Orgeneral Başbuğ ve Lucifer'in .....leri!!!!

Vtnsvr

New member
Bildiğimiz bir “Şeytan” vardı, “Lucifer” de nereden çıktı diyenleri duyar gibi oluyorum. “Şeytan” Cennetten ve görevden kovulmuş en büyük meleklerden biridir. Suçu, “yaradılanların en şereflisi insan”ın karşısında eğilmemesidir. “O topraktan ben ise ateştenim” demiş ve “insan”dan büyük olduğunu iddia etmiştir.

LUCİFER ise kıblesi seyyar olanların taptığıdır. LUCİFER’in PİÇLERİ’nin en önemli ortak özellikleri, bütün icraatlarını İMAN ve İNAN kılıfı altında yapmalarıdır. Bu nedenledir ki bizdeki LUCİFER PİÇLERİ, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın (SAV) karikatürlerini yapanlarla ve bu karikatürleri yayınlayanlarla kol kola girmekten çekinmemektedirler. Manevi değerlere bağlı olduklarını ilan eden AKP’nin de son süreçte, aynı ekipten medet ummaları, yalvarmaları da bu çarpık anlayışın sonuçlarıdır.



ORTA MALI’NIN İCRAATLARI



Emekli Orgeneral KIVRIKOĞLU, görevi süresince ABD’ye hiç gitmemiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek Genelkurmay Başkanı’dır. Sadece bu nedenle ABD tarafından hem “aforoz” edilmiş hem de lanetlenmiştir. Hal böyle olmasına rağmen E. Org. KIVRIKOĞLU “VAKİT” adı ile tanınan “ORTA MALI”nda yine de HEDEF alınmıştır.

“ORTA MALI” VAKİT, bir ara “Onbaşı olmayacaklar, general oluyorlar” diyerek yayın yapmış, bu aşağılık iddiası nedeniyle de TAZMİNAT’a mahkum olmuştu. Peki mahkum oldukları TAZMİNAT’ı ödemişler miydi? Daha doğrusu, TAZMİNAT’ı kazananlar, karşılarında MUHATAB bulabilmişler miydi? HAYIR !

“ORTA MALI” VAKİT, Kutsal değerler adına hareket ettiğini ilan eden ancak işine ve menfaatine gelmeyen hiçbir şeyi, Allah’ın emirlerini bile reddedecek tiynettedir. Bu nedenle pek çok VAKİT çalışanının SOSYAL GÜVENCESİ yoktur. İşten çıkartılan hiçbir çalışanına yasal hakları ödenmemektedir.

“ORTA MALI” VAKİT, Cumhuriyet’e, onun kurucu ve koruyucu kadrosuna küfretmeyi kendine görev edinmiş olmasına rağmen Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve Basın İlan Kurumu gelir desteği ile ayakta durmaktadır. Bu devlet nasıl bir devletse, kendisine küfredene, kendisini ortadan kaldırmaya çalışana MADDİ ve hatta MANEVİ yardımda bulunmaktadır. Bütün bunlara rağmen, Maliye Bakanlığı Denetçileri VAKİT’in semtine dahi uğramamaktadırlar. Eğer VAKİT, maddi açıdan sıkıntı yaşarsa sorun, ÖRTÜLÜ ÖDENEK’ten akıtılan ULUFE ile çözülmektedir.

Kısaca VAKİT, bir inancın temsilcisi olmaktan öte; önüne gelenin bedelini ödemek suretiyle kullandığı adi bir ORTA MALI’dır.



EMPERYALİZMİN ÇOCUKLARI, LUCİFER’İN PİÇLERİ’DİR



Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde özellikle 10 KASIM 1938’den itibaren farklı bir anlayış hakim olmuştur. Devlet yapısı da adeta bu anlayışa göre şekillenmiştir. Bu anlayışa göre emperyalizmin uşağı olanlar “baş tacı” edilmiş, “kula kulluk etmeyen, dik duran, duruş sergileyenler” ise ya hain ilan edilmiş, ya öldürülmüş, ya da karalanmıştır.

Büyük Britanya Kraliçesi’nin “mevsimsiz” ve “zamansız” Türkiye TEFTİŞİ’nden sonra gelişen olaylar, yukarıdaki paragrafta yer alan düşüncelerimizi doğrular niteliktedir.

Kraliçe’nin ilk icraatı, ÇANKAYA sakininin yakasına “TEST EDİLDİ, ONAYLANDI, KORUMAYA ALINDI” madalyası takmasıdır. Bu madalyanın anlamı;

“Bu bizim temsilcimizdir, buraya bizden bir VALİ atamaya gerek yoktur, sizden olduğu iddia edilerek seçilen bu zat-ı muhterem Büyük Britanya Valiliği’ni bizimkilerden daha iyi yapacak NİTELİKTEDİR (!)”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’nın bir yerlerine EMPERYALİZMİN ÇOCUKLARI, Kenan EVREN ve şürekası tarafından tarafından hiç de istenmeden sıkıştırılan DEVRİM YASALARI’nda yer alan “Türkler, yabancılar tarafından verilen madalyaları takamazlar/taşıyamazlar” hükmünü hiçe sayarak, pişmiş kelle gibi sırıtmak suretiyle Kraliçe kakasını ceket yakasında taşıyan o ÇANKAYA SAKİNİ ile VAKİT, “EKÜRİ”dirler.

