Shawn Michaels
New member

12 Eylülün güya yargılanacağı mahkemenin önüne toplaşanları gördükçe küçük dilimi yuttum. Neden insanlar bunun bir tiyatro olduğunu bile bile kendi gerçek acılarına figüran rolü verirler? Evlatlarını kaybetmiş insanlar, bir insan hayatının yaşayabileceği en büyük acıyı yaşamış insanlar, neden sirk haline getirildiği bu denli aşikar bir mahkeme önünde toplanır?
Aklım almıyor?
Zihnim rahatlamak bu akıl almaz durumu anlayabilmek için siyasi psikolojik sosyolojik bir anlam deliği arıyor.
On yılı geçkin süredir görüyorsunuz, AKPnin Ermeni açılımını, Güneydoğu açılımını, Avrupa Birliğine girme açılımını, Kıbrıs açılımını, Habur açılımını, Dersim açılımını, 28 Şubat açılımını, açılımını. açılımını. Her biri tiyatro, gösteri.
Bu açılımların her biri sahne alırken medyada yüzlerce köşe yazarı yüzlerce sivil toplum, aylarca hatta yıllarca canla başla hakikatmiş gibi ekranlarda sabahlara kadar delirerek kudurarak rol aldılar. Bütün bu sonu gelmez yalanlar bu ülkenin on yıllarını heba etti, hala oyuna gösteriye sirke doymadılar mı?
Hepsi martaval palavra çıktı, buna rağmen AKP iktidarının bu kandırmacılarına nasıl ve kimler alet oluyor?
Bu feci rezil durum ya delirdiğimizin alameti ya da dersimize iyi çalışmadık, vardır elbet bir psikolojik izahı diye kitaplardan kitaplara koşuyorum.
Bu gösteriler tıpkı şuna benziyor, İngilizlerin II. Dünya Savaşı Sonrası askeri okullarında denediği hayvanları delirtme tatbikatlarına.
Biliyorsunuzdur, Pavlovun zil sesiyle mama verilip şartlandırılan meşhur köpek deneylerini. İngiliz askeri okulları tam tersini .yapıyor, önce mama verilecek diye köpekleri şartlandırıyor, ama sonra mama vermiyor, sonuç, hayvanlar deliriyor.
Zil sesine alışmış hayvanlar mamayı göremeyince şaşırıyor, sarsılıyor, havlıyor, huzursuzlaşıyor, velhasıl köpek dahi köpeklikten çıkıyor, işte on yıl sonrası ülkemiz insanın ruh hali.
Bu davalar artık bir halkı delirtme tatbikatlarını da geçti.
Önce ortama medya vasıtasıyla büyük bir gürültü bombardımanı sıkılıyor. Güya mağdurlar konuşturuluyor, heyecanlı atmosferler yaratılıyor, belgeseller yapılıyor, güya kurbanlar ekranlarda ağlatılıyor, geçmiş günbegün canlandırılıyor, ekran başında herkes neye uğradığına şaşırıyor ve gürültü atmosferi ülkedeki iklimi ele geçirince resmi perde açılıp TİYATRO BAŞLIYOR .
Açıp okuyun Psikonevrotik Keçiler kitabını, savaşta depresyona girmiş askerleri eğitmek için kurulmuş simülasyon tedavi merkezlerini, birinin adı: Savaş Gürültüsü Okulu.
Hastaların kovuşlarında tıpkı savaş sahnelerindeki gibi patlama sesleri mermi bomba sesleri oluşturulur ve hastalar yataklarında aynı sahneleri yaşamaktan bir daha sarsılır bir daha korkar.
Ve doktorlar hastaların ellerini sıkıca tutup, bu seslerle yüzleşmelisin, bu seslere alışmalısın diye telkinde bulunup, hastanın bu savaş atmosferinden korkmamasını (güya) sağlamaya çalışır. Ekranlarımız ve konuşmacılarımız tıpkı bu doktorlar gibi, on yıldır hangi yüzleşme paketi açılsa, ekrandan halkımıza söyledikleri telkin değişmedi: yüzleşmelisin, hesaplaşmalısın. Ancak hesaplaşma sözünün ikincisi kelimesini hiç gelmiyor akıllara, yani nasıl? diye kimse sormuyor.
Üstelik tam tersine sonuçlar alınır, Savaş Gürültüsüne tabii tutulmuş nevrotik hastalar, öyle hale gelir ki, artık yanlarında bomba patlasa, dünya yıkılsa, kılları kıpırdamayacak en küçük tepki vermeyecek derin sessizliğe, yani duvarlaşmaya eşyalaşmaya başlarlar.
Bu yalandan tiyatronun finalinde mağdurlar, kuşkunuz olmasın, hayatlarının en sert acıları karşısında duvarlaşacak sessizleşecek ve hayatla siyasetle gündemle medyayla hukukla ilişkileri tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacak.
Yani ölmüş, işkence görmüş evlatlarının resimlerini kucaklarına alıp feryadın bini bir para katıldıkları bol gürültülü mahkeme önünde, sadece zihinlerinde o acıları yaşadıkları günleri tekrar tekrar yaşamış olacaklar.
Şayet bir tiyatro deyimi katarsisten söz ediyorsak evet, acıları yaşa ve kurtul, tamam. Ama olup bitenler tiyatro, katarsis değil, mahkeme ise, acılar daha da çözülmez düğümlere sarılacak. Unutmayın o acıları yaşamış insanların kendileri de kendilerine ulaşamayacak kadar korkunç dipsiz bir derinliğe gömülecek.
