargılanmaya başlandı. 1987’de Kürtlere soykırım yaptığı suçlamasıyla açılan Enfal davası da idam kararı çıkmadan dört ay önce başlatılmıştı.
Baas Partisi’nin önde gelen isimleriyle 1968’de gerçekleştirilen darbeden bugüne uzanan hayat hikâyesinin belki her yılında yargılanacağı onlarca icraatı olmasına karşın Saddam, ‘Irak adaletinin’ önüne çıkarılabildiği tek bir davayla; Duceyl Davası ile hatırlanacak. Asılmasına sebep olan davanın uluslararası hukuk dilindeki anlamı İran-Irak savaşına, Kuveyt’in işgaline, Halepçe katliamına, sürgün edilen Şiilere, Sünnilere, asılan veya hapislerde çürüyen Türkmen, Kürt ve Araplara dair hiçbir hakkın tam sorgulanamaması, bütün bu suçlara kör olmak demek. Uluslararası hukuka bulaştırılmadan ‘alelacele’ işi bitirildi Saddam’ın. Bundan daha kötüsü ise devletlerin iç hukukunda da yeri olmayan yöntemlerle bir bayram sabahı infaz edilmesiydi. Gazeteci Robert Fisk’in tabiriyle ‘Ortadoğu’nun karakutusu’ ortadan kaldırılmış oldu. Tikrit kentine 13 kilometre uzaklıktaki El Avca köyünde çobanlıkla geçinen Sünni bir ailenin babasız büyüyen çocuğunun hikâyesi bir yağlı urganın ucunda son sözleriyle bitti: “Bensiz Irak hiçbir şeydir!”
Ala El Beşir, Saddam Hüseyin’in yanı başında yıllarca doktorluk yaptı. 1988’de Saddam Hüseyin Irak-İran savaşı sırasında sınırda yaralandığında ona plastik cerrahi teknikleriyle estetik ameliyatı yapan kişiydi. Bağdat’ın düşüşünden bir ay sonra (Mayıs 2003) zengin semti El Mansur’da buluştuğumuzda El Beşir, Saddam ve ölüm üstüne şunları söylemişti: “Ölüm konuşulduğunda Saddam hep susardı. İktidarının ilk 5 yılı için diyecek bir şeyim yok, ama kalan 20 yılı onu düşündürüyordur sanırım.” Yanı başında yıllarca muvazzaf doktor olarak görev yapan Beşir’in Saddam tanıklığının insani yönleri ağır basıyordu. Korkuyla karışık beslediği saygı ifadelerinin yerini onun da hata yapabileceği cümleleri almıştı ta o zaman. O gün çekingen sözlerle ifade edilen şeyler, Saddam’ın yargılandığı Irak mahkemelerinde tahkir ve intikam kokuları arasında daha da çirkefleşti. İdam kararının infazında yaşanan diyaloglar ve diklenmeler bile buna işaret ediyordu. Ala El Beşir gibi kafası karışık, Saddam’ın olanlar idamından sonra ne düşünüyor bilmiyoruz. Ancak kimilerinin tiran kimilerinin kral, kimilerinin Arapların kurtarıcısı, kimilerinin ajan dediği Saddam Hüseyin, uluslararası hukuk açısından ‘adalet ve adil yargılama’ ilkelerinin hiçe sayıldığı bir yöntemle idam edildi. İdamı canlı yayınlanmadı belki ama kare kare ölüme yürüyüşü cep telefonu ve kamera görüntüleriyle bütün dünyaya yansıdı. Tıpkı Tikrit’te bir çukurda kıskıvrak yakalandığında olduğu gibi.
Şii, Sünni, Arap, Kürt ve Türkmen varlığının oluşturduğu Irak’ın bölünmüşlüğünün tesciliydi belki de boyna takılan urgan. Duceyl Davası’nda yargılanırken, Kuveyt’i işgali, Kürt ve Türkmenler üstündeki zulümleri konuşulmadı. Belki tek hedef mesaj vermekti. Noel kapıya dayanmış, Müslümanların Kurban Bayramı da onu izlemişti. Çifte bayram yapılıyordu ya da yaptırılmalıydı.
