Medyanın yeni gülü Anayasa Mahkemesi'nden

ElekTrik.

New member
Medyanın yeni gülü Anayasa Mahkemesi'nden

Son zamanlarda o kanal senin bu kanal benim gezen yeni bir isim var: Osman Can...
Osman Can, Anayasa Mahkemesi raportörüdür. Yani; bir devlet görevlisidir.
Bu kişi; Anayasa Mahkemesi'ne gelen davalarla ilgili olarak rapor hazırlar ve üyelere sunar.
Bu yönüyle tarafsız olması ve siyasetten uzakta durması gerekiyor.
Lakin bu Osman Can, şimdilerin en siyasal simgelerinden birisi haline geldi.
Kendisi; AKP'nin kapatılması sürecinde hazırladığı raporda, kapatmaya karşı tavır takınmıştı. Olabilir;demiştik. Bu Osman Can; türban konusunda da AKP çizgisinde görüş belirtmişti; ona da olur demiştik. Raportör öyle düşünebilir; bilimsel görüşü böyle tezahür edebilir diye yorumlamıştık.

Lakin şimdi işi büyüttü. Anayasa raportörlüğü onu artık kasmiyor ve o kanal kanal koşuşturup iktidar partisini haklı çıkartan konuşmalar yapmakla meşgul.
Eğer kendisi resmi görevli birisi olmasa ona da bir şey diyemem.
Bay Osman Can; makamını aşmış durumda. Bunun için de bir dernek kurmuş, orada kendisini başkan yapmış; bu derneğin başkanı gibi konuşuyor.
Buna hile-i şerie denilir...

Anayasa Mahkemesi'nde başka raportörler de var.
Onlar bir konuda görüş belirtince Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç, hemen devreye giriyor ve 'Sen bürokratsın, konuşamazsın!' diyor.
İş Osman Can'a gelince, o konuşuyor da konuşuyor.

Çünkü Osman Can; artık iktidarın muhafızı konumuna gelmiştir.
İleride bu partiden milletvekili seçileceğine kalıbımı basarım.
Bu yüzden diğer raportörlere uygulanan yasak ona yaklaştırılmıyor.
Hükümete destek olacaksa; konuşmak serbest; aksi olursa derhal yasak sistemi devrede...
Osman konuşuyor; farklı düşünenler ise susturulmuş durumda.
Böylece demokrasiye gidiyoruz...

Hay senin moderatörüne...
Aşağılık kompleksi, kendisini üstünlük duygusu gibi dışa vurur. Hitler denilen malum kişi çavuş olmaktan duyduğu ezikliği; kendisini dünya başbuğu gibi göstererek aşmaya çalışmadı mı?

Hitler örneği kadar abartılı olmayabilir ama hayatın değişik alanlarında; ezik kişilerin kendilerini önemli adammış gibi sunmaya çalıştıklarını görebilirsiniz. Özellikle televizyonlarda bu tiplerin bol örnekleri bulunuyor. Örneğin; sunucu; kendisini 'moderatör' diye takdim edince birden bire önemli bir adam haline geldiğini sanıyor. Aslı astarı haberleri okuyan birisidir... Lakin; kendisine uzay fatihi havası verecek biçimde moderatör der...

Mağazasına İngilizce sözlükten apardığı isim takanlar; buralarda çıstaka çıstaka yabancı parçaları öttürenler, yazdığı yarım sayfalık metnin içine İngilizce sözcük tıkıştıranlar, televizyonlarda Türkçe sözcüklerin yerine Frenkçesini kullanmayı kültür üstünlüğü sananlar... Ne yazık ki aşağılık dürtüsü içinde kıvranan okumuş cahiller tabakası ile karşı karşıyayız...

Kendi kimliğinden utanan, zamanla milli kimliğine de düşman oluyor ve ortaya haymatloslar çıkıyor...


