- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
NORMAL NEDİR? SİZ NORMAL MİSİNİZ?
Kaynak: Bilim ve Gelecek- Nisan 2004, Sayı -2
Hazırlayan: Ruken Kızıler
Bilim ve düşün insanlarından öncelikle "normal" kavramını tanımlamalarını istedik, Sonra da ekledik: "Siz normal misiniz?" Bir tane "normal"e rastlamadık.
İşte yanıtlarıyla Erdal Atabek, Afşar Timuçin, Önay Sözer, Ahmet İnam, Cengiz Gündoğdu, Gençay Gürsoy, Ali Nesin, Cem Mumcu ve Kaan Arslanoğlu.
Normal insanın belli bir denetim alanı içinde eylemesini sağlayan, davranışlarını biçimlendiren kural ya da kurallar bütününe verilen ad; toplum bilimlerinde yerleşik ya da beklenen toplumsal davranış biçimi; ne yapılması gerektiğine ilişkin üstü örtük toplumsal kural ya da örnek biçim (Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınlan, s.1045).
Böyle bir tanımı okuyunca ilk akla gelen soru şu: Kim belirliyor bu normali? . ilk akla gelen yanıt: Kimler çoksa, onlar. İlk yanıt genellikle en yüzeysel olanıdır. Normun içine biraz daha girmeye çalıştığımızda, çoğunluğun gücüyle değil de, iktidarın gücüyle karşılaşacağımızı görürüz. Halk çoğunluğu ne zaman gücü eline almış ki, kuralları koyabilsin?
Bir toplumun içine doğuyoruz; etrafı çepeçevre sarılmış, farklılıkların değil de benzerliklerin arandığı, ortalamanın tutturulduğu grupların oluşturduğu bir topluma. Kurallar yani normlar, bizim aslında görmediğimiz, ama farkında olmadan kabul ettiğimiz ölçülerdir. Bu ölçülerin biçimlendiremediği bireylere de anormal diyoruz. Yaşama kendi rengimizi katmaya çalıştıkça, normların dışına çıkıyoruz.
Böyle düşünüldüğünde normal olan, sıradandır, normali seçmek güvenli bir yaşamı seçmektir ve normal olan ortalama olandır. Fakat bu sorgulamaların ötesinde normalliğe ihtiyaç duyduğumuz da, tartışılmaz bir gerçek. Normal olmak, yani toplumsal kabul görmek, iç dünyamızdaki huzuru sağlıyor. Öyleyse farklılıkların törpülenmediği başka bir toplum hayali gerekli...
Kafamızı karıştıran bu sorulan bazı yazarlarımızla konuştuk. Normal kavramı hakkındaki görüşlerini ve normal olup olmadıklarını sorduk. Ilginçtir, bir tane "normal"e rastlayamadık.
Erdal Atabek ile söyleşi
Sizce "normal" nedir?
"Norm"a dayanıyor normal. Standart, ölçü' demektir. Temelinde değerler olan ölçü demektir. Burada bütün mesele normalin temelindeki `norm"u kimin koyduğudur. Normu kim koyuyorsa, normali de o belirliyordur. Onun için de normal, toplumlara, dönemlere, hatta kişilere göre değişir.
Normal dediğimizde biz bütün bunları düşünmüyoruz tabii, başka bir şey anlıyoruz. Şimdi içinde olduğu durumu doğru algılayan, bu durum ve koşullara uygun hareket ederek kendini ve çevresini uyumlu kılan kişi normal sayılıyor. Psikiyatrinin normali de böyle tanımlanmıştır. Yani normal dediğimizde şu iki kriter çok önemli: Kişinin kendisine ve çevresine zararlı değil, yararlı olması, yapması gereken etkinlikleri yerinde ve zamanında gerçekleştirebilmesi. Israrla uyum sağlamayan, uyum sağlamaya gücü yetmeyen, uyum sağlama yetisi olmayan kişilere de anormal diyoruz.
Bu hastalık mıdır, bozukluk mudur, yetersizlik midir?
Bu kişinin yardıma ihtiyacı vardır. Belki de hastalıkları böyle tanımlayabiliriz. Sadece ruhsal bakımdan değil, bedensel hastalıkları da. Bedensel hastalıklarda eksilen şey nedir, yaşama aktif olarak katılım.
Ama tabii bir sosyal norma uymama hastalık olarak kabul edilmemelidir. Arada böyle bir fark olduğunu düşünüyorum. Bu ne kadar açık bir kriterdir, tartışılabilir.
İnsanlar neden normal olmaya çalışıyor? Ya da şöyle de diyebilirim, bir yandan toplumsallığımız yüzün- den normal olmaya çalışırken, hayata kendi rengimizi katmak için normalin dışına çıkmak da istiyoruz. Özellikle de entelektüellerde ve sanatçılarda bu tavrı daha fazla görüyoruz.