MAHKEMEDE DE İDAMDA DA ULUSLAR ARASI HUKUK İHLAL EDİLDİ
Saddam’ın suç çetelesi çıkarılsa ciltlerle kitap olacak düzeydeydi. Ancak tuhaf olan asanlarla asılanın kaderinin fotoğraf karelerinde çakışmasıydı. Bir zalimin bile asılmasını adil gerçekleştiremeyince işgal güçleri başta olmak üzere Irak’ta bugün söz sahibi olan herkese farklı bir gözle bakılıyor haklı olarak. İstanbul eski milletvekili, DYP üyesi Aydın Menderes’in tabiriyle Şii-Sünni ayrımı olmadan bütün Müslümanlar ‘bayram öncesi bu infazla’ incindi. Barut fıçısı Ortadoğu’da bundan sonraki gelişmeler Saddam öncesi ve sonrası diye iki şekilde anılacak belki de. Kan gövdeyi götürmeye devam edecek, ölenler yine masumlar olacak.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal, yargılama ve idam sürecinde birçok uluslararası hukuk kuralının ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Öncelikle Saddam Hüseyin ‘savaş esiri’ statüsündeydi. Irak’ın devlet başkanı ve ordu komutanı sıfatlarıyla yargılanması gerektiği göz önüne alındığında 1949 Cenevre Sözleşmesi ihlal edildi. Profesör Baykal, Saddam’ın savaş esiri statüsü ihlal edilip yargılanmak üzere geçici hükümete, asıldıktan sonra tekrar ABD askerlerine teslim edilmesini bu nedenlerle trajikomik buluyor. Bayram günü infazı da eleştiriyor. Çünkü bu ne Müslüman ülkelerin ne ABD ve İngiltere’nin iç hukukunda var. Noel’e ve Kurban Bayramı’na denk getirilen bir infaz ve idamın her açıdan hukuki ihlal olduğunu hatırlatıyor Baykal. Amaç, hem Müslümanlara hem de tüm dünyaya mesaj vermekti: “Oysa Saddam’a savaş esiri muamelesi yapılmalıydı. Savaş esirlerinin de adil ve bağımsız mahkemelerde yargılanması gerekirdi.”
Deneyimli siyasetçi Aydın Menderes farklı bir noktaya; dünya politikaları değişen Amerika Birleşik Devletleri’ne dikkat çekiyor. 1961 yılında soğuk savaşın en hızlı dönemlerinde ABD-Rusya-Küba üçgeninde yaşanan bir krizi hatırlatıyor Menderes. O yıllarda ABD Küba’ya ambargo koyar. Bu sırada içinde ne olduğu bilinmeyen bir Rus gemisi yaklaşır adaya. Başka bir noktadan da Rus askerî gemileri soğuk savaşın okyanus ötesi sınırlarının dibine kadar gelmiştir. Beyaz Saray’da generaller ile yapılan toplantıda hepsi bu gemilerin ilan edilen sınırları geçmesi halinde batırılması gerektiğini söylerler. ABD askerleri savaştan çekinmediklerini hatta 3. dünya savaşını bile göze aldıklarının kesin kararlılığını göstermek istemektedir. Başkan John F. Kenndy’in sözleri belki de o gün ABD-Rusya arasında yaşanabilecek bir savaş ve felaketin eşiğinden dünyanın hangi üslupla döndüğünü gösterir: “Tamam, diyelim gemiyi vurduk. Ya o gemiden çocuk maması çıkarsa, ABD’nin kaybedeceği itibarı dünyaya biz nasıl anlatırız? Bu riski göze alamayız.”
‘IRAK’TA TÜRKİYE’NİN İSTEMEDİĞİ HİÇBİR PROJE GERÇEKLEŞMEZ’
Aydın Menderes, ABD’nin o günkü hassasiyetleri ile bugünkü hassasiyetleri arasında dağlar kadar fark olduğunu hatırlatıyor. Saddam’ın idamının bayram gününe rast gelmesi ve ‘linç’ şeklindeki infaz nedeniyle ABD ile İslam dünyası arasındaki uçurumun derinleştiğine ve genişlediğine dikkat çekiyor: “Irak’taki bölünme yeni ve keskin çizgiler kazandı. Bundan sonra da çok büyük ölçüde ülkedeki iç savaş ve şiddet tırmandırılacak.” Menderes, 150 bin ABD askerinin Nisan 2003’ten beri başa çıkamadığı Sünni-Arap direnişçileri bastırmak için asker çekmek yerine sürpriz şekilde yeni 30-40 bin askerin daha Irak’a gönderilmesinin gündeme gelebileceğine işaret ediyor: “ABD kalsa güvenliği sağlayamıyor. Çıksa Irak’ı meçhule terk edecek. Sünni direnişinin zaferi olarak ilan edilecek bir kaderle, yani iki arada bir derede kendini bırakmış durumda. Türkiye’nin de savunduğu ve artık bütün dünyanın kabullenmesi gereken bir gerçek var. Irak kesinlikle bölünmemeli. Bu Türkiye için Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması demektir. Türkiye elindeki imkanları kullandığı takdirde Irak’ta istemediği hiçbir şey olmaz.”
