Niçin Sosyalizm ? (Albert EİNSTEİN)

replik68

New member
Katılım
16 Ağu 2007
Mesajlar
94
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
http://www.istebodrum.com/
İlk soru: EİNSTEİN zeki olduğu içinmi Komünistir Yoksa Komünist olduğı içmi zekidir.


:durdurun







Niçin Sosyalizm ?

Birey, toplumda öyle bir konumda ki, maskeler takmasına yol açan egoist dürtüleri sürekli tetikleniyor; yaradılış olarak daha zayıf olan toplumsal güdüleri ise sürekli kötüye doğru gitmekte. Toplumdaki konumu her ne olursa olsun tüm insanlar, bu süreç nedeniyle acı çekiyorlar. Kendi bencilliklerinin mahkûmları olduklarından habersiz, kendilerini güvencesiz, yalnız ve yaşamın o saf, basit ve yalın güzellikleri ellerinden alınmış hissediyorlar. Ben, bireylerdeki bu tahribatı kapitalizmin en korkunç kötülüğü olarak görüyorum. Bu büyük kötülükleri saf dışı edecek sadece tek bir yol olduğuna inanıyorum. Bu yol, toplumsal hedeflere yöneltilmiş bir eğitim sisteminin eşlik edeceği sosyalist bir ekonominin kurulmasıdır.

