Focus StyLe
FıRtına'
İnsanı, canlı ve cansız bütün mahlûkatı yaratan ve yaşatan, “Tekvîn” sıfatının ve “Hâlık” isminin sahibi Allah (c.c.)’dur. O, insanı ahsen-i takvim üzere yaratmakla kalmamış, dünya ve âhiret saadetini temin için ilâhî kitaplar ve bu kitapları örnek yaşayışlarıyla birlikte insanlara tebliğ edecek peygamberler göndermiştir.
Bizleri yaratan Rabbim, özelliklerimizi ve zaaflarımızı da en iyi bilendir. O halde, insanlığın mutluluk kılavuzu olan Rabbimiz’in emir ve nehiylerine uygun hareket etmekle ve Rasûlü’nün sünnetlerine uygun yaşamakla kendi iç dünyamızda, ailemizde ve toplumumuzda huzuru ve saadeti bulabiliriz.
Ömrümüzün önemli bir kısmını geçirdiğimiz, toplumun temeli sayılan aile müessesesinin huzurlu ve problemsiz olması çok önemlidir. Öncelikle, aile birlikteliği kurulurken eş seçiminde kararı kararı belirleyen sebepler makul ve ahlâkî değilse ve eşler arasında bir denklik yoksa, evliliğin henüz ilk günlerinde problemler ardı ardına gelir. Evliliğin gayesi ile doğrudan ilgili olmayan sebepler; evlilik yoluyla zengin olma, işe girme, yükselme, yeni statü kazanma gibi menfaatler ya da güzellik ve yakışıklılık gibi geçici özellikler evlilikte etkili olmuşsa problemlerin çıkması kaçınılmaz hale gelebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kadın dört hasleti için nikâhlanır: Malı için, hasep ve nesebi (soyu) için, güzelliği için, dini için. Sen dindar olanını seç, huzur bul.”(1) buyurmaktadır.
Evliliğin kararı aşamasında görüşlerinin alınmaması, tarafları, kurulan yuvanın mutsuzluğunda mazur göstermez. Ailede eşlerin birbiriyle ilişkileri sağlıklı ise toplumun diğer bireyleriyle de ilişkileri sağlıklıdır. Zira aile toplumu oluşturan çekirdek yapıdır. Orada meydana gelen problem ve huzursuzluklar ise bütün toplumu etkiler. Bu sebeple aile içerisinde tüm ilişkiler sevgi ve saygı temeli üzerine kurulmalıdır. Her birey kendi yetki ve sorumluluğunu bilmeli ve üzerine düşeni en iyi bir şekilde yapmaya çalışmalıdır. Böyle olursa hayatın hiçbir alanında, üstesinden gelinemeyecek ciddi sorunlar ortaya çıkmaz.
Aile bireyleri, eğitim ve ahlâk yönünden yetersizse, aklını ve otoritesini mutluluk için kullanamıyorsa ortaya çekilmez bir zorbalık çıkar. Ortalık toz duman olur, kimin haklı kimin haksız olduğu belli olmaz. Hak-hukuk da zaten böyle bir ortamda önemini yitirir.
İyi bir aile reisi, aile bireylerinden her birini dinler, onları anlamaya, isteklerini imkânlar ölçüsünde karşılamaya çalışır. Bir insan, verdiği kadar isteyebilir.
İmkân verirseniz hizmet istemeye, sevgi verirseniz neşe ve mutluluk istemeye hakkınız olur. Evli olduğunu, evlenirken bir takım sorumluluklar üstlendiğini ve hayatını eşiyle paylaşmaya söz verdiğini unutan erkekler, hayatının en önemli hatasını yaparlar, hayatı kendilerine ve aile bireylerine zehir ederler. Gerçek ya da değil, negatif anlamda yapılan eleştiriler genellikle iticidir.
Çünkü ‘Doğruları söylüyorum.’ Dediğinizde bu doğrular sizin doğrularınızdır, yani siz, kendinizce haklı olabilirsiniz; ancak eşiniz de sizin gibi mi düşünüyor acaba? Erkeğin sahip olduğu maddesel güç ve aile içerisindeki otoritesi, onu haksızlığa ve zorbalığa sevk etmemelidir. Parayı koca kazanır; ama sofraya para değil, mutfakta pişen yemekler konur. Aile içerisinde problem bir defa baş gösterirse karşılıklı hamleler peş peşe gelir. Böyle bir satranç oyununda galibiyet, mutluluk mümkün değildir.
Kadınlar fizikî ve ruhî yönden beğenilen birisi olmayı isterler. Giyim kuşama fazla ilgi göstermeleri de bundandır. Kişiliklerine saygı gösterilmesi ve sözlerinin dikkate alınması da bir diğer istekleridir. Beğenilmek iyi bir duygudur, ama bir kadını kimler beğenecektir? İffetli bir hanımefendi için kocası tarafından beğenilmesi ve kendisini tanıyanlar tarafından da saygı duyulması yeterli olmalıdır. Olması gereken bu iken toplumuzda birçok kadının, kendisini gören herkesin dikkatini çekecek giyim ve kokularla ilgi odağı olma gayreti gibi tehlikeli bir tutum içine girdiği görülmektedir. Kadın, eşinin karısı, çocuklarının da anası ve terbiyecisidir.
