biosx
New member
Ordunun en büyük silahı yargı
2005'de hazırladığı Almanak'la kamuoyunun TSK’yla ilgili en detaylı bilgiye ulaşmasını sağlayan isimlerden Prof. Dr. Ümit Cizre "TSK'nın en önemli müttefiki yargı" dedi.
Askerin susma nedeni iddiaların yenilir yutulur gibi olmaması, bunun ezikliği var’ diyen Prof Cizre: Üçlü zirve gösteriyor ki sivil denetim zamana yayılarak mutlaka gerçekleşecek.
Röportaj: Fadime Özkan
Türkiye’nin değiştiğine kuşku yok ama bu değişimin niteliğine ve nereye varacağına dair birbirinden keskin şekilde ayrışan pek çok görüş var. Demokratikleşme yönünde atılan adımların ve dirençlerin ana eksenini asker-sivil ilişkileri oluşturuyor. Son birkaç haftada zirve yapan gerilimin bir ucunda ise ‘yüksek yargı’ bulunuyor. Bütün bunların neye tekabül ettiğini; TESEV’in 2005’te yayınladığı ve Genelkurmay’ın tepkisini çeken ilk “Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” Almanak’ını hazırlayan Prof. Dr. Ümit Cizre ile konuştuk. TSK ve asker güdümünde izlenen siyasetleri tarihsel süreçte inceleyen, pek çok makale ve kitap yazan Cizre halen Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi. Daha önce Princeton ile Floransa Avrupa Üniversitesi’nde de çalışmıştı.
Askeri vesayet konusunda hep askere yüklenilir çünkü sistem onlarca dizayn edilmiştir, siyasiler hamle ettikçe oradan uyarı, itiraz gelmiştir. Son dönemdeyse oradan ses çıkmıyor ama düzenlemeler de mutlaka yargıdan geri dönüyor. Bunu nasıl anlamalı?
Yargının siyasete müdahalesi konusunda Susurluk’tan bugüne uzun bir liste var. Yargının süregelen iktidar savaşındaki yerine, anlam ve önemine baktığımızda şunu görürüz: TSK’nın laik iktidar bloğu içerisinde edindiği müttefiklerden en önemlisi yargıdır. Ardından medya, üniversite rektörleri ve sivil toplum kuruluşları gelir. Artık tek başına TSK’dan bahsetmek mümkün değil. Seküler laik iktidar dediğimiz zaman çok parçalı bir bloktan bahsediyoruz. Fakat bunun en önemli ve anlamlı ayağı şu anda yargı.
• Yargı niçin en önemli ayak?
İlk nedeni herhalde TSK’nın şu an içinde bulunduğu yıpranmışlık durumu. TSK susuyor, Genelkurmay Başkanı hükümetle daha fazla gerilim yaratılmaması konusunda ortak bir bildiriye imza atıyor çünkü TSK ayyuka çıkan bu darbe girişimcilerinin mutlaka yargılanması konusunda hükümetin elinin kolunun bağlı olduğunu çok açık biçimde görüyor ve gerilimin daha fazla tırmandırılmaması gerektiğini düşünüyor. Ve evet, iddialar yenilir yutulur gibi değil, bundan dolayı açıkça söylemese bile bir eziklik var. O sessizliğini korurken de yargı öne çıkmak durumunda. Aradaki ittifak bunu gerektiriyor.
• Nasıl bir ittifak ki bu; yargının konumu ne burada?
Türkiye’de resmi ideolojinin taşıyıcısı durumunda olan bir kurumlar silsilesi var. Resmi ideolojiyi taşımak demek siyasallaşmak demektir. Ordu da, yargı da bu nedenle siyasallaşıyor. İlk unsur bu... İkinci unsur, ikisinin de toplumsallaşma, siyasallaşma, eğitim, kültür, görgü, siyasi kültür itibariyle geçtikleri evreler aynı. Dolayısıyla her ikisi de çoğulculuğu, çoğulcu demokrasiyi resmi ideolojiyi darmadağın edecek, mahvedecek bir tehlike olarak görüyorlar. Dünyaya kapalılıkları da bir ölçüde bunu gerektiriyor. Ama tabi mevcut yasalar da buna elveriyor. Sonuçta HSYK’nın, tarafsızlığını zedeleyecek bir atanma biçimi ve kompozisyonu var. Şu ana kadar da hiçbir iktidar buna el atmamış. Büyük ihtimalle hepsi HSYK’dan araçsal olarak yararlanabileceklerini düşündüler. Bu da bir gerçek. Bu ülkede yargı reformu, kısmi de olsa bir anayasa reformu ilk kez tartışılıyor.
