Mimarlik Mesleği Ve Etik

mObİdİk

New member
Katılım
13 Şub 2006
Mesajlar
1,126
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
tozlu raflardan
MİMARLIK MESLEĞİ VE ETİK


Mimarlık kaçamadığımız sanattır;
Yaşamımızın her anında üzerimizde, altımızda ve çevremizdedir. Aalto’nun yapıtlarında ve yazılarında ısrarla belirttiği gibi, anlamlı bir mimari koruyucu bir şemsiyeden daha fazla bir şeydir; iyi bir mimari bizimle, bizim yararımıza olan bir etkileşim kurar; onun sayesinde daha insan oluruz. Barınaktan, yararlı bir maldan, gelgeç bir oyundan daha fazla birşeydir. Kültürel önceliklerimizi nasıl düzenlediğimizin, kim ve ne olduğumuzun ve neye inandığımızın inşa edilmiş kaydıdır. Taşlarla yazdığımız vasiyetimizdir. Bugün inşa ediyor olduğumuz vasiyet nedir?1 Etik kaygılar taşımakta mıdır?

ETİK

Etik, Yunanca kökenli bir sözcüktür ve bu dilde töre, ahlak, tutum, davranış anlamına gelen etos sözcüğünden türetilmiş ve dilimize de Fransızca söyleniş biçiminden gelmiştir. Yani dilimize etiks şeklinde değil de etik şeklinde yerleşmiştir.

Etik sözcüğünün kökeni ve anlamı 2

Alışkanlık, töre,görenek karakter


Ahlak,töre ahlakilik, töresellik

Ahlaki
Töresel

Etik Türkçe’ye “töre-bilim” olarak çevrilmiştir. Ahlak sözcüğünün Türkçe karşılığı ise “töre”dir. Sözcük Yunanca’da “etik”, Latince’de “moral”, Osmanlıca’da “ahlak” sözünden gelmektedir. Osmanlıca’da ise buna ilmi-ahlak, felsefeyi-ahlakiye gibi bir takım adlar verilmiştir.3

Töre-bilimin ya da etiğin konusu; iyi, doğru davranışlarla, kötü, yanlış davranışların kurallarını saptamak, hangi yasaklara, hangi kurallara, hangi koşullar altında neden uyulması ya da uyulmaması gerektiğini araştırmaktadır. Bu niteliğiyle törebilim genelde felsefenin ilgi alanına girer. Ancak genel etiğin yanı sıra her eylem alanının dolayısıyla mimarlığın da kendine özgü bir törebilimi, bir etiği vardır ve olmalıdır. Ama mimarlığın etiğini anlayabilmek için etiğin felsefedeki anlamını çok iyi bilmek gerekiyor.

Aristoteles, etiği kuramsal felsefeden (mantık, fizik, matematik, metafizik) ayırarak kendi başına bir felsefe alanı olarak ele alan ilk filozoftu. Etik, Plato tarafından “insan eyleminin felsefesi” olarak tanımlandı. Etiği materyalist yörüngesine oturtan ise Aristo olmuştur. Aristo metafizik bir erdem ve güzellik anlayışına sahipti ve estetik ile etiğin alanlarını birleştiriyordu. Ona göre, yaşam için üç şey gerekliydi; adalet, güzellik, doğruluk ve etik bir karar, kişinin topluma karşı nasıl davranacağına vereceği ideolojik bir karardı. Etik ile ahlak arasında bir ayrımı ilk olarak saptayan kişi ise Kant’tır. Kant’a göre Ahlak, apriori bir güdüydü. “Etik” ise, öznel koşullara göre verilen kararlardı.

Bügün ise şu tanımı da ekleyebiliriz; etik, belli grup ya da topluluğun davranışlarını düzenlemede kabul edilen davranışların saptanmasını inceleyen kuramsal bir disiplindir.

Etik, bir çalışma alanı olarak doğa bilimleri dışında kalan iyi, doğru, güzel türünden yargıların söz konusu olduğu normatif bilimler zümresini ilgilendirmekte ve ahlak sistemlerini, ahlaki yargıları kuralları incelemektedir.4

Etiğin kendisi, belli bir anda ve yerde ne yapılacağı hakkında ahlaki yargılara varmaz. Daha çok eylemin ahlaki olarak kabul edilebilmesi için nasıl davranılması gerektiği bilgisini aktarır. Ama ahlakiliği argümanlardan türetemez; ancak dolaylı olarak -ahlaki eylemin yapısına bilgi üzerinden ulaşarak ve ahlaki bilince çağrı yaparak- mutlak olması gereken anlamındaki pratiğin niteliğine dikkati çekebilir. Ama mevcut eylemin içeriğini ve fiilen gerçekleşmesini nedenleriyle birlikte sağlamak, doğrudan böyle bir eyleme yol açmak durumunda değildir, çünkü eylemin kendisi, eylemde bulunanın bizzat gerçekleştireceği özgür bir edimdir.