Ekonomik ve sosyal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkında görüş belirtmesi uygun olur mu? Birçok nedenden ötürü ben, uygun olduğuna inanıyorum. Sorunu ilk önce bilimsel bilginin bakış açısından ele alalım. Astronomi ile ekonomi arasında hiçbir temel metodolojik farklılık yokmuş gibi görünebilir: Her iki alanda da bilim adamları, belli görüngüler arasındaki bağlantıyı mümkün olduğunca anlaşılır kılmak için, sınırlı belli bir görüngü grubu için genel kabul görecek yasaları keşfetmeye çalışırlar. Oysa aslında böyle metodolojik farklılıklar bulunmaktadır. Ekonomi alanında genel yasalar bulunması, gözlenen ekonomik görüngünün, yalıtık olarak değerlendirilmeleri çok zor olan birçok faktör tarafından etkileniyor olması nedeniyle güçleşir. Ayrıca, insanlık tarihinin sözde çağdaş dönemi olarak adlandırılan dönemin başlangıcından bu yana birikmiş deney, çok iyi bilindiği gibi, nitelik olarak ekonomiyle özel bir ilişkisi olmayan nedenlerden etkilenmiş ve o nedenlerle sınırlanmıştır. Örneğin, tarihteki büyük devletlerin çoğunluğu varlıklarını fetihlere borçluydular. Fatih halklar, kendilerini yasal ve ekonomik olarak, fethedilmiş ülkenin imtiyazlı sınıfı durumuna getirdiler. Toprak sahipliği tekelini aldılar ve yine kendi saflarından bir rahiplik kurumu oluşturdular. Rahipler, eğitimi kontrol edip, sınıf ayrımını kurumsallaştırdı ve sosyal davranışlarına yön verdikleri geniş ölçüde bilinçsiz halkı güdecek bir değerler sistemi yarattılar.
Ama denilebilir ki, tarihsel gelenek daha dün başlamıştır; Thorstein Vebren’in insan gelişiminin “yırtıcı dönemi” olarak adlandırdığı şeyin üstesinden hiçbir yerde gelebilmiş değiliz. Gözlemlenebilir ekonomik olgular bu aşamaya aittirler ve onlardan çıkardığımız yasalar da diğer aşamalar için uygulanabilir değildir. Sosyalizmin asıl amacı tam da bu durumun üstesinden gelmek ve insan gelişiminin yırtıcı dönemini aşmak olduğuna göre, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, geleceğin sosyalist toplumuna pek fazla ışık tutamaz. İkinci olarak, sosyalizm sosyal-ahlaki bir amaca doğru yöneltir. Bilim ise amaçlar yaratamaz ve onları insana aşılayamaz; bilim, olsa olsa, belli amaçlara ulaştıracak araçları sunabilir. Fakat amaçların kendileri, yüce ahlaki ideallere sahip kişilikler tarafından tasarlanır -eğer bu amaçlar ölü doğmuş değil, aksine canlı ve güçlü iseler- ve yarı bilinçsiz bir biçimde, toplumun yavaş evrimini belirleyen çok sayıdaki insan tarafından benimsenir ve ileriye doğru taşınır.
Bu nedenlerle, sorun insan sorunlarına dair olduğu zaman, bilimi ve bilimsel yöntemleri abartmamaya dikkat etmeli, toplum örgütlenmesini etkileyen sorunlar üzerinde söz söyleme hakkının yalnızca uzmanlarda olduğunu sanmamalıyız. Bir süredir, sayısız ses, insan toplumunun bir krizden geçmekte olduğunu ve istikrarının ciddi bir biçimde tahrip edildiğini söylüyor. Böylesi bir durumda bireylerin kendilerini, ait oldukları küçük ya da büyük gruba kayıtsız, hatta düşman hissetmesi karakteristiktir. Söylemek istediğimi daha iyi anlatabilmek için, kişisel bir deneyimimi aktarmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde, zeki ve iyi niyetli birisiyle yeni bir savaş tehdidi üzerinde tartışıyorduk. Bana göre, insan varlığını ciddi bir biçimde tehlikeye atacak olan bu tehdidi önlemenin tek yolu, uluslarüstü bir örgütlenmeydi. Bu sözlerim üzerine, ziyaretçim, oldukça sakin ve soğukkanlı bir biçimde, bana, “İnsan soyunun yok olmasına neden bu kadar karşısınız?” dedi.