• İşlerin yürümesi bakımından asker-yargı arasındaki rol paylaşımı nasıl, kurumlar arasında o mekanizma nasıl işler?
Arada böyle bir haberleşme trafiğinin olması doğal ama fiilen nasıl oluyordur bilgim yok. Önemli olan o ittifakın sarsılmaz biçimde, hiç yara almadan bugüne gelmesi. Gerçi toplumla yani, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarıyla veya kentli laik kesimlerle olan ittifak bu darbe söylentileriyle belki bir parça sarsıldı fakat yargıyla olanı sarsılmadı. Şu anda laik cephenin tek sözcüsü, savunucusu yargı gibi görünüyor.
TOPLUM FEDA EDİLMİŞ
• 28 Şubat fiilen değilse de sonuçları itibariyle bir darbeydi. AK Parti’nin iktidar olmasının ardından 2003’te hazırlanan Balyoz darbe planında görülüyor ki çılgınca, çok hoyrat ve yıkıcı ‘operasyonlar’ planlanmış. 2004 tarihli Ayışığı ve Sarıkız’da ise darbe ortamının hazırlanmasında sivil toplum kuruluşlarına rol verilmiş, ‘müsait’ bulunan isimlerin kitleleri harekete geçirmesi planlanmış. Yani sivillerin araç olarak kullanılması düşünülmüş, bir çeşit kamu diplomasisi... Bu fark niye?
Darbe planlarının toplumla ittifak ilişkisi iki koldan işliyor. Stratejilerin birinde kamu ya da sivil toplum kuruluşlarıyla, kendilerine sempati duyan aktörlerle, rektörlerle çok yakın ilişkiler kurarak Atatürkçüğü sağduyulaştırmak ve Türkiye’nin temel siyasi meselelerini ‘iç güvenlik’ başlığı altında askerileştirilmek istemişler. Askerin siyasi rolünün yaygınlaştırılması meselesiyle karşı karşıyayız. Öteki strateji yoluyla ise yakıp yıkarak toplumda hükümete karşı bir nefret dalgası yaratmak ve darbe ortamı hazırlamak istenmiş. Orada toplum feda ediliyor, önemsenmiyor. Planlardaki bu hoyratlık, toplumla ilişkilerdeki samimiyeti tartışmaya açıyor ve aslında toplumla bağların sağlam kurulamadığını, kurulamayacağını keşfettiklerini gösteriyor.
• 28 Şubatın 13. sene-i devriyesi. 28 Şubat’la bugün yaşadıklarımız arasında nasıl bir benzerlik ya da fark var?
28 Şubattan bu yana süreklilikler de var, büyük farklılıklar da doğdu. TSK’yı temel bir aktör olarak alırsak seçimleri hala bir sorun olarak görme eğilimi var, bu süreklilik çok önemli. Türkiye’de kilit sorun, laik iktidar bloğunun ve TSK’nın gözünde bir dizi seçimler sonucunda oluşan iktidar tablosunun hiçbir şekilde sağlıklı bulunmayışı, kabullenilememesi. Farklılık da şu: Daha önceki darbeler, var olan, gözle görülen fakat derin devletçe provake edilen bir asayişsizlik ortamının giderilmesi ve yerine asayişin kanunun nizamın getirilmesi gerekcesine dayandırılıyordu. En azından kamuya yönelik açıklama hep buydu. Darbenin ardından siyaset, TSK’nın belirleyiciliğinde yeniden şekillendirilir ve yeni iktidarlara terk edilirdi. Ancak, vesayet burada sona ermezdi. Her seçim sonucu dikkatle izlenir irdelenir -seçimler bir sorun ya- perde gerisinden siyasete müdahaleler şu veya bu biçimde sürerdi.