Pusulayı örnek olarak aldığımızda, etiğin işlevinin, belirli bir eylemi doğrudan buyurmak ya da yasaklamak olmadığı anlaşılır. Tıpkı pusulanın, kuzey yönünü, sabit, yeri değişmez referans noktası olarak göstermesi, böylece ulaşılması arzu edilecek yolun belirlenmesini mümkün kılması durumunda olduğu gibi etik de özgürlük düşüncesini -bir eylemi, çıkış noktası ve hedefi arasındaki ilişkiye bakarak gerekli eylem olarak belirlememizi mümkün kılan - koşulsuz, mutlak referans noktası olarak önümüze koyar.

Pusula kişiye sadece doğru yolu bulmasında yardımcı olur, ama onu bu doğru sayılan yolu fiilen izlemeye zorlayamaz, etik de kişiyi, ahlaki olarak görülen eylemi gerçekten de yapmaya zorlamaksızın sadece eylem yapma iradesini ahlaki açıdan belirlemesinde yardımcı olur.5

AHLAK

Ahlak, Türkçe’de karşılığını yine ahlak olarak bulan moralite kavramıdır, ve başlıca iki anlamda ele alınabilir;6

• Birincisi davranışın iyiliğini, doğruluğunu belirleyen, topluluğun uymak durumunda olduğu ilkeler anlamında,
• ikincisi ise, kişi veya topluluğun karakteri (moral nitelikleri) olup, daha ziyade erdeme dair ayırıcı özellikleri, karakteristikleri anlatmaktadır.

Ahlak; iki insanın dünyaya geldiğinde hazır bulduğu gelişim süreci içinde öğrendiği ve özümsediği insanlar arası ilişkiler hakkında toplumun fikirler, inançlar, değerler ve tutumlarının bütünüdür. 7
Bir başka deyişle “bir eylem türünü doğru-yanlış ve ya yükümlülük kılan şey ile bu tür yargılarda bulunurken dayanılacak temel ilkeler ve ölçütlerin neler olacağıdır. Etik yani felsefi ahlak sözcüğünün karşılığı olarak uygulamalı ahlak kullanılmaktadır. Bir bakıma ahlak sözcüğü tam olarak morali karşılamakla birlikte, eski düşünürler moral yerine de etik sözcüğünü kullandılar, sonradan etik ve moral kelimeleri biri felsefi diğeri ise toplumsal yani uygulamalı ahlak yerine kullanılmaya başlandı. Moral kelimesi “huy, karakter, mizaç” sözcüklerini de karşılamaktadır. Bununla varlığın kendine özgü davranışlarına varılmaktadır.

Etik ve ahlak kelimelerinin ayrımını özetle şu şekilde açıklayabiliriz; etik, doğru ve yanlış teorisini anlatırken, ahlak onun uygulamaya geçmiş halidir. Mimarlık alanının etiğinden bahsedebiliriz, ahlakından değil ve bir mimarın, bir bireyin ise ahlakından sözedebiliriz, etiğinden değil.

MİMARLIKTA ETİK

Mimarlık bilim ve estetik alanlarından (mühendislik ve sanattan) ziyade, ahlak alanına konumlanmıştır; bilimsel olarak “doğru” ve ya estetik açıdan “güzel” arayışından faklı olarak, “iyi”nin arayışı söz konusudur.

Mimarlığın bilim, ahlak, sanat alanlarına cömertçe yayılan disipliner yapısının parçalanışı ve mimarlık eğitiminin bu alanlardan biri ya da diğeri üzerine yoğunlaşmasıyla, birbirinden farklı mimar kimlikleri kurumsallaşmıştır. Kant’ın üçlü rasyonellik tanımıyla ilişkili olan bu ayrışım, modern kültürü karakterize eden bir durum. Modern öncesinin mimarını düşünürsek, günümüzde mimarlık, mühendislik, şehircilik, dekorasyon gibi alanlara ayrılıp, her birinin de kendi içinde dallanıp budaklandığı tasarım alanlarının tümünü kapsayan bir formasyona sahip, generalist bir kimlikle çıkıyor karşımıza.

