- Katılım
- 17 Tem 2006
- Mesajlar
- 1,866
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Nükleer Santraller ve Yanlış Bilinenler
Bir çok yerde nükleer santral ve ülkemizin enerjisi konusunda çeşitli bilgiler dolaşıyor.Bazı bilinen ve/veya yanlış bilinenleri özetlemek istedim.Mesela enerji açığı gibi...
Bu araştırmayı kendim bir çok kaynağı tarayarak derledim.Kaynakları bizzat okumak isteyen olursa memnuniyetle yollarım.
50 yıl önce, ‘sayaçsız, bedava elektrik’, ‘sonsuz elektrik ’ olarak lanse edilen ve bütün dünyayı kaplayacağı varsayılan nükleer santrallerden, bugün hızlı bir kaçış vardır.1974 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) hazırladığı bir rapora göre; 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santral olacaktı. Oysa 1999 yılı sonu itibariyle, 434 adet işletmede olan ve 36 adet de, birçoğu neredeyse 15-25 yıldır yapımı devam eden nükleer santralı toplarsak; en fazla 470 adet santral olacaktır. Görülüyor ki, nükleer sektör ile nükleer enerji taraftarları için, tam 10 misli bir yanılgı ve büyük bir hayal kırıklığı olmuştur.
Nükleer teknolojinin tartisilmaz öncüleri kabul edilen ABD ve Almanya’daki bilim adamlari, nükleer kazalarla bas edecek yüzde yüz güvenli bir teknolojiye henüz hiçbir ülkenin sahip olmadigini itiraf etmektedirler. Bu nedenledir ki ABD’de Çernobil kazasindan çok önce nükleer santral yapimindan kaçis baslamis; önceden yapimi baslamis 100 nükleer santral iptal edilmistir.
Ayni sekilde Almanya’da da 36 nükleer santral projesinden vazgeçilmistir. Sadece ABD’de iptal edilen projeler için harcanan para 30 milyar dolardir. Ayrica, Çernobil’den önceki en büyük nükleer kaza sayilan “3 mile island” (ABD, Penn.) olayinda 10 milyar dolar civarinda harcama yapilarak nükleer atiklar ancak 15 yil sonra temizlenebilmistir.
Nükleer santrallarin en yaygin olarak kullanildigi ülkeler Fransa, Belçika ve Isveç’tir. Nitekim nükleerciler sürekli olarak bu ülkeleri örnek göstermektedirler. Oysa elekrik enerjilerinin %50′den fazlasini nükleer santraldan saglayan bu ülkeler 2000 yilindan baslamak üzere kademeli olarak nükleer santrallarini kapatmak karari almislardir.
Elektrigin nükleer santrallarda daha ucuz üretildigi israrla ileri sürülmektedir. Bu görüs tamamen yanlistir. Nükleer santralin yakit maliyeti fosil yakitlardan daha ucuz olmakla beraber 1000 MW’lik bir nükleer santralin yapim maliyeti 3.5 milyar dolar mertebesinde; buna karsilik ayni güçte bir dogal gaz çevrim santralinin maliyeti ise 750 milyon dolar mertebesindedir. Bir nükleer santral en az 6 yilda kurulabilmekte, dogalgaz santrali ise 1.5 yilda kurulmaktadir. Aradaki maliyet farki 2.75 milyar dolardir ki, bu meblagin yillik faizi ile dogalgaz santralinin bir yillik yakit masrafi karsilanabilir. Bu durum, nükleer santralda üretilen elektrigin ucuz oldugu iddiasini çürütmektedir. Dogalgaz santrali ile nükleer santralin her ikisi de yakit bakimindan disa bagimli olmalarina karsilik, nükleer yakit sadece birkaç ülkenin tekelindedir ve çok siki denetime tabidir. Oysa dogalgaz temini için Türki cumhuriyetlerin yanisira Iran, Körfez ülkeleri, Libya gibi seçenekler mevcuttur ve dolayisiyla saglanmasi çok daha kolaydir.