Sosyal normların dışında yaşamaya insanın hakkı vardır. Herkes ben farklıyım sosyal normların dışında düşünüyorum, dışında yaşıyorum diyebilir. Bu farklılıkların yaşamasına yardım da edilmelidir. Fakat kişinin kendisine ve çevresine en azından zarar vermemesi gerekir. Bir kişinin normal dışı olması bence farklılıktır, buna hakkı vardır ve toplum tarafından kabul edilmelidir. Tabii farklı olmak için evleri ateşe vermemek koşuluyla...
Uygarlık tarihine bakıldığında normları belirleyen güçler kimlerdir?
İktidardır. Siyasal iktidar olabilir (dinsel iktidar da bunun içindedir), devlettir ya da gruplardır, galip gelenlerdir.
Şimdiye baktığımızda...
Şimdi kapital, yani sermayedir. Normları belirleyen iktidar, paranın
iktidarıdır. Istedigi gibi kural koyup kaldırabiliyor, değerleri de o belirliyor.
Sermayenin iktidarı var evet, ama sermayeye sahip olan toplumun çok küçük bir yüzdesi. . .
Tabii çok az kişi belirleyicidir zaten, iktidara sahip olan da çok az kişidir. Toplum kendi gönlüyle uyum sağlıyor. İktidara duyulan itaat psikolojisi içerisinde, uyuyor normlara. Ve buna uyum sağlamayanlar, yani bu iktidarı kabul etmeyenler de toplum dışı kalıyorlar. Günümüzün normali böyle tanımlanıyor.
(.....)
lnsan psikolojisine dönecek olursak, normal olmaya duyduğumuz ihtiyacı anlatır mısınız? Normale ulaşırken yaşanan süreçler nelerdir?
Kişinin toplumsal kabul görmeye ihtiyacı vardır. Toplumsal kabulü hepimiz birazcık da olsa isteriz. Bu bizim için çok önemli ve değerlidir. Eğer içinde bulunduğumuz grup ya da toplumda bunu bulamazsak, başka yerlerde ararız. Çünkü bu kabul görme aynı zamanda önem ve değer gördüğümüzü de ifade eder ki, kişinin özgüveni ve özsaygısı da böyle oluşur. Bunu umursamayacak, beklemeyecek kadar yalnızlık, tek başına kalma gücünü gerektirir ki, pek çok insan için zordur. Biz topluma uyum sağlayabilmek için bazı ödünler bile veririz.
Ödün vermeyen, tek başına kalma cesaretini gösterenler kimler?
Bazı insanlar da daha güçlü işlevleri olanlar, sanatçılar, yazarlar, düşünürler toplumsal onaya, sıradan insan kadar ihtiyaç duymazlar. Onlar kafa tutarlar ve toplumları başka seçeneklere doğru etkilerler. Örnegin Nietzsche. Onun gibi pek çok düşünür, toplum tarafından kabul edilmeyi değil, topluma öncülük etmeyi seçmişlerdir. Aslında onların toplumu arkalarından sürüklemek gibi dertleri de yoktur. Toplumların onları reddettiği de olur. Ama o kişiler için bunun bir önemi yoktur, çünkü zaten bunu göze almadan yaratıcı olamazlar. Onların uyuma ihtiyaçları yoktur. Uyum ihtiyacı, korkulardan kaynaklanır, dışlanmak, yalnız kalmak hep korku unsurlarıdır. Yaratıcılar, o korkuyu aşarak yaratıcı olurlar.
Fakat şunu da söylemek istiyorum, bu kişiler normal dışıdırlar, ama hasta da değillerdir. Psikiyatride karşı bir grup var: Antipsikiyatri ' akımı. Akım, bu kişileri, hatta pek çok şizofreni, manik depresifi, paronoyağı hasta görmemektedir. Bunlar psikiyatrinin kendi iç tartışmaları. Mesela Amerikan Psikiyatri Birliği'nin DSM-IV adıyla hazırladığı psikiyatrik tanımlar, bir bilim diktasıdır diyenler vardır. Zaman zaman özellikle hekimlerin bunları tartışmasını doğru buluyorum.
Peki düşünsel ve sanatsal üretimin tek yolu normların dışına çıkmaktır mı diyeceğiz ?
Evet, buna yaratıcılık da diyebiliriz.
Normal olmak, yaratıcılığın önünde bir engel midir?
Evet. Normale uyum sağlamaya ihtiyaç duymak, yaratıcılığı engeller. Yaratıcılık bunun dışına çıkma cesaretidir.