-Yeri gelmişken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Askeri Liselerinde, Harp Okullarında ve hatta Harp Akademisinde “DEVRİM YASALARI” ne okutulur, ne de içeriği ortaya konularak incelenir. Bu durum en azından 1997 yılının Haziran ayına kadar böyleydi.-



SULTAN SÜLEYMAN YA DA PEYGAMBER SÜLEYMAN



ORTA MALI “VAKİT”, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral BAŞBUĞ’un “Ağlama Duvarı” önündeki fotoğraflarını yayınlarken, kendini “İSLAMA HİZMET EDEN” bir kuruluş olarak tanıtmaya ve satmaya çalıştı.

Ancak, bu fotoğraflar VAKİT denen paçavraya MI-6 (Büyük Britanya Dış İstihbaratı) tarafından yayınlanmak üzere verilmişti. Aracılık yapan kişi de ABD’nin kucağında ahkam kesen bir başka Emperyalizm Çocuğu’nun bir KIT’A İMAMI’ydı.

Çünkü, Büyük Britanya Kraliçesi’nin Türkiye’ye gelmesinin temel sebeplerinden birincisi, Büyük Britanya İmparatorluğu Milletler Topluluğu’nun GİZLİ tek üyesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kara, Deniz, Hava ve Jandarma Genel Komutanları’nı tanımadığını ilan etmektir. Bu nedenle UÇAK GEMİSİ malum yere demirlemiş, MONTREUX Boğazlar Sözleşmesi’nin içine ettirilmiş, Kraliçe BUSH’t oğlu BUSHT’un poz verdiği yerde poz vermiş, ve Çankaya Sakini’ni korumaya alınmıştır.

O fotoğraflara dikkatle bakıldığından Orgeneral BAŞBUĞ’un neyi, ne için yaptığının farkında olmanın rahatlığı ve huzuru vardır; Çankaya Sakini’nin pişkin ifadesi ile bu duruş birbirine karıştırılmamalıdır.

Orgeneral BAŞBUĞ, karıncalar dahil bütün hayvanlar alemi ile konuşan Peygamber Süleyman’ın mabedinin duvarının önündedir. Manevi bir dünya içinde… Aynı komutan o fotoğraf çekildikten sonra yaklaşık bir buçuk saat Mescid-i AKSA’da ve Muallak Taşı’nın önünde aynı saygı ve manevi duygularla eğilmektedir. Ama “ORTA MALI” VAKİT’e bu fotoğraflar servis edilmemiştir. “VAKİT” Türkiye’de MI-6’in MAŞALARINDAN ve İSTASYONLARINDAN biridir. Büyük Britanya tarihi süreç içinde Türkiye’deki neredeyse bütün İSYANLARI ve sapık TARİKATLARI nasıl desteklemişse, son olarak VAKİT’i de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Silahlı Kuvvetleri’nin müstakbel yönetimini yerle bir etmek için kullanmaktadır. VAKİT denen ORTA MALI’nın karar vericileri, bedeli mukabili yaptıkları bu HİZMET’in (!) huzuru içindedirler.

Aynı fotoğraflar ile servis edilen Büyük Kulüp Üyeliği Başvurusu yanıtı da VAKİT’in Büyük Britanya’nın maşası olduğunu tasdikler niteliktedir. Bunun neden böyle olduğunu anlamak için Büyük Kulüp’ün kuruluş yıllarına ve sonraki yapılanma sürecine gitmek yeterlidir.



FETTOŞ EKİBİNİN OPERASYONA DESTEĞİNİN SEBEBİ



Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi, Anayasası ve yasalarından aldığı yetkiye dayanarak Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde FETTOŞ’a hizmet edenlerin yaptıkları bütün faaliyetleri yıllardır izlemekte ve kayıtlara geçirerek bilgi ve belgelerle dosya oluşturmaktadır. Bu dosyaların saklandığı merkez ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı’dır.

Türk Silahlı Kuvvetleri bu bilgi, belgelere dayanarak iktidardan İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü içindeki bu ÇETE’yi temizlemesi için dosyaların bazı bölümlerini iletmiş ve ACİLEN GEREĞİNİ YAPMASI’nı istemiştir. Aslında GEREĞİ; bu ekibin Organize Suçlar kapsamında ABD’deki liderleri dahil tutuklanması ve Türk Adaleti’ne teslim edilmesi, suçları sabit görülenlerin de RESEN EMEKLİYE sevk edilmelerinden sonra yargılanarak gerekli cezalara çarptırılmalarıdır.

Kısa bir süre önce hazırlanan Emniyet Genel Müdürlüğü Atama Kararnamesi’nin gerçek nedeni budur. Ama FETTOŞ Çocukları rahat durur mu? FETTOŞ’a ve ekibine karşı harekete geçen ve hatta hesap sormaya kalkanlara yapıldığı gibi Kara Kuvvetleri Komutanı’na HADDİNİ BİLDİRME operasyonu başlatılmış ve VAKİT ile bu konuda aynı saflar seçilmiştir.