Fizyon reaksiyonuna göre çalisan nükleer santrallar ömürlerini tamamlamis ve artik demode olmuslardir. Bugün gelecegin enerji sorununu kökten halledecek, az riskli ve çok ucuz enerji üretecek füzyon reaktörleri üzerinde arastirmalar yogunlasmistir. Bu arastirmalara finansal katki saglamak üzere eski tip santrallari gelismekte olan ülkelere satmak için türlü çareye basvurulmaktadir. Ayrica, geri kalmis bir ülkeye yapilan 3.5 milyar dolarlik bir yatirimda en az 250 milyon dolar komisyon, provizyon ve “belgesi olmayan borç” gibi ödemeler sözkonusu olacaktir ki, bu büyük meblag birçok kimsenin istahini kabartmakta ve heyecan uyandirmaktadir. Bazi “dernek”lerin son günlerde birdenbire nükleerci kesilmesinin ardinda da bu heyecan yatiyor olabilir. Elektrik fazlamiz olmasina karsin son zamanlarda sik sik yapilan elektrik kesintileri de bu baglamda bir taktik izlenimi vermektedir.
Resmi rakamlarda bile %20'ler seviyesinde açıklanan kayıp-kaçak oranının AB ülkeleri ortalaması olan %6 seviyelerine indirilmesiyle; başlatılan "enerji tasarrufu" çalışmaları kapsamında çok az bir harcama yapılarak gerçekleştirilecek bilinçlendirme-planlamayla bile, birkaç nükleer santralin üreteceği enerjinin, tehlikesiz, çok daha az bir maliyetle karşılanabileceği görülmektedir. Bunun yanında ülkemiz kaynakları söylendiği kadar sınırlı değildir. Şu an ki teknolojiyle bile 2020'lerin elektrik ihtiyacının, ülkemizin hidrolik, kömür, rüzgâr, jeotermal, güneş ve diğer yerli kaynaklarından karşılanması olanaklıdır.
Etkisi 293 bin yıl sürüyor
Tuzla ile başa çıkamayan Türkiye, 300 yıl nükleer atıkları kontrol edecek! Tuzla'da yaşanan kimyasal atık olayı akıllarda yeni bir soru yarattı: Henüz kimyasal atık sorununu dahi kontrol edemeyen Türkiye nükleer atık problemini nasıl çözecek?
Nükleer atıklarla ilgili en büyük sorun ise atıkların çevreye çok uzun yıllar aralıksız olarak radyasyon yaymaları. Örneğin, nükleer atık içerisinde bulunan Plutonyum 239 adındaki izotopun ışıma gücünün yüzde 100'den yüzde 99'a düşmesi için 24 bin 400 yıl geçmesi gerekiyor. Bu izotopun radyasyon yaymaması için ise toplam 292 bin 800 yılın geçmesi gerekli.
Diğer yandan aynı santral yılda ortalama 60 metreküp radyoaktif atık açığa çıkarıyor. Atıkların ortadan kaldırılması ise ortalama 38 milyon Euro'ya mal oluyor. Bu teknolojiyi kullanan ülkeler atıkları 70 dereceye varan yüksek ısıları nedeniyle önce santral yakınlarında bulunan soğuk su havuzlarında 'dinlendiriliyor'. Bu dinlendirme 5 yıl sürüyor. Ardından ara depolama safhası başlıyor. Soğuyan radyoaktif maddeler toprak altına gömülmeden önce ışıma oranı düşmesi için genellikle toprak üzerinde bulunan 'ara depolarda' yaklaşık 30 yıl daha bekletiliyor.
Nükleer sektörde yaşanan bu büyük yanılgının ve fiyaskonun nedenlerine gelince; ekonomik olarak tam bir başarısızlık yaşanması, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması ve birçok ülkenin başına çok büyük belalar açması, normal işletme anında bile çevreye sızan ve işletmede çalışanlara da zarar veren radyasyon yayılımı, sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyen nükleer kazalar, nükleer silahlanmayı ve uluslararası tehditleri artırması, uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları ve 2050’li yıllarda tükenecek olması, nükleer enerjiye karşı gelişen yurttaşlık bilinci ve kararlılığı, yeni, alternatif, temiz enerji kaynaklarının gelişmesi, enerji verimliliği, enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufu yaklaşımlarının yaygınlaşması gibi birçok konuyu sayabiliriz. Nükleer santrallere sahip olan ve halen kullanan ülkeler, yukarıdaki nedenlerden dolayı artık nükleer enerjiden vazgeçmiş, hatta bazılarını ekonomik ömrü tamamlanmadan kapatma yoluna gitmişlerdir. Hızla yenilenebilir, alternatif enerji kaynaklarına, enerji verimliliğine, enerjinin etkin ve doğru kullanımına, tasarrufuna, az enerji kullanan yeni üretim teknolojilerine yönelmişlerdir.