Onlara canından can, kanından kan katmıştır. Bu kıymetleri göz önüne alarak iffetini, edep ve hayâsını muhafaza etmelidir.
Evlilikte yapılan en büyük hatalardan biri de, eşlerden birinin, diğerinin ailesini olumsuz şekilde eleştirmesidir. Ailesi eleştirilen eş, bu durumda ya kendisi de eşinin ailesini eleştirmekte, ya da savunucu pozisyona geçmektedir. Böylece ya tatsızlık büyümekte ya da kişi eşine hak verir gibi görünse de sorunu içine atmaktadır.
Bu ise ilerde patlak vermesi muhtemel birikimlere dönüşmektedir. Kişi her ne kadar kendi ailesinden birisinin hatalı olduğunu bilse de, bunun yüzüne vurulması üzücü ve kırıcı olmaktadır.
Erkek ve kadının ana-babalarının hakları birdir. Eşlerden her biri kayınvalide ve kayınpederine, kendi öz anne-babası derecesinde hürmet, muhabbet ve itaat göstermelidirler. Din ve asalet bunu gerektirir. Bu hal, "ana-babaya iyilik" olarak Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olduğu gibi, aile içi saadetin de devamına vesile olur.
Kayınvalidelerin toplumumuzda negatif bir imajı vardır. Geliniyle uyum içinde geçinen kayınvalideler, özellikle alt kültür katmanlarında nerdeyse istisna gibidir. Oysa kayınvalidelerin yapıcı bir tutum içerisinde bulunmaları pek âlâ mümkün iken, çoğu, kendi kaynanasının intikamını gelininden almak istercesine hareket etmektedir.
Gelin-kaynana anlaşmazlığının birçok psiko-sosyal sebebi vardır. Tecrübesiz bir gelini eğitmek, kaynananın görevidir. Ancak bunu, ilim ve ahlâken yeterli seviyede olmayan kaynana, tecrübeli bir eğitimci gibi pedagojik yöntemlerle yapamaz. Gelinini çoğu zaman azarlayarak, kızarak, hatta başkalarının yanında küçük düşürerek eğitmeye ve uyarmaya çalışır. Bu tür tutumlar ise gelinde hoşnutsuzluğa sebep olur ve doğal olarak direnişe geçer.
Bir diğer sebep; gelinin, beyine, yani kaynanasının sevgili oğluna sahip olması ve onu yönlendirmesi kaynananın kanına dokunur, geliniyle rekabet içerisine girmesine sebep olur. Oğluna, kılıbık erkek olmamasını öğütleyerek, onu gelinine karşı tahrik eder. Kaynanadan bunalan gelin de beyine sığınır. Mantıklı düşünen damatlar bu gibi hallerde ortada kalır. Bir tarafta sevgili annesi, bir tarafta sevgili eşi! Kayınpederler ise nedense bu gibi konulara çoğu zaman seyirci kalırlar. Ağırlıklarını koymaları halinde kolaylıkla düzelebilecek bir durumun probleme dönüşmesini âdeta beklerler.
Eve yeni gelen gelin, artık o evin bir bireyi ve kızı hükmündedir. Kaynana, gelinini kızı gibi sevmeli, gelin de kaynanasını annesi gibi saymalıdır. Hareketlerde ve hatalarda maksada bakılmalı, kötü bir niyet bulunmadığı sürece hiçbir kusur probleme dönüştürülmemelidir. Problemin çıkmasına müteakip, kayınpeder ya da oğul probleme hakem rolünde yaklaşmalı, görüşerek, medenî ölçülerde tartışarak çözüm aranmalıdır. O anda halledilmeyen bir problem, bazen önlenemeyen sonuçlar doğurabileceğinden üstü örtülmemeli ve hafife alınmamalıdır.
Aile içerisinde gereksiz kuşkulardan, önyargılardan, su-i zandan (kötü düşünme) ve dozu kaçırılan kıskançlıktan sakınmak gerekmektedir. Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v.); “Kıskançlığın bazısını Allah sever, bazısını da sevmez. Allah’ın sevdiği kıskançlık, kötülük olduğunda kuvvetli zan beslendiği zaman duyulan kıskançlıktır. Allah’ın hoşlanmadığı kıskançlık da zayıf bir ihtimal karşısında duyulan kıskançlıktır.”(2) buyurmaktadır. Dikkat edilirse, problemlerin önemli bir kısmı bu tür menfi yaklaşımların yol açtığı gerginliklerden kaynaklanmaktadır. Başına buyruk olma, bencilce hareket ve isteklerde bulunma vb. sebeplerle aile içerinde tartışmalar çıkmaktadır.