Eminim ki, bundan yüz yıl önce, hiç kimse, bu türden bir sözü bu kadar düşünmeden sarf etmezdi. Bu söz, kendi içinde bir denge kurmak için boşu boşuna çabalamış ve sonunda, az ya da çok, başarı umudunu yitirmiş birisinin ifadesidir. Bugünlerde çok sayıda insanın yaşadığı o acılı yalnızlık ve yalıtılmışlığın dile getirilmesidir bu. Peki bunun nedeni ne? Bir çıkış yolu var mı? Bu soruları sormak kolay, onlara garantili bir yanıt bulmak zordur. Yine de, duygu ve uğraşlarımızın çoğu kere birbirine çelişik ve anlaşılmaz olduğunu, basit ve kolay formüllerle dile getirilemeyeceklerini bilmeme rağmen, bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım. İnsan, aynı zamanda hem tek başına, hem de toplumsal bir varlıktır. Tek başına bir varlık olarak, kendisinin ve ona en yakın olanların varlığını korumaya, kişisel arzularını tatmin etmeye ve doğuştan olan yeteneklerini geliştirmeye çalışır. Toplumsal bir varlık olarak ise, diğer insanların onayını ve sevgisini kazanmaya, zevklerini paylaşmaya, üzüntülü anlarında onları teselli etmeye ve onların yaşam koşullarını iyileştirmeye çabalar. İnsanın o özel karakteri bu çeşitli, sık sık çelişen çabaların varlığı sayesinde oluşur ve bunların özgül bileşimleri, bireyin, kendi iç dengesini sağlama ve toplumun geleceğine katkı yapabilme düzeyini belirler. Bu iki dürtünün göreceli gücünün, esas olarak kalıtım tarafından belirlenmiş olduğu kuvvetle muhtemeldir. Fakat sonunda ortaya çıkan kişilik, geniş ölçüde, insanın gelişmesi sırasında kendini içinde bulduğu çevre, içinde yetiştiği toplumun yapısı, o toplumun gelenekleri ve belli davranış türlerini onaylaması tarafından biçimlenir. Soyut “toplum” kavramı, birey için, çağdaşları ve daha önceki kuşaklar ile doğrudan ve dolaylı ilişkilerinin toplamı demektir. Birey kendi başına düşünebilir, hissedebilir ve gayret sarf edebilir; ancak fiziksel, entelektüel ve duygusal bir varlık olarak topluma öylesine bağlıdır ki, onu toplum çerçevesi dışında düşünmek ya da anlamak mümkün değildir. İnsana yiyecek, giyecek, ev, iş aletleri, dil, düşünce biçimleri ve düşüncenin içerdiklerinin çoğunu sağlayan toplumdur. İnsanın yaşamı, hepsi de o küçücük “toplum” sözcüğünün ardına gizlenmiş olan geçmişteki ve bugünkü milyonların çaba ve başarıları ile olanaklı kılınır.
Demek ki, bireyin topluma bağımlılığı, tıpkı karınca ve arı örneklerinde olduğu gibi, yok edilemeyecek bir doğal olgudur. Bununla birlikte, karınca ve arıların tüm yaşam süreci, en küçük ayrıntısına dek, katı kalıtsal içgüdüler tarafından belirlenmişken, insanın sosyal seyri ve karşılıklı ilişkileri çok çeşitlidir ve değişime açıktırlar. Bellek, yani yeni bileşimler oluşturma yeteneği ve sözlü iletişim, insanlar arasında, biyolojik gereksinimlerin dikte etmediği gelişmeleri mümkün kılmıştır. Bu türden gelişmeler kendilerini gelenekler, kurumlar ve örgütlenmelerde; edebiyatta, bilimsel ve mühendislik başarılarında, sanat yapıtlarında gösterir. Bu durum bize, insanın kendi davranışları sayesinde kendi yaşamını etkileyebildiğini ve bilinçli düşünce ve arzulamanın bu süreçte nasıl rol oynadığını belli bir noktaya kadar açıklar.
İnsan, doğarken, kalıtım sayesinde, insan türüne özgü doğal güdüler de dahil olmak üzere, sabit ve değişmez olduğunu düşünmemiz gereken biyolojik bir anayasa edinir. Ayrıca, yaşam süresi boyunca, iletişim ve diğer etkilenmeler yoluyla toplumdan adapte ettiği kültürel bir anayasa da kazanır. Değişime açık olan ve birey ile toplum arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyen de bu kültürel anayasadır. Modern antropoloji bize, sözde ilkel kültürlerin karşılaştırmalı incelenmesi sayesinde, insan sosyal davranışlarının, yaygın kültürel modellere ve toplumda egemen örgütlenme tiplerine bağlı olarak büyük farklılıklar gösterebileceğini öğretmiştir. Bu temelde, insan türünün yaşama koşullarını iyileştirmeye çalışanlar umutlarını şuna bağlayabilirler: İnsan, biyolojik anayasası gereği, birbirini yok etmeye ya da kendi yarattığı insafsız bir yazgının kurbanı olmaya mahkûm edilmiş değildir. İnsan yaşamını mümkün olduğunca yetkinleştirmek için toplumun yapısının ve insanın kültürel duruşunun nasıl değiştirilmesi gerektiğini soracak olursak, değiştiremeyeceğimiz bazı kesin koşullar olduğu gerçeğinin sürekli bilincinde olmalıyız. Daha önce belirtildiği gibi, biyolojik insan doğası, ne amaçla olursa olsun, değişime açık değildir. Üstelik, son birkaç yüzyılın teknolojik ve demografik gelişmeleri, artık kalıcılaşan bazı koşullar yaratmıştır.