Peki yaratıcılığı, farklılığı teşvik eden, olumlayan bir toplum düzeni hayal edebilir miyiz?
Edebiliriz. Gerçekleştirebiliriz de. Burada önemli olan şu: Toplumun ihtiyaçları kalıplaşmış normları aşarsa, insanlar kendilerindeki ve başkalarındaki yaratıcılığı kabul ederlerse, bu hayata geçebilir. Böyle bir toplumda her şeyi normalize etmeye ihtiyacımız yoktur. Norm diye kabul edeceğim şey, kendisi ve birbiri için en azından zararlı olmamak, yararlı olmak ve işlevleri yerine getirebilmek olur. İnsanların birbirinden beklediği bundan ibaret olmalıdır. Kendisine benzemesini istememelidir. O zaman biz oportünist toplumlardan, yaratıcı toplumlara geçebiliriz.
Böyle bir toplumun örnekleri var mı?
Ütopya olarak vardır. Yaratıcılık açısından olmasa da, özgürlük ve eşitlik açısından. Thomas Moore'un ütopyası böyle bir şeydir. Aynı zamanda yaratıcılık, özgürlüğü, cesareti, keşif güdüsünü gerektirir.
Sizce normal olarak mı, anormal olarak mı mutlu olabiliriz?
Insanlar gündelik bir yaşamın içinde de, sıra dışı bir yaşamın içinde de çok mutlu olabilir. Biraz mutluluktan ne anladığımıza ve yaşamdan ne beklediğimize bağlı. Bence bizim yetilerimizin ve yapmak istediklerimizin yapılabilmesiyle ortaya çıkan bir doyum halidir mutluluk. Mutluluk ne kendini aldatmaktır, ne de sonsuz bir arayıştır. Mutluluk doyum halidir. Mutluluk kesinlikle bir emek ürünüdür. Kişinin hayattan ne beklediğini iyi bilmesi ve beklentilerine ulaşmak için cesaretle emek harcaması gerekir.
Anormalliklere ne zaman müdahale edilmesi gerekiyor?
Zarar verme burada önemli, bir de kişinin kendi isteğine rağmen yeti başarısızlığı nedeniyle desteğe ihtiyacı olduğu zaman müdahale etmek gerekir. Saçını maviye boyatan birini tedavi edemeyiz. Oysa ona da norm dışı diyebiliriz.
İnsanlar hayatlarının en çok hangi yaş döneminde anornal olmaya yatkın oluyorlar?
Kimlik arayışı dediğimiz ergenlik döneminde normların dışına çıkmaya çalışırız. Bağımsızlık ve kimlik gereksinimleri bizi normların dışına çıkarır. Her ikisi de ergenlik döneminde önemli rol oynarlar. "Ergenlik şu yaşta biter" diye bir şey de yok. İnsanlar bunu zamanında tamamlayamazlarsa, hayatları boyunca da devam edebilir.
Sonuçta normal olabilmek için anormal bir süreçten geçmemiz mi gerekiyor?
Mutlaka. Hepimiz geçiyoruz. Bu gelişmenin psikolojisidir. Bu gelişme, bedensel, değişimlerle de paraleldir. Ama kimileri bunu silik, kimileri baskı altında, kimileri kaotik, çapraşık yollardan giderek bulur.
Kendi toplumumuza baktığımızda Güneydoğu'daki töresine bağlı kadının normlarıyla, benim normlarım arasında büyük fark var. Bir toplumun içindeki farklı normlara sahip kesimleri nasıl değerlendireceğiz?
Farklı kesimlerde farklı iktidarlar var da onun için. Orada geleneğin, dogmanın gücü hâkim. Ama kanunlar benim için de onun için de aynı işliyor.
Töre cinayeti işleyen bir adama yaptığının anormal olduğunu nasıl kavratacağız?
Hukukun tek olması kaçınılmazdır. Cinayet Istanbul'daki için de Urfa'daki için de cinayettir. Ama tabü o insan kendisini cinayet işlemiş saymıyor. Onu cezalandırmak tek başına asla yeterli olmayacaktır. Orada daha derinden çözümler aramak gerekiyor. Aslında çözüm oradaki ekonomik yapıyı degiştirmekle bulunacaktır. Ekonomik yapı, sosyal yapıyı da değiştirecektir. Ve egitim de böylece etkili olur. Bu yapılar değişmeden eğitim tek başına yeterli olmuyor.
Son olarak siz kendinizi normal kabul ediyor musunuz?
Normal bir insanım demek çok zor. Ama normal olmak da istemem zaten. Ben eleştirel bakıyorum dünyaya. Eğer "normal", kabul etmek anlamına geliyorsa; ben hiçbir şeyi eleştirmeden, yorumlamadan kabul etmeyerek bugüne geldim. Ama tabii bana göre ben normalim. Düşünmeden itaat edenler bence anormal.
