merrttcan
New member
- Katılım
- 28 Ara 2007
- Mesajlar
- 83
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
Sorunumuz kişisel gelişim kavramıyla ilişkili olmamalı. Batıl, bazen din yorumu kisvesinden de dünyamıza girebilir.
Dr. Muhammed Bozdağ’la söyleşi
1967 yılında Trabzon/ Akçaabat'ta başlayan ve yaldızlı başarılarla süren bir yaşam serüveniniz var... ODTÜ kamu yönetimi bölümü, TBMM yasama uzmanlığı ve bir çok başarılı çalışmaya imza attıktan sonra Kişisel ve ruhsal gelişim alanına geçişinizin bir öyküsü var mı?.. Nerden esinlendiniz?.. Bizimle bu süreci paylaşır mısınız?..
Kişisel geçmişim, özellikle üniversite mezuniyetine kadar, başkalarıyla paylaşamadığım depremlerle, iç çatışmalarla, arayışlarda doludur. Bu geçmişteki öncelikle motivasyon kaynağım yaşadığım ekonomik. Sosyal, psikolojik ve ailevi sorunlardı. Bunu itiraf edeyim.
Aslında belki başarılarım ön plana çıkıyor ama aynı süreçte yığınlarla da başarısızlıklarım vardır. Çocukken karga gibi özgürce uçmayı, ortaokulda savaş pilotu, lisede uçak mühendisi, üniversitede kaymakam olmayı hayal edip de hiçbiri olamayan bir insanın pekala çok başarısızlıkları vardır. Ben şuna inanıyorum: Hayatta her hayal ettiğiniz olmayabilir, ama içten ve ısrarlı çalışırsanız Allah sizi gönlünüzün razı olacağı, toplumun ihtiyacına da uygun güzel bir başarı alanında ilerletebilir.
Lisede yaşadığım birincilik, farklı fikir guruplarının üzerime odaklanmasına yol açtı. Bu odaklanma, zorunlu olarak zihnimi sorgulamalara sürükledi. Köy imamımızın Kuran kursuna gitmediğim bir gün için beni azarladığı andan itibaren Kuranla ilgimi kesmiştim. İslam’a yeniden yönelişim biraz da bu yüzden lise döneminde, yaşadığım bazı uyarıcı özel olayların etkisiyle gecikmeli oldu diyebilirim.
O zamandan itibaren farklı anlayışları okumaya ve insanlar arasındaki bu çatışmaların, fikir ayrılıklarının, farklı dünya görüşlerinin nedenlerini kavramaya çalıştım.
Üniversite ortamı çok farklı anlayışlarla yüzleşmemi sağladı. Dünya ülkelerinden çok sayıda yabancı öğrenciyle konferans niteliğindeki haftalık paylaşımlarla başladım kültürel çalışmalarıma diyebilirim. Hayatı anlamaya çalışmak, insan üzerinde çalışmaktır, insan üzerinde çalıştığınızda adı kişisel gelişim, manevi gelişim olur her ne ise, insanın kendini aşmasıyla ilgilenmek zorundasınız.
Çalışmalarımın kitap formunda ortaya çıkması 1999 yılından itibarendir. Ama yazarlığım ortaokul yıllarına kadar gider. İlk romanımı köyde, mısır tarlalarında çalışırken kurgulayıp kaleme aldım. Basılan ilk kitap Düşün ve Başar’dan önceki yıllarda çok sayıda dar kapsamlı konferanslar, yetenek, motivasyon ve başarı amaçlı seminerler ve radyo konuşmaları sundum.
Başlangıçta gelişim konuları benim için sadece bir hobiydi. Boş zamanlarımda insanların sorunlarıyla ilgilenirdim ve dostlarıma her gün sırayla teşvik edici mektuplar yazardım. Bunu bir dava görüyordum. Postacılar benden bıkmışlar; bir gün apartmanımın kapısında yakalayıp söylediler. Bana gelen cevabi mektuplar caddedeki tüm apartmanlara gelenlerden fazlaymış.