Peki nükleer santraller iddia edildiği kadar çevreci, temiz, risksiz, ucuz, sorunsuz, tehlikesiz ise, niye bize bunları satmaya çalışan ABD’de 1978 yılından, Almanya’da 1982 yılından, Kanada’da 1975 yılından itibaren yeni bir nükleer santral siparişi yok?
Ülkemizdeki nükleercilerin göz bebeği olan Fransa ise, 1997 yılından itibaren 2010 yılına kadar nükleer programını askıya aldı. Geçtiğimiz Eylül ayında, Yeşillerin Çevre Bakanı Dominique Voynet tarafından, Fransa tarihinde ilk kez, Carnet Nükleer Santrali’nin yapımı durduruldu.
Birkaç yıl önce gizlenen ve ortaya yeni çıkarılan Monju ve en son Eylül 1999’da yaşanan Japonya’nın en büyük nükleer kazası olan Tokaimura kazaları nedeniyle, Japonya halkı da nükleer santrallere karşı çıkmaya başladı. Japonya’da daha önceleri de,1996 yılında Maki kasabasına yapılmak istenen nükleer santral için, referandumda halk ‘hayır’ demişti.
Kanada’da, 1997 yılında 21 adet CANDU nükleer santralından 7’si, ABD’li ve Kanada’lı uzmanlarca yapılan denetimlerde yetersiz, tehlikeli ve yönetim hatası bulunduğu için kapatıldı ( Bu raporun çevirisi TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi’nde mevcuttur). Eğer kendi nükleer teknolojisini geliştiren bir ülke, kendi ülkesine artık nükleer santral yapamıyor ve var olanları sağlıklı olarak işletemiyorsa, nasıl olur da bizim gibi bir ülkeye nükleer santral satıp, garanti verebiliyor?
Yalnızca ABD’de116, Kanada’da 10 nükleer santral siparişinden vazgeçildi. Avusturya’da yapımı 1978 yılında biten Zwentendorf Nükleer Santralı, referandum sonucu hiç çalıştırılmadan kapatıldı. Filipinler’de Marcos zamanında bitirilen Bataan Nükleer Santral’i, yapılan binlerce mühendislik hatası ve güvenlik nedeniyle işletmeye alınmadı. Brezilya ise, yapımı bitmekte olan 2.santralından ve 1.1 milyar dolar harcadığı 3. nükleer santralından vazgeçti. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında, elektriğinin %46’sını elde ettiği tüm nükleer santrallerini kapatma kararı aldı ve bu yıl ilk santralını sökmeye başlayacak. İtalya, 1987’de yapılan referandum sonucu, nükleer enerjiden vazgeçti ve nükleer santrallerini kapattı. Rusya, hala etkileri devam eden Çernobil faciasından sonra, daha önce planladığı onlarca santral projesini iptal etti. Çin, daha önce sipariş verdiği tüm nükleer santrallerini, Nisan 1999’da askıya aldı. Endonezya, Tayland ve Vietnam gibi Asya Kaplanları, nükleer planlarını terk ettiler. Vazgeçen diğer ülkeler ise şunlar; Küba, Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İspanya, Finlandiya, Belçika, İsviçre, Hollanda, İngiltere, Danimarka, İskoçya, Yeni Zelanda...
Nükleer Enerji, İddia edildiği gibi ucuz mu?
Dünyanın en saygın ekonomi dergilerinden FORBES’in Şubat 1985 sayısında yayınlanan ‘Nükleer Çılgınlık’ başlıklı kapak yazısında; ‘ ABD nükleer güç programındaki başarısızlık, ABD iş dünyasındaki en büyük işletmecilik felaketidir. ’ denilmektedir. Nükleer enerji maliyetleri konusunda önde gelen bir otorite olan ve ABD’de Enerji Bakanlığı’na danışmanlık yapan, Başkan Bill Clinton’un en deneyimli nükleer enerji ekonomisti olarak adlandırdığı C. Komanoff; 1968 ve 1990 yılları arasında ABD’deki nükleer enerji üretimi üzerine geniş bir araştırma yaptı. Ticari nükleer üretim hakkında yeterli verilerin olduğu bu yıllar arasında, nükleer enerjinin Kw/saat maliyeti: 7.2 sent çıktı ( Fiscal Fission. The Economic Failer of Nuclear Power, Komanoff Energy Associates, 1992 ). Bizim ‘nükleer kafaların’ iddia ettiği gibi, birim maliyetler hiç te 3-4 sent değildir. Bu maliyetlere, atıkların saklanması için harcanacak yüksek meblağlar dahil değildir.