Varlıklarını sürdürebilmek için zorunlu olan metalara bağlı olan görece kalabalık yerleşimli toplumlarda, aşırı bir işgücü bölünmesi ve çok merkezileşmiş bir üretim aygıtı kesinlikle gereklidir. Geriye baktığımızda, şimdi sadece bir masal gibi görünen, bireylerin ya da görece küçük grupların kendi kendilerine yettikleri o dönemler, bir daha geri gelmemek üzere kapandı. İnsanlığın, gezegen çapında bir üretim ve tüketim toplumu haline geldiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu noktada, zamanımızın krizinin özünü neyin oluşturduğunu kısaca dile getirmek istiyorum. Bu öz, bireyin toplumla ilişkisine dair. Birey, topluma olan bağımlılığının her zamankinden daha çok bilincine varmıştır. Fakat o, bu bağımlılığı olumlu bir özellik, organik bir bağ, koruyucu bir güç olarak değil; aksine, doğal haklarına ve hatta ekonomik varlığına yönelik bir tehdit olarak görüyor. Üstelik, toplumda öyle bir konumda ki, maskeler takmasına yol açan egoist dürtüleri sürekli tetikleniyor; yaradılış olarak daha zayıf olan toplumsal güdüleri ise sürekli kötüye doğru gitmekte. Toplumdaki konumu her ne olursa olsun tüm insanlar, bu süreç nedeniyle acı çekiyorlar. Kendi bencilliklerinin mahkûmları olduklarından habersiz, kendilerini güvencesiz, yalnız ve yaşamın o saf, basit ve yalın güzellikleri ellerinden alınmış hissediyorlar. İnsanın, o kısa ve tehlikelerle dolu yaşamını anlamlandırmasının tek yolu, kendini topluma adamasıdır.
Bence kötülüğün gerçek kaynağı, kapitalist toplumdaki mevcut ekonomik anarşi. Önümüzde koca bir üreticiler topluluğu görüyoruz; bu topluluğun üyeleri ise, durmaksızın birbirlerini, kolektif emeklerinin sonuçlarından mahrum bırakmak için çabalıyorlar. Bunu zor kullanarak değil, yasalaşmış kurallara körü körüne inanarak gerçekleştirmekteler. Bu bağlamda, üretim araçları -yani, tüketim metaları ve ek sermaye metaları üretmek için gereken üretim kapasitesinin bütünü- yasal olarak bireylerin özel mülkiyeti olabilmekteler ve öyleler.
Daha kolay anlaşılsın diye, aşağıdaki tartışmada -kelimenin alışılagelmiş günlük kullanımına tam olarak denk düşmemesine rağmen- üretim araçlarının sahibi olmayanların tümünü “işçiler” olarak adlandıracağım. Üretim araçlarının sahibi, işçinin işgücünü satın alır konumdadır. İşçi ise, üretim araçlarını kullanarak, kapitalistin mülkiyeti haline gelen yeni metalar üretir. Bu süreçteki temel nokta, işçinin ürettiği ile karşılık olarak aldığı arasındaki ilişkidir; bunların her ikisi de gerçek değer ölçüleriyle belirlenir. İş akdi ne kadar “serbest” olursa olsun, işçinin aldığı ücret, ürettiği metaların gerçek değeri tarafından değil; işçinin asgari ihtiyaçları ile kapitalistlerin, iş bulmak için birbiriyle yarışan işçilerin sayısına bağlı olarak, işgücüne duyduğu gereksinim tarafından belirlenir. İşçinin ücreti, teoride bile, ürettiğinin değeri tarafından belirlenmez.
Özel sermaye, kısmen kapitalistler arasındaki rekabet, kısmen de teknolojik gelişme ve emeğin giderek gelişen işbölümünün, küçük olanlar aleyhine daha büyük üretim birimlerinin oluşumunu teşvik etmesi nedeniyle, az sayıda elde yoğunlaşma eğilimindedir. Bu gelişmelerin sonucu ise bir özel sermaye oligarşisidir; bu sermayenin olağanüstü gücü, demokratik yoldan örgütlenmiş siyasi bir toplumda bile denetim altında tutulamaz. Yasama organı üyeleri siyasi partiler tarafından seçilmektedir; bu partiler ise büyük oranda özel kapitalistler tarafından finanse edilmekte ya da onlardan etkilenmektedir. Yani özel kapitalistler, seçmenler ile seçilenleri birbirinden ayırır. Sonuçta halkın temsilcileri, nüfusun olanakları kısıtlı bölümünün çıkarlarını yeterince korumazlar. Ayrıca, özel kapitalistler, mevcut koşullar altında, temel enformasyon kaynaklarını doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ederler: Basın, radyo, eğitim. Bu nedenle, birey-vatandaş için nesnel sonuçlara ulaşmak ve siyasi haklarını zekice kullanmak son derece zor, hatta genellikle neredeyse olanaksızdır.