Yaptığıma içtenlikle kapılma alışkanlığım var. Bir konuyu hem detaylı ve hem de kapsayıcı incelemeyi severim. Bu yaklaşımla üretilen eserlere gösterilen ilgi ister istemez konuya hayatımda daha fazla yer vermeme yol açtı. İnsandan bir şeyi takdirle beklerseniz, onu size sunmak için çok çalışacaktır.
Yazdığım konularda belli bir imaj ve beklenti oluştuğu için formel kariyerimi yaptığım siyaset bilimi alanında çalışma üretmiyorum. Şimdilik pek de niyetim yok.
Psikolojik danışmanlık ve rehberlik deyince aklınıza neler geliyor? Alanın dışından gelip alan içerisinde çok verimli kazanımlar oluşturabilmiş biri olarak Psikolojik danışmanlık ve rehberliği nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle PDR alanında çalışanlar, kendi alanlarına girdiğimi düşünmemeliler. Bu benim haddime de değil. Gerçek teknik uzmanlık onlarınkidir. Ben genel topluma hitap ediyorum. Yaptığım sadece yazarlıktır. Yazarlık ise sadece PDR’ye değil, yerine göre kozmolojiye de, siyasete de, psikolojiye de, sosyolojiye de, dine de girebilir. Topluma çözüm ve çare üreten bir yazarın sınırlanması mümkün değil. İnsanın ve hayatın anlamı birçok alanı birden ilgilendiriyor. İyi bir PRD’cinin de psikoloji kadar din ya da sosyoloji hatta biraz da tıp bilmesi gerekir. Bilimin teori üretmesi başka, ondan topluma pratik damıtılarak sunulması başkadır.
Modern bilim alanlarının her birinin kendi paradigmaları var. Öğrencilerinin zihinsel yapısını önce bu paradigmaların evrensel gerçeklik olduğuna inandırarak hazırlıyor; sonra da bu çerçeve içerisinde sınırlayarak çözüm arattırıyor. Böyle olması yüzünden bir çok disiplinin temelini etkileyen düşünürler alakasız disiplinlerden gelmiştir. Çünkü zihinleri asıl uzmanları gibi sınırlı değildir. Elbette düşünebilmek için paradigma şarttır ama paradigmaların düşünceye bir sınır çizdiğini de unutmamak gerekir.
Şimdi psikoloji öğreniyorsunuz. Öğrendiğiniz ve önerdiğiniz, biliminizin size sunduğu dünya görüşü çerçevesinde olmak zorunda. Bir psikolog insanı Freud’un evreninden görür de, id, ego, superego tasnifine uygun yaklaşımlarla çözümlemeye giderse, tek doğruyu mu yapmış olur? Peki Freud insanı doğru mu tanıdı? Freud evrenin haritasını doğru mu algıladı? Ya İslam tasavvufundaki, vicdan, nefis, kalp, lümme-i şeytaniye kavramlarının oluşturduğu paradigma farklıysa ve doğruysa? Ki farklı ve doğru yönler içeriyor. Peki hangi paradigma gerçeğin tam ifadesidir?
PDR insanı çok iyi tanımamızı gerektiriyor. Ancak, insan hala insanın ne olduğuna karar veremedi. Nice sırları hala gizli ve gizemli insanın. Siz maddi gözlükten bakarak bin tanım yapar ve çözüm üretirsiniz. Ama görmediğiniz boyutlardan gelen etkileşimler çözümünüzü allak bullak ediverir.
PDR son derece önemli bir alan. Zaman geçtikçe bu alanda çalışan rehberlerin önemi artacak ve daha iyi anlaşılacak. Bu alanda eğitim alan bir arkadaştan düşüncesini almıştım. İd=nefis, ego=ene gibi ilişkilendirmeler yapmıştı. Bu çok önemli bir düşünme girişimi ama doğru mu? Robert E. Ornstein’in Yeni Bir Psikoloji kitabını okuduğumda, doğu-batı psikolojilerini karşılaştırmaya yönelik bir çalışma olması hasebiyle etkilenmiştim. Batının doğudaki pek çok gizemli tespitten mahrum olduğuna yönelik önemli tespitler içeriyordu.
