Mayıs, Yaşam, Ölüm ve Ahlak Üzerine

Vtnsvr

New member
’Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış’’

hadisini herkes bilir.

Nedir anlamı?

Çalışmanın, üretmenin ve üretirken değerli kılmanın öneminin yanına, birde ölüm sonrası verilecek hesapların da, yaşarken hesap edilmesi gerektiğini vurgulayan, İslam’ın; insanı-kamil anlayışının ortaya konduğu güzel bir veciz

Başka bir açıdan değerlendirirsek; Çalışmak, tüm dinlerde kutsanmış bir eylem, Kişisel açıdan insanı yücelten,yaşamını anlamlı kılan ve toplumsal rolünde de ona değer katan bir hayata katılma biçimi.

Hatta bu yanıyla sadece dinler açısından değil, bütün ekonomik sistemler için çok önemli.

Çünkü tarih boyunca varolmuş tüm ekonomik sistemlerin varolma sebebi çalışmaktır.

Ancak insanın çalışmasıyla, örneğin çifte koşulmuş bir hayvanın çalışması arasında önemli bir fark vardır.

Hayvanın çalışması bilinçsizlik içerirken, İnsanın çalışması; bilinçli bir eylemdir.

İnsanlığın ayakta durmaya başladığın günden bu güne kadar kurduğu her medeniyet yine bizzati insanın emeği üzerinden inşaa edilmiştir.

O yüzden dir ki; ‘’Emek en yüce değerdir’’ sözü boşa söylenmiş bir söz değildir.

Sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan işçi sınıfı, çalışma eyleminin yeni baştan tarifini gerektiren bir sürecide başlatmış olmuştur beraberinde.

Çünkü; Sanayi tipi üretimde mal artık belli bir zaman disipliniyle üretilen ve pazara sürülen bir metaaya dönüşürken, o metanın üretimi için gerekli olan işgücüde çalışma süresinin tamamını hatta daha fazlasını o işe adamış işçilerden karşılanmak zorunda olduğu bir dönemi çıkarmıştır tarih sahnesine.

Böylece işçiler; bir yanıyla üretim sürecinde ürünün seri üretimini sağlayan makine ve aletlerle hareket eden profesyonel çalışanlar olurken, bir yanıyla da bizzati kendileri de üretim araçlarına dönüşerek doğalarına yabancılaşmaya başlayan işçi arı makineler haline gelmeye başlamış olmuşlardır.

Sanayi devrimiyle beraber ilk batıda oluşan işçi sınıfı, talebi karşılamak için 14-16 saat çalışmak zorunda bırakıldıkları muaazam bir sömürü düzeniyle karşı karşıya kalmışlardır.

Bu çalışma süresinin çok küçük bir kısmının işçinin ücreti olarak ödendiğini geri kalanının ise üretilen ve satılan mal üzerinden işverenin cebine girerek hem işçinin emeğinin metalaştırılmış olmasını hemde bu yolla işverenin kısa sürede servet yapmış olmasını; ilk kez Karl Marks tarafından ‘’Artı Değer’’ (ve onun sömürüsü) olarak tarif edilmiştir.

O günden bu güne çok zaman geçti; Gelişen teknolojiyle beraber hem makineler hemde işçiler çok hızlı bir dönüşüm geçirdi.

Sanayi devriminin ilk yıllarında vahşi kapitalizmin işçileri mahkum ettiği insanlık dışı yaşam koşulları, işçi sınıfının kazanımlarıyla beraber daha iyi ücret ve daha az çalışma süresi olarak sınıfın kazanımı olarak uygulanagelir oldu.

Ancak sömürü hala devam ediyor ve kapitalizm ile İşçi sınıfı arasında, emeğin değerinin ve o değerin alması gereken toplumsal rolün ne olması gerektiği konusunda emek açısından siyasi iktidarın hedeflenmesi zorunluluğu, uzlaşmaz bir çelişki olarak tarihsel rolünü sürdürüyor.

Sermayenin tarifi yapılırken genel olarak; Onun dini, dili,milliyeti olmadığı söylenir.

Yani koskocaman Kapitalist dünyada sermaye sizin alt yapıda taşıdığınız kültürel dokunuzdan çok, üst yapıda buluştuğunuz üretim ilişkilerinizle ilgilenir.

Sermaye için sizin Müslüman, Hindu, Putperest, Çerkez,Çinli yada Polanyalı olup olmamanızın hiç bir önemi yoktur.