Demek ki, sermayenin özel mülkiyetine dayanan bir ekonominin baskın niteliği iki ana ilke tarafından belirlenir: Birincisi; üretim araçları (sermaye) özel mülk sahiplerinin elindedir ve sahipleri bunları istedikleri gibi kullanırlar. İkincisi, iş akdi serbesttir. Elbette, bu bağlamda, saf bir kapitalist toplum yoktur. Altını çizmek gerekir ki, işçiler, uzun ve şiddetli bir siyasi mücadele sonucunda, belli işçi kategorileri için daha gelişmiş bir “serbest iş akdi” elde etmeyi başarmıştır. Fakat bir bütün olarak ele alındığında, günümüz ekonomisi “saf” kapitalizmden pek de farklı değildir. Üretim fayda için değil, kâr için sürdürülür. Çalışabilecek durumda olan ve bunu isteyen herkesin her zaman iş bulabilmesi mümkün değildir; hemen her zaman bir “işsizler ordusu” vardır. İşçi devamlı işini kaybetme korkusu içindedir. İşsiz ve düşük ücretli işçiler kârlı bir piyasa oluşturmadıkları için, tüketim mallarının üretimi düşer ve sonuçta büyük bir sıkıntı doğar. Teknolojik ilerleme, genellikle, herkesin çalışma yükünü hafifletmeden çok, daha fazla işsizlikle sonuçlanır. Kapitalistler arasındaki rekabetle bağlantılı olarak, kâr dürtüsü, sermaye birikimi ve kullanımında dengesizliğe yol açar ki, giderek daha da şiddetlenen bunalımların nedeni budur. Sınırsız rekabet, büyük ölçüde emek israfına ve daha önce belirttiğim gibi, bireylerde toplumsal bilinç tahribine neden olur.
Ben, bireylerdeki bu tahribatı kapitalizmin en korkunç kötülüğü olarak görüyorum. Tüm eğitim sistemimiz bu kötülükten zarar görüyor. Aşırı abartılmış bir rekabetçi tutum aşılanan öğrenci, gelecekteki meslek yaşamına hazırlık olarak, açgözlüce başarıya tapacak bir biçimde eğitiliyor. Bu büyük kötülükleri saf dışı edecek sadece tek bir yol olduğuna inanıyorum. Bu yol, toplumsal hedeflere yöneltilmiş bir eğitim sisteminin eşlik edeceği sosyalist bir ekonominin kurulmasıdır. Böyle bir ekonomide, üretim araçları topluma aittir ve planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun ihtiyaçlarına göre düzenleyen planlı bir ekonomi, yapılacak işi, bunu yapabilecek herkesin arasında eşit olarak dağıtacak ve her erkek, kadın ve çocuğun geçinmesini garanti edecektir. Bireyin eğitimi ise, günümüz toplumundaki gibi güç ve başarının yüceltilmesi yerine, onun doğuştan yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olmanın yanı sıra, onu diğer insanlara karşı sorumluluk duygusu içinde yetiştirmeye çalışacaktır.
Bununla birlikte, planlı bir ekonominin henüz sosyalizm olmadığının hatırlanması gerekir. Planlı bir ekonomiye, bireyin tümüyle köleleştirilmesi de eşlik edebilir. Sosyalizmin kuruluşu, son derece zor bazı sosyo-ekonomik sorunların çözümünü gerektiriyor: Siyasi ve ekonomik gücün tam olarak merkezileştiği bir durumda, bürokrasinin tüm gücü elinde toplamasına ve kendini beğenmiş bir hale gelmesine nasıl engel olunur? Bireyin hakları nasıl korunur ve böylece, bürokrasinin gücüne karşı, demokratik bir denge nasıl sağlanır? İçinde bulunduğumuz bu geçiş çağında, sosyalizmin amaç ve sorunları hakkında net tutum almak son derece önem taşımaktadır. Mevcut şartlar altında, bu sorunların özgürce ve engellenmeden tartışılması tabu haline geldiğinden, Monthly Review dergisinin yayına başlamasının önemli bir kamu hizmeti olacağı kanısındayım.