Menderes’in öngörülerine göre, İran ise bundan sonra bölgede oluşacak Şii-Arap devlet ya da yapılarını daha çok ele geçirmek isteyecek. Bu pencereden bakıldığında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Lübnan ziyareti öncesinde “Irak artık Türkiye için AB’den de önceliklidir” açıklaması yeni bir sürecin başladığının da işaretçisi. Baker-Hamilton Raporu’nun sızan kısımlarında Irak’ta Türkiye’siz çözümün olmayacağı tespitlerine kapı aralayacak gelişmeler ortaya çıkmaya başlayacak yakında. Çünkü Irak’ta çıkmaz derinleştikçe ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı artacak. Bölgede ABD’nin sırtını dönebileceği tek ülke Türkiye.
TÜRKİYE BAHARDA KUZEY IRAK’A OPERASYON YAPABİLİR
Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Türkiye, Saddam sonrası sürece zaten hazırlıklıydı. Suriye, İran, Lübnan ziyaretlerini bu eksende düşünmek gerekiyor. Türkiye son bir yıldır net şekilde ortaya çıkan Şii-Sünni çatışması ihtimalinin sıçrayabileceği ülkelerle doğrudan temas kurarak bölgede ‘savaş yerine barış’ tercihini diplomatik yollarla ortaya koyuyor. Koymaya devam edecek. Aynı kaynaklara göre Türkiye, Irak’ta büyüyecek bir Şii-Sünni iç savaşının bu coğrafya dışında Suudi Arabistan, İran, Lübnan, Kuveyt, Suriye ve Türkiye’nin de tarafı olacağı bir alev topu haline geleceğini biliyor. Erdoğan’ın Lübnan’dan yaptığı PKK çıkışı da önceki ziyarette Saddam sonrasına hazırlıklı olunduğunun göstergesi. Amerika’nın çekindiği bir başka nokta ise tıpkı Filistin-İsrail gerginliğinde olduğu gibi zengin Ortadoğu ülkelerinden Irak’taki Sünni direniş odaklarına maddi yardım gitmesi, hatta yeni savaşçılarla bölgedeki şiddetin daha da artması. Türkiye bütün politikasını iç savaşın büyümemesi ve engellenmesi üzerine kuruyor.
Uzmanlara göre de Irak’taki bu yeni süreç Türkiye’yi Kuzey Irak’a operasyon gibi kritik kararlarla da karşı karşıya getirebilir. Başbakan Erdoğan ve ardından Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün “ABD, PKK terörü ile ilgili verdiği sözleri yerine getirmedi” çıkışları Saddam sonrası Irak’ın şekillenmesinden bağımsız değil. Menderes, bu ilkbahar itibariyle sınırlı da olsa Türkiye tarafından Irak’a kalıcı olabilecek askerî bir harekatın ihtimal dahilinde olduğunu gözden kaçırmamak gerektiğine inanıyor.
Başbakan Erdoğan’ın Filistin Özel Temsilcisi eski Bakan Vehbi Dinçerler de Irak’taki yeni gelişmelere değiniyor: “Baker Raporu bazı noktalarda eksikliklere rağmen bütünü itibariyle Irak’ın bütünlüğünü savunduğu için; Irak’ta dinî, bölgesel, ırkî bölünmeleri doğru bulmadığı için mutlaka uygulanması gereken politikalara işaret ediyor.” Dinçerler’e göre Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünden yana izlediği politikalarını sürdürüyor ve sürdürmeli. Bazı görüşlere göre, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması için Sünni ve Şii dünyasının ortak kararı olarak dünyaya duyurulan Mekke Deklerasyonu da Saddam’la birlikte idam edildi. Yani artık Irak’ın bütünlüğünü hatta sadece üçe bölüneceğini düşünmek bile hayal. Duceyl katliamı gibi sadece Şiilere ve Irak’ın iç hukukuna ait bir konuya yönelerek idamın gerçekleşmesi, Irak halkını Arap, Kürt, Türk demeden, Sünni-Şii, Hıristiyan, Yahudi demeden aşağılamış vaziyette. Bir diplomatın tabiriyle “Tahrikten de öte Irak halkını ve bütün Müslümanları hakir görme anlayışının ürünü bu idam.”