O daha çok üst yapıda size dayattığı üretim ilişkilerinin kendi egemenliği açısından devamlılığının sağlanmış olmasıyla ilgilidir.

Hatta bunun için sizin Çinli’liğinizi,Hinduluğunuzu yada Müslümanlığınızı kullanmaktan çekinmez.

Bunun için kocaman kocaman üniversiteler enstütüler kurar, bu kavramlar la oynar, şekillendirir, biçimlendirir ve sömürüsünün devamı için yeniden yeniden piyasaya sürer.

Tıpkı faşizme varan milliyetçilik gibi, tıpkı işgal ve katliama varan demokrasi gibi tıpkı protestanlığa varan Liberal Ilımlı İslam gibi.

Geçmişten bu güne örnekleri çoğaltmak mümkün, ama biz asıl meramımıza dönelim.

Eğitim emekçisi bir arkadaşımız vardı...

Hayatı boyunca kimsenin kalbini kırmadan yaşamış, yardımsever, namuslu, onurlu iyi bir insandı. Bu yanıyla baktığınızda pratikte ‘’yarın ölecekmiş gibi ahiret için’’ çalışana denk düşsede -Allah bilir- ama yinede ahiret hayatıyla çok ilgili olduğu söylenemezdi.

Hep, ‘’Yarın ölecekmiş gibi yaşayan’’ ama ‘’Hiç ölmeyecekmiş gibi’’ düşünen bu naif insanı çok değil daha geçen hafta genç yaşta kaybettik.

Arkasında, dünya tatlısı iki çocuk, bir eş ve dostlar bırakarak örnek kişiliği ile sessiz sedasız çekti gitti dünyadan.

Kendi emeğiyle geçinmek zorunda olanların, zamanla hiç ölmeyecekmiş gibi düşünerek çalıştıklarını ama yarın ölecekmiş gibi yaşadıklarını düşünürüm. Çünkü emeğiyle çalışan bir insanın kendi emeğine buradan da başka insanların emeklerine saygı duymayı öğrendiklerini bilirim.

Emeğe saygı duymayı bilen emeği yücelten birisinin bilerek ve isteyerek kötülük yapması mümkün değildir. İster ahiret korkusu deyin,ister yüksek vicdan, yaşamı kuranların yaşama ve insana karşı hep ince bir asaletle yaklaştığını söylemek çokta yanlış olmaz.

Yarın 1 Mayıs;

bana göre; ‘’yarın ölecekmiş’’ gibi yaşayan, ama ‘’hiç ölmeyecekmiş’’ gibi düşünerek çalışıp, hayatı kuranların bayramı.

Yarın 1 Mayıs;

Taksimi İşçi sınıfına yasaklayan ve 2 milyar dolar parası olduğu iddia edilen BOP un eşbaşkanına göre ise ayak takımının bayramı.

İslamı asıl kimliğinden kopartıp liberalize ederek, bölgesel sömürülerini ve vahşetlerini daha kabul edilebilir duruma getirmeye çalışan küresel sermaye sahiplerinin oluşturduğu yeni müslüman, sürekli ahiretini düşünür hale getiriliyor.

O yüzden bu dünyaya ait ne varsa aşağılanıyor.

Özellikle bütün bir yaşamı vareden emek yoksayılıyor.

Sadece ahiret için açılan elin, maddeye, bilime, edebiyata,sanata şekil veren elden daha üstün olduğu beyinlere kazınmaya çalışılıyor.

‘’Hiç ölmeyecekmiş gibi’’ düşünüp, ‘’Yarın ölecekmiş gibi’’ yaşayanların yerine,

‘’ Yarın ölecekmiş gibi’’ düşünüp, ‘’Hiç ölmeyecekmiş’’ gibi yaşayanlar, yavaş yavaş ikame ediliyor.

Ve bunun sonucu olarak hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan 78 yaşındaki bir el, 14 yaşındaki bir çocuğun bedenini istismar etmekte bir beis görmüyor.

İslam’ın özünün; hayatın sınav, ahiretinse; ödül yada ceza olduğunu unutmuş olarak.