AKIL ALMAZ TEKLİF



Ankara’da Yukarı Ayrancı semtinde bir yazara yaklaşık 23 gün önce (29 MAYIS 2008) bir teklif yapılmıştır. Konu, yazar tarafından bana aktarılmış olduğundan ifadelerim kesinlik içermektedir…

Yazara;

“Size bazı belgeler, fotoğraflar ve bilgiler verilecektir. Dokümanlar arasında İÇİNDEKİLER bölümü ile KELİME DİZİNİ dahi vardır. Bu kitap sizin imzanız ve adınız ile ilk etapta 550.000 adet basılacaktır. Bu işlem ile ilgili olarak siz, işaret ettiğimiz yayınevi ile İSTANBUL YEŞİLKÖY HAVALİMANI’nda sözleşme imzaladığınızda size ve ailenize;

- VİYANA-AVUSTURYA uçak biletleriniz,

- VİYANA-AVUSTURYA’da adınıza kaydettirilmiş evinizin yasal belgeleri,

- BARCLAY’S BANK’ta adınıza açılan hesap ile ilgili dokümanlar,

- BARCLAY’S BANK GOLD KREDİ kartlarınız teslim edilecektir.” teklifi yapılmıştır.

Yazar arkadaşım dosyayı incelediğinde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile TOBB Başkanı HİSARCIKLIOĞLU’nun haklarında mükemmel bir çalışma yapıldığını fark etmiştir. Yapılan çalışma, ustalıkla KILIFINA UYDURULMUŞ olup Nüfus ve Tapu Kayıtları ile desteklenmektedir (!).

Külliyat, özellikle üç kuvvet komutanı’nın da SEBATAİST ve MAKEDON/SELANİK kökenli olduklarını, OYUNU BİR PAKET MAKARNAYA satanları ve satmaya hazır olanları ikna etmeye yetecek içeriktedir.

Dostum olan yazarın eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu olması ve ilişiğinin Yüksek Askeri Şura tarafından kesilmiş olması malum kitaba bir başka boyut kazandırmaya yönelik olup, teklif de bu nedenle kendisine yapılmıştır.

Yazar arkadaşım, bu teklifi getirenlere gerekli cevabı vermiştir. Kendisine bundan sonraki yaşamı için teklif edilen gayri menkuller hariç 15.000.000 USD (On beş milyon dolar)ı reddetmiştir.

Ancak şimdi sıkı durun; bu adamlar bu konuyu arkadaşımdan red cevabı alınca bir başka yazara daha götürmüşlerdir. Bu yazarın da nitelikleri çok farklıdır. Bu yazar, ne yazık ki bu teklifi kabul etmiştir. Teklifi kabul eden yazar, teklifi reddeden yazar dostumun kendisine bu teklifi getirenlere sorduğu sorulardan en masumu olan şu soruyu bile onlara soramamıştır.

“Bu düzmeceleri aklı başındaki bir öğrenci bile deşifre edebilir, size bir öğrenci: ‘Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 1919’da HAVZA’da kimin evinde kalmıştı?” derse ne cevap vereceksiniz?”

ORTA MALI sadece “VAKİT” değil saygıdeğer okurlarım…

Yakında insanların yoğun olduğu yerlerde yukarıda bahsettiğim kitap bedava dağıtılmaya ya da marketlerde 4.99 YTL’den satılmaya başlanırsa kimse şaşırmasın…

Kendini imanlı ve inançlı olarak tanıtan bu EMPERYALİZM ÇOCUKLARI’nın, daha doğrusu LUCİFER PİÇLERİ’nin unuttukları: “Serveti ve makamı verenin ALLAH olduğu”dur.

NOT: Yazar arkadaşım, kendisine incelemesi için huzurda teslim edilen belgeler arasında Kara Kuvvetleri Komutanı ile ilgili olarak “VAKİT”de yayınlattırılan fotoğrafların bulunmadığını, can ve mal emniyeti olmadığından o günden sonra saklanmak zorunda olduğunu ve kendisine bu teklifi getirenlerin “ERGENEKON İDDİANAMESİ hem içeriği hem de yayın tarihi ile ŞEMDİNLİ İDDİANAMESİ’nden daha çok ses getirecek” dediklerini ifade etti.





Kaynak: Cem Yaren
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7731
 

COROPERATION

New member
Kesinlikle Katılıyorum.İleride yararlanılabilir.Özgün ve sivri dilli bir kalem işi.Emeğine ve ellerine sağlık...
 

emrah1607

Banned
bunu yazana gerçekten teşekkürü bir borç biliyoruz.vakitin kimlerin emrinde olduğunu hepimiz biliyoruz zaten
 

AntidepresaN

New member
sorosun çocukları ve f tipi yapılanmanın özetlendiği güzel bir yazı
 

64general1

New member
GERÇEĞİN ÖBÜR YARISI



Fotoğraf mı istiyordun, al işte


GÜNLERDİR eski fotoğraf albümlerimi, dijital albümlerimi karıştırıyorum.


Bir kare fotoğrafı, evet bir kare fotoğrafı bulmak için.

Beni ve eşimi Kudüs’te "Ağlama Duvarı" önünde gösteren bir fotoğraf karesini arıyorum.

Yanılmıyorsam Kudüs’e üç defa gittim. Bunların hepsinde de üç dinin mekánlarını ziyaret ettim.

Mescid-i Aksa, Kıyamet Kilisesi ve Ağlama Duvarı.

İkisinde eşimle birlikteydik.

Mescid-i Aksa’da dua ettik.

Kıyamet Kilisesi’nde de dua ettik.

Ağlama Duvarı’na gittik.

Girerken başımıza kipa taktık.

Ellerimizi duvara sürdük.

