MUHAMMED (a.s.) FARKI

kedimiyuttum

New member
MUHAMMED (a.s.) FARKI

İsmi, “ALLAH" olan bize Hazreti Muhammed aleyhisselâm tarafından bildirilmiştir!. Çünkü O, bir peygamber değil, “RASULULLAH” idi!.

Farkı neydi kendisinden önceki rasûl’lerden?

Meselâ İbrahim aleyhisselâm da, Musa alehisselâm da, İsa aleyhisselâm da “rasûlullah” idi...

Hazreti Muhammed aleyhisselâmı tasdik etmek niçin zorunlu?

Diğer rasûlleri tasdik edip, kabullenip; Hazreti Muhammed’i ve bildirdiklerini kabul etmemek niçin insana her şeyi kaybettirir?

Hazreti Muhammed aleyhisselâm, “HANİF” lik(1) kavramını getiren İbrahim aleyhisselâmdan; tenzih yönlü açıklamalar yapan Musa aleyhisselâmdan, teşbih ağırlıklı anlatımla görevini yapan İsa aleyhisselâmdan çok farklı bir işlevle; teşbih ve tenzihi cem etmiş tevhidi açığa çıkarmış ALLAH kulu ve Rasûlü ve son Nebi’dir!.

Çünkü O, hepsinden farklı ve ayrıcalıklı olarak “SÜNNETULLAH”ı “OKU”muş; buna dayalı olarak insan için gerekli olan her şeyi, kâh vahiy olan âyetlerle, kâh da hadîs denilen açıklamalarıyla insanlığa bildirmiştir!.

“Hadislerle işimiz yok bize yalnızca Kurân yeter” diyenler ne Kurân’ı anlamışlardır; ne ismi “ALLAH” olan hakkındaki işaretleri değerlendirebilmişlerdir; ne de “rasûl”lük veya “nebî”liğin işlevinin ne olduğunu fark etmişlerdir!.

Onlar hâlâ, yukarılarda uzayda bir yerde büyük bir tanrı hayal etmekte; onun yolladığı kanatlı meleklerle buyruk alan bir postacı peygamber düşünmekte; ve dahi bu postacının bize ilettiği buyruk nameye inanmaktadırlar!!!

Hazreti Muhammed aleyhisselâm ve işlevi hakkında hiçbir fikir sahibi değillerdir!.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın evrensel ve tüm insanlığı kapsayan muhteşem “SÜNNETULLAH” açıklamalarını onlar hiç fark edememektedirler.

Androitmişçesine Kurân tekrarlamak veya sadece fiziki namaz kılmak onlar için yeterli tapınmaktır tanrıya!...

Bu yüzden de neler kaybettiklerinin asla farkında olmadan bu dünyadan geçip gideceklerdir!. İşte bu gerçeklerden farkındasızlık, onlar için en büyük karşılıktır, cezâdır!.

Ey Rasûlü inkâr eden, “bana kuran yeter hadislerle işim yok” diyen nankör; sil bakayım hafızandaki, Rasullullah’tan sana ulaşanların hepsini; bakalım ne konuşabileceksin Kurân veya hadîs veya bunlara dayanan ilimler hakkında?!.

Kendisini aydınlatan ve ona bilmediklerini öğreten; ismi “Allah” olanı tanıtan ve “sünnetullah”ı bildirene yapılan nankörlük; bunun karşılığını, ebediyen o gerçeklerin müşahade ve yaşamına karşı perdelilikle alır!. Bu da dışardan bir tanrının veya varlığın cezalandırması şeklinde değil; Özündekinin, kendisine, elleriyle yaptıklarının karşılığını vermesi şeklinde gelişir!. Bu durum, “sünnetullah” gereği beyindeki bir kilitlenmenin sonucudur. Her kişi, inkâr ettiğine karşı kendini otomatik olarak kilitler!. “Sünnetullah” konusuna bir başka yazıda açıklık getireceğiz inşallah.