Bazen eşler arasında eften püften meseleler yüzünden kendini ispat ve karşı tarafı pes ettirme yarışı başlar. Bu ise aile içi ilişkilerde soğukluğa sebep olur. Eğer bu durum, en kısa sürede olgunlukla ve nefsin oyunu olduğu sezilerek bastırılmazsa nefis ve şeytan daha da güç bularak soğukluğu artırır, bazen sırf haklı çıkma adına, doğru anladığı sözü dahi zoraki yanlış yorumlar. Çoğu zaman bu tür olaylarla psikolojisi bozulan eşler yanlış hareketler yapar ve amacını aşan sözler, belki hakaretler, küfürler sarf ederler.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de; “…Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadıysanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.”(3) buyurmaktadır. Ailede herkes, “Bu işi kendi lehime nasıl çevirebilirim, kendi etkinliğimi nasıl artırabilirim?” diye düşünürse, ortada ciddi bir iyi niyet sorunu var demektir. Bilâkis herkes, “Ailenin gelişimi ve mutluluğu için ben ne yapabilirim?” diye düşünmeli ve bu yolda çaba sarf etmelidir.
Sağlıksız ilişkiler aile bireylerinin ruh sağlığını da bozar ve hatalar birbirini tetikler. Ailenin huzuru bozulduktan, hatta yuva dağıldıktan sonra içlerinden birinin haklı, diğerinin haksız oluşu önemini yitirir. Bu sebeple problemler zamana yayılmamalı, uygun olan en erken vakitte soğukkanlı bir yaklaşımla ele alınmalıdır. İyi niyet varsa sorun çözülür, ancak içten, başka ince hesaplar yapılıyorsa, o işin halli zor, belki de imkânsızdır.
Problem, karı-kocanın halledemeyeceği bir noktaya gelmişse aile büyükleri hakemliğe çağrılmalı, onlar da bu işi Allah için adaletle halletmeye çalışmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de; “Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.”(4) buyurmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali ve Hz. Fâtımâ arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirmekle kalmaz, onların arasını düzelterek hakemlik yapardı. Sehl bin Sa’d, Hz. Ali Efendimiz ile eşi Fâtımâ Annemiz arasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatır:
Rasûlullah (s.a.v.), kızı Fâtımâ’nın evine geldi. Hz. Ali’yi evde bulamadı. Bunun üzerine Fâtımâ’ya, “Amcamın oğlu nerede?” diye sordu. Hz. Fâtımâ (r.anhâ), “Aramızda bir şey oldu da darıldık. Bundan dolayı dışarı çıktı ve gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), bir arkadaşından, Hz. Ali’yi bulmasını istedi. O adam gidip geldi ve “Yâ Rasûlallah! O mescitte uyuyor.” dedi. Rasûlullah gitti, baktı ki Ali yan tarafına yatmış, ridası bir yandan sıyrılmış, vücudu toprağa bulanmış haldeydi. Rasûlullah (s.a.v.), “Ey Ebâ Turâb! Ey Ebâ Turâb, kalk!” diye toprağı Ali’nin bedeninden silmeye başladı. Birlikte Hz. Ali’nin evine gittiler. Hz. Peygamber’in birkaç saat sonra neşeli çıktığı görüldü. Sahabeden birisi sebebini sorunca, “Nasıl sevinçli olmayayım, en yakınlarımı barıştırdım.” diye buyurdu. Bu olayda Hz. Peygamber’in, Hz. Ali ile Hz. Fâtımâ’nın arasını düzelttikten sonra kendisine iki cihanın en güzel nimetleri verilircesine sevinmesi, evli çiftlerin arasını bulmanın hem manevî, hem de psikolojik faydasına işaret etmektedir.
İyi niyetli hiçbir kimse evlenirken, bir süre sonra boşanma düşüncesini taşımaz. Fakat evlilik sonrası birbirlerini yakından tanıdıktan sonra, gerçekten isabetsiz bir karar verdiklerini fark edip boşanmayı düşünebilirler. Evliliğin ilk aylarında bir takım hayal kırıklıkları olabilir. “Biz birbirimize uygun değilmişiz, yanlış karar vermişiz.” düşüncesiyle hemen boşanma gündeme gelmemelidir. Eşlerin birbirine alışmaları biraz zaman alabilir.
Boşanma, üstesinden gelinemeyen büyük problemlerden sonra gündeme gelebilir. Karı-kocanın evliliği yürütmeleri imkânsız hale gelmişse ve evliliğe devam etmeleri halinde daha büyük problemlerle karşılaşılacaklarsa boşanma son çare olarak düşünülebilir.
Şunu belirtmek gerekir ki boşanmak, bir kıyamet değildir. Sevgi ve saygının kalmadığı, bütün aile bireylerinin psikolojisini bozan bir yuvayı “Başkaları bize ne der?” düşüncesiyle zoraki devam ettirmenin bir gereği yoktur. Problemlerin çözüm yolları kapanmış ve bütün çareler tükenmişse, boşanma bir çözüm olabilir. Fakat boşanmanın haklı sebepleri olmalıdır.