Bu alanda çalışan arkadaşlarımızın, kendilerine sunulan paradigmanın yanı sıra, bin yıllık tarihimizdeki şaşırtıcı deneyimleri incelemelerini de öneririm. Eğer modern psikoloji insanların manevi sorunlarını çözmüş olsaydı, dünyanın en mutsuz insanları Batıya yaşıyor olamazdı değil mi?
PDR çok önemli ve önemi giderek artacak. Bu alanda çalışanların özellikle insanı ve insanımızı iyi tanımalarını, insanın fıtratını programlayan Allah’ın insanla ilgili tanımlarına dikkat etmelerini öneririm. Böylece çok daha etkileyici olabilirler.
Sizce okullarımızda verilmeye çalışılan Psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetleri çocuklarımızın kişisel ve ruhsal tekamül süreçlerini nasıl etkiliyor. Bu çalışmaları yeterince doyurucu buluyor musunuz?
Ben bu konuda yeterli bilgiye ve gözleme sahip değilim. Yetkin konuşamam. Bana öyle geliyor ki, uzmanların kişisel yeteneklerine ve kendilerini ne kadar iyi yetiştirdiklerine bağlı bu sorunun cevabı. Bireysel anlamda çok iyi örnekler vardır mutlaka. Ancak, bana gelen mektuplar yetersizlikler olduğunu gösteriyor. En azından biz dünyanın dikkatini çekecek bir modelle ortaya çıkmış değiliz bana göre.
Bu alanda çalışanlar teoride boğulmamalı. Batıda yeni çıkan yaklaşımları da öğrenmeli ama asıl doğuya ait yaklaşımlar üretmeye çalışmalılar. Şu anda görebildiğim kadarıyla psikoloji biliminin temeli çok büyük ölçüde Batı kaynaklı.
Çok önemli mi? Elbette. Ahıreti düşünmekle derdi olmayan, anne babasına saygısına ruhani bir temel gerekçe bulamayan, zevklerine ve şimdiye odaklı, rekabetçi, maddi veya zengin bir batı insanı için üretilecek çözümle, bambaşka bir dünya görüşüyle veya ekonomik şartlarda yaşayan doğu insanı için üretilecek çözüm bir olabilir mi?
Maslow’un ihtiyaçlar piramidi ne kadar doğru? Bir insanın hayatını bir davaya adaması bu modelle açıklanabilir mi gerçekten? Hangi yaklaşımlar bizi ömür boyu motivasyona sürükleyebilir? Elbette bilim çok şey üretti ve çoğu da doğrudur sanırım. Ama ben yeterli bulmuyorum. Bol bol pratik yaparak sonuçlarımızı görmeli ve sonra da esneyerek yeni yaklaşımlar denemeliyiz.
PDR’cilerin malzemesi insan ve her yerde insan kaynıyor. Tüm ilişkileri insanla bağlantılı. Gelişme fırsatları başka hiçbir disiplinde olmadığı kadar fazla. Kolay tarafı, insanlar birbirlerine benzerler. Zor tarafı, her insan diğerinden çok farklı.
Son zamanlarda bazı düşünürler gerek nlp gerekse kişisel gelişim çalışmalarının bizim toplumumuz için uygun düşmeyeceğini, yanılgı yaratacağını ve bu şekilde hiç bir yere varamayacağımızı dillendiriyorlar. Siz Türk toplumunun kişisel gelişime bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben toptan retçi değilim, ama bu görüşe kısmen katılıyorum. NLP bizde bir terapi tekniği olarak yaygınlaşıyor. Ancak, modüler bir sistem… Liderlik, motivasyon vs modelleri de içeriyor. NLP bir marka olmuş, çağlar boyu öğrendiğimiz bir kısım bilgileri bu marka üzerinden sistematize edip pazarlıyorlar. Tabi kendi dünya görüşüyle yoğrulmuş biçimde. Ne kadar etkili olduğundan da henüz emin değilim. Çok mantıklı geldiği için de ilgi hayli yüksek sanırım. NLP kişisel gelişim olgusu içerisinde küçük bir alan sadece.
