Norveç'te Gecesiz Günler

react

Admin
Süper Moderatör
Katılım
18 Haz 2005
Mesajlar
25,237
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
an insatiable prsn from hell
imperiaflex_0_0_0-3.jpg
Hiç batmayan bir güneş ve kavurmayan bir yaz... Kuzey ülkelerinin yazlarını çok seviyorum. Bitmeyen günlerde, tablo benzeri doğada gezinmek, berrak ve serin sulardaki yansımaları seyretmek, vahşi kalabalıklardan uzak kentlerin, sakin yaşamlarında akıp gitmek çok keyif veriyor bana.

Adı 'Tanrıların Tarlası' anlamına gelen Oslo'da, önce 2008 yılında tamamlanan Opera Binası'nın damında yürüdüm. 'Damda ne işin var' diye soracak olursanız; küçük bir körfezin kıyısında, cam ve beyaz mermerden yapılmış bu muhteşem binanın damı bir seyir yeri.

Oslo hakkında fazla ahkâm kesemem. Küçük, yeşil, sakin, renkli bir kent olduğunun ötesinde söyleyecek çok sözüm yok. Çünkü bu kadar kısa sürede onun ruhuyla kucaklaşamadım.

Ertesi sabah erkenden asıl hedefime, daha da kuzeye doğru hareket ettim. Önce Bodo kentine uçtum. Oradan pervaneli bir uçakla Lofoten'e doğru süzüldüm. Uçak çok alçaktan uçtuğu için kuzeyin yalnız fiyortlarını kuşbakışı seyrettim. Denizin kıyısından yükselen dağlar hâlâ karlıydı. Sonra adalar göründü. Büyüklü küçüklü onlarca ada.

Uçak adaların en büyüklerinden Svolvaer'in küçük havaalanına kondu. Bu bölge haziran ayında, gecesi olmayan günleri yaşıyordu. Güneş yorulmak bilmeden gökyüzünde dolaşıp duruyordu. Svolvaer'de Norveç'in ünlü somon, ringa, halibut balıklarının peşinde koşturup duracaktım.

Lofoten bölgesi, sivri zirveli karlı dağların, kıvrım kıvrım fiyortların, büyüklü küçüklü adaların süslediği bir balıkçılık cenneti. Önce büyükçe bir zodyak motora binip, açıklardaki somon çiftliğine hareket ettim. Deniz dalgalıydı. Motor sanki dalgayla inatlaşıyordu. Yarım saat süren çalkantılı yolculuktan sonra, sakin bir koydaki somon çiftliğine vardım. Her birinin içinde 70 bin somon bulunan havuzlara, kenarlara yerleştirilen makinelerden otomatik olarak yem atılıyordu. Çiftliğin kâhyası, bu somonların derelerde, tatlı suda doğduklarını, bir süre orada büyüyüp derilerinde pullar oluşunca deniz suyuna alındıklarını anlattı. Somonun gerekli ağırlığı kazanması, etinin içindeki yağ şeritlerinin oluşması için 1.5 yıl geçmesi gerekiyor.

Sonra küçük bir adadaki balık işleme fabrikasına gittim. 20 kilo ağırlığındaki, kırmızı etli somonların nasıl temizlendiğini, kesildiğini, paketlendiğini, buzlandığını izledim.

Adada 15-20 ev var. Burada yaşayanların hemen hepsi aynı fabrikada çalışıyor. Dış dünyayla bağlantılarını, günde bir kez iskeleye yanaşan feribot aracılığı ile kuruyorlar.

Ertesi gün açık denizde balık tutacaktım. Tekne dalgalı denize açıldı.

Kaptan köşkünde gördüklerimden sonra, Norveç balıkçılarının neden 'rast gele' kelimesini kullanmadıklarını da anladım. Radarlar denizin dibini tarıyor, balık görününce oltalar atılıyordu. Yani şansa yer yoktu bu denizde. İlk görüntüde ben de bir heyecan oltamı salladım ve akşama kadar 6 morina yakaladım.

Norveçli balıkçılar balıktan iyi para kazanıyor. Kimi yakalıyor, kimi temizliyor, kimi kurutuyor, kimi satıyor. Yani kuzeyin insanları ekmeklerini bu balıktan çıkartıyor. Morina asırlar ötesinden gelen bilgi ve yöntemle kurutuluyor. İçi temizlenen balıklar, direkler arasına gerilen iplere mart ayının başlangıcında asılıyor.

Son günümde arabayla fiyortlarda gezindim durdum. Fiyortlar kuzeyin soğuk cennetleriydi. Tanrı Norveç'ten güneşi, ışığı ve sıcağı esirgemişti ama bunların karşılığında fiyortları vermişti.

Norveç'e gitmenin tam zamanı. Gecenin olmadığı günler, makul bir sıcak, cenneti andıran görüntüler, denizden çıkan çok lezzetli yiyecekler. Unutamayacağınız bir tatil geçireceğinizden emin olabilirisiniz.



MEHMET YAŞİN
ATLAS AĞUSTOS 2010
 
Keyifle okudum ,çok güzel bir anlatım ,Teşekkürler.
 
Geri
Üst