Bilim, ahlak ve estetik muhakeme alanlarının, sırasıyla mimarlığın mühendislik, planlama, zanaat ve sanat yönlerine tekabül ettiği düşünülürse, mimarlığın amaçları hakkındaki ünlü Vitruvius üçlüsünün de düşünsel alt yapısı ortaya çıkar: firmitas, commoditas, venüstas (sağlamlık, kullanışlılık, güzellik) üçlüsü, bu ayrımın Kant’tan çok öncelere gittiğini ama en azından mimarlık için henüz ayrılmaz bir bütünün analitik parçaları olduğunu gösteren, mimarlığın en veciz tanımı olmaya devam ediyor. Vitruvius’un mimar için öngördüğü ilgi alanın genişliği de mimarın generalist kimliğini açıklayan en eski belge. Mimarın doğal yetenekleri yanı sıra bilmesi gerekenler arasında şunları sayıyordu Vitruvius: çizimde usta, geometri öğrenmiş, tarih bilgisine sahip, filozofları dikkatle izlemiş, müzikten anlayan, tıp ve hukuk bilgisine sahip, astronomi ve sema kuramlarıyla tanışmış birisi....

Vitruvius toplumsal sınıfların yaşadıkları çevre ve mekanlara göre yapılacak farklı yaklaşımları saptayarak sanatçının taklitçi davranışlarının etik sorgulamasını yapar. Yapı giderlerindeki mimar sorumluluğunu işler. Mimarın, sunacağı hizmetten dolayı müşterisini maddi zarara uğratmasının önüne geçebilmek için Antik Yunan’da uygulanan mimarın mal varlığını haczi önlemini önerir. 8

Etik sorun bir insanın tek başına bir olay karşısında hesaplaşabilme yeteneğidir. Bu yetenek kazanılır. Bu yeteneği kazandıran bir süreç tanımlamazsak, biz bunu yazılı kurallarla yapamayız. Derler ki nezaket kimse yokken bile esnerken ağzını kapatmaktır. Bir mimar en sonunda kendi kendine hesaplaşabilecek ölçüde şu ya da bu sürecin sonucunda bir yetkinliğe, etkinliğe gelmişse artık bir etik sorumluluğa sahip demektir.

Kendi kendimize hesaplaşabilme yeteneği kazandık mı? Yani tasarımı öğrendik, uygulamayı öğrendik belki onların eksikliği bir tarafa evet etik sorunlarla karşılaştığımızda mücadele edecek şekilde güçlü müyüz?

Mimarlıkta etik konusu, yine üretene ve ürüne ilişkin bir ayrımla ele alınabilir. Birincisinde mesleki faaliyetin işleyişine dair ilkeler, yani code of ethics türünden, meslek yasalarının içerdiği hususlar söz konusu. Mimarın topluma ve diğer meslek erbabına karşı sorumlulukları, mükellefiyetleri, ve yetkilerini barındıran bir konu. Bir yandan “etiket” sözcüğünün kapsadığı adab-ı muaşeret kurallarını, bir üst düzeyde ise, meslek onuru ve vicdanı ile ilgili hususları içermekte.

İkinci açıdan ise, mimarlığın düşünsel temeline dair ilkeler, yani tasarım ahlakı söz konusu. Burada mimarın toplumsal misyonundan, mimarlık dilinin seçimindeki ölçütlere dek bir dizi, bize “izm”ler tarafından dikte edilen düsturlarla karşı karşıyayız.

Söz gelimi modern mimarlığın ahlaki kuralları: malzemenin dürüst ifadesi, işlevin dışavurumu, strüktürün formla tutarlı ilişkisi, süslemenin ideolojik sakıncaları, vb. Her iki alan da ahlaki sorular içermekle birlikte, birbirinden bağımsızdır. Bir meslek erbabı çok namuslu, dürüsttür ama işi etik açıdan iyi olmayabilir. Ve ya tersine, işe hile hurda karışmıştır, ama ortaya çıkan ürün son derece dürüst olabilir. Balamir’e göre de bilgisiz ahlak olmaz. Ahlak dışı davranışların kimi cehaletten kimiyse muhalefetten doğmaktadır. Bazı binalar karşısında aklımızdan geçen soru, müellefin acaba hangi kategoriden olduğu olabilir. İyiyi güzeli biliyor da şu ya da bu nedenle şeytana mı uyuyor? Saflığından mı, yoksa hırsızlığından mı?

Modernlik ve postmodernlik bağlamında olaya baktığımızda bir çok tartışmayla karşılaşmak mümkündür. Postmodernizm eskiye göndermeleri ve geleneksel öğeleriyle kimileri tarafından beğenilirken bazı kesimler tarafından da ağır eleştirilmiştir.