Peki Saddam bundan sonra Ortadoğu, Irak ve Sünni direniş için ne anlam ifade edecek? ABD ve İngiltere, Irak yönetimi eliyle yapılan infazdan sonra Saddam’ı Arapları ya da Sünnileri vahdete iten bir kahraman haline mi getirdi? Yoksa bu tahriklerle Şii-Sünni çatışmasını derinleştirerek Irak’tan geri mi çekilecek?
ABD KENDİ ELİYLE SADDAM’I KAHRAMAN MI YAPTI?
Irak’la yakından ilgilenen AK Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, davanın görülüş biçiminden, devlet başkanı sıfatıyla Saddam’ın dokunulmazlığının reddine, 3 avukatının öldürülmesinden, 12 kez susturulmasına ve savunma hakkının ihlaline kadar birçok ihmalden söz edilmesi gerektiğini söylüyor. Son olarak da idama giderken yaşananların Saddam’ı adeta kahramanlaştırdığını, uluslararası hukukun meşru gücünü tamamen dışladığını düşünüyor: “Saddam’ın özel bir günde idamı kafalarda soru işaretlerini pekiştirdi. Irak halkı başta olmak üzere bölge halklarının yüreğindeki insani duyguları örselemiştir. Cellatların o alanda yaptıkları tahkir edici tavırlar olayın gerçek kodlarını ortaya koyuyor. Bu idam Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğini pekiştirecek, Sünni-Şii gerginliğini artıracak. Var olan savaşı artırıp, iç savaşa dönüştürecek gelişmeler. ABD yöneticileri Teksas’tan Ortadoğu’da kaotik gelişmelerin dönüm noktasını izlemekle yetinmişlerdir. Gelecek on yıllarda bölgede kalıcı istikrar olmayacak. Bu idam en çok Büyük Ortadoğu Projesi’ne zarar verecek. Ayrıca Avrupa’nın da böyle bir idamı seyretmesi bu coğrafyanın insanlarının demokrasiye olan inancını örselemiştir.” Çömez’e göre Saddam’ın idamı Türkiye’de önümüzdeki süreçte terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın idam tartışmalarını da tetikleyecek.
Irak Türkmen Cephesi kurucularından Cüneyt Mengü, idamın 9 Nisan 2003’te başlayan işgalin fiili planlarından biri olduğuna inanıyor. Çünkü ABD ve İngiltere Irak’tan çıkmanın, kurtulmanın yolunu bulamıyor. Ülkenin güneyinde İran endeksli bir Şii federasyon istemiyor. Şii-Sünni çatışması ile bölgenin istikrarsızlığına göz yumuyor, idamla daha fazla yumacağını göstermiş oldu. Mengü’ye göre Irak Şiilerinin lideri olarak ilan edilen Ayetullah Muhammed Bekir el Hakim’in öldürülmesi, Necef ve Kerbela’daki türbe bombalamalarından beri işleyen sürecin son noktası Saddam’ın idam senaryosuydu.
Mengü de Duceyl Davası’yla gelen idam kararını ve infazı trajikomik bulanlardan. Çünkü bu Saddam’ın Kürtlere, Türkmenlere, bütün Şiilere, Irak halkına hatta Sünni kardeşlerine ve Baas’a karşı işlediği suçların tamamından ve uluslararası ilişkilerin deşifre edilmesinden uzak tutulabilecek tek davaydı: “Saddam adi bir suçlu gibi yargılanıp, alelacele asıldı. Üstelik Irak halkına ve İslam âlemine hakaret edercesine mübarek bir günde asıldı. Savaş suçlusudur, idamı gerekir. Sadece Şiileri değil, Türkmenleri ve Kürtleri de öldürmüştür, zulmetmiştir tamam. Birkaç gün beklemekle ya da adil yargılamakla bir şey kaybedilmezdi. Irak halkı ve Müslümanlara zül gösterilmek istenmiştir. Yargılanması da asılması da piyestir.” Mengü iki kardeşi Fikret ve Cavit’in Saddam’ın baskıları neticesinde ölmesine rağmen bu fikirde olduğunun altını çiziyor.