İngiltere’de de yapılan araştırmalarda, nükleer enerjinin gerçek maliyetlerinin saklandığı, aslında kamuoyuna deklere edilenden çok daha yüksek olduğu kabul edilmiştir. İngiltere Bağımsız Elektrik Üreticileri Başkanı David Porter’in açıklamasına göre; ‘Nükleer santralden elde edilen elektriğin fiyatının yüksek olduğu ortaya çıktıktan sonra ve Londra Belediyesi’nin sektörün bu kısmının özelleştirilmesine sırtını dönmesinden sonra, Enerji Bakanlığı nükleer santralleri yaşatabilmek için subvansiye etmeye karar verdi.’( Modern Power Systems Journal, July 1992).
ABD, İngiltere ve diğer bütün batı ülkelerinden sonra, nükleercilerin gözbebeği olan Fransa’da da, gerçek maliyetler artık tartışılmaya başlandı ve Fransa’da 2003 yılında yeni bir doğalgaz güç santralının, nükleer santralden çok daha ucuza elektrik üreteceği görüldü.
ABD Nükleer Denetim Komisyonu ( NCR ) tarafından yayınlanan bir rapora göre ( NUREG -0586, S.15 ) ; 1000 Mw’lık bir nükleer santralın sökülme maliyeti 200 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Buna, sökülme sonucu ortaya çıkan 18 000 metreküp radyoaktif yakıt ve malzemenin çevreden yalıtım gideri olan 500-700 milyon dolar eklenir ve reaktörde bir kaza olmadığı kabul edilirse, bir reaktörün 25-30 yıl sonra emekliye ayrılma bedeli; iddia edildiği gibi reaktör maliyetinin10’da 1’i değil, en az ¼’ü olacağı ortaya çıkmıştır ( Enerji Politikası ve Nükleer Santraller Raporu, Elektrik Mühendisleri Odası, Haziran 1997 ).
50 yıldır nükleer atık sorunu hala çözümlenemedi.
Geçen yüzyılın başından bugüne, canlılara zarar vermeyeceği iddia edilen radyasyon eşik değeri, yaklaşık 1000 misli oranda düşürülmüştür. Bir nükleer santralın normal çalışması esnasında çevreye yaydığı veya kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon, canlılara besin ya da soluma yoluyla geçer. Bu radyasyonlar, canlı hücreleri meydana getiren atomları ve molekülleri iyonize ederek yapılarını bozar. Ayrıca, hücre bölünmelerini kontrol eden DNA’ların kimyasal yapısını bozarak, hücrelerin normal olarak ikiye bölüneceğini yerde, çılgınca milyonlarca birbirinin eşi bozulmuş, programsızlaşmış hücreye bölünerek üremesine ve giderek kansere neden olurlar.. Kansere yol açmasının yanı sıra radyasyon, bir canlının kalıtımsal yapısında ani değişikler olan genetik mutasyonlara da neden olur.
Yapılan son araştırmalara göre, düşük dozda radyasyonun da, tahminlerin aksine, insan vücuduna zararlı olduğu bulunmuştur. Nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda görülen kanser vakalarındaki yüzde 400’lük artış, genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar, yaygın lösemi hastalıkları bunun bir bilimsel kanıtı olarak gösterilmiştir
Örneğin, İngiliz Hükümet Yetkilileri, Ingiltere’deki Sellafield Santrali’nde (eski adı Windscale olan bu santral, 1957’de yaşanan nükleer felaketten sonra adı değiştirilerek, kamuoyundaki kötü imajı silinmeye çalışılmıştır) çalışanlara, çocuklarında görülen yüksek lösemi oranları ile ilgili araştırma sonuçları ışığında, çocuk yapmamalarını tavsiye etmiştir (British Medical Journal 17, 1990, p. 423).
