Mimar Sinan kaçak su kullanmış

kurtulus23

New member
Katılım
11 Nis 2006
Mesajlar
1,318
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Yeşil Yol
Mimar Sinan kaçak su kullanmış

Mimar Sinan’ın ""ilginç bir sırrı"" devlet arşivleri sayesinde yüzyıllar sonra ortaya çıktı !


48830.jpg


Uzun yıllar tarihçiler arasında konuşulan; ancak bir türlü iddiadan öte gitmeyen Mimar Sinan’ın evine kaçak su bağladığıyla ilgili ilk somut belgeye ulaşıldı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (MD 176 nr. 29/111/270) yer alan belgede; eserleriyle Türk topraklarını taçlandıran, yaptığı kanallarla 16. yüzyılda İstanbul’u susuzluktan kurtaran büyük ustanın evine kaçak su hattı çektiği için hakkında soruşturma açılması isteniyor.

Padişah, Süleymaniye Külliyesi’ne gelen su yolu ile şehre verilen Kağıthane su yoluna izinsiz kanallar açarak tıp medresesinin, imaretin ve diğer üç medresenin suyunun kesilmesine yol açtığı için hakkında şikayette bulunulan Mimar Sinan ile ilgili soruşturmayı yapması için bizzat sadrazamı görevlendirmiş. Koca Sinan’ı padişaha ihbar eden kişi mimara iftira mı atıyor, doğru mu söylüyor bu konu belli değil. Belki Sinan’ın Süleymaniye’nin inşası sırasında takıştığı biri, ondan intikam almak için böyle bir iftira atmış; belki de usta sanatkar, şeytanın oyununa gelmiş olabilir. Bunu soruşturmanın sonucunu içeren belge ortaya koyacak; ancak bu konudaki belgeye henüz ulaşılamamış; arşivdeki araştırmalar ise sürüyor.

Dr. Çoşkun Yılmaz ve Dr. Necdet Yılmaz’ın editörlüğünde hazırlanan, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret AŞ’nin yayınladığı iki ciltlik ‘Osmanlılar’da Sağlık’ adlı kitapta, bu ve buna benzer tarihî bir olaya ışık tutan belgeler mevcut. İki ciltlik kitap ülkemizin önde gelen akademisyenlerinin de katıldığı 70 kişilik ekip tarafından iki yılı aşkın bir sürede hazırlanmış. Kuşe kağıda renkli basılan kitapta, 450’nin üzerinde minyatür, yazma, gravür, resim ve çizim gibi görsel materyal yer alıyor. Birinci ciltte, Osmanlı Sağlık hayatıyla ilgili 23 makale ikinci ciltte de 1.500’den fazla arşiv vesikasının okunuşları ile Türkçe ve İngilizce özetleri bulunuyor.

Kitabın yazı ve yayın kurulunda yer alan isimlerden bazıları: Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. Mehmet İpşirli, Prof. Dr. İsmail Erünsal, Prof. Dr. İdris Bostan, Prof. Dr. Abdulkadir Özcan, Prof. Dr. Feridun Emecen, Prof. Dr. Nil Sarı, Prof. Dr. Ali Haydar Bayat, Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Prof. Dr. Sabahattin Aydın, Prof. Dr. Osman Çetin, Prof. Dr. Mefail Hızlı, Prof. Dr. Ahmet Ağırakça.

Tıp tarihçileri eseri, sahasının başyapıtı, modern tıpçılar da tarihî tecrübeyi günümüze taşıyan ve modern tıp çalışmalarında istifade edilebilecek önemli bir kaynak kabul ediyor. Sadece kaynak mı? Pek çok alanda olduğu gibi sağlık konusunda Osmanlı, günümüze iyi bir model olabilir. Kitaptan öğrendiğimize göre Osmanlı döneminde hastanelerde hastalara ücretsiz bakılır, ilaçları parasız verilir, karınları doyurulur ve en önemlisi hastaya şefkat ve merhametle davranılırmış. Hemen her gün basında çıkan hastaların hastane kapısından geri çevrilmelerine, yanlış tedavi edildiğine, ihmal ve ilgisizliğe dair haberler okuyorsunuzdur. Kitapta Osmanlı’nın yüz yıllarca süren idaresinde hastalarla ile ilgili olumsuz neredeyse bir tek belge yok. Aslında bu bile iyi niyetli bir idare, iyi bir sistemle işlerin ne kadar düzgün olabileceğini gösteriyor. Bugünün özel hastaneleri şeklinde faaliyet gösteren vakıflar vardı. Sağlık kurumlarının en önemlileri Osmanlı padişahları ile eşleri ve çocukları tarafından yaptırılmıştı. Buralarda görev alacak sağlık personelinin işinin ehli ve güler yüzlü olmasına özellikle dikkat edilirdi. Mesela Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan tarafından 1550’de Mimar Sinan’a yaptırılan Haseki Dârüşşifâsı’nın yönetmeliği şöyleydi: ‘Doktorların her biri temiz kalpli, iyi ahlâklı, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal, akraba ve yabancılar hakkında hayır diler, nasihati tatlı dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalıdır. Hastalardan her birine candan dost gibi lütuf ve merhamet ile nazar eder. Onları asık suratla karşılamaz, hastalara az da olsa nefret uyandıracak söz söylemez. Zira, sözde bulunan sert bir kelime bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Belki hastalara en latif ibarelerle söz söyler. Onlara en güzel şekilde hitap eder. Soru ve cevapta en şefkatli yolu tutar. Zira, sarf olunan nice sözler vardır ki, hastanın nezdinde cennet içeceklerinden daha hafif, saf ve cennet çeşmelerinden akan tatlı sulardan daha tatlıdır. Hastanın tatlı söze ihtiyacı daha çoktur.’ Aslında bu yönetmeliği, bugün bütün hastanelere asmak da gerekir.
 
Yanlış biliyorsun





İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca

Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki:
"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut sulan İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den başlayarak kıyılan dolaşır, Beşiktaş'a kadar istanbul'un kıyılarında,dereleri, akan sulan tespit eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar.

Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:

"Belki sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir."

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım."

i68319_sinan10se0vr.jpg



Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.
Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar,müftüler, o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."

i68320_susuzev6cy4es.jpg


"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu:
"Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur:
"Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın."

Oradan başkaları cevap verir:
"Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın."

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur:
"Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır."

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil.

Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder.

Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır. Dünyaya, şana, şöhrete, dosta, ahbaba, arka olmalara fazla güvenmemeli. Dünya öyle güvenilecek, insanlar öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir. Şartlar değişir, bugün sırtımız çok sağlam yerde olur, çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur. Ama yarın bir de bakarız ki, onların hepsi göçüp gitmiş, biz de dayanacak kimse bulamamışız.
 
eline sağlık kardeşim yanlış anlaşılmalara mahalverilmemesi gereken bir konu..
daha öncede okumuştum saol..
 
hiç güleceğim yoktu..yanlış mı biliyorum :)

yazıları nerenle okudun

Zaman gazetesinden alıntıdır kendi yazı ya da yorumum yoktur içinde
 
cevabını çok güzel vermişsin sagu eline sağlık
 
kurtuluş alıntı olduğunu belirteceksin o zaman..
 
Geri
Üst