Necip Fazıl Kısakürek (Büyük Üstad)

JÖH_DRACK

NALÇACI
Ahmet Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl, 21 yaşında yayımladığı Örümcek Ağı adlı şiir kitabının ardından, 24 yaşındayken yayımladığı Kaldırımlar adlı şiir kitabıyla tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve meşhur Bâb-ı Âli'nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşamış ve bu değişimi kendisi "...içimi öylesine bir sosyal mücadele ve cemiyeti yorma hamlesi kapladı ki, artık çalışamaz oldum." şeklinde tanımlar.

Bu tarihten sonra Türkiye'nin bir çok şehrinde konferanslar düzenlemiş, düzenlemiş olduğu konferanslarda ki sözlerinden dolayı hakkında dâvâlar açılmış ve bu dâvâlar neticesinde öncülük ettiği Büyük Doğu Hareketi'ne dair yayın yapan Büyük Doğu Dergisi yayın hayatı boyunca 16 kez kapatılmış, Necip Fazıl'ın eserleri toplanmış ve basımı yasaklanmıştır.

AİLESİ
Adını büyükbabası Necip Efendi'den alır. Necip Efendi, o zamanlar Halep Vilâyetine bağlı bir sancak olan Maraş'ın Müftüsü idi. Müftü, bir gün Maraş'a gelen Halep Valisi Salim Paşa'yı konağında misafir etti. Vali, zekâ ve terbiyesine hayran kaldığı Müftüsünün oğlu Mehmet Hilmi Efendi'yi, iyi bir eğitim görmesi için beraberinde İstanbul'a götürmek istedi. Bu teklife kabul etmeyen Necip Efendi'yi uzun ısrarlar sonucu ikna etti ve genç Mehmet Hilmi Efendi'yi beraberinde İstanbul'a götürdü.

Mehmet Hilmi Efendi İstanbul'da yüksek tahsilini yaptı ve bir süre sonra Hariciye Müsteşarlığı ve Hariciye Nazırlığı'na yükselen Salim Paşa'nın kızı Zafer Hanım'la evlendi. Necip Fazıl'ın babası Abdülbaki Fazıl Bey bu evliliğin ürünüdür.

Necip Fazıl'ın doğduğu Çemberlitaş'taki bu konakta, işte böyle köklü ve varlıklı bir aile ikâmet etmektedir. Konakta aile fertlerinden başka "bir ahçı, bir ahçı yamağı, bir zenci uşak, Bingazi muhaciri bir hususi hizmetçi, iki arabacı, bir sürü halayık, besleme, kadın işçi..." vardı ve 40-50 yaşlarında evlenmemiş, babasına Fransızca öğretsin diye tutulmuş bir Fransız mürebbiye, tipik ve varlıklı bir Osmanlı ailesi görüntüsünü tamamlıyordu.

Kendi gözüyle "...her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örtülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşün ortasında, beş hassamın sınırını tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret..."
"Muhasebe" isimli şiirinde; yine bu üç katlı bir ahşap konağın, değişen yüzlaşan toplumun her katı, ayrı bir dönemi ve nesli temsil eden (babaanne, anne ve çocuklar) şiirselleştirir.

DOĞUMU


Bu çocuk Necip Fazıl'dır. Tam adıyla Ahmet Necip Fazıl Kısakürek.

Tarih 1904, Mayıs'ın 26'sı. Perşembe günü sabaha karşı. Ailenin tek evlâdını, tek erkek evlâdı. Başı gövdesinden büyük ve doktorların yaşamasına ihtimâl vermediği bir çocuk.

Necip Fazıl, Çemberlitaş'ta büyükbabasına ait, şimdi mevcut olmayan kocaman bir konakta dünyaya geldi. Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretleri]]'ne dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir beylik olan Dulkadiroğulları'na bağlı, Kısakürekler soyuna mensup Maraş'lı köklü bir ailenin mensubu olarak.

Tek erkek evlâdın, tek oğlu olarak Necip Fazıl, özellikle soyunun ve nesebinin devamına büyük önem veren ve oğlunda umduğunu bulamayan büyükbaba Mehmet Hilmi Efendi tarafından sonsuz şımartılıyordu. Kendisi de aile içindeki imtiyazlı konumunun farkındaydı ve bu imtiyazını pervasız ve sınırsız bir şekilde kullanmaktan geri kalmıyordu.

