SEPTAGH
New member
Çoğumuzun hayatında metafizik öğeler düşünsel anlamda mevcut. Bu şekilde yaşıyoruz hayatı, her gün beş vakit ezan sesi duyuyoruz, büyüler ve tanrılar barındıran oyunlar oynuyor, kitaplar okuyor, filmler seyrediyoruz. Dinlediğimiz müzikte bile var metafizik öğeler. Peki nedir bu metafizik ve metafizik düşünce? Nerde doğmuştur, nasıl gelişmiştir ve tarih boyunca insanlığı nasıl etkilemiştir. Bu soruların cevapları için Orhan Hançerlioğlunun felsefe ansiklopedisinden bir alıntı yaptık. İyi okumalar
Metafizik Eskiyi korumaya çalışan dünya görüşü.
Yunanca sonra, öte, üst anlamlarına gelen meta sözcüğüyle doğa ve özdeksel olan anlamlarını veren phusika sözcüğünden meydana gelmiştir metafizik kelimesi. Sözcük olarak doğaötesi anlamına gelsede, dilimizde sıksık doğaüstü terimiyle karıştırılmaktadır. (Osmanlıca çevirilerde her ikisi için de mafevkattabii deyimi kullanılmakla kimi yerde bu iki deyim birbirine karışmıştır). Türkçemize fizikötesi deyimiyle geçmiştir, metafizik deyimi de kullanılmaktadır. Deyimi ilkin İ.Ö. 1. yüzyılda Rodoslu Adronikos kullanmış ve Aristotelesin ders kitaplarını sıralarken doğabilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta phusika adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)nin üstünde saydığı usla kavranan bilgiyi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilkliği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Görüldüğü gibi metafizik, ilk kullanımda da fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünceyle iliğili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam onu düşüncecilik (idealizm) ve ruhçulukla (spiritüalizm) kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü olarak oluşturmuştur. Yunan yapıtlarının slam düşünürü İbni Rüşt dolayısıyla Batıda tanınmasından sonra bu kitaplara 14. yüzyılda skolastiklerce metapyysica adı verildi ve Yunanca deyim böylece Latinceeştirildi. Metafizik deyimi yüzyıllar boyunca, hep doğadışı niteliğini sürdürerek, çeşitli zamanlarda felsefe (Filozofi), tanrıbilim (Teoloji), varlıkbilim (Ontoloji) ve bilgibilim (Epistemoloji) deyimleriyle anlamdaş kılınmıştır. Bu anlamdaşlık tanrıbilim dışındaki (çünkü tanrıbilim yapısı gereği metafiziktir) teki bilimleri metafizik yapılı saymaktan ve metafizik yapıya sokmaktan ötürüdür. Giderek nesne ve olguları değişmez, birbirinden bağımsız olarak ele alan bir düşünce yöntemine dönüşen metafizik, bilimsel temelden yoksun bir görüş ve anlayışı dile getirir. Bu durumuyla da, kurgusal görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak, günümüze kadar sürüp gelmiştir. Metafizik deyimini ilk kez Alman düşünürü Hegel eytişim karşıtı (anti diyalektik) anlamında kullanmıştır. Ne var ki Hegelin eytişimi, düşünceci metafiziğin karşısına çıktığı halde, düşünceci bir eytişimdi. Bu eytişim, metafiziğin her bakımdan tam karşıtı olarak, Alman düşünürleri Marx ve Engels tarafından özdeksel temeline oturtulmuştur. Yeniyi oluşturan dünya görüşünü dile getiren eytişimin tam karşıtı bulunan metafizik, bir bilgi edinme yöntemi olmaktan çok daha geniş bir anlamda, dinsel ve siyasi amaçlara yönelmiş sakat ve yanılgılı bir dünya görüşüdür. Metafizikçilerce varlığın temelleri, özü ve anlamı üstüne öğreti olarak tanımlanır. Metafizik deyiminin doğayı aşan anlamını ilk kez vurgulayan Yeni Platoncular olmuştur. Olguculara göre de kendilerinden önceki tüm felsefe metafiziktir. Olguculuğun tanımına göre metafizik deneye başvurmayan, bilim için erişilmez sorunlar üstünde kısır ve skolastik akıl yürütmelerdir. Sıfat olarak metafizik deyimi, duyumlar üstü ve eytişime, tarihe aykırı anlamlarını dile getirir.