Küçük káğıtlara dilekler yazıp duvardaki deliklere soktuk.

Orada da dua ettik.

Dünyanın dört bir köşesinde çeşitli dinlere ait mabetleri ziyaret ettim.

Hepsinde "Yaradan"la baş başa kaldım.

Allah’ın bize verdikleri için şükrettim.

Birçoğunda fotoğraflarım çekildi.

Ama bir tekini, sadece bir tekini bulmak istiyordum.

Ağlama Duvarı’nda, başımda kipayla bir fotoğraf.

* * *

O fotoğrafı bulup köşeme koymak ve bu ülkede insan yıpratmanın en ahlaksız, en dinsiz, en imansız yollarına tevessül eden insanların gözüne sokmak için yayımlamak istiyordum.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’u, servis yoluyla yıpratmaya çalışanlara, "Buyurun beni de yıpratın. Ağlama Duvarı’nda komutanın yanında ben de duruyorum" demek istiyordum.

Bulamadım.

Çektirdiğimi hatırlıyorum, ama bir türlü bulamadım.

Fotoğrafı bulamadığım için yapacağım tek şey, bir yazı yazıp oraya koymaktı.

Onu yaptım.

Bir de dedim ki: "İlker Paşa’nın Mescid-i Aksa’da da çekilmiş fotoğrafı var. Aynı gizli eller neden o fotoğrafı da servise koymuyor?"

Bu cümlemi aldılar, günlerdir manşetlerinden soruyorlar.

"Nerede Mescid-i Aksa’daki fotoğraf?"

Servisi yapanların ahlakından, cibiliyetinden o kadar eminler ki, öyle bir fotoğrafın bulunduğuna inanmıyorlar.

Herkesi, kendileri gibi inanç üzerinden, kutsal değerler üzerinden, din, Peygamber, iman üzerinden en pespaye, en kirli siyaseti yapacak kadar tıynetsiz sanıyorlar.

Oysa hepsi biliyorlar ki, bu ordu, milletinin ordusudur, milletinin bağrından çıkmıştır ve milletinin inançlarını onlar da aynen yaşamaktadır.

Ama gel de o kafaya, güya iman üzerine kurulmuş en imansız kafaya bunu anlat.

Herkesi kendi gibi biliyor ya, "Nerede fotoğraf" diye soracak cüreti kendinde bulmuş.

Kimbilir belki de o fotoğrafı servis yapan karanlık tipler güvence vermiş, "Merak etme, camide fotoğrafı yok" demişler.

O da inanmaya hazır. Ordusunun subayının imanının gerçek iman olduğunu biliyor da söylemek işine gelmiyor.

Ona göre iman dediğin şey, ille de teşhir edilmelidir.

Cuma namazına mı gittin, herkesin gözüne sokmalısındır.

Oruç mu tuttun, tutmayana hesap sormalısındır.

O yüzden, "Nerede fotoğraf" diye soruyor.

* * *

Al işte fotoğraf.

Hem Ağlama Duvarı’nda, hem Mescid-i Aksa’da.

Hem Yahudi’nin kutsal mabedinde, hem Müslüman’ınkinde.

Birinde eli duvarda, ötekinde iki eli Allah’ına doğru açılmış.

Şimdi sorsam: "Utandın mı?"

Nerede o yüz...

Al işte fotoğrafı, al ama iş bitiyor mu?

Asıl meselemizi, asıl haksızlığımızı, asıl suçumuzu affettirebiliyor muyuz?

Bu ülkede Yahudiliği, Yahudi inancını hálá insan yıpratmak için malzeme olarak gören bu kafa, bu Nazi kafası olduğu sürece, hiçbirimiz insanlık huzuruna gönlümüz ak olarak çıkamayacağız.



Ertuğrul ÖZKÖK
 

Kara Kartal

Banned
konu başlığı lusiferin adamları olsa daha iyi olurdu:D:D:D


''Kendini imanlı ve inançlı olarak tanıtan bu EMPERYALİZM ÇOCUKLARI’nın, daha doğrusu LUCİFER PİÇLERİ’nin unuttukları: “Serveti ve makamı verenin ALLAH olduğu”dur.''

Allah ile aldanıyoruz çünkü Allah ile aldatılmaya müsait derecede bilgisiz cahil bir halkız ..

Eğitim alanındaki devrimler takip edilmedi devamlı sulandırıldı sonuç bilgisiz bir nesil...
 

ikRa

Banned
asıL konuyu değiL ama
10. mesajı sonuna kadar keyifLe okudum

şahsi husumetim oLmasa ziyadesiyLe teşekkür etmek isterdim ama
ne yazık ki arada nefis insanı oLabiLiyoruz
 

Vtnsvr

New member
Orduyu Kaşıma Faaliyeti !.. - Ruhat MENGİ




Dinci gazeteler ile iktidarın sözcülüğünü yapanlarda bayağı yorucu (daha çok kendileri için) ve yoğun bir çalışma söz konusu… Çalışmanın içinde yer alan köşe yazılarının çoğu Çankaya’da özel yemeklere ve elbette dış gezilere davet edilen isimlere ait…Malumunuz bu isimler genellikle değişmiyor, son dönemde iktidar partisi “medya” denince sadece “kendi medyası”nı anladığını defalarca gösterdi.


Her neyse bu yorucu faaliyetin ana fikri (o yemeklerde hazırlanan bir proje midir bilinmez) orduyu kaşımak, hiç gündemden düşürmemek.