Sorunumuz kişisel gelişim kavramıyla ilişkili olmamalı. Batıl, bazen din yorumu kisvesinden de dünyamıza girebilir. Kaldı ki nice edebi eserlerin dolaylı amacı da kişisel gelişime hizmet etmektir. Müslümanlar olarak bizim için öncelikli mesele, Allah-evren ilişkisini, kaderi ve var oluş amacımızı doğru anlamak ve enerjimizi yüksek ahlaki değerlere odaklamaktır. Kişisel gelişim kitaplarının bir kısmı ister istemez bize bir evren görüşü sunuyorlar ve bunların çoğu İslam-kader inancımızı çaktırmadan yok ederek,,bizi Hinduların veya laikçilerin vb. evren görüşüne ikna ediyorlar. Birinci sorun burada.
İkinci soruna gelince. Kişisel gelişim aynı zamanda o gelişime sürükleyici bir motivasyon aracı ve yöntem de sunuyor. Dikkat ederseniz, beş dakikada Beşiktaş der gibi, her şeyi kolay gösteren yaklaşımlar var. Bir çoğu da, malikhane sevdasıyla, dünya tapıcılığıyla, acımasız rekabetçilikle motive etme çabasındadır. Bazen insana tanrısallık sunan yaklaşımlar doğuyor; düşüncenizle yaratırsınız veya sizin size ait –Allah ile alakasız gizemli güçleriniz vardır gibi söylemlerle. Bazen bunları okuyan Müslümanlar, bu yaklaşımı Allah’ı da biz ekleyelim diye düşünerek benimsediklerine, Allah’ı –haşa- bir robot düzeyine indirdiklerinin farkına bile varmıyorlar. Allah var ama, işte, siz ne isterseniz yapıyor.
Ben kitaplarımda, hem genel motivasyon unsurlarını kullanmaya, hem de temel kader anlayışımızdan sapmamaya özen gösteriyorum. Dolaylı da olsa bu yaklaşımın tamire hizmet etmesini umuyorum.
Elbette gelişmek ve başarmak için çok çalışacağız. Zaten bu bize Kuranın emri değil midir? Tembel ve uyuşuk insan mı Allaha daha yakındır? Ama, unutmayacağız: Her an ölebiliriz. Dünya uğrunda çok ağlamaya değmez. Paradan değerli şeyler vardır; saygı ve ahlak gibi. Nihayet, Allah dilemezse de biz dileyemeyiz. Çalışırız ama sonuçları Allah yaratır. Dua ve çaba bizden, sonuçları lütfetmek Allah’tandır.
Tüm çalışmalarınızın yanı sıra ayrıca bir de internet. siteniz var.. Özelde kendi siteniz genelde sanal alem için zaman ayırabiliyor musunuz?
Ben sanal aleme epeyce zaman ayırıyorum. Yetenek.com sitemize gelen sorulara ya da bana kişisel olarak okuyuculardan gelen sorulara mutlaka cevap vermeye çalışıyorum. Tabi çok yoruyor, bir kişinin her sorana her konuda yol göstermesi mümkün değil. Bu asıl sizin işiniz ve ekiple hallolabilir ancak.
Bununla birlikte chat ve msn ortamlarına çok nadir uğruyorum. Çünkü gereksiz ve içeriksiz sözlerle çok zaman kaybı oluyor. Dahası bu tür iletişimler insanın manevi derinliğini, araya giren makineler yüzünden kaybetmesine yol açıyor. Uzun vadede hayatın gerçeklerinden ve toplumdan insanları koparıyor.
Geleceğin medyasının internet olacağı söyleniyor. Çok önemli ama insanlar o kadar gerçeklikten, konuştuğu kişini gözlerini, mimiklerini görmenin, ruhunu hissetmenin, ses tonunu algılamanın güzelliğinden kendilerini mahrum edebilecekler mi? En iyisi kitaba dokunarak okumak, insanların karşısına geçerek konuşmaktır bence.