KERKÜK REFERANDUMUNA VE PETROL FİYATLARINA DİKKAT
Mengü’ye göre ayrıca Saddam, 1975’te Cezayir Antlaşması’nın ne şekilde yapıldığını, Irak-İran savaşını neden başlattığını, kimden nasıl yardım aldığını ve 8 sene savaşı nasıl sürdürdüğünü; Kuveyt işgalini, Halepçe’yi, uluslararası birçok konuyu deşifre etmeye çok yakındı. Saddam’ın asılmasının Irak’ı hukuksuzluğa alıştırma niyeti taşıdığını, yarın Kerkük referandumunda da oldu bittiye getirilecek siyasi oyunlar oynanmasından endişe duyduğunu dile getiriyor. Mengü’nün endişelerini paylaşan Aydın Menderes’e göre ise Kerkük referandumu 2008’e ertelenecek. Saddam’ın idamından iki ay önce, infazların cumhurbaşkanının onayı dışında yapılabileceği yönünde yasal değişikliğe gidildiğini vurgulayan Mengü, Irak Devlet Başkanı sıfatıyla Celal Talabani’nin ‘idama karşıydım, benim haberim yoktu’ açıklamalarını da ciddi bulmuyor.
Türkiye, Saddam’ın infazına karışmalı mıydı peki? Üst düzey bir diplomat bu soruya net cevap veriyor: “Karışmamalıydı. Çünkü Türkiye siyasi taraf olsaydı bu kez farklı meşruiyetler konuşulacak, tartışılacaktı. Ancak idamın uluslararası adil yargılama usulü ile yapılmasını talep etmek en doğal haktı. Bu da gerekli platformlarda dile getirildi.”
Irak’ın içinden bir isim Irak Sosyalist Partisi Başkanı Mahmut Osman da farklı bir uyarıyı dile getiriyor: “Bugün Saddam’ın kurbanı olmuş insanlar kendilerini daha mutlu hissediyordur belki. Şiiler mutludur. Sünniler mağdur hissediyordur. Bence her şeye rağmen artık herkes tek bir Irak olması gerektiğini görmeli. Federatif yapılar konuşulabilir. Ama Irak’ta yaşayan tüm gruplar; Araplar, Türkler, Kürtler, Şii ve Sünniler tek çatı altında olmalı.”
Enerji Uzmanı Dr. Şamil Şen, idamı ve sonrasını daha farklı değerlendiriyor. “ABD sanki bir Şii devletine karşı Sünni cephe oluşturma ihtiyacıyla davranıyor. Çünkü İran nükleer gücünü artırdı. Bölgedeki güçlü Şii nüfuzu biliniyor. Sanki çatışmalar bilinçli kurgulanmış gibi. Azınlık gibi duran Sünnilere, Ortadoğu’nun değişik bölgelerinden güç birleştirme operasyonları yapılırsa şaşırmamalı. Hamas ve El Fetih çatışmaları da buna işaret veren olaylara benziyor.” Şen’in bir uyarısı da petrol fiyatlarının ve enerji arz güvenliğinin önümüzdeki yıllarda da dünyayı tedirgin etmeye devam edeceği yönünde. Petrol fiyatları şu anda varil başına 60 dolar ortalamasında. Irak ve İran merkezli arz sıkıntılarına bir de Suudi Arabistan’dan gelebilecek sarsıntılar eklenirse dünya ciddi krizlerle karşı karşıya kalabilir. Petrol fiyatlarının yüksek tutulması ABD, İngiltere ve enerji devi Rusya’nın işine geliyor.
Irak’ın dünyanın en büyük ikinci rezervi olan, astronomik 112 milyar varillik ham petrolün üstünde bulunduğunu, ABD’nin de günlük 11 milyon varillik ihtiyacının dörtte birinden fazlasını bölgeden karşıladığını da unutmamak gerekiyor. Bir zamanlar Saddam Hüseyin rejiminin tiranlık olduğundan kimsenin şüphesi yok. Ancak kitle imha silahları bahanesi, BM kararları maskesi altında bu rejimin ortadan kaldırılması niyetiyle başlanan savaşta bugüne kadar yüzbinlerce Iraklı öldürüldü. ABD askerinin kayıpları bilinen haliyle 3 bini geçti. Onbinlerce can pahasına girişilen bu oyun Lord Curzon’un meşhur ‘satranç tahtası’ benzetmesini akıllara getiriyor tekrar. Daily Telgraph yazarı, gazeteci Lutz Kleveman’ın tabiriyle Ortadoğu ve Asya’da ‘Büyük Oyun’ sürüyor. Saddam’ın idamıyla oyuncular yeni bir hamle daha yaptı. Bu hamle ise petrol ve siyasi çıkarlar için bölgede daha çok masum insanın ölmesinden ve kan akmasından başka bir sonuç getirmeyecek.