Bir yandan başkalarını ve tabii yargıyı orduyla ilişkilendirmeye çalışır, meslektaşlarını durup dururken darbe taraftarı olmakla suçlarken kendileri devamlı, her yazılarında darbe çağrısı yapar gibiler. Adeta demokratik kurumların işlemesi ve rejime karşı oluşacak tehlikelere, Anayasa ihlallerine “demokrasi içinde” önlem alması yerine “darbe olsun daha iyi” havası hakim.


Dikkatle bakınca çok enteresan geliyor hakikaten. “Yargı yetkisini aştı” eleştirisi getirmek değil bu, daha önce benzer durumlar yaşandığında görülmemiş şekilde sürekli orduyu işin içinde göstermeye çabalamak. Kendileri gibi davranmayan, hukuka, yargıya saygı gösteren medya kesiminin de askerle ilişkili olduğunu iddia etmek.
Kısacası ordunun sessiz kalması, demokrasinin işlemesi onları fena halde rahatsız ediyor. Darbe, hukuk darbesi laflarını mümkün olduğunca tekrarlayıp kafaları karıştırarak iktidarı mağdur durumuna düşürmeye katkıda bulunmak istiyorlar.


Ama artık bu komplo teorileri kabak tadı verdiği için hiç inandırıcı olmuyor.

Tam aksine, kurdukları komik bağlantılar “bu nasıl mantık” dedirtiyor.


Anayasa Mahkemesi erken seçimi durdurabilir mi ?..


Bildiğiniz gibi AKP “kapatma davası savunması” ile ilgili süre haklarını kullanmıyor,

Savunmasını süre bitmeden veriyor ve davanın bir an önce sonuçlanmasını istediklerini tekrarlıyor.



Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de bunun nedenini “Davanın uzamasını istemiyoruz. Belirsizlik Türkiye’ye zarar verir” şeklinde açıkladı.

Ama acaba AKP için daha öncelikli nedenler var mı ?..
Bu acelenin sebebi ne olabilir ?..
Anayasa Mahkemesi’nin (AKP’nin beklediği gibi) kararını Ağustos ayında vermesi mümkün mü ?..

Bu davaya “google davası” denebilir mi ?..
İktidar partisi erken seçim kararı alırsa AYM’nin “AKP için” bunu durdurma yetkisi var mı ?..
Laiklik Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamede açıkladığı gibi “bir yaşam biçimi” olabilir mi, yoksa sadece “devletin bir niteliği” mi ?..
Refah ile Fazilet Partisi’nin kapatma dönemlerinde neler yaşandı ?..


Avrupa Birliği AKP davasının sonucuna göre Türkiye’yle müzakereleri durdurma hakkına sahip mi ?..


YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan’ın imam hatipler için söylediği “Bu zıkkımların adını değiştirelim” sözünün nedeni ve sonuçları ne olabilir ?.. Bu hafta Her Açıdan’da bu soruları ve daha birçok soruyu Türkiye’nin en iyi Anayasa Hukuku uzmanlarından ( ve eski Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı ) Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, AKP eski Bursa Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Ertuğrul Yalçınbayır, eski Refah Partisi Trabzon Milletvekili ve RP kapatma davası savunmasını hazırlayan ( Erbakan’ın da avukatlığını yapan ) Anayasa Komisyonu üyesi Şeref Malkoç, laiklik ve dinler uzmanı, araştırmacı yazar Aytunç Altındal’la birlikte tartışacağız.
 

sedapinar

New member
Orgeneral İlker Başbuğun Özgeçmişinden bir hatırlatma;
TSK nın Bir generalının sınıf ayrımsız afyonlu İslama bağlı bir yoksul bir aileden gelip babasız yetim büyüyerek anne v e dedesi ile yaşamının zorluklarına katlanarak 50 senelik hizmetini İnşaallah Genel Kurmay Başkanı olarak sürdüreceği onurlu bir yaşam...

Birde bunları yazanlara bakın.Kurtuluş savaşında yunan ordularıyla işbirliği yaparak Türk ordusunu arkadan vurmaya çalışan hayinlerden bir farkları yok. Şimdikilerde onlardan arta kalanların uzantıları ve Türkiye Cumhuriyeti var oldukca bu hayinlerde olacak ve her zaman kaybedecekler . .
Bunlar gibiler ancak ortalığı bulandırır ve o bulanık suda boğulur giderler.
 

Vtnsvr

New member
Orgeneral İlker Başbuğun Özgeçmişinden bir hatırlatma;
TSK nın Bir generalının sınıf ayrımsız afyonlu İslama bağlı bir yoksul bir aileden gelip babasız yetim büyüyerek anne v e dedesi ile yaşamının zorluklarına katlanarak 50 senelik hizmetini İnşaallah Genel Kurmay Başkanı olarak sürdüreceği onurlu bir yaşam...

Birde bunları yazanlara bakın.Kurtuluş savaşında yunan ordularıyla işbirliği yaparak Türk ordusunu arkadan vurmaya çalışan hayinlerden bir farkları yok. Şimdikilerde onlardan arta kalanların uzantıları ve Türkiye Cumhuriyeti var oldukca bu hayinlerde olacak ve her zaman kaybedecekler . .
Bunlar gibiler ancak ortalığı bulandırır ve o bulanık suda boğulur giderler.
Kesinlikle haklısınız.
 