Yarın 1 Mayıs ve yarın marşta söyleneceği gibi;

Ancak bu böyle gitmez…



Kubilay Kıran
 

sedapinar

New member
Peki iğneyi AKP hükümetine ve Erdoğan’a batırırken çuvaldızı kendimize batıralım mı ? AKP’ye %47 oyu kim verdi. Erdoğan’ın “ayak” tabir ettiği grup %47’nin belki de %80’nini oluşturuyor. Hadi ilk AKP hükümeti için yapılan seçimlerde bir önceki hükümete kızdıkları için tepki amacıyla onları başa getirdiler diyelim. Peki ikinci AKP hükümetinde bu “ayak”ların bahanesi nedir ?
Erdoğan’ın kendilerini “ayak takımı” olarak gördüğünü yeni mi fark ettiler.
Yanlış hatırlamıyorsam “ananı da al git” sözünü seçimden önce söylemişti Erdoğan.
Tuzla tersanesi ölümlerini işçiler ölmesin diye protesto eden üniversite öğrencilerine destek vermek için sendikalı ya da sendikasız bir tek işçi ortada görünmezken ve o öğrenciler polisin “orantılı gücüne” maruz kalırken kendilerini baş olarak mı görüyorlardı ? Sendikaların yerini tarikatların aldığı, insanların dertlerini sendikalar yerine tarikat şeyhlerine anlatıp onlardan iş konusunda yardım istedikleri özellikle bu son 6 yılda kendilerini ne olarak görüyorlardı ?
Yorsan’da çalışan 600 işçinin sendikaya üye olmaları nedeniyle işten çıkartılmalarına neden seyirci kaldılar ?
Bitlis’teki tek fabrika olan sigara fabrikasının özelleştirilmesine ve oradaki işçi kardeşlerinin işsiz kalmasına göz yumarken ne düşünüyorlardı ? Seçimlerden önce bir mail gelmişti. AKP’li belediyeye sahip bir ilçenin köyünün hemen yanını, belediye; çöplük olarak kullanmaya başlamış. Köylüler seslerini ne yaptılarsa duyuramamışlar. Kendilerine bir parti destek vermiş. Partili avukat arkadaşları vasıtasıyla dava açmışlar ve kazanmışlar. Belediye çöplük alanını temizlemek zorunda kalmış. Seçim sonrası ise o köyden kendilerine destek olan partiye bir tek oy bile çıkmadığı gibi en yüksek oy AKP’ye çıkmış. Bu olayda olduğu gibi; kapitalist düzen partilerine destek verenler biz değil miyiz?
Ve işçiler bugün meydanlara çıkmadan dayak yediler kimyasallara maruz kaldılar gözaltına alındılar.Umarım artık herkes için düşünme vakti gelmiştir.çünkü iş işten geçiyor.


Kaynak;Ş.Özbek
 

VAVRULU

Banned
Bunun adı polis terörüdür

İSTANBUL Valisi, 1 Mayıs’ta Taksim’de izinsiz gösteri yapmak isteyenlere karşı "orantılı güç kullanılacağını" açıklamıştı.

Dün gördüğümüz manzara ise şuydu:

Artık polise direnme olanağı kalmamış vatandaşlar yerlerde coplandı, çaresiz kadınlar tekmelendi, sendika binaları basılıp talan edildi.

Göstericilerle hiçbir alakaları olmayan vatandaşlar ile göstericiler arasında bir ayrım yapılmadı.

O sırada sokaktan geçen kim varsa dayak yedi, biber gazına maruz kaldı.

İki ihtimal geliyor aklıma: Ya polisler yeterince eğitimli değil, bu tür toplumsal olaylar karşısında ne yapabileceklerini bilmiyorlar. Ya da polis, üstlerinin emirlerini dinlemeyecek kadar disiplinsiz!

Bir de Vali’nin doğru söylemediği ve polise aslında "vurun, kırın, dağıtın" emri verilmiş olma olasılığı var ki bunu aklıma getirmek dahi istemem.

Dün İstanbul’un alınan önlemler nedeniyle kilitleneceği bir sır değildi.

İşyerlerinin tatil edilmemiş olması, birçok vatandaşın yollarda perişan olmasına, birçoğunun da dayak yemesine neden oldu.

Bu tabloya neden olan sorumluların bulunup cezalandırılacağını hiç sanmıyorum.

Bunun bir tek sonucu olabilir: Vatandaşın kentin Valisi’ne, Emniyet Müdürü’ne ve emniyet güçlerine karşı duyduğu saygı ve sevgi azalır.

Dünyanın en güzel kentlerinden birinde yaşıyoruz. Bu yöneticileri hak ediyor muyuz?

Mehmet Y. Yılmaz
 

HTML

Üst