Büyük fizikçi Albert Einstein’ın bu yazısı, ABD’de yayınlanan Monthly Review adlı aylık derginin Mayıs 1998 tarihli 50. cilt, 1. sayısından alındı. Yazı, ilk olarak aynı derginin ilk sayısında ilk yazı olarak, 1949’da yayınlanmıştı.


Albert EİNSTEİN
 
Albert EİNSTEİN ' nın fikirleri ise gerçekten kendi ile çok çelişmiş...

Albert EİNSTEİN kapitalist akımına kapılmış bu doğrultuda vatanını terk etmiş. Ülke ülke gezmiştir...

Einstein kapitalist düşünce ile para nerede o orada olmuştur. Eğer sosyalizm görüşlerini savunamadğı yerden kaçıp doğduğu ülkenin milletinin ülkesinin vvatandaşlığından çıkmak ise sosyalizme başka yakıştırmalar yapmaktan alamam kendimi.

Einstein en iyi bildiği şey fiziktir bilimdir. Sosyaliz ve uygulanması bu dünyadan tamamiyle yer çekimini kaldırmak anlamına gelir... Bu da imkansızdır...

Sosyalizm bu dünyanın gerçekleşmeyecek en büyük Ütopyasıdır.... Çok konuşmaya bile gerek yok
 
Nerde bu yöneticiler ben böyle bir konu açsam çoktan bir fikrin propagandası yapılmaz diye kapatılmıştı!!

Sosyalizme de gelince sizin işiniz gücünüz o olduğundan sosyalizmin Dinimiz İslamla uzaktan yakından alakası olmadığı bilmeniz gerekir.
 
Kapitalizme guzel vurgu yapmıs..

EntellektüHeLL' e tasındı..



Ayrıca bozkurt arkadasım X partinin resmi sitesinden yazı kopyalayıp siyaset bolumune yapıstırmakla bu bır degıldır, bilim adamlarının vs gıbı kısılerın dusuncesını bu tarz bolumlere acabılırsınız..
 
paylasımın için teşekkürler...
 
alıntı Albert EİNSTEİN'dan:Bununla birlikte, planlı bir ekonominin henüz sosyalizm olmadığının hatırlanması gerekir. Planlı bir ekonomiye, bireyin tümüyle köleleştirilmesi de eşlik edebilir.

Adam komunist filan değil. Tatlı su koministçiliği oynuyor. Tamam , yazının başından sonuna kadar kapitalizmi eleştiryor ve sosyalizmi övüyor.Ama son paragrafta bombayı patlatıyor(atom değil)Yukardaki sözler CCCP yi eleştirmek için ve yandaşlarını ondan ayırmak için yazılmıştır. Çünkü CCCP da tamamen planlı bir ekonomi uygulanıyordu ve planı gerçekleştiremeyen kolhoz yöneticileri veya fabrika müdürleri cezalandırılıyordu. Adam kısaca sosyalizmin esasını teşkil eden planı eleştiriyor. Planlı üretimin işçileri kölelleştirdiğini söylüyor ki haklıdır. bkz: orwel 1984
 
Albert EİNSTEİN ' nın fikirleri ise gerçekten kendi ile çok çelişmiş...

Albert EİNSTEİN kapitalist akımına kapılmış bu doğrultuda vatanını terk etmiş. Ülke ülke gezmiştir...