Prof. Dr. Önay Sözer
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü
Bugünkü "normal" sözcüğümüzün temelindeki Latince norma (kural) sözcüğü nosco fiilinden geliyor. Bu da en azından iki anlamlı bir fiil: 1 ) tanımak, bilmek; 2) kabul etmek. "Norm" görmeden önceki bir görmedir, yani aynı zamanda bir çeşit körlük: Bildiğini kabul etmek. Çünkü normu, normali sürekli varsayıyoruz; ama onu hiçbir yerde görmüyoruz. Biraz daha ileri giderek şunu söyleyecegim: "Normal" bence görmediğini gördügünü sanmanın, bu karıştırmanın adıdır.
Bu da hiç kuşkusuz normal diye bir şey yok demek değildir. Ama önemli olan (özellikle toplum yaşamı ve toplum bilimleri açısından) belki de "anormal"den yola çıkmak, yola çıkarken yalnızca normu göz önünde bulundurmak değil, aynı zamanda onu irdelemek, eleştirmektir. Çünkü normlar görecedir. Çünkü anormali yaratan normun kendisidir.
Normal derken, böyle bir yargıda bulunurken, normu şemalaştırıyor ve onun hayalini kuruyorum; ama anormal derken yalnız normun değil, anormalin de hayalini kuruyorum. Bu da yanlış bir şey değil, ama "şema yı gerçek sanmak yanlıştır. Anormal dediğimiz şey gerçek
değil, o başka bir gerçeği örtüyor olabilir. Gel gör ki bütün toplum yaşamı bu karıştırmanın üzerinde duruyor.
Normu eleştirmek, onun arkasındaki iktidarı eleştirmek demektir. Kuşkusuz ki en büyük iktidar, devletin iktidarıdır. Bireyler ve toplumsal grupların iktidarları ise kurumlaşarak gelenek ve kapitalistleşme/küreselleşme süreci içinde bu iktidarı yorumluyor ve ona destek veriyorlar. Kurumlar böylece normları yaratıyor (Kara sosyoloji!).
Kendime gelince, kuşkusuz norm kavramının ardındaki iktidar ve onun örgütlerine göre hiç de normal değilim, hatta a-normalim; çünkü norm kavramı üzerine düşünüyorum. Hem de diyorum ki: "Normal", Platon'daki anlamında "idea"nın ve ona bağlı "ideal"in toplumsal kurumlar ve gelenek tarafından soysuzlaştırılmış, şeyleştirilmiş biçimidir, başkası değil!
Afşar Timuçin
Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü
Normal olan. türünün genel koşullarına uyandır. Toplumsal çerçevede normallik en az ölçüler. de de olsa topluma uymakla belirgindir Buna göre norınal bize mutlak olanı değil görelığı duyurur. Kimse tam.,normal . olamaz. . Çünkü ülküsel tıp gerçeklikte yoktur. Normale .aşırı yatkınlık, bir anormallık belirtisidir.'
Özellikle olmaya başladığımız anda, normali zorlamaya yöneliriz.
Yer yer normal olmayan özellikler gösteren normal bir kışı olduğumu sanıyorum. Bazı arkadaşlarım normal olmadığımı da .düşünürler.
Ahmet İnam
ODTÜ Felsefe Bölümü.
Normal bir ölçüttür. Bir değerdir. Bunun doğada, toplumda, tarihte, genel olarak insan kültüründe karşılıkları olabilir. "Normal", siyasal baskı aracı olarak da kullanılabilir: Sizin düşüncenize uymayan, iktidarınız için tehdit olarak gördüğünüz birine "anormal" diyebilirsiniz. ' "Normal"in, tıpta, psikolojide, sosyal bilimlerde, yaşam zenginliğini kısıtlayıcı bir biçimde kullanılması, insanı ve evrendeki yaşamı anlamamızı engeller. Bu anlamda "normal", normal değildir. İnsana ve yaşama bakışta ondan uzak durmak gerekir.
Bu sözlerime bakarak benim normal olmadığımı anlayabilirsiniz. Bütün normal kardeşlerime saygılar sunuyorum.
Prof.Dr. Gencay Gürsoy.
İstanbul Tabip Odası Başkanı.
“Toplumsal açıdan normal” herhangi bir durumun olağan ve kabul edilebilir sınırlar içinde görülebilmesi halidir diyelim.
Depremde yerle bir olmuş evinin önünde oturan şaşkın bir adama TV muhabiri mikrofon tutuyor:
- “Deprem sırasında neler hissettiniz?”