Bir çok yerde nükleer santral ve ülkemizin enerjisi konusunda çeşitli bilgiler dolaşıyor.Bazı bilinen ve/veya yanlış bilinenleri özetlemek istedim.Mesela enerji açığı gibi...
Bu araştırmayı kendim bir çok kaynağı tarayarak derledim.Kaynakları bizzat okumak isteyen olursa memnuniyetle yollarım.
50 yıl önce, ‘sayaçsız, bedava elektrik’, ‘sonsuz elektrik ’ olarak lanse edilen ve bütün dünyayı kaplayacağı varsayılan nükleer santrallerden, bugün hızlı bir kaçış vardır.1974 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) hazırladığı bir rapora göre; 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santral olacaktı. Oysa 1999 yılı sonu itibariyle, 434 adet işletmede olan ve 36 adet de, birçoğu neredeyse 15-25 yıldır yapımı devam eden nükleer santralı toplarsak; en fazla 470 adet santral olacaktır. Görülüyor ki, nükleer sektör ile nükleer enerji taraftarları için, tam 10 misli bir yanılgı ve büyük bir hayal kırıklığı olmuştur.
Nükleer teknolojinin tartisilmaz öncüleri kabul edilen ABD ve Almanya’daki bilim adamlari, nükleer kazalarla bas edecek yüzde yüz güvenli bir teknolojiye henüz hiçbir ülkenin sahip olmadigini itiraf etmektedirler. Bu nedenledir ki ABD’de Çernobil kazasindan çok önce nükleer santral yapimindan kaçis baslamis; önceden yapimi baslamis 100 nükleer santral iptal edilmistir.
Ayni sekilde Almanya’da da 36 nükleer santral projesinden vazgeçilmistir. Sadece ABD’de iptal edilen projeler için harcanan para 30 milyar dolardir. Ayrica, Çernobil’den önceki en büyük nükleer kaza sayilan “3 mile island” (ABD, Penn.) olayinda 10 milyar dolar civarinda harcama yapilarak nükleer atiklar ancak 15 yil sonra temizlenebilmistir.
Nükleer santrallarin en yaygin olarak kullanildigi ülkeler Fransa, Belçika ve Isveç’tir. Nitekim nükleerciler sürekli olarak bu ülkeleri örnek göstermektedirler. Oysa elekrik enerjilerinin %50′den fazlasini nükleer santraldan saglayan bu ülkeler 2000 yilindan baslamak üzere kademeli olarak nükleer santrallarini kapatmak karari almislardir.
Elektrigin nükleer santrallarda daha ucuz üretildigi israrla ileri sürülmektedir. Bu görüs tamamen yanlistir. Nükleer santralin yakit maliyeti fosil yakitlardan daha ucuz olmakla beraber 1000 MW’lik bir nükleer santralin yapim maliyeti 3.5 milyar dolar mertebesinde; buna karsilik ayni güçte bir dogal gaz çevrim santralinin maliyeti ise 750 milyon dolar mertebesindedir. Bir nükleer santral en az 6 yilda kurulabilmekte, dogalgaz santrali ise 1.5 yilda kurulmaktadir. Aradaki maliyet farki 2.75 milyar dolardir ki, bu meblagin yillik faizi ile dogalgaz santralinin bir yillik yakit masrafi karsilanabilir. Bu durum, nükleer santralda üretilen elektrigin ucuz oldugu iddiasini çürütmektedir. Dogalgaz santrali ile nükleer santralin her ikisi de yakit bakimindan disa bagimli olmalarina karsilik, nükleer yakit sadece birkaç ülkenin tekelindedir ve çok siki denetime tabidir. Oysa dogalgaz temini için Türki cumhuriyetlerin yanisira Iran, Körfez ülkeleri, Libya gibi seçenekler mevcuttur ve dolayisiyla saglanmasi çok daha kolaydir.