Kitabın adını söyle
Dün Haber Türk'te bir kızcağız sabah kuşağında iki sinemacı ile konuşmuş; bitimde onlara birer kitap hediye ediyor. Televizyonlarda kitap görmek; inanılmaz bir olay, bu yüzden seviniyorum. Onca ipe sapa gelmez laflar eden sunucu kızımız, kitapların adını söylemeyi lüzumsuz bir iş sanıyor.
Kitapları alanlar da sanki ağırlığını tartar gibi bir iki saniye elde tutup sonra kenara bırakıyorlar. Ve; peşinden verilen kutulardan çıkarttıkları hediye gömlekleri seyirciye gösterip bir firmanın da adını anıyorlar.
Eline verilen kitabı atıp sıradan bir gömleği sevinçle tanıtan bi gençlere bakıp yazıklanıyorum... Buradan sinemacı veya sanatçı çıkabilir mi?
Kitap girmeyen eve cehalet girer... Cehalet ise bütün fenalıkların anasıdır.

Almanya'da Türkçe yasağı
Başbakan Erdoğan; Alman Başbakanı Merkel'e; 'Almanya'daki Türk öğrencilerden isteyenlerin gidebileceği, türkçe ders verilen lise açalım!' demiş. Bayan Merkel de derhal reddetmiş.
Çünkü; Alman hükümeti; Almanya'da yaşayan herkesi Almanca öğrenmeye mecbur bıraktı. Buradaki milyonlarca Türk'ün çocukları da artık Almanya'da Almanca ile öğrenim görüyor. Bu durumu kimse insan haklarına aykırı sayamıyor.

Peki; bu Almanya Türkiye'ye ne öneriyor: Okullarında Kürtçe eğitim ver...
Almanya'daki Türkler; Türkçe okuyunca Almanlara savaş mı açtılar?
Hayır.
Türkiye'de Kürtçe eğitim isteyenler kimler?
PKK'lılar ve bunların siyasal uzantıları...
Almanya'ya bak; Türkiye'nin halini anla...

Kadın
Şeyh Sadi anlatıyor:
Bir genç, hanımının huysuzluğundan yakınmak için bilge birisine gitmiş ve demiş ki:
- Bu kadınla başa çıkmam mümkün değil. Öyle yük altındayım ki sanki değirmenin alt taşıyım.
Yaşlı adam ona sabır tavsiye ettikten sonra demiş ki:
- Geceleri değirmenin üst taşı sen değil misin? Gündüzleri de alt taşı olsan ne çıkar...

Kilise yaptırmaya kalkışan paşa
Öbür dünya ile ilişkimizi nasıl tasarladığımızı merak mı ediyorsunuz? Size uç örneklerden birisini aktaralım: Lamiizade Abdullah Çelebi'nin Latifeler'inde anlattığı bir hikayede deniliyor ki: Yıldırım Bayezid zamanında vezir olan Sarıca Paşa; çol çocuk sahibi, hayır yapmayı seven birisi imiş. Lakin okuma yazma bilmezmiş. Birgün danışmanını çağırıp demiş ki:
-Ben şimdiye kadar İslam ülkelerinde çok mabet ve hayır eserleri ortaya koydum. Biraz da şu Macar ilinde veya Eflak taralarında bir manastır veya güzel bir kilise yaptırsak...
Vezirin danışmanı şaşırmış... Sarıca Paşa anlatmış:
-Bu dinden olan bir bölük bilgin vardır, bunlar derler ki: 'İsa'nın dini hak dindir, eski dindir. Muhammed'in dini sonradan ortaya çıkmış bir ayindir.'
Bizim her iki dindede de hayratımız olsun ve elimiz bulunsun. Yarın, öbür dünyada, kıyamet gününde ve Arasat meydanında hangisinin sözü doğru ve rızası uygun çıkarsa o dindeki amelimiz ve hayrımız bize şefaatçi, yardımcı ve elden ayaktan düşünce de elimizden tutanımız olsun.
Rıza Zelyut | Medyanın yeni gülü Anayasa Mahkemesi'nden
 

HTML

Üst