Dr. Muhammed Bozdağ’la söyleşi
1967 yılında Trabzon/ Akçaabat'ta başlayan ve yaldızlı başarılarla süren bir yaşam serüveniniz var... ODTÜ kamu yönetimi bölümü, TBMM yasama uzmanlığı ve bir çok başarılı çalışmaya imza attıktan sonra Kişisel ve ruhsal gelişim alanına geçişinizin bir öyküsü var mı?.. Nerden esinlendiniz?.. Bizimle bu süreci paylaşır mısınız?..
Kişisel geçmişim, özellikle üniversite mezuniyetine kadar, başkalarıyla paylaşamadığım depremlerle, iç çatışmalarla, arayışlarda doludur. Bu geçmişteki öncelikle motivasyon kaynağım yaşadığım ekonomik. Sosyal, psikolojik ve ailevi sorunlardı. Bunu itiraf edeyim.
Aslında belki başarılarım ön plana çıkıyor ama aynı süreçte yığınlarla da başarısızlıklarım vardır. Çocukken karga gibi özgürce uçmayı, ortaokulda savaş pilotu, lisede uçak mühendisi, üniversitede kaymakam olmayı hayal edip de hiçbiri olamayan bir insanın pekala çok başarısızlıkları vardır. Ben şuna inanıyorum: Hayatta her hayal ettiğiniz olmayabilir, ama içten ve ısrarlı çalışırsanız Allah sizi gönlünüzün razı olacağı, toplumun ihtiyacına da uygun güzel bir başarı alanında ilerletebilir.
Lisede yaşadığım birincilik, farklı fikir guruplarının üzerime odaklanmasına yol açtı. Bu odaklanma, zorunlu olarak zihnimi sorgulamalara sürükledi. Köy imamımızın Kuran kursuna gitmediğim bir gün için beni azarladığı andan itibaren Kuranla ilgimi kesmiştim. İslam’a yeniden yönelişim biraz da bu yüzden lise döneminde, yaşadığım bazı uyarıcı özel olayların etkisiyle gecikmeli oldu diyebilirim.
O zamandan itibaren farklı anlayışları okumaya ve insanlar arasındaki bu çatışmaların, fikir ayrılıklarının, farklı dünya görüşlerinin nedenlerini kavramaya çalıştım.
Üniversite ortamı çok farklı anlayışlarla yüzleşmemi sağladı. Dünya ülkelerinden çok sayıda yabancı öğrenciyle konferans niteliğindeki haftalık paylaşımlarla başladım kültürel çalışmalarıma diyebilirim. Hayatı anlamaya çalışmak, insan üzerinde çalışmaktır, insan üzerinde çalıştığınızda adı kişisel gelişim, manevi gelişim olur her ne ise, insanın kendini aşmasıyla ilgilenmek zorundasınız.
Çalışmalarımın kitap formunda ortaya çıkması 1999 yılından itibarendir. Ama yazarlığım ortaokul yıllarına kadar gider. İlk romanımı köyde, mısır tarlalarında çalışırken kurgulayıp kaleme aldım. Basılan ilk kitap Düşün ve Başar’dan önceki yıllarda çok sayıda dar kapsamlı konferanslar, yetenek, motivasyon ve başarı amaçlı seminerler ve radyo konuşmaları sundum.
Başlangıçta gelişim konuları benim için sadece bir hobiydi. Boş zamanlarımda insanların sorunlarıyla ilgilenirdim ve dostlarıma her gün sırayla teşvik edici mektuplar yazardım. Bunu bir dava görüyordum. Postacılar benden bıkmışlar; bir gün apartmanımın kapısında yakalayıp söylediler. Bana gelen cevabi mektuplar caddedeki tüm apartmanlara gelenlerden fazlaymış.