SADDAM’DAN SON SADME
Hukukun temel ilkelerinden biridir: ‘Adil olmak yetmez; adil görünmek zorundasın da!’ Saddam Hüseyin, idamı bin defa hak etmiş olsa dahi, cellatları adil görünmeyi başaramamış olmanın cezasını ödeyecektir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in ‘Irak’taki gibi bir demokrasi istemiyoruz’ sözü belki de haklı, ama adaletsiz idamın sonrasında ne kadar da manidarlaşıyor. Irak’taki gibi adalet istenir mi artık?
Yine hukukun temel ilkelerindendir; cezayı infaz, ehliyet gerektirir. Cezalandırılanın cezayı mucip suçlar işlemiş olduğu gerçeği, cezanın infazını haklı çıkarmaya yetmez. İnfaz ehliyeti parlamenter sistemlerde yasama, yargı ve yürütmenin işbirliğiyle edinilir; yürütme tarafından icra edilir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının ceza infazından haberdar edilmediği iddia edilen bir ülke, hele bir de işgal altındaysa, hele bir de iç savaş halindeyse hangi ‘ehliyet’ten bahsedebilir? Irak’ta Saddam’la birlikte ölen bir şey daha var: Gerçek bir demokrasinin bölgeye huzur getireceği inancı.
George W. Bush, Saddam can çekişirken yattığı uykusundan uyandığında, bu idamla Irak demokrasisinin doğum tarihini üst üste oturttu. Demokrasinin önündeki ‘tıkaç’ Saddam’mış meğer! Bir cezalandırmanın gelecekte olacak güzelliklerle irtibatlandırılması, dinin alanıdır. Siyaset ve hukuk, cezayı geçmişte yapılmış olanlara bina eder. İleride olacak bir şey için adam idam edilmez. Edilir! Ama bunu Şeytan’ı uyandırmaya çalışan satanistler; Kont Drakula’ya hayat aşılamaya çalışan vampirler ve nihayet insan kurban ederek ebedi hayatı elde edebileceklerine inanan Mayalar ve yamyamlar yapar. Bu da batıl da olsa dinin alanıdır.
Dinin alanında başka hakikatlere de yer var: İnsanlar zulmeder, ama kader adalet eder. Allah facir kulları eliyle de dinine hizmet ettirebilir. Saddam’ın tarih sahnesinde silinmesi gerçekten de güzel bir hizmet olurdu. Bu, kadere bakan bir hikmettir. Ama kaza olurken kaza olmuş; Saddam’ın idamı onu ölümsüzleştirip; Amerikan işgaline esaslı bir sadme, bir darbe indirmiş oldu. Pinochet’nin ölümü ne kadar ‘bu dünyadan zulmün cezası çekilmeden de gidilebiliyormuş’ mesajı vermişse; Saddam’ın idamı da aynı mesajı vermiştir. Kürtler Halepçe’ye yansın! Sünni Araplar, Türkmenler, Süryaniler yaşadıkları zulümleri kara yakıp ansın! Onların ölüleri Şiilerinki kadar değerli değil. Adaletsizliğin büyüğü, ölülerinin hesabı sorulmamış olan unsurlara yapılmıştır.
‘Neden?’ sorusunun cevabı, ‘ne olacak?’ sorusunu da cevaplar. Saddam’ı neden bir bayram gününde, neden bu kadar çabuk, neden bunca sır meseleleri aydınlatmadan, neden uluslararası bir mahkemenin gözetiminden uzakta idam ettiler? Peki şimdi ne olacak? Şimdi ne olacağının cevabı, ne olmasını istiyorlardı da bu idamı gerçekleştirdiler sorusunun cevabıdır. Bir Şii-Sünni çatışması istiyorlardı? Saddam’dan alınan tek intikam Sadrların intikamı değildi. Saddam’ın cesedi üzerine Muhammed Sadık El-Sadr’ın isminin haykırılması da intikamdan duyulan heyecanı dile getirmiyordu. İdam sahnesini izleyenlere adres gösteriliyordu orada. Nitekim Arap gazetelerinin dillendirip, Batı gazetelerinin irdelediği ‘cellatlardan birinin bizzat Mukteda el-Sadr olduğu’ iddiası, doğru olsun veya yanlış olsun, bir Şii-Sünni savaşını başlatmaya yönelik bir dezenformasyon hamlesidir.