Kafa Kağıdı'nda; çocukluğunun çok erken dönemlerini, daha sedef kakmalı beşiğinde olduğu zamanlarında kustuğunu bile hatırladığını iddia eden Necip Fazıl, 2-3 yaşlarında iken İstanbul'a ilk gelen ve büyükbabasının babasına aldığı otomobilin tahta takozlar üzerinde iken oynadığı tekerleiği ile alnından yaralandığını, konağın çamaşırhansindeki kireç kaymağını yediğni, babaannesinin armonikli piyanosundan "yırtıcı" sesler çıkardığını anlatır ve yaramazlıklarını içindeki merak duygusu ile izah eder.

Okumayla erken yaşlarda tanışan, tutkulu bir okuyucu hâline gelen ve yeni dünyalara açılan bir sürece giren Necip Fazıl'ın, mekteplerle ilişkisinin iyi yürdüğü söylenemez. Ana okulu yaşlarında iken Kumkapı'daki konağa yakın olan Fransız Frerler Mektebi'ne verildi. Ancak "Papazlar bana pek tadsız ve haşin geldi" dediği bu okula uyum sağlayamadı, ısrar ve itirazları sonucu bu okuldan alındı. 1912 yılında Amerikan Koleji'ne kaydı yaptırıldı. Bu okula daha kolay uyum sağlamasına rağmen Cinci Meydanı'nda ata binmeyi ve Gülhane Parkı'nda oyun ve eğlence peşinde koşmayı, bu uğurda okuldan kaçmayı tercih edince çok geçmeden okuldan atıldı. Bunun üzerine Büyükdere'deki Emin Efendi isimli, sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebine devam etti. Bir süre sonra da Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine başladı. Yatılı olan bu mektebin müdürü, daha sonra Büyük Doğu Dergisi'nin yazarları arasında yer alacak olan Raif Ogan'dır. Ünlü romancı ve sonraki yıllarda yakın dostu olacak olan Peyami Safa ise mektepte mubassısdır.

1916 yılında "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği, Deniz Harp Okulu'nun Osmanlı İmparatorluğu'unda ki karşığı ve tam adı Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane olan Bahriye Mektebi'ne imtihanla girdi.

Heyecanlı, coşkulu, meraklı bir hazırlanıştan sonra okula teslim oldu. Dönemin eğitim sistemi içinde batıya açık, oldukça kaliteli eğitim veren bu okul Necip Fazıl için; aile ortamından uzak, disiplinli, yeni bir dünyadır. Bu okulda Yahya Kemal Beyatlı gibi Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri, Ahmet Hamdi Aksekili gibi büyük bir İslâm âlimi, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi bir hitabet ustası da vardır.

Okulda adı Şair'e çıkmıştı. Teneffüslerde bile arkadaşlarıyla aruz alıştırmaları yapıyor, "Nihal" isimli tek nüshalık elle yazılmış bir dergi çıkarıyordu. Nâzım Hikmet Ran ise aynı okulda, Necip Fazıl'dan iki sınıf yukarıdaydı ve o da elle yazılmış tek nüsha bir dergi çıkarıyordu. Türk şiir ve düşünce hayatının zıt kutuplarında yer alan bu iki şairin, daha o yıllarda bile aralarında bir rekabet olduğu Necip Fazıl'ın hatıralarında yer almaktadır.

Bahriye mektebinde İngilizcesi oldukça gelişti. Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal diliden okuyabilecek bir seviyeye ulaştı. Bu dönemde Namık Kemal, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid Tarhan, Ziya Gökalp, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şair ve yazarların eserlerini de okuduğunu söylüyor Necip Fazıl.

Cumhuriyetin ilânından bir yıl sonra 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupa'ya tahsile gönderilecek lise ve Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup için açtığı imtihandaki başarısıyla, üniversitedeki (sömestre)lerini resmen tamamlamış sayılıd ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)

Daha kendilerini Fransa'ya götürecek olan Bormida isimli gemiye sandalla giderken, başındaki fesi denize fırlattı. Fes şimdi sularda boğulan bir adamın su yüzünde tek nişanesi, dikine yüzüyor şeklinde tasvir eder Fransa yolculuğunu.