Peygamberimiz’in, “Allah’ın, helâl kıldıkları arasında en sevmediği şey, talâktır.”(5) sözü unutulmamalıdır.
Çocuk eğitiminin, eşlerin evliliğe karar verdiği andan itibaren başladığı bilinmelidir. Zira sadece uyumlu eşler, ruh sağlığı yerinde nesiller yetiştirebilir. Baba, daha çok çocuğun zekâ gelişimini, anne ise duygusal gelişimini temin eder. Ebeveynler, en etkili eğitimin, kendi yaşamlarından güzel örneklerle verilebileceğini daima göz önünde bulundurmalıdırlar. Çocukların sorduğu sorulara, yaşlarına göre, anlayabilecekleri cevaplar verilmelidir. Çocuğun makul istekleri karşılanırken, yersiz istekleri de “Hayır, yok, şimdi olmaz.” gibi sözlerle sınırlanmalıdır.
Çocuklar, gördüğü her şeyi kamera gibi kaydeder. Hatta hamile iken çokça Kur’ân dinleyen bir annenin çocuğunun hafızlığa daha yatkın olduğu görülmektedir. Bu sebeple çocukların hafızasına girmesini istemediğimiz bir şeyi yapmamalıyız. Çocuklar yalanı, kendilerine söz verildiği halde bu sözün yerine getirilmemesinden öğrenirler. Tartışılacak bir konu varsa ayrı bir mekân ve daha sakin bir ortam tercih edilmelidir.
Uyarılan veya cezaya çarptırılan bir çocuğa, eşlerden birinin arka çıkması halinde uyarı ve ceza anlamını yitirir ve çocuğun kurallara, hatta ebeveynin ciddiyetine güveni kalmaz. Bu sebeple çocuklar hakkında, onların önünde ulu orta tartışmalar çok zararlı olmaktadır. Çocuklar arasında ayırım, son derece tehlikelidir ve dinen de günahtır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.); “Çocuklarınızın arasını eşit tutun.”(6) buyurmaktadır.
Evliliği çökerten manevî hastalıklardan arınmalıyız. Mutlu bir yuva, sevgi ve saygı temeli üzerine kurulur ve karşılıklı sorumlulukların yerine getirilmesiyle devam ettirilir. İletişimsizlik, birbirlerinin ilgilerine duyarsızlık, içki, kumar, ahlâksızlık gibi manevî hastalıkların olduğu evlerde güzellikler yaşanmaz. Evlilik ağacı ancak erdemle, fedakârlıkla ve paylaşmayla beslenebilir.
Benimsediği dünya görüşünü yaşam biçimine dönüştürebilenler, mutlu bir yuvanın ne şekilde olacağı hakkında bilgi ve görgü sahibi olduktan sonra bunu da hayata geçirmeye gayret edeceklerdir.
Peygamberimiz (s.a.v.), “Âdemoğlunun bahtiyarlığına medar olan şeyler üçtür. Âdemoğlunun bahtsızlığına sebep olanlar da üçtür. Bahtiyarlığına sebep olanlar: İyi, mü’mine ve iffetli (saliha) bir zevce; iyi, yumuşak ve süratli binek; geniş ve rahat evdir. Bahtsızlığına sebep olanlar da: Kötü, dar ve sıkıntılı ev; fena kadın, kötü binektir.”(7) buyuruyor.
Mutluluk, olağan gibi görünen, fakat değeri bilindiğinde olağanüstü güzellikler yaşatan bu gibi ayrıntılarda saklıdır. Daha fazlası da istenebilir, ama o an için eldeki ile mutlu olmasını da bilmek gerekir. Şükretmesini bilenler mutlu olabilirler. Bazıları, çoğu zaman tam mutlu olacağı bir anda, önemsiz kusurlara kafayı takarak mutluluğuna gölge düşürmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, dünyanın aldatıcılığına ve fâniliğine dikkat çekilerek; “Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette âhiret yurdu, takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?”(8) buyruluyor. Buna göre evlilik hayatı da, hayatın kendisi kadar ciddi ve bir evcilik oyunu kadar içten ve telaşsız olabilir. Allah’ın, mutluluğu bize lütfedeceğine olan inancımızı muhafaza ederek mutlu olmaya çalışırken; bahtiyarlık, bir şans değil, hak edilmiş bir kısmet olarak içimize yerleşecektir.
Evlilikte karşılıklı sevgi ve câzibenin devamı için gereken şeyleri ihmal etmemelidir. Aile yuvası, insanın rahatı, huzuru ve saadeti için kurulur. Bunları bozacak hâllere, huzuru kaçıracak durumlara meydan vermemek lazımdır. Eşler, birbirlerine uyum sağlamaya, birbirlerini tamamlamaya, Hakk'ın verdiğine razı olmaya azmetmelidirler.
Sonuç olarak; dünya ve âhiret saadetinin anahtarı Allah’a ve Rasûlü’ne itaattir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde itaati hak eder ve mutluluğu yakalarız.