- “Normal”
alıntı
Kaynak: Bilim ve Gelecek- Nisan 2004, Sayı -2
Hazırlayan: Ruken Kızıler
Bilim ve düşün insanlarından öncelikle "normal" kavramını tanımlamalarını istedik, Sonra da ekledik: "Siz normal misiniz?" Bir tane "normal"e rastlamadık.
İşte yanıtlarıyla Erdal Atabek, Afşar Timuçin, Önay Sözer, Ahmet İnam, Cengiz Gündoğdu, Gençay Gürsoy, Ali Nesin, Cem Mumcu ve Kaan Arslanoğlu.
Normal insanın belli bir denetim alanı içinde eylemesini sağlayan, davranışlarını biçimlendiren kural ya da kurallar bütününe verilen ad; toplum bilimlerinde yerleşik ya da beklenen toplumsal davranış biçimi; ne yapılması gerektiğine ilişkin üstü örtük toplumsal kural ya da örnek biçim (Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınlan, s.1045).
Böyle bir tanımı okuyunca ilk akla gelen soru şu: Kim belirliyor bu normali? . ilk akla gelen yanıt: Kimler çoksa, onlar. İlk yanıt genellikle en yüzeysel olanıdır. Normun içine biraz daha girmeye çalıştığımızda, çoğunluğun gücüyle değil de, iktidarın gücüyle karşılaşacağımızı görürüz. Halk çoğunluğu ne zaman gücü eline almış ki, kuralları koyabilsin?
Bir toplumun içine doğuyoruz; etrafı çepeçevre sarılmış, farklılıkların değil de benzerliklerin arandığı, ortalamanın tutturulduğu grupların oluşturduğu bir topluma. Kurallar yani normlar, bizim aslında görmediğimiz, ama farkında olmadan kabul ettiğimiz ölçülerdir. Bu ölçülerin biçimlendiremediği bireylere de anormal diyoruz. Yaşama kendi rengimizi katmaya çalıştıkça, normların dışına çıkıyoruz.
Böyle düşünüldüğünde normal olan, sıradandır, normali seçmek güvenli bir yaşamı seçmektir ve normal olan ortalama olandır. Fakat bu sorgulamaların ötesinde normalliğe ihtiyaç duyduğumuz da, tartışılmaz bir gerçek. Normal olmak, yani toplumsal kabul görmek, iç dünyamızdaki huzuru sağlıyor. Öyleyse farklılıkların törpülenmediği başka bir toplum hayali gerekli...
Kafamızı karıştıran bu sorulan bazı yazarlarımızla konuştuk. Normal kavramı hakkındaki görüşlerini ve normal olup olmadıklarını sorduk. Ilginçtir, bir tane "normal"e rastlayamadık.

Erdal Atabek ile söyleşi
Sizce "normal" nedir?
"Norm"a dayanıyor normal. Standart, ölçü' demektir. Temelinde değerler olan ölçü demektir. Burada bütün mesele normalin temelindeki `norm"u kimin koyduğudur. Normu kim koyuyorsa, normali de o belirliyordur. Onun için de normal, toplumlara, dönemlere, hatta kişilere göre değişir.
Normal dediğimizde biz bütün bunları düşünmüyoruz tabii, başka bir şey anlıyoruz. Şimdi içinde olduğu durumu doğru algılayan, bu durum ve koşullara uygun hareket ederek kendini ve çevresini uyumlu kılan kişi normal sayılıyor. Psikiyatrinin normali de böyle tanımlanmıştır. Yani normal dediğimizde şu iki kriter çok önemli: Kişinin kendisine ve çevresine zararlı değil, yararlı olması, yapması gereken etkinlikleri yerinde ve zamanında gerçekleştirebilmesi. Israrla uyum sağlamayan, uyum sağlamaya gücü yetmeyen, uyum sağlama yetisi olmayan kişilere de anormal diyoruz.
Bu hastalık mıdır, bozukluk mudur, yetersizlik midir?
Bu kişinin yardıma ihtiyacı vardır. Belki de hastalıkları böyle tanımlayabiliriz. Sadece ruhsal bakımdan değil, bedensel hastalıkları da. Bedensel hastalıklarda eksilen şey nedir, yaşama aktif olarak katılım.
Ama tabii bir sosyal norma uymama hastalık olarak kabul edilmemelidir. Arada böyle bir fark olduğunu düşünüyorum. Bu ne kadar açık bir kriterdir, tartışılabilir.
İnsanlar neden normal olmaya çalışıyor? Ya da şöyle de diyebilirim, bir yandan toplumsallığımız yüzün- den normal olmaya çalışırken, hayata kendi rengimizi katmak için normalin dışına çıkmak da istiyoruz. Özellikle de entelektüellerde ve sanatçılarda bu tavrı daha fazla görüyoruz.