Rasûlullah aleyhisselâmı, postacı peygamber olarak değerlendiren nankörler, yolun en başından, kendi zanlarına sapmış oldukları için, daha sonraki aşamaları zaten değerlendirme imkânı ile karşılaşamazlar.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm asla değişmeyen veya dönüşmeyen “SÜNNETULLAH”ı “OKU”muş olarak; risâletinin gereği “Fatiha” okunan ve Fatiha’sız asla geçerliliği olmayan salât’ı teklif ederken; Nübüvvetinin işlevi olarak da, salât öncesinde abdest almayı uygulamıştır!

Zirâ, risâlet, ismi “ALLAH” olanı anlayıp hissetmeye dönük bir işlevdir ve bu işlev sonsuza dek devam edecek olan bir yaşantının elde edilmesiyle alâkalıdır. Abdest ise, bedenin bu işleve hizmetiyle ilgili ve dünya yaşantısıyla sınırlı bir uygulamadır.

Bu aralar bazıları, “salât”daki besmele ve Fatiha okunuşuyla yaşayabilenin mi’râcı olan hissedişi, tutup yoga ile, veya Hint felsefesinin Nirvana’ya ulaşması ile kıyaslamakta ve hatta aynı şey olduklarını iddia etmekteler.

Oysa birbiriyle hiç alâkası olmayan iki olaydan söz edilmekte!

Niye böyle...

Neden böyle olduğu konusuna daha sonra döneceğim.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm son nebî’dir çünkü “sünnetullah”ın insanlığı ilgilendiren tüm özelliklerini bütün detayları ile anlatmıştır. “Sünnetullah” konusu tahmin edemeyeceğiniz kadar önemli bir konudur. Zirâ “sünnetullah”ın ne olduğunu fark edemeyen kendi kozasından asla çıkamaz; kozasında, hayâl dünyasında yaşamaya devam eder. Buna insanların uykuda olması, yani rüya görmesi diye yaklaşılmıştır. Rüyaların ne kadarının gerçekçi olduğunu bir düşünün!.

Açıklandığı devir şartları itibariyle, zorunlu olarak mecazlar işaretler kullanılmıştır; ancak bugün artık belli bir bilim ve kültür altyapısı olanlar, Hazreti Muhammed aleyhisselâmı eskisinden çok daha farklı anlayabilmekte ve değerlendirmektedirler.

Önce şu mutlak gerçeği fark ve kabul edelim:

İsmi “ALLAH” olarak bize bildirilen ve tanıtılan, neyse, O’dur!.

Kul da, kuldur!.

Kul’un varlığı ve varlığı altındaki her şey, ismi “ALLAH” olana ait olsa dahi, o yine de sadece bir “abd”dır ve asla “ALLAH” değildir!.

Hazreti Muhammed dahi, tüm muhteşem ilmi kişiliğiyle ve kendisinde açığa çıkan ismi “ALLAH” olana ait özelliklerle varoluşuna rağmen bir “abd”dır, yani KULdur ve ebeden bu böyledir!.

Şimdi gelelim olayın neden ve nasıl böyle oluşuna...

“Zerre küllün aynasıdır” işaret ve uyarısını yapan Rasûlullah aleyhisselâm, vurguladığı bu gerçekle “kul”luğun da en büyük açıklamasını yapmaktadır.

“Abd” nedir?

“Abd”, ismi “ALLAH”, olanın dilediklerini yerine getirmek durumunda olandır.

Burada konuyu anlatabilmek için, hem incir misâlini vereyim hem de holografik gerçeklik misâlini...

İncir bir meyve, ama içindeki her çekirdek dahi gelişmesi hâlinde bir incir!... İncir, nasıl teklik içindeki çokluğu, bu çoklukla birlikte her birinin tekilliğini sembolize eden bir meyve ise bu yüzden “İncir” Sûresi gelmiş ise...