Sedad Hakkı Eldem 1986 yılında yaptığı bir söyleşide düşüncelerini şöyle açıklıyordu:
“Postmodernizm bir akım değil, geçici bir heves, bir şakadır. Her heves gibi bu da gelip geçecektir. Postmodernistler binaları gereğinden fazla süslüyorlar. Bu ciddi bir akım olarak düşünülmemeli.”

Enis Kortan ise bir makalesinde bu tür yapıları şöyle eleştiriyordu:
“Günümüzde ise, bütün bir bina, içini göstermeyen; içinde hangi türden işlevleri barındırdığı belli olmayan “yansıtıcı cam”larla adeta paketleniyor tıpkı herhangi bir eşyanın ambalaj kağıdına sarıldığı gibi. Bunun sonucu olarak yapı gayet monoton ve homojen bir görüntü sergiliyor. Oysa özellikle kent merkezlerinde bulunan bazı yapılarda çok çeşitli işlevler yer almakta: zemin ve zemine yakın katlarda marketler vb., daha üst katlarda bürolar, muayenehaneler, en üst katlarda stüdyolar-küçük konutlar ve çatı katında ise gece kulüpleri olabilmekte. Kısacası bina,çok değişik işlevler içeren heterojen bir yapıya sahip olabiliyor. Bu durumda da en azından etik bir yaklaşımla binayı, gerçeklere saygılı olarak homojen değil, fakat heterojen şekliyle ifade etmek gerekiyor...”9

Seçilen dillerin benimsenen bir mimari inancın normlarına göre meşru ve ahlaki olup olmadığı tartışılır, ama varılan sonucun niteliği üzerinde pek durulmaz. Örneğin hangi üslupta olursa olsun, sonuç ürünün vasatlığı ender olarak sorgulanır. Üretenin vasatlığı teslim oluşunun nedenleri ise genellikle mimarlık dışı etkenlere bağlanır. (müşteri, imar yasası, bakanlık koşulları, işçilik vs.) mimarlığımızda yaşanan buhranın kaynakları bir yandan mesleğin yasal zeminlerindeki yetersizliklere bağlanıp, meşruiyet ve etik tartışması mimarın yetkileriyle, mimarlar arası dayanışma ilkelerinin tarifine indirgenir.

Ya da bir diğer harici etken olarak mimarlara yeni bir savunma mekanizması sağlamış olan modernizm eleştirisine sığınılır; buhranın kaynakları genelde modernizmde, ve modernist düşüncenin özel bir durumu olarak da, mimari modernizmin yanılgılarında aranır.

Mimarlara gerekmeyen yetkiler atfeder ve yine hak etmedikleri sorumluluklarla yüzyüze bırakırsak mimarlık etiğine bir tıp yada bir mühendislik etiği gibi yaklaşabilmek biraz zor tabi.

Aydan Keskin Balamir de bir yazısında bu durumdan bahsetmektedir. “Mimari vasatlığın nedenlerinin modern mimarlık düsturlarına maledilişini ise, dar görüşlü modernizm eleştirilerinin bir türü olarak görüyor ve kimi yerde yetkisizliğimizden kaynaklanan sorunların faturasına yanlış yere çıkardığımızda düşünüyorum. Bu noktada elbet, ne benzeri sığlıkla bir modernizm savunuculuğu, ne de kabahatin büyük ölçüde mimara yüklenmesi doğru olmaz. Modernizmden kaynaklanan sorunlarımız elbette vardır. Özellikle modern kültürün bilgi odaklı buhranından kaynaklanan sorunlar düşünülürse, mesleki yetkinliğimizin yetersiz kalışı temelde bir eğitim sorunu olarak görülebilir. Öte yandan, ne eğitimin tek belirleyici olduğu, ne de iyi eğitilmiş mimarın her koşulda şaheser yaratabileceğini savunmak da zor. Tarih kitaplarında sergilenen şaheserlerin ortak yönünün, yaratıcılarının benzer nitelikte işverenlere sahip oluşları gerçeği hep vurgulanmıştır. Bu gerçeği saklı tutarak, yine de pervasızı zaman zaman kendimize çevirip nerelerde yetersiz kaldığımızı kendimize sormalıyız. Mesleki yetkilerimiz hayli sınırlı, ama yetkinliğimizde biraz sınırlı değil mi? Talep kötü ama arzımız acaba ne kadar iyi? Sorun mimari modernizmin dilinde, düsturlarında mıydı yoksa bunların körü körüne ve yarım yamalak uygulamalarında mıydı? Genelde modern mimarın bir meşruiyet krizi içinde olduğu muhakkak, ama bunu öncelikle, mimarın fark etmekle biraz geciktiği bir disipliner buhranda aramak gerekmez mi?”