Sosyal normların dışında yaşamaya insanın hakkı vardır. Herkes ben farklıyım sosyal normların dışında düşünüyorum, dışında yaşıyorum diyebilir. Bu farklılıkların yaşamasına yardım da edilmelidir. Fakat kişinin kendisine ve çevresine en azından zarar vermemesi gerekir. Bir kişinin normal dışı olması bence farklılıktır, buna hakkı vardır ve toplum tarafından kabul edilmelidir. Tabii farklı olmak için evleri ateşe vermemek koşuluyla...
Uygarlık tarihine bakıldığında normları belirleyen güçler kimlerdir?
İktidardır. Siyasal iktidar olabilir (dinsel iktidar da bunun içindedir), devlettir ya da gruplardır, galip gelenlerdir.
Şimdiye baktığımızda...
Şimdi kapital, yani sermayedir. Normları belirleyen iktidar, paranın
iktidarıdır. Istedigi gibi kural koyup kaldırabiliyor, değerleri de o belirliyor.
Sermayenin iktidarı var evet, ama sermayeye sahip olan toplumun çok küçük bir yüzdesi. . .
Tabii çok az kişi belirleyicidir zaten, iktidara sahip olan da çok az kişidir. Toplum kendi gönlüyle uyum sağlıyor. İktidara duyulan itaat psikolojisi içerisinde, uyuyor normlara. Ve buna uyum sağlamayanlar, yani bu iktidarı kabul etmeyenler de toplum dışı kalıyorlar. Günümüzün normali böyle tanımlanıyor.
(.....)
lnsan psikolojisine dönecek olursak, normal olmaya duyduğumuz ihtiyacı anlatır mısınız? Normale ulaşırken yaşanan süreçler nelerdir?
Kişinin toplumsal kabul görmeye ihtiyacı vardır. Toplumsal kabulü hepimiz birazcık da olsa isteriz. Bu bizim için çok önemli ve değerlidir. Eğer içinde bulunduğumuz grup ya da toplumda bunu bulamazsak, başka yerlerde ararız. Çünkü bu kabul görme aynı zamanda önem ve değer gördüğümüzü de ifade eder ki, kişinin özgüveni ve özsaygısı da böyle oluşur. Bunu umursamayacak, beklemeyecek kadar yalnızlık, tek başına kalma gücünü gerektirir ki, pek çok insan için zordur. Biz topluma uyum sağlayabilmek için bazı ödünler bile veririz.
Ödün vermeyen, tek başına kalma cesaretini gösterenler kimler?
Bazı insanlar da daha güçlü işlevleri olanlar, sanatçılar, yazarlar, düşünürler toplumsal onaya, sıradan insan kadar ihtiyaç duymazlar. Onlar kafa tutarlar ve toplumları başka seçeneklere doğru etkilerler. Örnegin Nietzsche. Onun gibi pek çok düşünür, toplum tarafından kabul edilmeyi değil, topluma öncülük etmeyi seçmişlerdir. Aslında onların toplumu arkalarından sürüklemek gibi dertleri de yoktur. Toplumların onları reddettiği de olur. Ama o kişiler için bunun bir önemi yoktur, çünkü zaten bunu göze almadan yaratıcı olamazlar. Onların uyuma ihtiyaçları yoktur. Uyum ihtiyacı, korkulardan kaynaklanır, dışlanmak, yalnız kalmak hep korku unsurlarıdır. Yaratıcılar, o korkuyu aşarak yaratıcı olurlar.
Fakat şunu da söylemek istiyorum, bu kişiler normal dışıdırlar, ama hasta da değillerdir. Psikiyatride karşı bir grup var: Antipsikiyatri ' akımı. Akım, bu kişileri, hatta pek çok şizofreni, manik depresifi, paronoyağı hasta görmemektedir. Bunlar psikiyatrinin kendi iç tartışmaları. Mesela Amerikan Psikiyatri Birliği'nin DSM-IV adıyla hazırladığı psikiyatrik tanımlar, bir bilim diktasıdır diyenler vardır. Zaman zaman özellikle hekimlerin bunları tartışmasını doğru buluyorum.
Peki düşünsel ve sanatsal üretimin tek yolu normların dışına çıkmaktır mı diyeceğiz ?
Evet, buna yaratıcılık da diyebiliriz.
Normal olmak, yaratıcılığın önünde bir engel midir?
Evet. Normale uyum sağlamaya ihtiyaç duymak, yaratıcılığı engeller. Yaratıcılık bunun dışına çıkma cesaretidir.