Fizyon reaksiyonuna göre çalisan nükleer santrallar ömürlerini tamamlamis ve artik demode olmuslardir. Bugün gelecegin enerji sorununu kökten halledecek, az riskli ve çok ucuz enerji üretecek füzyon reaktörleri üzerinde arastirmalar yogunlasmistir. Bu arastirmalara finansal katki saglamak üzere eski tip santrallari gelismekte olan ülkelere satmak için türlü çareye basvurulmaktadir. Ayrica, geri kalmis bir ülkeye yapilan 3.5 milyar dolarlik bir yatirimda en az 250 milyon dolar komisyon, provizyon ve “belgesi olmayan borç” gibi ödemeler sözkonusu olacaktir ki, bu büyük meblag birçok kimsenin istahini kabartmakta ve heyecan uyandirmaktadir. Bazi “dernek”lerin son günlerde birdenbire nükleerci kesilmesinin ardinda da bu heyecan yatiyor olabilir. Elektrik fazlamiz olmasina karsin son zamanlarda sik sik yapilan elektrik kesintileri de bu baglamda bir taktik izlenimi vermektedir.
Resmi rakamlarda bile %20'ler seviyesinde açıklanan kayıp-kaçak oranının AB ülkeleri ortalaması olan %6 seviyelerine indirilmesiyle; başlatılan "enerji tasarrufu" çalışmaları kapsamında çok az bir harcama yapılarak gerçekleştirilecek bilinçlendirme-planlamayla bile, birkaç nükleer santralin üreteceği enerjinin, tehlikesiz, çok daha az bir maliyetle karşılanabileceği görülmektedir. Bunun yanında ülkemiz kaynakları söylendiği kadar sınırlı değildir. Şu an ki teknolojiyle bile 2020'lerin elektrik ihtiyacının, ülkemizin hidrolik, kömür, rüzgâr, jeotermal, güneş ve diğer yerli kaynaklarından karşılanması olanaklıdır.
Etkisi 293 bin yıl sürüyor
Tuzla ile başa çıkamayan Türkiye, 300 yıl nükleer atıkları kontrol edecek! Tuzla'da yaşanan kimyasal atık olayı akıllarda yeni bir soru yarattı: Henüz kimyasal atık sorununu dahi kontrol edemeyen Türkiye nükleer atık problemini nasıl çözecek?
Nükleer atıklarla ilgili en büyük sorun ise atıkların çevreye çok uzun yıllar aralıksız olarak radyasyon yaymaları. Örneğin, nükleer atık içerisinde bulunan Plutonyum 239 adındaki izotopun ışıma gücünün yüzde 100'den yüzde 99'a düşmesi için 24 bin 400 yıl geçmesi gerekiyor. Bu izotopun radyasyon yaymaması için ise toplam 292 bin 800 yılın geçmesi gerekli.
Diğer yandan aynı santral yılda ortalama 60 metreküp radyoaktif atık açığa çıkarıyor. Atıkların ortadan kaldırılması ise ortalama 38 milyon Euro'ya mal oluyor. Bu teknolojiyi kullanan ülkeler atıkları 70 dereceye varan yüksek ısıları nedeniyle önce santral yakınlarında bulunan soğuk su havuzlarında 'dinlendiriliyor'. Bu dinlendirme 5 yıl sürüyor. Ardından ara depolama safhası başlıyor. Soğuyan radyoaktif maddeler toprak altına gömülmeden önce ışıma oranı düşmesi için genellikle toprak üzerinde bulunan 'ara depolarda' yaklaşık 30 yıl daha bekletiliyor.
Nükleer sektörde yaşanan bu büyük yanılgının ve fiyaskonun nedenlerine gelince; ekonomik olarak tam bir başarısızlık yaşanması, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması ve birçok ülkenin başına çok büyük belalar açması, normal işletme anında bile çevreye sızan ve işletmede çalışanlara da zarar veren radyasyon yayılımı, sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyen nükleer kazalar, nükleer silahlanmayı ve uluslararası tehditleri artırması, uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları ve 2050’li yıllarda tükenecek olması, nükleer enerjiye karşı gelişen yurttaşlık bilinci ve kararlılığı, yeni, alternatif, temiz enerji kaynaklarının gelişmesi, enerji verimliliği, enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufu yaklaşımlarının yaygınlaşması gibi birçok konuyu sayabiliriz. Nükleer santrallere sahip olan ve halen kullanan ülkeler, yukarıdaki nedenlerden dolayı artık nükleer enerjiden vazgeçmiş, hatta bazılarını ekonomik ömrü tamamlanmadan kapatma yoluna gitmişlerdir. Hızla yenilenebilir, alternatif enerji kaynaklarına, enerji verimliliğine, enerjinin etkin ve doğru kullanımına, tasarrufuna, az enerji kullanan yeni üretim teknolojilerine yönelmişlerdir.