Saddam’ı idam edenler ya Kurban Bayramı’nın ne olduğunu bilmiyorlardı; ya da bu idamla Saddam’ı bir ‘kurban’a dönüştürme kararlılığı içindeydiler. Hakikatin kendisinin ne olduğu Hakk’a bakan bir meseledir. Halka bakanı, hakikat hakkındaki kanaatin ne olduğudur. Onu da medyatik hafıza belirliyor bu asırda. Saddam’ı bir sonraki kuşağın bir ‘kurban’ olarak hatırlayacağı o kadar kesin ki artık! Türbesini ziyaret edenlerin onu ‘anti-emperyalizmin ve Irak milliyetçiliğinin şehidi’ olarak gördükleri o kadar açık ki! Yağlı ilmek boynuna geçirildiğinde ‘Bensiz Irak bir hiçtir!’ ifadesini kullanması boşunaydı Saddam’ın. Bir daha asla Saddam’sız Irak olmayacak çünkü. Nefret hatırayı öldürür; ama adaletsiz bir infaz hatıraları ışıl ışıl yapar.
Ne gariptir ki Hazreti İsa da bir Kurban Bayramı’nda ‘kurban’ edilmişti Hıristiyan inancına göre. Bir Fısıh, ya da bizde yaygın bilinen şekliyle Hamursuz Bayramı idi. Bu bayramda Yahudiler Beytülmakdis’e toplanır, kurban keser, bugün Kubbetüssahra’nın bulunduğu yerde bu kurbanların etlerini yakarak Rabb’e sunarlardı. Hıristiyanlığın kendi peygamberlerini kurban edilmiş ‘Rabb’in oğlu’ zannetmesinin altında çarmıha germe hadisesinin bir Kurban-Fısıh Bayramı’nda gerçekleşmiş olmasının payı vardır muhakkak. Dünün zalimi, bugünün kahraman kurbanı Saddam, yarın yeni teolojik tartışmaların odağına oturursa şaşırmalı mı buna?
Irak’ta bir dönemin kapandığı doğrudur. Fakat tam da bu sebeple zamansızdır Saddam’ın idamı. Bugüne kadar yaşanan iç savaşın faturası Saddam’a ve onun dönemine kesilebiliyordu. İdam fermanını imzalayan Başbakan El-Maliki, Saddam’ın kaçabileceğinden endişe ettikleri için idamı aceleye getirdiklerini söylemiş. Oysa bütün günahları taşıyacak keçiyi kendileri boğazlamak suretiyle ellerinden kaçırmış bulunuyorlar.
Eski bir Yahudi geleneğidir. Keffaret Günü’nde Kohenlerin başı Kudüs’teki Kutsalların Kutsalı noktasına bir keçi götürür; keçinin tüylerini sıvazlayarak Beni İsrail’in bütün günahlarını bu keçiye yüklerdi. Sonra da keçinin bir ‘Günah Keçisi’ olduğunu ima eden boyalar ve işaretler yapılarak çöle salıverilirdi zavallı hayvan. Bu keçinin asla öldürülmemesi gerekirdi ki günahları taşımaya devam etsin. Günah keçisi asla kurban edilmemeliydi... El Maliki’nin, El Sadr’ın, El Hakim’in, El Bush’un günah keçisi asla kurban edilmemeliydi.
Saddam, Bush’un Büyük Ortadoğu hayaline esaslı bir sadme indirmiştir. Bir kötüye bu kadar iyilik yapılmamalıydı...
(Kerim Balcı)
SADDAM NELERLE SUÇLANIYORDU?