HERŞEY ÇIPLAK İKTİDAR İÇİNMİŞ
28 Şubat’tan özellikle 2002’de AKP’nin iktidar olmasından bu yana ise hiçbir müdahale, darbe planı ya da 27 Nisan e-muhtırası ülkedeki asayişsizlik, kaos veya yaygın şiddet ortamı esas alınarak yapılmış değil. Hepsi iktidara karşı, iktidarı yerinden etmek için planlanmış. Öyle görünüyor ki, platonik, idealist bir laikliği koruma stratejisinden de yola çıkılmamış. Bu da bize 2002’den sonraki müdahalelerin gayet pragmatik bir şekilde çıplak iktidarı ele geçirmek için yapıldığını gösteriyor. Tam bir kral çıplak durumu. Bu, 28 Şubat’la bugün arasındaki en önemli fark.
CHP Genelkurmay’dan daha muhafazakar
• Siyasi partiler bu işin neresinde? Misal CHP Ergenekon’un avukatlığını üstleniyor ve askerin en azından Genelkurmay düzeyinde, demokratikleşme konusunda hükümetle zorunlu ve zımni de olsa işbirliği yapmasından hoşnut değil gibi görünüyor ve “ittifakı bozuyorsun” der gibi de askeri eleştirebiliyor?
28 Şubat’tan başlayarak TSK, siyasal rolünü genişletip Türkiye’nin temel konularında veto hakkını kullanarak Türk siyasetine hükmettikçe bir siyasi parti hükmüne büründü. Ve CHP ile arasında bir ölçüde rekabet başladı. Komik görünebilir ama böyle bir gerçek de var. Dolayısıyla CHP’nin Genelkurmay ile ittifakında, bu ittifak çizgisine uymayan, genelkurmayı eleştiren çıkışları da olageldi.
CHP devletin resmi ideolojisine sıkı sıkıya bağlı ancak rahatsızlığı o ki bir siyasi parti olarak da seçmenini cezbedecek siyasetlerle ortaya çıkması imkansız ve üstelik aynı seçmen kitlesine hitap ediyorlar!
Rekabet var. O yüzden CHP’nin tavrı tutarsızlık gibi görünse de değil. Hem genelkurmayla son derece uyuştuğu, anlaştığı konular var hem de genelkurmayın da ötesine geçen bir radikalleşme içinde. CHP’nin niteliği konusunda şüphe yok herhalde. CHP ne Türkiye’deki demokratikleşmeye ne de silahlı kuvvetler üzerinde demokratik sivil denetimin ve gözetimin kurulmasına asla sempati duymayan, kavramayan ve yanaşmayan bir siyasi parti.
Son derece radikal ve tutucu hatta bazen genelkurmayın bile gerisine düşecek kadar muhafazakâr.
Askerin sözü eski ağırlığını yitirdi
• Genelkurmay’ın ‘kısmen’ kabullendiği, dışarı sızan konuşmasında Başbuğ, kozmik oda için -çok af edersiniz- ‘ben izin vermeseydim nah girerlerdi’ diyor. Ki kendisi darbe ithamını hakaret sayarım, diyen kişidir. Hem hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını, hem alt kadrolarını iyi biliyor da alttan gelen tazyiki zamana yayarak zaman kazanma politikası mı güdüyor?
Ordudaki bölünmüşlük Başbuğ’u kuvvetle etkiliyor. Genelkurmay Başkanı çok zor bir durumda. Alttan gelen baskılar var ve yargılama sürecine karşı koyacak gücü yok. Arkasındaki ordu bölünmüş durumda, delik deşik, kendisine baskı yapanlar var, yapamayanlar var. Kendisinin baskı yapmaya çalıştığı gruplar var, sadece dinleyip memnun etmeye çalıştığı gruplar var. Dayandığı toplumsal ittifaklar çözülüyor. En önemlisi, iktidarın faaliyetlerini ve eylemlerini etkileme gücünü yitirdi. Bu çok büyük bir kayıp. Askerin sivil siyasiler üzerindeki sözünün ağırlığı artık eskisi gibi değil, bu çok önemli. İtiraz eşiği düştü, veto gücü ortadan kalktı. Herhangi bir önemli konuda icradan kisilerin kendisine açtıklari nezaket telefonları bile büyük ölçüde sona ermiştir belki de.
• Nasıl çıkılacak bu süreçten? Genelkurmay başkanının fikri, donanımı, kriz yönetimi, siyasi becerisi ister istemez öne çıkacak sanki...