Yaptığıma içtenlikle kapılma alışkanlığım var. Bir konuyu hem detaylı ve hem de kapsayıcı incelemeyi severim. Bu yaklaşımla üretilen eserlere gösterilen ilgi ister istemez konuya hayatımda daha fazla yer vermeme yol açtı. İnsandan bir şeyi takdirle beklerseniz, onu size sunmak için çok çalışacaktır.
Yazdığım konularda belli bir imaj ve beklenti oluştuğu için formel kariyerimi yaptığım siyaset bilimi alanında çalışma üretmiyorum. Şimdilik pek de niyetim yok.
Psikolojik danışmanlık ve rehberlik deyince aklınıza neler geliyor? Alanın dışından gelip alan içerisinde çok verimli kazanımlar oluşturabilmiş biri olarak Psikolojik danışmanlık ve rehberliği nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle PDR alanında çalışanlar, kendi alanlarına girdiğimi düşünmemeliler. Bu benim haddime de değil. Gerçek teknik uzmanlık onlarınkidir. Ben genel topluma hitap ediyorum. Yaptığım sadece yazarlıktır. Yazarlık ise sadece PDR’ye değil, yerine göre kozmolojiye de, siyasete de, psikolojiye de, sosyolojiye de, dine de girebilir. Topluma çözüm ve çare üreten bir yazarın sınırlanması mümkün değil. İnsanın ve hayatın anlamı birçok alanı birden ilgilendiriyor. İyi bir PRD’cinin de psikoloji kadar din ya da sosyoloji hatta biraz da tıp bilmesi gerekir. Bilimin teori üretmesi başka, ondan topluma pratik damıtılarak sunulması başkadır.
Modern bilim alanlarının her birinin kendi paradigmaları var. Öğrencilerinin zihinsel yapısını önce bu paradigmaların evrensel gerçeklik olduğuna inandırarak hazırlıyor; sonra da bu çerçeve içerisinde sınırlayarak çözüm arattırıyor. Böyle olması yüzünden bir çok disiplinin temelini etkileyen düşünürler alakasız disiplinlerden gelmiştir. Çünkü zihinleri asıl uzmanları gibi sınırlı değildir. Elbette düşünebilmek için paradigma şarttır ama paradigmaların düşünceye bir sınır çizdiğini de unutmamak gerekir.
Şimdi psikoloji öğreniyorsunuz. Öğrendiğiniz ve önerdiğiniz, biliminizin size sunduğu dünya görüşü çerçevesinde olmak zorunda. Bir psikolog insanı Freud’un evreninden görür de, id, ego, superego tasnifine uygun yaklaşımlarla çözümlemeye giderse, tek doğruyu mu yapmış olur? Peki Freud insanı doğru mu tanıdı? Freud evrenin haritasını doğru mu algıladı? Ya İslam tasavvufundaki, vicdan, nefis, kalp, lümme-i şeytaniye kavramlarının oluşturduğu paradigma farklıysa ve doğruysa? Ki farklı ve doğru yönler içeriyor. Peki hangi paradigma gerçeğin tam ifadesidir?
PDR insanı çok iyi tanımamızı gerektiriyor. Ancak, insan hala insanın ne olduğuna karar veremedi. Nice sırları hala gizli ve gizemli insanın. Siz maddi gözlükten bakarak bin tanım yapar ve çözüm üretirsiniz. Ama görmediğiniz boyutlardan gelen etkileşimler çözümünüzü allak bullak ediverir.
PDR son derece önemli bir alan. Zaman geçtikçe bu alanda çalışan rehberlerin önemi artacak ve daha iyi anlaşılacak. Bu alanda eğitim alan bir arkadaştan düşüncesini almıştım. İd=nefis, ego=ene gibi ilişkilendirmeler yapmıştı. Bu çok önemli bir düşünme girişimi ama doğru mu? Robert E. Ornstein’in Yeni Bir Psikoloji kitabını okuduğumda, doğu-batı psikolojilerini karşılaştırmaya yönelik bir çalışma olması hasebiyle etkilenmiştim. Batının doğudaki pek çok gizemli tespitten mahrum olduğuna yönelik önemli tespitler içeriyordu.