Yargılandığı mahkemeyi tanımayan ve yargılama boyunca elinden Kur’an-ı Kerim’i hiç düşürmeyen Saddam Hüseyin hakkında 40 bin ton belge toplandı; en kolay ve çabuk hazırlanabilen dosya olduğu için ilk olarak Duceyl katliamıyla suçlandı. Saddam, mahkeme boyunca aleyhinde tanıklık edenleri göremedi. Bu uygulama, hukuk ihlallerinden biri olarak eleştiriliyor. Ayrıca, Hüseyin’e yöneltilen suçlamalar arasında Türkmenlere yönelik katliamların yer almaması Türkmenler açısından da üzücü bir durumdu. Dava sırasında, Saddam’ın avukatları öldürüldü ve bir yargıç “fazla yumuşak” olduğu gerekçesiyle görevden alındı. Birçok kez, hakkındaki suçlamalara karşı yaptığı savunma konuşması sansürlendi. 1 Temmuz 2004’te, yakalandıktan yedi ay sonra Saddam Hüseyin, ilk kez hakim karşısına çıktı. Bağdat Kongre Merkezi’ndeki mahkeme salonuna elleri kelepçeli olarak getirilen Saddam Hüseyin, önüne konulan hiçbir belgeyi imzalamadı ve Kuveyt’in işgalini savundu. Saddam Hüseyin, mahkemede asıl suçlunun ABD Başkanı George Bush olduğunu söyledi. Saddam Hüseyin’in sesi ABD’li yetkililer tarafından sansürlendi ve dünya televizyonlarındaki görüntülerin büyük bölümü sessiz yayınlandı.
SIRASIYLA HÜSEYİN’İN İTHAM EDİLDİĞİ SUÇLAR ŞÖYLE:
1974-1983 Siyasi cinayetler: Şii ve Kürt muhaliflere ait olduğu iddia edilen 270 toplu mezardan kanıt toplandı.
Duceyl katliamı-1982: Kendisine suikast düzenlenen Duceyl kasabasında 148 kişiyi öldürmek ve çok sayıda Şii erkek, kadın ve çocuğu uzun yıllar kamplarda tutmakla suçlanıyor.
Sulak alanları kurutması-1980-1988: Şii Arapların yaşadığı sulak arazileri kurutarak tarım alanlarını yok etmekle suçlanıyor.
Kürt katliamı-1987-1988: Halepçe’de hardal ve sinir gazı kullanarak beş bin Kürdü katletmekle suçlanıyor.
Kuveyt’in işgali-1990: İşgal sırasında çok sayıda kişiyi öldürmek ve 700’e yakın petrol kuyusunu ateşe vermekle suçlanıyor.
Siyasi baskı-1991: Bağdat’ın güneyi ve Kürt bölgelerinde öldürülen muhalifleri toplu mezarlara gömmekle itham ediliyor.
Saddam Hüseyin’in Bağdat Hukuk Fakültesi’nden arkadaşı
ŞEVKİ ÇAYIR: BİN KERE ASILMALIYDI AMA BAYRAM GÜNÜNDE DEĞİL
Irak Türkmenleri’nden Şevki Çayır, Saddam Hüseyin’in Bağdat Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı. 1968-70 yılları arasında Baas Partisi’nin Irak’taki darbesinden sonra onunla okul arkadaşlığı yapmış. Saddam Hüseyin’in Devlet Başkan Yardımcısı olmasına rağmen o günlerde hukuk derslerine gelmesi ilgilerini çekmiş. Şimdi ticaretle uğraşan Çayır, Saddam iktidarının son dönemlerinde iki davet aldığı halde Irak’a gitmemiş. Kerkük’te ev ve aile yadigarlarının haksız yere talan edilmesi nedeniyle yaptığı şikayetleri Saddam da duymuş ve onun durumunu düzelteceğini belirtip Ankara Büyükelçisi vasıtasıyla ülkeye davet etmiş. Çayır, “Ailemizden 10 kişi Saddam yüzünden idam edilmiş. Sınıf arkadaşı iken çok iyi tanıştık. İyi bilirdi ama, yine de davetine cevap vermedim.” diyor.
Hukuk dersleri nedeniyle kendi savunmasını bu kadar rahat yaptığına inandığı Saddam’ın idamı konusunda da ilginç bir değerlendirme yapıyor Şevki Çayır: “Ne derse desin yolun idama gideceğini biliyordu. Daha ilk günden belliydi. Bin defa asılsa hak etmiştir. Ancak yöntem ve bayram günü yapılan infaz hiçbir şekilde iyi niyet taşımıyor.” Çayır’ın bir başka endişesi Kuveyt, Bahreyn, Suudi Arabistan ile özellikle Suriye ve Lübnan’daki Şiilerin idam yüzünden hedef haline gelmesi ve Ortadoğu’da yeni ayrılıklara kapı aralanması.
Alıntı:http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=26387