Holografik gerçeklik sonucu, evrende tüm boyutları ile var olan her şey, evrendeki her bir zerrede de aynı şekilde mevcut ise...

İsmi “ALLAH” olan da, aynı şekilde, her bir zerrede, Zâtıyla, sıfatlarıyla, esmasıyla, arşıyla, kürsîsi ile, 7 kat semâvât ve 7 kat arzıyla mevcuttur!.

Bu her insanda böyle olduğu gibi, tüm boyutlardaki tüm canlılarda da böyledir!.

1998 yılında Antalya’da bu konuları anlattığım ve “Üst Madde”(2) ile “Özün Seyri”(3) isimlerini verdiğim sohbet kasetlerindeki bu gerçekleri, çok daha sonra detaylı şekilde “TEK'in Seyri"(4) isimli kitabımda açıklamaya çalıştım.

Evrende her birim kendi boyut ve yapısının bilinç ve şuuruna sahiptir. Ama bir diğer boyut varlığının bunu algılaması yapısal şartlar sebebiyle mümkün olmaz!.

Her birim kendi yapısındaki bu mertebeler dolayısıyla da kendi özünde oluşacak bir yükseliş veya sıçrama ile Rabb’ine, Melîk’ine ve İlâh’ına ulaşma şansına sahiptir!. Ki bunu artezyen kazmaya benzetebiliriz. Veya “uruç” da diyebiliriz.

Bazı birimlerde ise, kaynağın ve hatta gayzerin fışkırması gibi özden gelen = tenezzül eden bir şekilde ilim açığa çıkar!.

Velâyet uruç yolludur bilinen anlamıyla. Gerçekte velâyetin üst mertebesi olan Risâlet ise irsal yolludur. Velâyetin üst kademesi olan, “El VELΔ isminin işaret ettiği anlamın açığa çıkışıyla meydana gelen Risâlet, kişide Rasûllük olarak değerlendirilir.

Rasûller, risâlet adının işaret ettiği mahiyet itibariyle birbirlerinden farksızdırlar; fakat irsâl olunan ilmin kaynağı olan sıfatlar yönünden farklıdırlar!.

Kimi Kudret sıfatından irsâl olmuştur, kimi İlim, kimi Hayat!

Neyse konuyu fazla genişletmek yerine ana noktamıza dönelim.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm kendisinde açığa çıkan sıfatlara, isim özelliklerine, “sünnetullah” marifetine rağmen asla “ALLAH” değil, “ABD”dır!.

Evrende var olan tüm yaratılmışlar yani “zerre”ler de böyledir!.

Zerre küllün aynasıdır; ama asla zerre kül değildir, kül kendisinde var olmuş olsa dahi!...

Buradan bir başka noktaya kayılır... Zerre her an kendisindeki hakikat ve O hakikat noktasıyla ilişkiler içinde yaşamını nasıl sürdürür; sorusunun cevabına... Ne var ki bu yazıda buna girmeyeceğim; çünkü bugün anlatmak istediğim husus o değil... Zaten onun işaretini bundan önceki yazılarda vermiştim.

Gelelim ana noktaya.

Zerre zerredir!. Kül değil!

Kül, yani hologramik gerçekliğe esas olan ana yapıya, “İşte “Allah” adıyla işaret edilendir!” diyenler burada büyük bir yanılgıya düşerler ve gerçekten saparlar!.

Burada onları uyaracak olan levhada şu gerçek yazılıdır:

“İsmi “ALLAH” olan, ZÂT, tecezzî (cüzlere ayrılma) kabul etmez!”

Burada “İhlâs” Sûresinin anlamını iyi düşünmek gerekir. Ahadiyyet ve Samediyyet sonucu olarak kendisinin varlığından başka bir şey düşünülemez; ve dahi bu mertebede tekillikten dahi bahis açılamaz!.