Peki nükleer santraller iddia edildiği kadar çevreci, temiz, risksiz, ucuz, sorunsuz, tehlikesiz ise, niye bize bunları satmaya çalışan ABD’de 1978 yılından, Almanya’da 1982 yılından, Kanada’da 1975 yılından itibaren yeni bir nükleer santral siparişi yok?
Ülkemizdeki nükleercilerin göz bebeği olan Fransa ise, 1997 yılından itibaren 2010 yılına kadar nükleer programını askıya aldı. Geçtiğimiz Eylül ayında, Yeşillerin Çevre Bakanı Dominique Voynet tarafından, Fransa tarihinde ilk kez, Carnet Nükleer Santrali’nin yapımı durduruldu.
Birkaç yıl önce gizlenen ve ortaya yeni çıkarılan Monju ve en son Eylül 1999’da yaşanan Japonya’nın en büyük nükleer kazası olan Tokaimura kazaları nedeniyle, Japonya halkı da nükleer santrallere karşı çıkmaya başladı. Japonya’da daha önceleri de,1996 yılında Maki kasabasına yapılmak istenen nükleer santral için, referandumda halk ‘hayır’ demişti.
Kanada’da, 1997 yılında 21 adet CANDU nükleer santralından 7’si, ABD’li ve Kanada’lı uzmanlarca yapılan denetimlerde yetersiz, tehlikeli ve yönetim hatası bulunduğu için kapatıldı ( Bu raporun çevirisi TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi’nde mevcuttur). Eğer kendi nükleer teknolojisini geliştiren bir ülke, kendi ülkesine artık nükleer santral yapamıyor ve var olanları sağlıklı olarak işletemiyorsa, nasıl olur da bizim gibi bir ülkeye nükleer santral satıp, garanti verebiliyor?
Yalnızca ABD’de116, Kanada’da 10 nükleer santral siparişinden vazgeçildi. Avusturya’da yapımı 1978 yılında biten Zwentendorf Nükleer Santralı, referandum sonucu hiç çalıştırılmadan kapatıldı. Filipinler’de Marcos zamanında bitirilen Bataan Nükleer Santral’i, yapılan binlerce mühendislik hatası ve güvenlik nedeniyle işletmeye alınmadı. Brezilya ise, yapımı bitmekte olan 2.santralından ve 1.1 milyar dolar harcadığı 3. nükleer santralından vazgeçti. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında, elektriğinin %46’sını elde ettiği tüm nükleer santrallerini kapatma kararı aldı ve bu yıl ilk santralını sökmeye başlayacak. İtalya, 1987’de yapılan referandum sonucu, nükleer enerjiden vazgeçti ve nükleer santrallerini kapattı. Rusya, hala etkileri devam eden Çernobil faciasından sonra, daha önce planladığı onlarca santral projesini iptal etti. Çin, daha önce sipariş verdiği tüm nükleer santrallerini, Nisan 1999’da askıya aldı. Endonezya, Tayland ve Vietnam gibi Asya Kaplanları, nükleer planlarını terk ettiler. Vazgeçen diğer ülkeler ise şunlar; Küba, Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İspanya, Finlandiya, Belçika, İsviçre, Hollanda, İngiltere, Danimarka, İskoçya, Yeni Zelanda...
Nükleer Enerji, İddia edildiği gibi ucuz mu?
Dünyanın en saygın ekonomi dergilerinden FORBES’in Şubat 1985 sayısında yayınlanan ‘Nükleer Çılgınlık’ başlıklı kapak yazısında; ‘ ABD nükleer güç programındaki başarısızlık, ABD iş dünyasındaki en büyük işletmecilik felaketidir. ’ denilmektedir. Nükleer enerji maliyetleri konusunda önde gelen bir otorite olan ve ABD’de Enerji Bakanlığı’na danışmanlık yapan, Başkan Bill Clinton’un en deneyimli nükleer enerji ekonomisti olarak adlandırdığı C. Komanoff; 1968 ve 1990 yılları arasında ABD’deki nükleer enerji üretimi üzerine geniş bir araştırma yaptı. Ticari nükleer üretim hakkında yeterli verilerin olduğu bu yıllar arasında, nükleer enerjinin Kw/saat maliyeti: 7.2 sent çıktı ( Fiscal Fission. The Economic Failer of Nuclear Power, Komanoff Energy Associates, 1992 ). Bizim ‘nükleer kafaların’ iddia ettiği gibi, birim maliyetler hiç te 3-4 sent değildir. Bu maliyetlere, atıkların saklanması için harcanacak yüksek meblağlar dahil değildir.