Metafiziğin temeli Antikçağın ünlü değişirlikle değişmezlik tartışmasındadır. İlk düşünceler varlığın temelini aramışlar ve bunu hep canlı, bir değişme süreci içinde bulmuşlardı. İlkin Kolphonlu Ksenofanes (İ.Ö. 569-477) değişmezlik sorununu tanrıbilimsel alanda öne sürdü ve değişmez nitelikte tek bir tanrı tasarımladı. Görüldüğü gibi, değişmezlik sorunu ya da devimsizlik düşüncesi tanrı düşüncesiyle kökten bağımlıdır. Metafiziğin kaderi de yüzyıllar boyunca bu bağımlılıklar çizilecektir. Kenofanesi izleyen Parmenides, değişmezlik savımı geliştirerek onu varlığın temeli yaptı ve değişirliği duylarımızın bir kusuru yaptı. Parmenidese gelinceye kadar bütün düşünürler doğal deneyler üstünde düşünmüşlerdi. İlkin Parminedes deneyleri bir kenara bırakarak gerçeğe, salt düşünceye ulaşmak istedi. Görüldüğü gibi devimsizlik düşüncesi deney dışılıkla kökten bağlıdır. Metafiziğin kaderini bu bağlılıkta etkileyecektir. Böylelikle daha Antikçağım ilk düşüncelerinde metafiziğin bu iki önemli niteliği belirmiş oluyordu: Devimsizlik ve deney dışılık. Metafiziğin bu iki önemli niteliği günümüze gelinceye kadar değişmemiştir. Parminedesin değişmez bir savıyla metafizik doğmuş oluyordu. Parminedesi izleyen öteki Elealılar (Melissos, Zenon, Gorgias) bu savı daha da pekiştirdiler. Daha sonra Platon düşünceyi tanrılaştırdı. Aristolteles de, kendi katkılarıyla birlikte, bütün bu düşünceyle kavranan ilkelere ilk felsefe adını verdi. İ.Ö. 1. yüzyılda Rodoslu Andronikosun meta taphusika (metafizik) adını verdiği Aristoteles yapıtları bu ilk felsefeyi kapsayan yapıtlardır. Aristoteles bu on dört kitabında Thalesten Platona kadar bütün varlık öğretilerini inceler ve varlığın özdeksel nedenlere bağlanmasını eleştirir. Metafizik adını sonrada alacak olan ilk felsefeyi varlık olarak varlık ya da varlığın ilkeleriyle nedenlerinin ve onun temel niteliklerinin bilimi olarak tanımlar. Metafiziğin ilk tanımı budur. Aristoteles sorar: Bir at attır, onun at olmasını, eşdeyişi ile varlığın neyse öyle olmasını sağlayan nedir? Görüldüğü gibi metafizik daha ilk adımlarında düşünce ile tanımlama, eşdeyişle bir mantık işi olmaktadır. Metafizik, bu nitelini, mantıkçı olgucuların elinde, günümüzde de sürdürmektedir. Metafizik, hiçbir çelişmeye yer vermeksizin, nedirin bilimidir. Bunu sağlamak için de daha ilk adımda, çelişmezlik belitlerini saptamak zorundadır. Aristotelesin mantığı bu zorundalıktan doğmuştur.
Metafizik Eskiyi korumaya çalışan dünya görüşü.
Yunanca sonra, öte, üst anlamlarına gelen meta sözcüğüyle doğa ve özdeksel olan anlamlarını veren phusika sözcüğünden meydana gelmiştir metafizik kelimesi. Sözcük olarak doğaötesi anlamına gelsede, dilimizde sıksık doğaüstü terimiyle karıştırılmaktadır. (Osmanlıca çevirilerde her ikisi için de mafevkattabii deyimi kullanılmakla kimi yerde bu iki deyim birbirine karışmıştır). Türkçemize fizikötesi deyimiyle geçmiştir, metafizik deyimi de kullanılmaktadır. Deyimi ilkin İ.Ö. 1. yüzyılda Rodoslu Adronikos kullanmış ve Aristotelesin ders kitaplarını sıralarken doğabilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta phusika adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)nin üstünde saydığı usla kavranan bilgiyi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilkliği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Görüldüğü gibi metafizik, ilk kullanımda da fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünceyle iliğili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam onu düşüncecilik (idealizm) ve ruhçulukla (spiritüalizm) kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü olarak oluşturmuştur. Yunan yapıtlarının slam düşünürü İbni Rüşt dolayısıyla Batıda tanınmasından sonra bu kitaplara 14. yüzyılda skolastiklerce metapyysica adı verildi ve Yunanca deyim böylece Latinceeştirildi. Metafizik deyimi yüzyıllar boyunca, hep doğadışı niteliğini sürdürerek, çeşitli zamanlarda felsefe (Filozofi), tanrıbilim (Teoloji), varlıkbilim (Ontoloji) ve