Einstein kapitalist düşünce ile para nerede o orada olmuştur. Eğer sosyalizm görüşlerini savunamadğı yerden kaçıp doğduğu ülkenin milletinin ülkesinin vvatandaşlığından çıkmak ise sosyalizme başka yakıştırmalar yapmaktan alamam kendimi.

Einstein en iyi bildiği şey fiziktir bilimdir. Sosyaliz ve uygulanması bu dünyadan tamamiyle yer çekimini kaldırmak anlamına gelir... Bu da imkansızdır...

Sosyalizm bu dünyanın gerçekleşmeyecek en büyük Ütopyasıdır.... Çok konuşmaya bile gerek yok

hangi vatanından kaçmıştır bunu sormak gerekir öönce...
almanya da nazi iktidarı başladığında ilk önce einstein kovulmuştu çünkü en çok o tanınıyordu bir yahudi akademisyen olarak
ve otto hahn ın aldığı nobel in esas sahibi lise meitner einstein dan sonra kovulmuştur yine almanyadan... kendisi einsteinin "herkesin bildiği ama herkesin anlamadığı" denkleminin kanıtını berlin bilimler enstitüsünden laboratuvar arkadaşı otto hahn ın gözlem sonuçlarından kanıtlayan yahudi bayan akademisyendir. hemen önce kovulmamıştır çünkü memleketi avusturya henüz nazi işgalinde değildir.

einstein in eğitim geçmişi ile kendisinin ve arkadaşlarının sınırdışı edilmeleri (veya düğme olmadan önce çıkış izni alabilmeleri) ile ilgili kendi elyazmasından belgelere fransız bi fizkçi -adını hatırlamıorm- "düşünmenin keyfi" kitabından ulaşabilirsin. einstein, nazi almanasından kaçarken bizzat atatürk ve dönemin abd yetkilisi tarafından çağırılmıştır. ancak yeni kurulan cumhuriyetimizin gerkli laboratuvar koşullarını sağlayamayacağından bizzat einstein atatürk e üzüntülerini yazmıştr mektubunda. -cumhuriyet bilim teknik 2006 da bi sayısı- ancak 30 kadar avrupa yahudisi akademisyen arkadaşını ülkemize yönlendirmiştir... bazıları istanbul üniversitesi bünyesinde çalışmışlardır... yine kayıtlarda vardır isimlerinden anlaşılır zaten...

bu yahudi bilim insanlarından alntı yapmamın nedeni yine bir yahudi olan einstein in nasıl bir göç hayatı sürdüğüdür. ayrıca bir fizikçinin yaşamı anavatana bağlı kamak gibi lüks içinde gelişemez. -kaldı ki kendi anavatanı yoktur soydaşları da israil devetinin devlet başkanlığına kendisin davet ederek kurmamışlardır henüz...- farklı projeler için her dönem farklı bir eğitim kurumunda çalışır. işin doğasında bu vardır. einstein (ve lise meitner) eğer paraya o kadar düşkünn olsalardı kendilerini kovan faşistlere karşı atom bombasının yapımına katkıda bulunurardı abd için. ama o kadar maddi imkana rağman her ikisi de bu savaşın hiçbir safhasına katılmamışlardır...

eğer herhangi bir kapitalist veya militarist eylemde bulundu(lar) ise belgeleriyle -ya da en azından nasıl ulaşabileceğimi söylersen- ben de bilgilenirim...

sosyalizme gelince de alfabesini öneririm -leo huberman- orada iktisadi olarak tamamiyle açıklanır. orada neden olmas gerektiğini ve nasıl olabileceğini görebilirsin. eğer einsteinla konşma ırsatın olsaydı sana yer çekimini sosyalizme ihtiyaç duymadan nasıl kaldırabileceğini de açıklardı... (bn de elimden geldiğince yapardım ama çok uzattım)

ama konuşmak bile istemiyorsun bunların hiçbirini doğrulamak için araştıracağını da sanmıyorum... yine de sonuna kadar okuduğun için teşekkür ederim. umarım kırıcı olmamışımdır kardeşim. saygılar
 