Peki yaratıcılığı, farklılığı teşvik eden, olumlayan bir toplum düzeni hayal edebilir miyiz?
Edebiliriz. Gerçekleştirebiliriz de. Burada önemli olan şu: Toplumun ihtiyaçları kalıplaşmış normları aşarsa, insanlar kendilerindeki ve başkalarındaki yaratıcılığı kabul ederlerse, bu hayata geçebilir. Böyle bir toplumda her şeyi normalize etmeye ihtiyacımız yoktur. Norm diye kabul edeceğim şey, kendisi ve birbiri için en azından zararlı olmamak, yararlı olmak ve işlevleri yerine getirebilmek olur. İnsanların birbirinden beklediği bundan ibaret olmalıdır. Kendisine benzemesini istememelidir. O zaman biz oportünist toplumlardan, yaratıcı toplumlara geçebiliriz.
Böyle bir toplumun örnekleri var mı?
Ütopya olarak vardır. Yaratıcılık açısından olmasa da, özgürlük ve eşitlik açısından. Thomas Moore'un ütopyası böyle bir şeydir. Aynı zamanda yaratıcılık, özgürlüğü, cesareti, keşif güdüsünü gerektirir.
Sizce normal olarak mı, anormal olarak mı mutlu olabiliriz?
Insanlar gündelik bir yaşamın içinde de, sıra dışı bir yaşamın içinde de çok mutlu olabilir. Biraz mutluluktan ne anladığımıza ve yaşamdan ne beklediğimize bağlı. Bence bizim yetilerimizin ve yapmak istediklerimizin yapılabilmesiyle ortaya çıkan bir doyum halidir mutluluk. Mutluluk ne kendini aldatmaktır, ne de sonsuz bir arayıştır. Mutluluk doyum halidir. Mutluluk kesinlikle bir emek ürünüdür. Kişinin hayattan ne beklediğini iyi bilmesi ve beklentilerine ulaşmak için cesaretle emek harcaması gerekir.
Anormalliklere ne zaman müdahale edilmesi gerekiyor?
Zarar verme burada önemli, bir de kişinin kendi isteğine rağmen yeti başarısızlığı nedeniyle desteğe ihtiyacı olduğu zaman müdahale etmek gerekir. Saçını maviye boyatan birini tedavi edemeyiz. Oysa ona da norm dışı diyebiliriz.
İnsanlar hayatlarının en çok hangi yaş döneminde anornal olmaya yatkın oluyorlar?
Kimlik arayışı dediğimiz ergenlik döneminde normların dışına çıkmaya çalışırız. Bağımsızlık ve kimlik gereksinimleri bizi normların dışına çıkarır. Her ikisi de ergenlik döneminde önemli rol oynarlar. "Ergenlik şu yaşta biter" diye bir şey de yok. İnsanlar bunu zamanında tamamlayamazlarsa, hayatları boyunca da devam edebilir.
Sonuçta normal olabilmek için anormal bir süreçten geçmemiz mi gerekiyor?
Mutlaka. Hepimiz geçiyoruz. Bu gelişmenin psikolojisidir. Bu gelişme, bedensel, değişimlerle de paraleldir. Ama kimileri bunu silik, kimileri baskı altında, kimileri kaotik, çapraşık yollardan giderek bulur.
Kendi toplumumuza baktığımızda Güneydoğu'daki töresine bağlı kadının normlarıyla, benim normlarım arasında büyük fark var. Bir toplumun içindeki farklı normlara sahip kesimleri nasıl değerlendireceğiz?
Farklı kesimlerde farklı iktidarlar var da onun için. Orada geleneğin, dogmanın gücü hâkim. Ama kanunlar benim için de onun için de aynı işliyor.
Töre cinayeti işleyen bir adama yaptığının anormal olduğunu nasıl kavratacağız?
Hukukun tek olması kaçınılmazdır. Cinayet Istanbul'daki için de Urfa'daki için de cinayettir. Ama tabü o insan kendisini cinayet işlemiş saymıyor. Onu cezalandırmak tek başına asla yeterli olmayacaktır. Orada daha derinden çözümler aramak gerekiyor. Aslında çözüm oradaki ekonomik yapıyı degiştirmekle bulunacaktır. Ekonomik yapı, sosyal yapıyı da değiştirecektir. Ve egitim de böylece etkili olur. Bu yapılar değişmeden eğitim tek başına yeterli olmuyor.
Son olarak siz kendinizi normal kabul ediyor musunuz?
Normal bir insanım demek çok zor. Ama normal olmak da istemem zaten. Ben eleştirel bakıyorum dünyaya. Eğer "normal", kabul etmek anlamına geliyorsa; ben hiçbir şeyi eleştirmeden, yorumlamadan kabul etmeyerek bugüne geldim. Ama tabii bana göre ben normalim. Düşünmeden itaat edenler bence anormal.