bilgibilim (Epistemoloji) deyimleriyle anlamdaş kılınmıştır. Bu anlamdaşlık tanrıbilim dışındaki (çünkü tanrıbilim yapısı gereği metafiziktir) teki bilimleri metafizik yapılı saymaktan ve metafizik yapıya sokmaktan ötürüdür. Giderek nesne ve olguları değişmez, birbirinden bağımsız olarak ele alan bir düşünce yöntemine dönüşen metafizik, bilimsel temelden yoksun bir görüş ve anlayışı dile getirir. Bu durumuyla da, kurgusal görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak, günümüze kadar sürüp gelmiştir. Metafizik deyimini ilk kez Alman düşünürü Hegel eytişim karşıtı (anti diyalektik) anlamında kullanmıştır. Ne var ki Hegelin eytişimi, düşünceci metafiziğin karşısına çıktığı halde, düşünceci bir eytişimdi. Bu eytişim, metafiziğin her bakımdan tam karşıtı olarak, Alman düşünürleri Marx ve Engels tarafından özdeksel temeline oturtulmuştur. Yeniyi oluşturan dünya görüşünü dile getiren eytişimin tam karşıtı bulunan metafizik, bir bilgi edinme yöntemi olmaktan çok daha geniş bir anlamda, dinsel ve siyasi amaçlara yönelmiş sakat ve yanılgılı bir dünya görüşüdür. Metafizikçilerce varlığın temelleri, özü ve anlamı üstüne öğreti olarak tanımlanır. Metafizik deyiminin doğayı aşan anlamını ilk kez vurgulayan Yeni Platoncular olmuştur. Olguculara göre de kendilerinden önceki tüm felsefe metafiziktir. Olguculuğun tanımına göre metafizik deneye başvurmayan, bilim için erişilmez sorunlar üstünde kısır ve skolastik akıl yürütmelerdir. Sıfat olarak metafizik deyimi, duyumlar üstü ve eytişime, tarihe aykırı anlamlarını dile getirir.
Metafiziğin temeli Antikçağın ünlü değişirlikle değişmezlik tartışmasındadır. İlk düşünceler varlığın temelini aramışlar ve bunu hep canlı, bir değişme süreci içinde bulmuşlardı. İlkin Kolphonlu Ksenofanes (İ.Ö. 569-477) değişmezlik sorununu tanrıbilimsel alanda öne sürdü ve değişmez nitelikte tek bir tanrı tasarımladı. Görüldüğü gibi, değişmezlik sorunu ya da devimsizlik düşüncesi tanrı düşüncesiyle kökten bağımlıdır. Metafiziğin kaderi de yüzyıllar boyunca bu bağımlılıklar çizilecektir. Kenofanesi izleyen Parmenides, değişmezlik savımı geliştirerek onu varlığın temeli yaptı ve değişirliği duylarımızın bir kusuru yaptı. Parmenidese gelinceye kadar bütün düşünürler doğal deneyler üstünde düşünmüşlerdi. İlkin Parminedes deneyleri bir kenara bırakarak gerçeğe, salt düşünceye ulaşmak istedi. Görüldüğü gibi devimsizlik düşüncesi deney dışılıkla kökten bağlıdır. Metafiziğin kaderini bu bağlılıkta etkileyecektir. Böylelikle daha Antikçağım ilk düşüncelerinde metafiziğin bu iki önemli niteliği belirmiş oluyordu: Devimsizlik ve deney dışılık. Metafiziğin bu iki önemli niteliği günümüze gelinceye kadar değişmemiştir. Parminedesin değişmez bir savıyla metafizik doğmuş oluyordu. Parminedesi izleyen öteki Elealılar (Melissos, Zenon, Gorgias) bu savı daha da pekiştirdiler. Daha sonra Platon düşünceyi tanrılaştırdı. Aristolteles de, kendi katkılarıyla birlikte, bütün bu düşünceyle kavranan ilkelere ilk felsefe adını verdi. İ.Ö. 1. yüzyılda Rodoslu Andronikosun meta taphusika (metafizik) adını verdiği Aristoteles yapıtları bu ilk felsefeyi kapsayan yapıtlardır. Aristoteles bu on dört kitabında Thalesten Platona kadar bütün varlık öğretilerini inceler ve varlığın özdeksel nedenlere bağlanmasını eleştirir. Metafizik adını sonrada alacak olan ilk felsefeyi varlık olarak varlık ya da varlığın ilkeleriyle nedenlerinin ve onun temel niteliklerinin bilimi olarak tanımlar. Metafiziğin ilk tanımı budur. Aristoteles sorar: Bir at attır, onun at olmasını, eşdeyişi ile varlığın neyse öyle olmasını sağlayan nedir? Görüldüğü gibi metafizik daha ilk adımlarında düşünce ile tanımlama, eşdeyişle bir mantık işi olmaktadır. Metafizik, bu nitelini, mantıkçı olgucuların elinde, günümüzde de sürdürmektedir. Metafizik, hiçbir çelişmeye yer vermeksizin, nedirin bilimidir. Bunu sağlamak için de daha ilk adımda, çelişmezlik belitlerini saptamak zorundadır. Aristotelesin mantığı bu zorundalıktan doğmuştur.