Bizleri yaratan Rabbim, özelliklerimizi ve zaaflarımızı da en iyi bilendir. O halde, insanlığın mutluluk kılavuzu olan Rabbimiz’in emir ve nehiylerine uygun hareket etmekle ve Rasûlü’nün sünnetlerine uygun yaşamakla kendi iç dünyamızda, ailemizde ve toplumumuzda huzuru ve saadeti bulabiliriz.
Ömrümüzün önemli bir kısmını geçirdiğimiz, toplumun temeli sayılan aile müessesesinin huzurlu ve problemsiz olması çok önemlidir. Öncelikle, aile birlikteliği kurulurken eş seçiminde kararı kararı belirleyen sebepler makul ve ahlâkî değilse ve eşler arasında bir denklik yoksa, evliliğin henüz ilk günlerinde problemler ardı ardına gelir. Evliliğin gayesi ile doğrudan ilgili olmayan sebepler; evlilik yoluyla zengin olma, işe girme, yükselme, yeni statü kazanma gibi menfaatler ya da güzellik ve yakışıklılık gibi geçici özellikler evlilikte etkili olmuşsa problemlerin çıkması kaçınılmaz hale gelebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kadın dört hasleti için nikâhlanır: Malı için, hasep ve nesebi (soyu) için, güzelliği için, dini için. Sen dindar olanını seç, huzur bul.”(1) buyurmaktadır.
Evliliğin kararı aşamasında görüşlerinin alınmaması, tarafları, kurulan yuvanın mutsuzluğunda mazur göstermez. Ailede eşlerin birbiriyle ilişkileri sağlıklı ise toplumun diğer bireyleriyle de ilişkileri sağlıklıdır. Zira aile toplumu oluşturan çekirdek yapıdır. Orada meydana gelen problem ve huzursuzluklar ise bütün toplumu etkiler. Bu sebeple aile içerisinde tüm ilişkiler sevgi ve saygı temeli üzerine kurulmalıdır. Her birey kendi yetki ve sorumluluğunu bilmeli ve üzerine düşeni en iyi bir şekilde yapmaya çalışmalıdır. Böyle olursa hayatın hiçbir alanında, üstesinden gelinemeyecek ciddi sorunlar ortaya çıkmaz.
Aile bireyleri, eğitim ve ahlâk yönünden yetersizse, aklını ve otoritesini mutluluk için kullanamıyorsa ortaya çekilmez bir zorbalık çıkar. Ortalık toz duman olur, kimin haklı kimin haksız olduğu belli olmaz. Hak-hukuk da zaten böyle bir ortamda önemini yitirir.
İyi bir aile reisi, aile bireylerinden her birini dinler, onları anlamaya, isteklerini imkânlar ölçüsünde karşılamaya çalışır. Bir insan, verdiği kadar isteyebilir.
İmkân verirseniz hizmet istemeye, sevgi verirseniz neşe ve mutluluk istemeye hakkınız olur. Evli olduğunu, evlenirken bir takım sorumluluklar üstlendiğini ve hayatını eşiyle paylaşmaya söz verdiğini unutan erkekler, hayatının en önemli hatasını yaparlar, hayatı kendilerine ve aile bireylerine zehir ederler. Gerçek ya da değil, negatif anlamda yapılan eleştiriler genellikle iticidir.
Çünkü ‘Doğruları söylüyorum.’ Dediğinizde bu doğrular sizin doğrularınızdır, yani siz, kendinizce haklı olabilirsiniz; ancak eşiniz de sizin gibi mi düşünüyor acaba? Erkeğin sahip olduğu maddesel güç ve aile içerisindeki otoritesi, onu haksızlığa ve zorbalığa sevk etmemelidir. Parayı koca kazanır; ama sofraya para değil, mutfakta pişen yemekler konur. Aile içerisinde problem bir defa baş gösterirse karşılıklı hamleler peş peşe gelir. Böyle bir satranç oyununda galibiyet, mutluluk mümkün değildir.
Kadınlar fizikî ve ruhî yönden beğenilen birisi olmayı isterler. Giyim kuşama fazla ilgi göstermeleri de bundandır. Kişiliklerine saygı gösterilmesi ve sözlerinin dikkate alınması da bir diğer istekleridir. Beğenilmek iyi bir duygudur, ama bir kadını kimler beğenecektir? İffetli bir hanımefendi için kocası tarafından beğenilmesi ve kendisini tanıyanlar tarafından da saygı duyulması yeterli olmalıdır. Olması gereken bu iken toplumuzda birçok kadının, kendisini gören herkesin dikkatini çekecek giyim ve kokularla ilgi odağı olma gayreti gibi tehlikeli bir tutum içine girdiği görülmektedir. Kadın, eşinin karısı, çocuklarının da anası ve terbiyecisidir.
Onlara canından can, kanından kan katmıştır. Bu kıymetleri göz önüne alarak iffetini, edep ve hayâsını muhafaza etmelidir.