Necip Fazıl, 4-5 yaşında iken, dedesinden okuma-yazmayı öğrenmiştir. İkinci Meşrutiyet ilan edildiği dönemde babası İstanbul'a gelen ilk arabalardan birini satın almıştır.1912 yılında Gedikpaşa Fransız Mektebi'nde okumuştur. Ardından Amerikan Mektebi'nde okumaya başlamış ve sırasıyla Büyük Dere Emin Efendi Mahalle Mektebi'nde, Büyük Reşit Paşa Nümûne Mekebi'nde okumuştur ve Vaniköy Rekber-i İttihad Mekteb-i Fünunu Bahriye'ye (Askerî Deniz Lisesi) girmiştir. Bu sırada babası annesinden ayrılmış ve başka biriyle evlenmiştir. Bahriye Mektebi'ndeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki(Eski Diyanet İşleri Başkanı), Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hüseyin Cahit Yalçın ve İbrahim Aşki gibi isimler vardır. 29 Kasım 1920 tarihinde babası ölmüştür. Bahriye Mektebi'nden ayrılan Necip Fazıl, 1921 yılında Darülfünun Felsefe Bölümü'nde okumaya başlamıştır. Bu öğrenimini de tamamlayamamış ve hükümetin açtığı bir yarışmayı kazanarak burs almaya başlamıştır. Felsefe öğrenimi için Paris'e gitmiştir.

Atatürk aleyhinde işlenen suçlar hakkındaki kanuna aykırı fiilinden dolayı 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk'ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay 9. ceza dairesi tarafından onaylandı.[16] Davaya konu olan "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" adlı kitabın mahkemenin bilirkişi olarak görevlendirdiği Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Başkanı Doç. Dr. Seçil Akgün tarafından herhangi bir suç unsuru teşkil etmediği rapor edilmiş ancak Necip Fazıl "Atatürk'e hakaret etmeye meyilli olmak" gerekçesiyle mahkûm edilmiştir.


ESERLERİ

1.Cinnet mustatili (Yılanlı Kuyudan)
2.Nam-ı Diğer Parmaksız Salih
3.Bir Adam Yaratmak
4.Çile
5.Kafa Kâğıdı
6.O ve Ben
7.Yunus Emre - Kanlı Sarık
8.At'a Senfoni
9.Para - Mukaddes Emanet
10.Sahte Kahramanlar - İman Ve Aksiyon - Özlediğimiz Nesil - İslam Ve Öbürleri
11.Hazret-i Ali
12.Tanrı Kulundan Dinlediklerim
13.İhtilal
14.Moskof
15.Tohum - Künye
16.Aynadaki Yalan
17.Reis Bey - Parmaksız Salih
18.Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu
19.Babıali
20.Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık
21.Hitabeler
22.Peygamber Halkası
23.İbrahim Ethem - Abdülhamid Han - Siyah Pelerinli Adam
24.Hesaplaşma - Tarihte Yobaz Ve Yobazlık - Türkiye Ve Komünizm
25.Esselam
26.Dünya Bir İnkılap Bekliyor - Yolumuz, Halimiz, Çaremiz - Ruh Muvazenesi - Her Cephesiyle Komünizm
27.Hac
28.Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar
29.Türkiye'nin Manzarası
30.Çerçeve - 1
31.Nur Harmanı
32.İman ve İslam Atlası
33.Müdafaalarım
34.Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar)
35.Benim Gözümde Menderes
36.İdeolocya Örgüsü
37.Mümin Kafir - Vecdimin Penceresinden - Bir Pırıltı Binbir Işık
38.Senaryo Romanlarım: Sen Bana Ölümü Yedirdin - Deprem (Çile) - Katibim - Villa Semer - Vatan Şairi Namık Kemal - Canım İstanbul - Ufuk Çizgisi - Son Tövbe - En Kötü Patron
39.Çöle İnen Nur
40.Son Devrin Din Mazlumları
41.Öfke ve Hiciv
42.Sabır Taşı - Ahşap Konak
43.Ulu Hakan II. Abdülhamid Han
44.Başbuğ Velilerden 33 (Altun Halka)
45.Çerçeve - 2
46.Konuşmalar
47.Rabıta-i Şerife
48.Doğru Yolun Sapık Kolları
49.Başmakalelerim - 1
50.Tasavvuf Bahçeleri
51.Çerçeve - 3
52.Namık Kemal
53.Hücum ve Polemik
54.Rapor - 1 - Rapor - 2 - Rapor - 3
55.Rapor - 4 - Rapor - 5 - Rapor - 6
56.Rapor - 7 - Rapor - 8 - Rapor - 9
57.Rapor - 10 - Rapor - 11 - Rapor - 12 - Rapor - 13
58.Yeniçeri
59.Reşahat
60.Başmakalelerim - 2
61.Mektubat
62.Başmakalelerim - 3
63.Çerçeve - 4
64.Gönül Nimetleri
65.Edebiyat Mahkemeleri - Doğu Edebiyatı - Dil Raporları -
66.Çerçeve - 5
67.Hadiselerin Muhasebesi . 1
68.Sakarya Türküsü
69.Kaldırımlar
70.Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahiduddin


ÖRNEK BİR ESERİ

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
 
Üst