“ K “(5) olayı diyerek, “ALLAH”(6) isimli kitabımızda anlattığım konuyu iyi incelerseniz görürsünüz ki, İlmi ilahîde bir noktadan açığa çıkan açı içindeki, 11 boyutlu evren, paralel evrenler veya bizim deyişimizle evren içre evrenler hologramın konusu olan “KÜL”dür!. Ve zerre de bu küllün aynasıdır!.

“Hayâl içinde hayâl içinde hayâl” diye eski hakikat ehlinin tarif ettiği konu budur işte!... Nokta, bir hayâldir ismi “Allah” olan indinde!. O noktanın açılımı olan, açı içindeki kül bir hayâldir... Küllün yansıdığı her zerre diye tanımlanan, her bir ayna dahi ayrı bir hayâldir!.

İşte bu yüzdendir ki, zerrede varlığı hologramik gerçeklik dolayısıyla var olan “kül” dahi, “ALLAH” adıyla işaret edilen olmayıp; yalnızca, bir “NOKTA” olarak, O’nun ilminde var olan “ilmî sûret”tir!.

Yani, 11 boyutlu evren, ya da paralel evrenler topluluğu, her zerrede, tıpkı incirin, sayısız çekirdeğinin her birinde varoluşu gibi, her birimde varolsa dahi, bundan öte bir şey değildir!. O da gerçekte “ALLAH”a “abd”lık etmededir!.

Bu anlattıklarımla birşeyler paylaşmayı sağlayabildiysem... Bilelim ki, tasavvuf heveslilerinin önce, “ben sen o Hak!” kabullerinden; ve dahi her şeyi, Hak oldukları için kendilerine mubah kabullenmelerinden çok çok ötededir gerçekler!.

Kusurumu bağışlasın son zamanlarda yazdıklarımdan dolayı beni uyaran ve kızan kişiler. “Kafa karıştırıyorsun, anlaşılmaz şeyler yazıyorsun bunlara ne gerek var” diyenler... Onlar için de yazılmış pek çok kitap var kitapçılarda, başta ilmihal kitapları ve çeşitli evliya menkıbeleri olmak üzere!.

Hoş görsünler, bizim de “abdiyetimiz” bu yönde işte!.

Lütfen, Muhammed aleyhisselâmın getirdiği “ALLAH” ilmini karşılıksız olarak sizlerle paylaşan bu fakîre, kızmak yerine dua edin!.


Ahmed Hulûsi
13 Haziran 2005
NC-USA
 

axl

New member
İlginç bir anlatım ama anlamadığım bir şey var;

neden ----------ismi "ALLAH" olan----------- diye bir tabir kullanılıyor.

Ben bu tabirden şunu çıkardım; işte birileri O'na inanmışda O'na ALLAH demiş.

Sanki bu yazıyı yazan kendini islamın dışında tutmuş gibi.

Sanki ALLAH onun için bir "şey" miş gibi yazılmış.

Hem ihlas süresinden bahsediyor hemde RABBİM değilde ismi ALLAH olan diyor.

Bence insanlar bu adamın yazdıklarına tepki göstermekte haklı.

Sağol bizimle bu yazıyı paylaştığın için
 

kedimiyuttum

New member
axl' Alıntı:
İlginç bir anlatım ama anlamadığım bir şey var;

neden ----------ismi "ALLAH" olan----------- diye bir tabir kullanılıyor.

Ben bu tabirden şunu çıkardım; işte birileri O'na inanmışda O'na ALLAH demiş.

Sanki bu yazıyı yazan kendini islamın dışında tutmuş gibi.

Sanki ALLAH onun için bir "şey" miş gibi yazılmış.

Hem ihlas süresinden bahsediyor hemde RABBİM değilde ismi ALLAH olan diyor.

Bence insanlar bu adamın yazdıklarına tepki göstermekte haklı.

Sağol bizimle bu yazıyı paylaştığın için
bilemiyom adam yazarken ne düşündü! ama sanmıyorum öle bi düşüncesi olsun belki farklı olsun diye demiştir.
 

HTML

Üst