Evlilikte yapılan en büyük hatalardan biri de, eşlerden birinin, diğerinin ailesini olumsuz şekilde eleştirmesidir. Ailesi eleştirilen eş, bu durumda ya kendisi de eşinin ailesini eleştirmekte, ya da savunucu pozisyona geçmektedir. Böylece ya tatsızlık büyümekte ya da kişi eşine hak verir gibi görünse de sorunu içine atmaktadır.
Bu ise ilerde patlak vermesi muhtemel birikimlere dönüşmektedir. Kişi her ne kadar kendi ailesinden birisinin hatalı olduğunu bilse de, bunun yüzüne vurulması üzücü ve kırıcı olmaktadır.
Erkek ve kadının ana-babalarının hakları birdir. Eşlerden her biri kayınvalide ve kayınpederine, kendi öz anne-babası derecesinde hürmet, muhabbet ve itaat göstermelidirler. Din ve asalet bunu gerektirir. Bu hal, "ana-babaya iyilik" olarak Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olduğu gibi, aile içi saadetin de devamına vesile olur.
Kayınvalidelerin toplumumuzda negatif bir imajı vardır. Geliniyle uyum içinde geçinen kayınvalideler, özellikle alt kültür katmanlarında nerdeyse istisna gibidir. Oysa kayınvalidelerin yapıcı bir tutum içerisinde bulunmaları pek âlâ mümkün iken, çoğu, kendi kaynanasının intikamını gelininden almak istercesine hareket etmektedir.
Gelin-kaynana anlaşmazlığının birçok psiko-sosyal sebebi vardır. Tecrübesiz bir gelini eğitmek, kaynananın görevidir. Ancak bunu, ilim ve ahlâken yeterli seviyede olmayan kaynana, tecrübeli bir eğitimci gibi pedagojik yöntemlerle yapamaz. Gelinini çoğu zaman azarlayarak, kızarak, hatta başkalarının yanında küçük düşürerek eğitmeye ve uyarmaya çalışır. Bu tür tutumlar ise gelinde hoşnutsuzluğa sebep olur ve doğal olarak direnişe geçer.
Bir diğer sebep; gelinin, beyine, yani kaynanasının sevgili oğluna sahip olması ve onu yönlendirmesi kaynananın kanına dokunur, geliniyle rekabet içerisine girmesine sebep olur. Oğluna, kılıbık erkek olmamasını öğütleyerek, onu gelinine karşı tahrik eder. Kaynanadan bunalan gelin de beyine sığınır. Mantıklı düşünen damatlar bu gibi hallerde ortada kalır. Bir tarafta sevgili annesi, bir tarafta sevgili eşi! Kayınpederler ise nedense bu gibi konulara çoğu zaman seyirci kalırlar. Ağırlıklarını koymaları halinde kolaylıkla düzelebilecek bir durumun probleme dönüşmesini âdeta beklerler.
Eve yeni gelen gelin, artık o evin bir bireyi ve kızı hükmündedir. Kaynana, gelinini kızı gibi sevmeli, gelin de kaynanasını annesi gibi saymalıdır. Hareketlerde ve hatalarda maksada bakılmalı, kötü bir niyet bulunmadığı sürece hiçbir kusur probleme dönüştürülmemelidir. Problemin çıkmasına müteakip, kayınpeder ya da oğul probleme hakem rolünde yaklaşmalı, görüşerek, medenî ölçülerde tartışarak çözüm aranmalıdır. O anda halledilmeyen bir problem, bazen önlenemeyen sonuçlar doğurabileceğinden üstü örtülmemeli ve hafife alınmamalıdır.
Aile içerisinde gereksiz kuşkulardan, önyargılardan, su-i zandan (kötü düşünme) ve dozu kaçırılan kıskançlıktan sakınmak gerekmektedir. Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v.); “Kıskançlığın bazısını Allah sever, bazısını da sevmez. Allah’ın sevdiği kıskançlık, kötülük olduğunda kuvvetli zan beslendiği zaman duyulan kıskançlıktır. Allah’ın hoşlanmadığı kıskançlık da zayıf bir ihtimal karşısında duyulan kıskançlıktır.”(2) buyurmaktadır. Dikkat edilirse, problemlerin önemli bir kısmı bu tür menfi yaklaşımların yol açtığı gerginliklerden kaynaklanmaktadır. Başına buyruk olma, bencilce hareket ve isteklerde bulunma vb. sebeplerle aile içerinde tartışmalar çıkmaktadır.