Bu alanda çalışan arkadaşlarımızın, kendilerine sunulan paradigmanın yanı sıra, bin yıllık tarihimizdeki şaşırtıcı deneyimleri incelemelerini de öneririm. Eğer modern psikoloji insanların manevi sorunlarını çözmüş olsaydı, dünyanın en mutsuz insanları Batıya yaşıyor olamazdı değil mi?
PDR çok önemli ve önemi giderek artacak. Bu alanda çalışanların özellikle insanı ve insanımızı iyi tanımalarını, insanın fıtratını programlayan Allah’ın insanla ilgili tanımlarına dikkat etmelerini öneririm. Böylece çok daha etkileyici olabilirler.
Sizce okullarımızda verilmeye çalışılan Psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetleri çocuklarımızın kişisel ve ruhsal tekamül süreçlerini nasıl etkiliyor. Bu çalışmaları yeterince doyurucu buluyor musunuz?
Ben bu konuda yeterli bilgiye ve gözleme sahip değilim. Yetkin konuşamam. Bana öyle geliyor ki, uzmanların kişisel yeteneklerine ve kendilerini ne kadar iyi yetiştirdiklerine bağlı bu sorunun cevabı. Bireysel anlamda çok iyi örnekler vardır mutlaka. Ancak, bana gelen mektuplar yetersizlikler olduğunu gösteriyor. En azından biz dünyanın dikkatini çekecek bir modelle ortaya çıkmış değiliz bana göre.
Bu alanda çalışanlar teoride boğulmamalı. Batıda yeni çıkan yaklaşımları da öğrenmeli ama asıl doğuya ait yaklaşımlar üretmeye çalışmalılar. Şu anda görebildiğim kadarıyla psikoloji biliminin temeli çok büyük ölçüde Batı kaynaklı.
Çok önemli mi? Elbette. Ahıreti düşünmekle derdi olmayan, anne babasına saygısına ruhani bir temel gerekçe bulamayan, zevklerine ve şimdiye odaklı, rekabetçi, maddi veya zengin bir batı insanı için üretilecek çözümle, bambaşka bir dünya görüşüyle veya ekonomik şartlarda yaşayan doğu insanı için üretilecek çözüm bir olabilir mi?
Maslow’un ihtiyaçlar piramidi ne kadar doğru? Bir insanın hayatını bir davaya adaması bu modelle açıklanabilir mi gerçekten? Hangi yaklaşımlar bizi ömür boyu motivasyona sürükleyebilir? Elbette bilim çok şey üretti ve çoğu da doğrudur sanırım. Ama ben yeterli bulmuyorum. Bol bol pratik yaparak sonuçlarımızı görmeli ve sonra da esneyerek yeni yaklaşımlar denemeliyiz.
PDR’cilerin malzemesi insan ve her yerde insan kaynıyor. Tüm ilişkileri insanla bağlantılı. Gelişme fırsatları başka hiçbir disiplinde olmadığı kadar fazla. Kolay tarafı, insanlar birbirlerine benzerler. Zor tarafı, her insan diğerinden çok farklı.
Son zamanlarda bazı düşünürler gerek nlp gerekse kişisel gelişim çalışmalarının bizim toplumumuz için uygun düşmeyeceğini, yanılgı yaratacağını ve bu şekilde hiç bir yere varamayacağımızı dillendiriyorlar. Siz Türk toplumunun kişisel gelişime bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben toptan retçi değilim, ama bu görüşe kısmen katılıyorum. NLP bizde bir terapi tekniği olarak yaygınlaşıyor. Ancak, modüler bir sistem… Liderlik, motivasyon vs modelleri de içeriyor. NLP bir marka olmuş, çağlar boyu öğrendiğimiz bir kısım bilgileri bu marka üzerinden sistematize edip pazarlıyorlar. Tabi kendi dünya görüşüyle yoğrulmuş biçimde. Ne kadar etkili olduğundan da henüz emin değilim. Çok mantıklı geldiği için de ilgi hayli yüksek sanırım. NLP kişisel gelişim olgusu içerisinde küçük bir alan sadece.