Prof. Dr. Önay Sözer
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü
Bugünkü "normal" sözcüğümüzün temelindeki Latince norma (kural) sözcüğü nosco fiilinden geliyor. Bu da en azından iki anlamlı bir fiil: 1 ) tanımak, bilmek; 2) kabul etmek. "Norm" görmeden önceki bir görmedir, yani aynı zamanda bir çeşit körlük: Bildiğini kabul etmek. Çünkü normu, normali sürekli varsayıyoruz; ama onu hiçbir yerde görmüyoruz. Biraz daha ileri giderek şunu söyleyecegim: "Normal" bence görmediğini gördügünü sanmanın, bu karıştırmanın adıdır.
Bu da hiç kuşkusuz normal diye bir şey yok demek değildir. Ama önemli olan (özellikle toplum yaşamı ve toplum bilimleri açısından) belki de "anormal"den yola çıkmak, yola çıkarken yalnızca normu göz önünde bulundurmak değil, aynı zamanda onu irdelemek, eleştirmektir. Çünkü normlar görecedir. Çünkü anormali yaratan normun kendisidir.
Normal derken, böyle bir yargıda bulunurken, normu şemalaştırıyor ve onun hayalini kuruyorum; ama anormal derken yalnız normun değil, anormalin de hayalini kuruyorum. Bu da yanlış bir şey değil, ama "şema yı gerçek sanmak yanlıştır. Anormal dediğimiz şey gerçek
değil, o başka bir gerçeği örtüyor olabilir. Gel gör ki bütün toplum yaşamı bu karıştırmanın üzerinde duruyor.
Normu eleştirmek, onun arkasındaki iktidarı eleştirmek demektir. Kuşkusuz ki en büyük iktidar, devletin iktidarıdır. Bireyler ve toplumsal grupların iktidarları ise kurumlaşarak gelenek ve kapitalistleşme/küreselleşme süreci içinde bu iktidarı yorumluyor ve ona destek veriyorlar. Kurumlar böylece normları yaratıyor (Kara sosyoloji!).
Kendime gelince, kuşkusuz norm kavramının ardındaki iktidar ve onun örgütlerine göre hiç de normal değilim, hatta a-normalim; çünkü norm kavramı üzerine düşünüyorum. Hem de diyorum ki: "Normal", Platon'daki anlamında "idea"nın ve ona bağlı "ideal"in toplumsal kurumlar ve gelenek tarafından soysuzlaştırılmış, şeyleştirilmiş biçimidir, başkası değil!
Afşar Timuçin
Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü
Normal olan. türünün genel koşullarına uyandır. Toplumsal çerçevede normallik en az ölçüler. de de olsa topluma uymakla belirgindir Buna göre norınal bize mutlak olanı değil görelığı duyurur. Kimse tam.,normal . olamaz. . Çünkü ülküsel tıp gerçeklikte yoktur. Normale .aşırı yatkınlık, bir anormallık belirtisidir.'
Özellikle olmaya başladığımız anda, normali zorlamaya yöneliriz.
Yer yer normal olmayan özellikler gösteren normal bir kışı olduğumu sanıyorum. Bazı arkadaşlarım normal olmadığımı da .düşünürler.

Ahmet İnam
ODTÜ Felsefe Bölümü.
Normal bir ölçüttür. Bir değerdir. Bunun doğada, toplumda, tarihte, genel olarak insan kültüründe karşılıkları olabilir. "Normal", siyasal baskı aracı olarak da kullanılabilir: Sizin düşüncenize uymayan, iktidarınız için tehdit olarak gördüğünüz birine "anormal" diyebilirsiniz. ' "Normal"in, tıpta, psikolojide, sosyal bilimlerde, yaşam zenginliğini kısıtlayıcı bir biçimde kullanılması, insanı ve evrendeki yaşamı anlamamızı engeller. Bu anlamda "normal", normal değildir. İnsana ve yaşama bakışta ondan uzak durmak gerekir.
Bu sözlerime bakarak benim normal olmadığımı anlayabilirsiniz. Bütün normal kardeşlerime saygılar sunuyorum.
Prof.Dr. Gencay Gürsoy.
İstanbul Tabip Odası Başkanı.
“Toplumsal açıdan normal” herhangi bir durumun olağan ve kabul edilebilir sınırlar içinde görülebilmesi halidir diyelim.
Depremde yerle bir olmuş evinin önünde oturan şaşkın bir adama TV muhabiri mikrofon tutuyor:
- “Deprem sırasında neler hissettiniz?”
- “Normal”
alıntı