Vtnsvr

New member
Servisi Kim veya Kimler Yapıyor? -
İsmet SOLAK

BÖYLE bir dönemi hiç yaşamamıştık.

Genelkurmay’ın sırları malum gazete ve dergilerde peş peşe yer alıyor.

Bir kere oldu, bir daha olmaz,sanırken bakıyorsunuz daha büyük bombalar patlıyor.

Biraz geriye dönüp sıralayalım..

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in günlük notları yayınlandı.

Bizler şoke olurken, demeçler ve bildiriler faslı başladı. Dergi kapatıldı.

Derginin başındaki yöneticinin Fethullah Gülen cemaati ile ilgili olduğu öne sürüldü.

Sıradan vatandaşlar olarak,alışık olmadığımız bu servisin nereden yapıldığını merak etmeye başladık. Merak ettik ama yanıtını bulamadık.

Derken, Gölbaşı’ndaki GEZ Komutanlığı’nın dinlendiği ortaya çıktı.

Olurdu, olmazdı tartışıldı.. Ama olan olmuştu.

Daha bu sarsıntıları atlatamadan, İkinci Başkan Orgeneral Ergun Saygun’un şeker hastalığı ile ilgili rapor patladı. Bir şeyler oluyordu, ama bizler bu hıza yetişemiyorduk.

Bu arada Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt takip edildi, dinlendi.

Rezaletin üstü örtülemeden, CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın görüşmeleri izlendi ve tam metin Vakit gazetesinde yayınlandı.

Bolu Valisi Ali Serindağ merkeze çekildikten sonra yaptığı ziyaretin konuşmasıydı bu. Sav, eski bir bakan olarak, CHP Genel Sekreteri unvanı ile Bolu’da bir toplantıya gittiği zaman Vali’yi makamında ziyaret etmişti. Serindağ da kendisini makamında ziyaret etmiş, ikili görüşme gazetede yer almıştı.

Ali Serindağ’ı doğum yerim olan Kırklareli Valisi iken tanıdım.

Genç, dinamik, insancıl ve sevecen yapılı bir Devlet Valisi olarak tanıdım.

Halkın sevgilisi olmuştu.

Bolu’da da sevildiğini duyuyordum.

Peki niye alındı ansızın? Hem de Başbakanın bir hafta sonunda haber vermeden gittiği Bolu’dan, bu gezi biter bitmez neden alınmıştı? Kendisi bile bilmiyor belki. Başbakanlık çevrelerinden edindiğim bilgilere göre, Başbakan kendisine bir konuda takmış:

“Sosyal Yardımlaşma fonundaki parayı kullanmamış.”

Nedir bu Fon?

Hani illerde özellikle AKP il ve belediye başkanları ile valilerin evleri bizzat gezerek kömür dağıtmaları, poşetler içinde yiyecek yardımı yapmaları var ya, olay buradan çıkıyor.

Bolu Valisi olduktan sonra Serindağ, Devlet görevlileri dışında kimseyi bu fonların kullanılmasına karıştırmamış. Kim yoksul, kim ihtiyaç sahibi ise belirleyip yardım yapılmış. Dar gelirli öğrenciler için yurt yapımında kullanılmasını bir proje halinde fonlardan sorumlu bakana sunmuş. Bana fısıldanan ise şu:

“Projey, o sırada fonlardan sorumlu olan şimdiki İçişleri Bakanı onaylamadı !”

Sen misin AKP Valisi yerine Devletin Valisi olarak kalmak isteyen?

Haydi, merkeze…

Dönelim asıl şoke eden olaylara. Geçen hafta bir haber daha patladı:

“KKK Orgeneral İlker Başbuğ ile Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt karargahta görüştüler.”

Ne var bunda? Devletin iki üst düzey görevlisi gizlice bir Cafe’de mi buluşacaklardı? Lütfen şu zamanlamaya bir bakın! Anayasa Mahkemesi AKP ile ilgili kapatma davasına bakacak. Ve hem iktidar çevreleri, hem de ikinci cumhuriyetçiler kapatma davasının askerin yargıya baskısı ile gerçekleştiği fikrini işliyorlardı. Bu kampanyaya göre, Türkiye’de yargı bağımsız değildi ve vesayet altında idi. Demek ki neymiş?!

KKK Org. Başbuğ ile bu iş kotarılıyormuş(!) Bu izlenimi veriyor haber. E pes yani! Birader, bu komutan 30 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanı olacak be!

Hatırlarsanız, Orgeneral Başbuğ’un Kudüs’teki ağlama duvarında çekilmiş fotoğrafı da malim gazetelere servis edilmişti. Hatta, Kudüs gezisinde hem İsa Peygamber’in öldüğü mekan olan kiliseyi, hem de Mescid-i Aksa’yı ziyaret ederken de fotoğrafları vardı. Ama salt Ağlama Duvarı önündeki kare yayınlanmıştı.

Bu servisi kim veya kimler yapıyor?

Çünkü dahası var. Henüz 10 gün bile olmadı; Taraf Gazetesi’nde bir manşet patladı:

“İşte Genelkurmayın kamuoyunu yönlendirme Planı!”

Haberde o kadar ayrıntı vardı ki, sıradan insanların dudaklarını uçuklatırdı:

“22 Temmuz seçimlerinden iki ay sonra hazırlandığı ortaya çıkan Bilgi Destek Planı’nda, yargının, gazetecilerin, önemli sivil toplum kuruluşlarının yönlendirilmesi ile ilgili önlemler ve öneriler” sıralanıyordu.