Bazen eşler arasında eften püften meseleler yüzünden kendini ispat ve karşı tarafı pes ettirme yarışı başlar. Bu ise aile içi ilişkilerde soğukluğa sebep olur. Eğer bu durum, en kısa sürede olgunlukla ve nefsin oyunu olduğu sezilerek bastırılmazsa nefis ve şeytan daha da güç bularak soğukluğu artırır, bazen sırf haklı çıkma adına, doğru anladığı sözü dahi zoraki yanlış yorumlar. Çoğu zaman bu tür olaylarla psikolojisi bozulan eşler yanlış hareketler yapar ve amacını aşan sözler, belki hakaretler, küfürler sarf ederler.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de; “…Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadıysanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.”(3) buyurmaktadır. Ailede herkes, “Bu işi kendi lehime nasıl çevirebilirim, kendi etkinliğimi nasıl artırabilirim?” diye düşünürse, ortada ciddi bir iyi niyet sorunu var demektir. Bilâkis herkes, “Ailenin gelişimi ve mutluluğu için ben ne yapabilirim?” diye düşünmeli ve bu yolda çaba sarf etmelidir.
Sağlıksız ilişkiler aile bireylerinin ruh sağlığını da bozar ve hatalar birbirini tetikler. Ailenin huzuru bozulduktan, hatta yuva dağıldıktan sonra içlerinden birinin haklı, diğerinin haksız oluşu önemini yitirir. Bu sebeple problemler zamana yayılmamalı, uygun olan en erken vakitte soğukkanlı bir yaklaşımla ele alınmalıdır. İyi niyet varsa sorun çözülür, ancak içten, başka ince hesaplar yapılıyorsa, o işin halli zor, belki de imkânsızdır.
Problem, karı-kocanın halledemeyeceği bir noktaya gelmişse aile büyükleri hakemliğe çağrılmalı, onlar da bu işi Allah için adaletle halletmeye çalışmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de; “Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.”(4) buyurmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali ve Hz. Fâtımâ arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirmekle kalmaz, onların arasını düzelterek hakemlik yapardı. Sehl bin Sa’d, Hz. Ali Efendimiz ile eşi Fâtımâ Annemiz arasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatır:
Rasûlullah (s.a.v.), kızı Fâtımâ’nın evine geldi. Hz. Ali’yi evde bulamadı. Bunun üzerine Fâtımâ’ya, “Amcamın oğlu nerede?” diye sordu. Hz. Fâtımâ (r.anhâ), “Aramızda bir şey oldu da darıldık. Bundan dolayı dışarı çıktı ve gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.), bir arkadaşından, Hz. Ali’yi bulmasını istedi. O adam gidip geldi ve “Yâ Rasûlallah! O mescitte uyuyor.” dedi. Rasûlullah gitti, baktı ki Ali yan tarafına yatmış, ridası bir yandan sıyrılmış, vücudu toprağa bulanmış haldeydi. Rasûlullah (s.a.v.), “Ey Ebâ Turâb! Ey Ebâ Turâb, kalk!” diye toprağı Ali’nin bedeninden silmeye başladı. Birlikte Hz. Ali’nin evine gittiler. Hz. Peygamber’in birkaç saat sonra neşeli çıktığı görüldü. Sahabeden birisi sebebini sorunca, “Nasıl sevinçli olmayayım, en yakınlarımı barıştırdım.” diye buyurdu. Bu olayda Hz. Peygamber’in, Hz. Ali ile Hz. Fâtımâ’nın arasını düzelttikten sonra kendisine iki cihanın en güzel nimetleri verilircesine sevinmesi, evli çiftlerin arasını bulmanın hem manevî, hem de psikolojik faydasına işaret etmektedir.
İyi niyetli hiçbir kimse evlenirken, bir süre sonra boşanma düşüncesini taşımaz. Fakat evlilik sonrası birbirlerini yakından tanıdıktan sonra, gerçekten isabetsiz bir karar verdiklerini fark edip boşanmayı düşünebilirler. Evliliğin ilk aylarında bir takım hayal kırıklıkları olabilir. “Biz birbirimize uygun değilmişiz, yanlış karar vermişiz.” düşüncesiyle hemen boşanma gündeme gelmemelidir. Eşlerin birbirine alışmaları biraz zaman alabilir.
Boşanma, üstesinden gelinemeyen büyük problemlerden sonra gündeme gelebilir. Karı-kocanın evliliği yürütmeleri imkânsız hale gelmişse ve evliliğe devam etmeleri halinde daha büyük problemlerle karşılaşılacaklarsa boşanma son çare olarak düşünülebilir.
Şunu belirtmek gerekir ki boşanmak, bir kıyamet değildir. Sevgi ve saygının kalmadığı, bütün aile bireylerinin psikolojisini bozan bir yuvayı “Başkaları bize ne der?” düşüncesiyle zoraki devam ettirmenin bir gereği yoktur. Problemlerin çözüm yolları kapanmış ve bütün çareler tükenmişse, boşanma bir çözüm olabilir. Fakat boşanmanın haklı sebepleri olmalıdır.
Peygamberimiz’in, “Allah’ın, helâl kıldıkları arasında en sevmediği şey, talâktır.”(5) sözü unutulmamalıdır.