Kişiler, kişisel özellikler önemli ama itirazım şuna: Ben Türkiye’nin, Genelkurmay Başkanının kişisel özelliklerinin bundan sonraki gidişatı nasıl etkileyeceğini tartışmıyor olmasını, bütün bu iktidar kavgasından sivil iktidarın galip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Sivil iktidar çok erdemli çok demokratik.. olduğu için değil. İlkesel olarak asker ve sivil arasindaki iktidar savaşından sivillerin galip çıkması gerekir. AK Partinin şansı bu işte. Süren mücadele, Türkiye’yi, Başbuğ’un ‘kişisel özellikleri’ne kafa yormayacağımız, yazılar yazıp okumayacağımız; bu tartışmanın kurumsal yanını vurgulayan bir döneme ulaştırma mücadelesidir.
Ordunun asli rolünü asker de tartışmalı
• Orduda hiyerarşi ne durumda sizce?
28 Şubat’tan bugüne orduda hiyerarşik bütünlüğün sarsıldığı açık. Ordu içinde demokratik bir tartışma ortamı olmadığı için farklı kesimlerin kendilerini gizlediklerini varsayabiliriz. Bu da onların bilgi sızdırarak siyaseti etkilemelerini sağlıyor. Orduda bu tür siyasal tartışmalara elbette yer yok. Ama askeriye üzerinde sivil demokratik denetimin kurulması ve ordunun siyasetten geri çekilerek asli rolüne dönmesi tartışmaları siyasi nitelikli tartışmalar mıdır, olmalı mıdır, ayrı bir sorun. Ordunun sistem içindeki temel konumunu belirleyecek tartışmalar bunlar.
• Asker bunu tartışmalı mıdır?
Yüksek kademe kendi arasında tartışmalı ve genç subaylar bir yolla dahil etmeli. Hiyerarşi sorununu ciddiye alıyorum ben. Devletin temsilcisi durumunda olan bir kurumun birliğini zedelerken toplum açısından da zararı şu: Şiddet tekelini elinde bulunduran bir kurum ülkenin dış tehditlere karşı savunmasını ancak kendi içindeki çelişkileri gidererek yekpare bir görüntüyle üstlenebilir. Bu da çok önemli ve hayati bir gereklilik.
İki taraf da ipleri germeyecektir
• Yapılan üçlü zirve yaşanan süreçte, bu mücadelede neye tekabül ediyor?
İki taraf da ipleri germemek durumunda ve zorunda olduklarını hissediyorlar. Üçlü zirvenin bizzatihi yapılması da bunu gösteriyor. Demokratik sivil denetimin zamana yayılarak, çok da radikal çıkışlar yapılmadan mutlaka gerçekleştireceğini düşünüyorum. Bu geri dönülmez bir yol, iktidarın bunu bildiğini, askerlerin de bildiğini ve kabullendiğini, ipleri germeyerek bu meseleyi bir süre götüreceklerini düşünüyorum.
• Seçimler geliyor, süreç etkilenir mi?
Yeni bir dengenin kurulması kolay olmayacak. Muhtemelen denge kurulmadan önce genel seçim yapılacak ve AKP barutunu seçim sonrasına saklayacak. Kısmi Anayasa reformunu seçimlerden önce yapma konusunda sıkıntıları olacak gibime geliyor.
AK Parti şansını iyi değerlendirmeli
• Nedir yapılması gereken reformlar?
Koca bir liste var: 1) Genelkurmay Başkanının Milli Savunma Bakanına bağlanması. 2) Milli Güvenlik Siyaset Belgesine daha fazla sivil girdinin girmesi, sivillerin daha fazla katılması; bunda ümitliyim çünkü hükümet metni kısaltacağını, iç tehdit olarak görülen ‘irtica’ ve ‘bölücülük’ün yeni belgede büyük ihtimalle yer almayacağını ifade etti. 3) Savunma Bakanlığının aktif ve etkin bir konuma getirilmesi. 4) Silah alımlarının Meclisteki savunma komisyonunda konuşulması. Bunun için Meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi gerek. 4) Sayıştay yasası hala mecliste. Bütçe denetiminin tamamlanması lazım. Hükümetin seçimlerden sonra yapması gereken sivil denetimi tüm ayrıntılarıyla kavrayıp yürürlüğe koyması şart. Haksızlık etmeyeyim, bu konuda bir niyet ve gayret içinde olduğunu görüyorum. AKP Türkiye’yi adım adım sivilleştiriyor. 21. yüzyılda asker ve sivil arasında bir iktidar savaşı oluyor ve bundan askerin galip çıkması imkansız! AK Partinin şansı da bu.
KAYNAK