Sorunumuz kişisel gelişim kavramıyla ilişkili olmamalı. Batıl, bazen din yorumu kisvesinden de dünyamıza girebilir. Kaldı ki nice edebi eserlerin dolaylı amacı da kişisel gelişime hizmet etmektir. Müslümanlar olarak bizim için öncelikli mesele, Allah-evren ilişkisini, kaderi ve var oluş amacımızı doğru anlamak ve enerjimizi yüksek ahlaki değerlere odaklamaktır. Kişisel gelişim kitaplarının bir kısmı ister istemez bize bir evren görüşü sunuyorlar ve bunların çoğu İslam-kader inancımızı çaktırmadan yok ederek,,bizi Hinduların veya laikçilerin vb. evren görüşüne ikna ediyorlar. Birinci sorun burada.
İkinci soruna gelince. Kişisel gelişim aynı zamanda o gelişime sürükleyici bir motivasyon aracı ve yöntem de sunuyor. Dikkat ederseniz, beş dakikada Beşiktaş der gibi, her şeyi kolay gösteren yaklaşımlar var. Bir çoğu da, malikhane sevdasıyla, dünya tapıcılığıyla, acımasız rekabetçilikle motive etme çabasındadır. Bazen insana tanrısallık sunan yaklaşımlar doğuyor; düşüncenizle yaratırsınız veya sizin size ait –Allah ile alakasız gizemli güçleriniz vardır gibi söylemlerle. Bazen bunları okuyan Müslümanlar, bu yaklaşımı Allah’ı da biz ekleyelim diye düşünerek benimsediklerine, Allah’ı –haşa- bir robot düzeyine indirdiklerinin farkına bile varmıyorlar. Allah var ama, işte, siz ne isterseniz yapıyor.
Ben kitaplarımda, hem genel motivasyon unsurlarını kullanmaya, hem de temel kader anlayışımızdan sapmamaya özen gösteriyorum. Dolaylı da olsa bu yaklaşımın tamire hizmet etmesini umuyorum.
Elbette gelişmek ve başarmak için çok çalışacağız. Zaten bu bize Kuranın emri değil midir? Tembel ve uyuşuk insan mı Allaha daha yakındır? Ama, unutmayacağız: Her an ölebiliriz. Dünya uğrunda çok ağlamaya değmez. Paradan değerli şeyler vardır; saygı ve ahlak gibi. Nihayet, Allah dilemezse de biz dileyemeyiz. Çalışırız ama sonuçları Allah yaratır. Dua ve çaba bizden, sonuçları lütfetmek Allah’tandır.
Tüm çalışmalarınızın yanı sıra ayrıca bir de internet. siteniz var.. Özelde kendi siteniz genelde sanal alem için zaman ayırabiliyor musunuz?
Ben sanal aleme epeyce zaman ayırıyorum. Yetenek.com sitemize gelen sorulara ya da bana kişisel olarak okuyuculardan gelen sorulara mutlaka cevap vermeye çalışıyorum. Tabi çok yoruyor, bir kişinin her sorana her konuda yol göstermesi mümkün değil. Bu asıl sizin işiniz ve ekiple hallolabilir ancak.
Bununla birlikte chat ve msn ortamlarına çok nadir uğruyorum. Çünkü gereksiz ve içeriksiz sözlerle çok zaman kaybı oluyor. Dahası bu tür iletişimler insanın manevi derinliğini, araya giren makineler yüzünden kaybetmesine yol açıyor. Uzun vadede hayatın gerçeklerinden ve toplumdan insanları koparıyor.
Geleceğin medyasının internet olacağı söyleniyor. Çok önemli ama insanlar o kadar gerçeklikten, konuştuğu kişini gözlerini, mimiklerini görmenin, ruhunu hissetmenin, ses tonunu algılamanın güzelliğinden kendilerini mahrum edebilecekler mi? En iyisi kitaba dokunarak okumak, insanların karşısına geçerek konuşmaktır bence.