SONUÇ

Sürekli değişen bir dünyada yaşıyoruz. Gelişen haberleşme teknolojileriyle sınırlar ortadan kalkıyor ve “globalleşme”yle yeni bir zaman ve mekan kavramı ortaya çıkıyor.

Globalleşmenin ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarının sonucu yaşadığımız değişimler ve değişimler sonucu oluşan belirsizlik durumunun “etik”e geri dönüş sürecini başlattığı söylenebilir.10 Küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı sorunlar ise giderek daha da büyümektedir ve yeni bir ahlaki yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Bugün mimarlık, ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplum ideolojisi üzerine kurar ve onu etkiler. Tchumi mekanın topluma biçim veren yapısından bahsederken de aynı noktadan bakar. Tchumi, mekansal değişimlerin, insan davranış ve alışkanlıkları üzerinden toplumu da dönüştürme olanağını görür ancak bu etkinin sosyo-ekonomik yapıyı değiştiremez olduğunu, ancak başlamış bir değişimi etkileyebileceğini söyler.

Bauman’a göre (1995), bu etiğe geri dönüş süreci “postmodern ahlaki benlik”in ortaya çıkışını simgelemektedir. Ahlaki ve vicdani sorumluluklara sahip, etrafında gelişen olaylar karşısında vicdan muhasebesine giren bir benliktir bu. Levinas’a göre (1986) bu anlamda etik, “ötekine karşı sorumluluktur”tur, “ötekiyle bir ilişki biçimidir. 11

Bu bağlamda gerek plan gerekse uygulama safhalarında denetim şarttır. Projelerin mimari çizim kuralları, imar şartları, yönetmeliklere uygunluğu açısından denetlemenin ötesinde, mimarın oluşturduğu projenin tasarım kriterleri de belli ölçülerde denetlenmelidir. Ama bu denetlemede çoğu noktada yetersiz kalmaktadır. “Çarpık yapılaşmanın”, “imar planlarına yapılan siyasi müdahalelerin”, “rantiyeciliğin”, “doğal ve kültürel mirasın yağmalanmasının” sorumluluğunun hepsini mimara yükleyemeyiz.

Örneğin İstanbul’daki boğaz manzaralı kaçak yapılar. Çoğunluğu rant ekonomisinin getirdiği mimarlığı zorlayan, mimarlık etiğini ortadan kaldıran uygulamalar.

Mimar ahlaklı insan olmalı ve meslek etiğinden ödün vermemelidir. Bir çok meslekte yapılan hatalar bir yada birkaç kişiyi etkilerken bir mimarlık ürünün toplumu ve etkileşim içine girdiği çevreyi etkilediği düşünülürse durum oldukça dikkate değerdir.

Mimarlık mesleği de insana karşı duyulan sorumluluğu dolayısıyla kendi bünyesinde ahlaki kurallara sahip olmalıdır. Hizmetlerini halka risksiz, kusursuz ve en üst düzeyde sunulması için evrensel değer yargılarını benimsemelidir.







KAYNAKÇA

1- Roth, Leland M., 2002, Mimarlığın Öyküsü Öğeleri, Tarihi ve
Anlamı s. 674 Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
2- Pieper, Annemarie,1999, Etiğe Giriş s.31 Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
3- Tümer, Gürhan, 1996, “Mimarlıkta meşruiyet ve etik sorunlar”,
Kimlik, Meşruiyet, Etik, s. 164 TMMOB
Mimarlar Odası Yayını, Ankara.
4- Balamir, Aydan Keskin, 1996, “Mimarın kimlik, meşruiyet, etik
Sorunları ve mimarlığın disipliner buhranı”,
Mimarlar Odası Yayını, Ankara
5- Pieper, Annemarie,1999, Etiğe Giriş s.31 Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
6- Balamir, Aydan Keskin, 1996, “Mimarın kimlik, meşruiyet, etik
Sorunları ve mimarlığın disipliner buhranı”,
7- Eryıldız, Semih, 1996, “Kimlik, Geçerlilik, Kurumsal Ahlak
Üzerine” Kimlik, Meşruiyet, Etik s.250
TBMMOB Mimarlar Odası Yayını, Ankara
8-Vitruvius, 1990, Mimarlık Üzerine 10 Kitap, Ş.V.M.V Yayınları
9- Kortan, Enis, 1998, “Mimarlıkta Modalar ve Evrim” Yapı
dergisi sayı:199 s.73 Yapı Yayınları, İstanbul
10- Keyman, E. Fuat, 1997, “Etik, siyaset ve demokratik ahlak:
Türkiye üzerine yansımalar”, Varlık, sayı
1077, s.4, İstanbul
 
Geri
Üst