Genelkurmay Başkanlığı ağır bir dille yalanlamada bulundu. Amma, gazete haberinde ısrarlıydı. Taraf gazetesi dün daha da ürpertici bir manşetle ortalığı sarstı:

“Genelkurmay Başkanlığı Dağlıca baskınını üç gün önceden biliyordu.”

Jandarma İstihbaratının raporu olduğunu, bu raporda kimlerin telefon konuşmaları yaptığını isim ve örgüt isimlerini vererek açıklıyordu. Bu rapor baskından üç gün önce Genelkurmaya ulaştırılmış. Hadi, çıkın işin içinden..

Taraf adını ilkin uç bir gazete olarak biliyorduk. Radikal İslamcılar yazıyordu. Sonra Akit ve Vakit olmuştu. O sırada slogan: “Taraf olmayan bertaraf olur” idi.

Bu kez el değiştirdi. İkinci Cumhuriyetçiler çıkarıyorlar. Ahmet Altan ve Alev Er bu işe başladılar. Yanlarında da Yasemin Çongar vardı. Slogan da değişmişti:

“Düşünmek, Taraf olmaktır!”

Ben, Ahmet Altan ile Hürriyet’te, Alev Er ile Güneş’te birlikte çalıştım. O dönemde böyle değillerdi. Demek ki insanlar çok değişebiliyorlarmış. Ahmet gibi babası Çetin Altan da nereden nerelere geldi, görmüyor musunuz?

Bir ara çok şaşırmıştım; Kuzey Irak’ta operasyon sürerken Ahmet Altan ve Yasemin Çongar Kandil’e gitmişlerdi. Orada Karayılan’ın yardımcıları olan Bozan Tekin ve Mizgin Amet ile bombalamalar altında baş başa görüşmüşlerdi. Cesaretlerine hayran kalmıştım(!)

Dahası da var; Taraf çalışanları AKP ile ilgili kapatma davası açan Cumhuriyet Başsavcısı hakkında da 17 Mart 2008 tarihinde suç duyurusunda bulunmuşlardı. Hatta vatandaşları da bu suç duyurularına katmak için kampanya açmışlardı.

Fatih Altaylı geçenlerde Haber-Türk’teki programında, “Bu gazetenin, Taraf’ın kaynağı nereden geliyor kardeşim? Sahibi Alkım Kitabevi gözüküyor ama gazete çıkarmak için kitap satışı falan yetmez.. Değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sormuştu. Acaba Taraf yetkilileri veya servis etkilileri bir yanıt verdiler mi?

Öyle ya, ne dermiş ustalar?

“Ne kaa ekmek o kaa köfte!”

Yani, ne kadar servis o kadar manşet!
 

64general1

New member
Başbakan Samimiyse, Taraf'a Verilen Resmi İlanları İnceletsin



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ arasında yapılan görüşmenin içeriğini bilmiyoruz. Bilemeyiz de... Bu tür görüşmelerin detayları ancak yıllar sonra ortaya çıkabilir; o da taraflardan birisi anlatırsa...Bir yolu daha vardır; görüşmenin 'tutanakları' zaman içerisinde basının eline geçebilir. Ancak, bu da pek mümkün görünmüyor; çünkü biliyorsunuz AKP iktidarı döneminde devlette 'kayıt tutma' geleneğine son verildi. Devletin hafızası boşaltıldı. Eğer Sayın Başbuğ, tedbirli davranıp da kayıt tutturmadıysa, Başbakan bunu zaten yaptırmamıştır. Yıllar sonra ikisi, görüşmeye ilişkin ayrı şey anlatırlarsa ne yapacağız bilmiyorum..

Allah'tan 'telekulak' diye bir şey var (!) Genelkurmay ve Başbakanlık cenahları görüşmeyi kayıt altına almadıysa bile 'birileri' bu önemli görüşmeyi 'ortam dinleme' yöntemiyle tespit etmiş olabilirler. Yarın öbür gün, olayın detaylarını internet paylaşım sitelerinde dizi film seyreder gibi seyredersek şaşırmayalım...

Ne konuştuklarını bilemeyiz ama şöyle bir tahminde bulunursam hiç de yanılmış olacağımı zannetmiyorum:

Sayın Başbakan demiştir ki;

"Paşam, hakkınızda yapılan yayınlar konusunda infial halindeyiz. Hükümetim, ("Hükümetim" derken, i harfini uzatıp 'hükümetiiiim" demiştir ki etkisi daha fazla olsun) bu alçaklığı yapanların peşindedir. Size yapılanı kendimize yapılmış sayarız. Kim benim müstakbel Genelkurmay Başkanı'mı böyle çirkin ithamlarla karalayabilir? Ordu ile hükümetimizin arasını bozmak isteyenler var.Kulakları vaaar duymuyorlar, gözleri vaaaar görmüyorlar..."

Sözünü muhakkak "Bu böyle biline!" diyerek bitirmiştir...

Nitekim Sayın Başbakan, görüşmeden 2 gün sonra Polis Akademisi diploma töreninde, güvenlik güçlerinin hakarete varan eleştiriler karşı karşıya kaldığını hatırlatarak, "Polisi ve askeri yıpratmaya çalışan güçler, karşılarında milleti bulacaktır" diyerek yüreklerimize su serpti...