Çocuk eğitiminin, eşlerin evliliğe karar verdiği andan itibaren başladığı bilinmelidir. Zira sadece uyumlu eşler, ruh sağlığı yerinde nesiller yetiştirebilir. Baba, daha çok çocuğun zekâ gelişimini, anne ise duygusal gelişimini temin eder. Ebeveynler, en etkili eğitimin, kendi yaşamlarından güzel örneklerle verilebileceğini daima göz önünde bulundurmalıdırlar. Çocukların sorduğu sorulara, yaşlarına göre, anlayabilecekleri cevaplar verilmelidir. Çocuğun makul istekleri karşılanırken, yersiz istekleri de “Hayır, yok, şimdi olmaz.” gibi sözlerle sınırlanmalıdır.
Çocuklar, gördüğü her şeyi kamera gibi kaydeder. Hatta hamile iken çokça Kur’ân dinleyen bir annenin çocuğunun hafızlığa daha yatkın olduğu görülmektedir. Bu sebeple çocukların hafızasına girmesini istemediğimiz bir şeyi yapmamalıyız. Çocuklar yalanı, kendilerine söz verildiği halde bu sözün yerine getirilmemesinden öğrenirler. Tartışılacak bir konu varsa ayrı bir mekân ve daha sakin bir ortam tercih edilmelidir.
Uyarılan veya cezaya çarptırılan bir çocuğa, eşlerden birinin arka çıkması halinde uyarı ve ceza anlamını yitirir ve çocuğun kurallara, hatta ebeveynin ciddiyetine güveni kalmaz. Bu sebeple çocuklar hakkında, onların önünde ulu orta tartışmalar çok zararlı olmaktadır. Çocuklar arasında ayırım, son derece tehlikelidir ve dinen de günahtır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.); “Çocuklarınızın arasını eşit tutun.”(6) buyurmaktadır.
Evliliği çökerten manevî hastalıklardan arınmalıyız. Mutlu bir yuva, sevgi ve saygı temeli üzerine kurulur ve karşılıklı sorumlulukların yerine getirilmesiyle devam ettirilir. İletişimsizlik, birbirlerinin ilgilerine duyarsızlık, içki, kumar, ahlâksızlık gibi manevî hastalıkların olduğu evlerde güzellikler yaşanmaz. Evlilik ağacı ancak erdemle, fedakârlıkla ve paylaşmayla beslenebilir.
Benimsediği dünya görüşünü yaşam biçimine dönüştürebilenler, mutlu bir yuvanın ne şekilde olacağı hakkında bilgi ve görgü sahibi olduktan sonra bunu da hayata geçirmeye gayret edeceklerdir.
Peygamberimiz (s.a.v.), “Âdemoğlunun bahtiyarlığına medar olan şeyler üçtür. Âdemoğlunun bahtsızlığına sebep olanlar da üçtür. Bahtiyarlığına sebep olanlar: İyi, mü’mine ve iffetli (saliha) bir zevce; iyi, yumuşak ve süratli binek; geniş ve rahat evdir. Bahtsızlığına sebep olanlar da: Kötü, dar ve sıkıntılı ev; fena kadın, kötü binektir.”(7) buyuruyor.
Mutluluk, olağan gibi görünen, fakat değeri bilindiğinde olağanüstü güzellikler yaşatan bu gibi ayrıntılarda saklıdır. Daha fazlası da istenebilir, ama o an için eldeki ile mutlu olmasını da bilmek gerekir. Şükretmesini bilenler mutlu olabilirler. Bazıları, çoğu zaman tam mutlu olacağı bir anda, önemsiz kusurlara kafayı takarak mutluluğuna gölge düşürmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, dünyanın aldatıcılığına ve fâniliğine dikkat çekilerek; “Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette âhiret yurdu, takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?”(8) buyruluyor. Buna göre evlilik hayatı da, hayatın kendisi kadar ciddi ve bir evcilik oyunu kadar içten ve telaşsız olabilir. Allah’ın, mutluluğu bize lütfedeceğine olan inancımızı muhafaza ederek mutlu olmaya çalışırken; bahtiyarlık, bir şans değil, hak edilmiş bir kısmet olarak içimize yerleşecektir.
Evlilikte karşılıklı sevgi ve câzibenin devamı için gereken şeyleri ihmal etmemelidir. Aile yuvası, insanın rahatı, huzuru ve saadeti için kurulur. Bunları bozacak hâllere, huzuru kaçıracak durumlara meydan vermemek lazımdır. Eşler, birbirlerine uyum sağlamaya, birbirlerini tamamlamaya, Hakk'ın verdiğine razı olmaya azmetmelidirler.
Sonuç olarak; dünya ve âhiret saadetinin anahtarı Allah’a ve Rasûlü’ne itaattir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde itaati hak eder ve mutluluğu yakalarız.
Kaynaklar:
1. CANAN İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 15/515.
2. A.g.e., 17/219.
3. en-Nisâ, 4/19.
4. en-Nisâ, 4/35.
5. CANAN İbrahim, a.g.e., 11/452.
6. CANAN İbrahim, a.g.e., 2/497.
7. RAMAZANOĞLU Mahmud Sami, Musahabe, 5/142.
8. el-En’âm, 6/32.
H. İbrahim ŞEN