İngiltere’de de yapılan araştırmalarda, nükleer enerjinin gerçek maliyetlerinin saklandığı, aslında kamuoyuna deklere edilenden çok daha yüksek olduğu kabul edilmiştir. İngiltere Bağımsız Elektrik Üreticileri Başkanı David Porter’in açıklamasına göre; ‘Nükleer santralden elde edilen elektriğin fiyatının yüksek olduğu ortaya çıktıktan sonra ve Londra Belediyesi’nin sektörün bu kısmının özelleştirilmesine sırtını dönmesinden sonra, Enerji Bakanlığı nükleer santralleri yaşatabilmek için subvansiye etmeye karar verdi.’( Modern Power Systems Journal, July 1992).
ABD, İngiltere ve diğer bütün batı ülkelerinden sonra, nükleercilerin gözbebeği olan Fransa’da da, gerçek maliyetler artık tartışılmaya başlandı ve Fransa’da 2003 yılında yeni bir doğalgaz güç santralının, nükleer santralden çok daha ucuza elektrik üreteceği görüldü.
ABD Nükleer Denetim Komisyonu ( NCR ) tarafından yayınlanan bir rapora göre ( NUREG -0586, S.15 ) ; 1000 Mw’lık bir nükleer santralın sökülme maliyeti 200 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Buna, sökülme sonucu ortaya çıkan 18 000 metreküp radyoaktif yakıt ve malzemenin çevreden yalıtım gideri olan 500-700 milyon dolar eklenir ve reaktörde bir kaza olmadığı kabul edilirse, bir reaktörün 25-30 yıl sonra emekliye ayrılma bedeli; iddia edildiği gibi reaktör maliyetinin10’da 1’i değil, en az ¼’ü olacağı ortaya çıkmıştır ( Enerji Politikası ve Nükleer Santraller Raporu, Elektrik Mühendisleri Odası, Haziran 1997 ).
50 yıldır nükleer atık sorunu hala çözümlenemedi.
Geçen yüzyılın başından bugüne, canlılara zarar vermeyeceği iddia edilen radyasyon eşik değeri, yaklaşık 1000 misli oranda düşürülmüştür. Bir nükleer santralın normal çalışması esnasında çevreye yaydığı veya kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon, canlılara besin ya da soluma yoluyla geçer. Bu radyasyonlar, canlı hücreleri meydana getiren atomları ve molekülleri iyonize ederek yapılarını bozar. Ayrıca, hücre bölünmelerini kontrol eden DNA’ların kimyasal yapısını bozarak, hücrelerin normal olarak ikiye bölüneceğini yerde, çılgınca milyonlarca birbirinin eşi bozulmuş, programsızlaşmış hücreye bölünerek üremesine ve giderek kansere neden olurlar.. Kansere yol açmasının yanı sıra radyasyon, bir canlının kalıtımsal yapısında ani değişikler olan genetik mutasyonlara da neden olur.
Yapılan son araştırmalara göre, düşük dozda radyasyonun da, tahminlerin aksine, insan vücuduna zararlı olduğu bulunmuştur. Nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda görülen kanser vakalarındaki yüzde 400’lük artış, genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar, yaygın lösemi hastalıkları bunun bir bilimsel kanıtı olarak gösterilmiştir
Örneğin, İngiliz Hükümet Yetkilileri, Ingiltere’deki Sellafield Santrali’nde (eski adı Windscale olan bu santral, 1957’de yaşanan nükleer felaketten sonra adı değiştirilerek, kamuoyundaki kötü imajı silinmeye çalışılmıştır) çalışanlara, çocuklarında görülen yüksek lösemi oranları ile ilgili araştırma sonuçları ışığında, çocuk yapmamalarını tavsiye etmiştir (British Medical Journal 17, 1990, p. 423).