Başbakan'ın samimiyetini ispat için elinde çok pratik bir imkan var: Şöyle:

Ordu'ya ve üst düzey komutanlara yönelik sistematik saldırılar, ağırlıklı olarak hangi yayın organlarından geliyor?

Vakit ve Taraf'tan...

Vakit kampanyanın pespaye, belden aşağı kısmını yürütüyor. Taraf ise güya daha bir 'gazete' havalarında..."Bulduk belgesini yazıyoruz; gazeteci bulunca yazar kardeşim" diyerek itiraz edilmesi imkansız olan bir mesleki gerekçeye sığınıyorlar.

Doğru, gazeteci belge bulunca yazar...

Yazar da, daha önce Nokta dergisinde oraya çıkan ve ordunun içine bodoslama dalan ekibin aynı misyonu azimle ve hırsla bu kez Taraf gazetesinde devam ettirdiği de kimsenin gözünden kaçmıyor. Bu acar gazeteciler, durmadan "darbe günlükleri", yok bilmem "Batı Çalışma Grubu raporları" bulup bulup yazıyorlar da her nedense, örneğin Başbakanlık'taki örtülü ödenek skandalı gibi konulardan itinayla uzak duruyorlar...

On bin satan bir gazetenin mesela Murat Belge gibi masraflı bir yazarı kendi kadrolarına katması da kolay bir şey olmasa gerek. Murat Belge, yeşil dolarcıkları görmeden şuradan şuraya gitmez. Benim 2 aylık gelirim, Murat Belge'nin günlük viski masrafını karşılamaz valla.Yasemin Çongar da öyle... Sen Doğan Grubu'nun Washington temsilciliği gibi ballı bir işi bırakıp on bin tirajlı zottirik bir gazeteye gideceksin..

Sonra da "tek amacımız gazetecilik" diye bizi yiyeceksiniz. Hadi canım sen de!

Taraf gazetesinin TSK'ya yönelik bu sistematik yayınlarını "habercilik başarısı" diye alkışlayan diğer medya mensuplarına ne demeli? Gülay Göktürk, geçen gün Kanal 7'deki İskele -Sancak programında "Bu belgeler TSK içindeki rahatsız subaylardan sızmıştır. Taraf'a vermelerinin nedeni de yayınlayabilecek tek gazete olması..." demesin mi...

Siz ne güne duruyorsunuz Hanımefendi? Yani bu belgeler size gelse, köşenizde yazmayıp Taraf'a mı göndereceksiniz?

Patronunuz olsam bu lafa karşılık savunmanızı isterdim doğrusu.. Yani şimdi siz, "Taraf'tan başka kimse yazamazdı" derken "Bakmayın böyle afralı tafralı konuştuğuma, tırsarım aslında. Ben olsam yazamazdım" mı demiş oldunuz, yoksa "Benim çalıştığım gazetenin patronu bize özgür habercilik yaptırmıyor, bu belge bana gelse gazetem yazdırmazdı" mı demiş oldunuz?

Madem, "özgür gazeteciliğin" yapıldığı tek yer olarak Taraf'ı görüyorsunuz, gidip orada yazsanıza..Akın İpek Beyefendi'ye neden fuzuli masraf çıkarıp altın işletmeciliğinden gelen milli serveti ziyan ettiriyorsunuz? Ayıptır.

(Bu arada, programa Ankara'dan 'bir bilen' olarak katılan Şamil Tayyar, İsmail Küçükkaya'nın gazetesinin 'devlete yakın' olduğunu alaycı bir dille ima edeyim derken inanılmaz bir gaf yaptı. Tayyar, yüzünde müstehzi bir ifadeyle, "İsmail'in gazetesi Çankaya'ya daha yakındır, biz biraz uzağız" dedi. Çankaya'da artık Abdullah Gül oturuyor Ey Şamil(! )Sen kendini hâlâ Sezer döneminde zannettin galiba.."Çankaya'ya yakın' olanlar artık senin kasttettiğin 'devlete' yakın olmuş olmuyorlar. Anladın?")

Konumuza dönüyorum. Sayın Başbakan, eğer orduyu yıpratmak isteyenlerin üstüne gitme konusunda samimiyse, öncelikle on bin tirajlı Taraf gazetesine Vakıfbank'ın trilyonluk reklamlarını kimlerin verdirdiğine baktırmalıdır. Sonra bu 'minik' gazeteye ve onun küfürbaz refiki Vakit'e akan resmi ilan trafiğini dikkatlice bir inceletmelidir. Basın İlan Kurumu'nun Yönetim Kurulu Başkanı, Başbakanlık Müsteşarı'dır. Soruversin Efkan Bey'e...Efendime söyleyeyim... Maliye Bakanı'na bir talimat verip tıpkı Kanaltürk' e yapılan denetim gibi bir denetimin başlatılmasını sağlamalıdır. Vakit'in hakaret tazminatlarından yırtmak için yasaya karşı kurduğu Ali Cengiz oyunlarını bir bir açığa çıkarmalıdır...

Bunları yaparsa, belki TSK'yı ve ordunun sistematik biçimde yıpratılmasından rahatsız olan kamuoyunu bu kirli tezgâhların içinde hükümetin parmağı olmadığına inandırabilir.

Boş vaade karınlar tok...


Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat
 

HTML

Üst