HALA BOZKURT SİMGESİNİ PARTİ SEMBOLÜ DİYE BİLEN BAZI A....KDAŞLARIM VAR, İŞİN KOMİK TARAFI BİDE FORUMUN ENTELLEKTÜEL KISMINDA, ÇOK YAZIK SANIRIM GÖKTÜRK İMPARATORLUĞUDA O X PARTİSİNDEN Dİ SANA GÖRE HATTA ATATÜRK'ÜN MASASINDAKİ HEYKEL BOZKURT OLMASI PUL BASTIRTMASI ATANIN 5 VE 10 LİRALIK BANKNOTLARIN ÜZERİNDE BOZKURT OLMASI SONRA BOZKURT SİGARASINI ÜRETTİRTMESİ BİR GEMİYE BU İSMİ VERMESİ VE HATTA İLK MİLLE PETROL ŞİRKETİMİZ OLAN PETROL OFİSİNİN SEMBOLÜNÜN BOZKURT(AĞZINDAN ATEŞÇIKAN) OLMASI SONRA ATANIN ÇİFTLİĞİNDE 2003 YILINA KADAR HALA BOZKURT BESLENİYORDU OLDUĞUNU VE BOZKURT DÜNYADA SADECE TÜRK LERE AİT OLAN BİR SEMBOL OLDUĞUNU FRANSADA BULUNDUM VE TÜRKÜM DEDİĞİMDE DİREK BOZKURT DEMELERİ.. HATTA ATTÜRK YAŞARKEN ATAYI ANLATAN TEK KİTAP OLAN;---BOZKURT ATATÜRK--- (yazar: H. C. Armstrong) Ü BİLMEDİĞİN HATTA DÜNYADAN BİLE HABERDAR OLDUĞUNDAN O KADAR EMİNİM Kİ...!!!

AYRICA SOSYALİZM TÜRKLERE UYGUN BİR SİSTEM DEĞİLDİR, SEÇME VE SEÇİLME HAKKI OLMAYAN, ÇOCUĞUNA MİRAS BİLE BIRAKAMAYACAĞIN BİR SİSTEMDİR.. SADECE HOŞ TARAFI SOSYAL GELİŞİM FAALİYET VS DESTEKLENİYOR AMA İSTEYEN KARMA SİSTEM YANİ T.C NİN SİSTEMİNDEDE HER YER DE YAPILABİLİR RAHATLIKLA HALK EĞİTİM KURUMLARI 60 YTL YE 3 AY SAZ , GİTAR VS KURSLAR DİL KURSLARI EL SANATLARI KURSLARI VERİLİYO HATTA BEN UZAKDOĞU SPORU YAPIYORUM HALK EĞİTİM HOCALARIYLA ADAMLAR BİZ BEDAVA BİLE VERELİM YETERKİ SEN ADAM GETİR BİŞEYLER ÖĞRETELİM DİYE YALVARIP YAKINIYORLAR... ARKADAŞLAR TİTREYİN VE KENDİNİZE GELİN BİRAZ KOPYALA YAPIŞTIRI EN ÇOK KULLANAN MİLLET BİZİZ BU ARADA!!!!!!!!!
 
Hangi kominizm.Bana dünyada bir tek kominist ülke gösterebilirmisiniz?Olmayan şeyi niye tartışalımki!
 
abi komunizm faln anlamam ama fuck the kapitalizm
 
einstein komunist deilki ya eğer öyleyse harbiden kendiyle çelişen biriymiş :S
 
Nerde bu yöneticiler ben böyle bir konu açsam çoktan bir fikrin propagandası yapılmaz diye kapatılmıştı!!

Sosyalizme de gelince sizin işiniz gücünüz o olduğundan sosyalizmin Dinimiz İslamla uzaktan yakından alakası olmadığı bilmeniz gerekir.

çok acıdım bi an için sana..
 
Geri
Üst