Yani, kaç zamandır Brezilya Karnavallarının yerini ülkemizde hesaplaşma tiyatroları alıyor, acıları olan mağdurları medya marifetiyle tetikleyip kandırıp yeniden yeniden. yeniden binlerce küçük kurnaz köşe yazarı siyasetçi marifetiyle sahneye sürülüyorlar. Artık ekranların her biri mahkemelerin hepsi devedikeni.
Bu bir acı yağmalaması, bu bir mağdur imhası. Söyleyeceğimiz son sözümüz, kimin acısı varsa, kim haksızlığa uğramışsa, kollasın kendini DEVLETTEN ve SİYASİ HÜKÜMETTEN. Ve mahkeme sizi çağırıyorsa, size bir şey vermek için değil, sizden yüreğinizin köşesinde sönmeye yüz tutmuş mum ışığının yağını dahi çalmak, kullanmak, SİYASETE SERVİS YAPMAK İÇİNDİR.
Kölelere bu sefer piramitleri değil AKPnin DİKTATÖRLÜĞÜNÜ medyanın kırbaçlarıyla inşa ettiriyorlar.
Ve 12 Eylülün güya yargılanacağı mahkeme kapısı otuz yıldır yan yana gelmeyen her türlü siyasi görüşten insanı bir araya getiriyor, tıpkı Nuhun Gemisi gibi.
Ne güzel diyeceksiniz, değil, aklıma Nagazaki Atom bombasından sonra, Amerikalıların Pasifikte Bikini adasında denediği atom bombası deneyleri geliyor.
Kimler etkileniyor diye aklınıza gelen her hayvanı Bikini adasına taşıyorlar, üstelik, bir çok hayvan, askerlere benzesin diye, asker traşı yaptırılıyor, askerlerin kullandıkları yüz el kremleri dahi yaptırılıyor, gerçek gibi yaşansın diye.
Bir tek hayvan canlı kalıyor bu deneyden, bilin bakalım hangi hayvan, sonradan askeri müzeye yerleştirilmiş ve Amerikan Tarihinin en kahraman hayvanı seçilen, bir DOMUZ.
Bombardıman ve peşinden ağır radyasyona karşın banamısın demeyen işte yazıyor kitaplar, bir domuz.
ŞÜPHENİZ OLMASIN, o mahkemenin önünde bu acı feryatlardan bu tiyatro gösterilerinden etkilenmeyen tek kişi kalacak: o domuzu hepiniz tanıyorsunuz. Özaldan Evrenden beri ülkemizin siyasetinde DOMUZLARIN uğultusunu hiç duymamış gibi, ekranlar gazeteler, domuzdan tek satır bahsetmiyor.
Oysa bu toprakların onurunun ilk kuralıydı, mızrağı önce domuza saplayacaksın.
Hepimizin sorması gereken ilk soru siyasi hükümetin bu domuzlarla ortaklığıdır, ki, 12 Eylülü yapan iradenin de en büyük dostu, aynı DOMUZdu.
Kardeşlerim, aradan geçmiş otuz yıl hala domuzların oyunlarına gönüllü katılıyoruz, domuzların Orta-Doğu savaşına asker yazılıyoruz, kardeşlerim, bakın şu ekranlara bakın şu yazarlara, kimin kavalını dinliyorsunuz?
Gerçekte olup biten şudur, askerleri savaşa sürmeden önce, bir çok askeri okulda NEFRET TALİMİ yaptırılırdı, halen de başka şekillerde yaptırılır.
Savaş ortamı hazırlanır ve askerlere, vur, öldür, o düşman, yaşatma, kopart kafasını, deş kalbini. diye askerler nefes almaya fırsat bulamadan komutlar verilir.
Bu hesaplaşma tiyatrolarıın her biri SİYASİ İKTİDARın NEFRET KOMUTLARI.
Son yüzyıllık tarih içinde herkesin herkesle bir şekilde karşı karşıya geldiği her türlü acıyı siyasi trajediyi yeniden yeniden aynen yaşatıp, dikkat edin, bir kendileri masum bir kendileri AK KAŞIK kalıyor.
Oysa hepiniz biliyorsunuz, 12 Eylülü ilk alkışlayanlardan biri Fethullah Gülen Hoca, ve hepimizin 12 Eylülünü hayata geçiren ÖZAL hükümetleri.
Özal ne mi yaptı, tıpkı Amerikalıların Bikini Adasına attığı atom bombalarından attı Türkiye Halkının üzerine. Ve Keçileri adaya gönderip tepki veriyorlar mı diye denedi.
Sonuç, Keçiler hiçbir şey olmamış gibi hayatlarını sürdürmeye otlanmaya devam etti.
Keçileri bombardıman sonrası inceleyen bilim adamlarının raporları ise çok kısacıktı:
Keçiler alık hayvanlardır, bombardıman ve radyasyon alık hayvanlarda hiçbir etki yaratmaz, aynı bilimsel raporun tıpkısı yazıyor, ülkemizde seçimler ve siyasi anketler üzerine kafa yoranlar.
* Alıklık, insan evladını hiç yormayan yegane zahmetsiz ruh hali..
Nihat Genç
Odatv.com