ςคﻮคtคא_кђคภร khans
New member
Mavi emzikli bebek
Sivil kayıpların arttığı Lübnan’da vicdanları kanatan manzaraların ortak noktasında hayatının baharını görmeden dünyayı terk eden minikler var.
SUR / LÜBNAN - Günlerdir İsrail saldırılarının durmadığı Lübnan’ın Sur şehrindeyiz. Güvenli olduğu gerekçesiyle yerleştiğimiz bir Ermeni ailenin evinde hem de. İlk kiraladığımız evin 200 metre yakınındaki 6 katlı bir binanın füze saldırısıyla tamamen harabeye dönmesinden sonra karar veriyoruz daha güvenli bir yere taşınmaya.
Madam Laila yıllar önce Lübnan’a yerleşmiş bir Ermeni ailenin en küçük kızı. Her ne kadar Osmanlı devletine kızgın olsa da bizim için akşamları yorgunluğun üzerine patates kızartması ve salata hazırlıyor. “Laila teyze, anneminki gibi olmuş!” deyince “Faddal faddal, buyurun, buyurun” diyor gülerek. Biz de bu davete icabet ederek yemeğe oturuyoruz.
Evin holünü paylaştığımız 5 kişiden 3’ü İspanyol, biri Kuzey Koreli, diğeri ise Kanadalı. Akşamları, Lübnan’da şahit olduğumuz manzaradan yola çıkarak İsrail’in saldırılarını konuşuyoruz. Bombalar aralıksız Bazukiye, Kana, Aytarun’u ve Sur’a yakın noktaları vuruyor. Her bomba sesinde yerimizden kalkıp birbirimize bakıyor ve mesafeyi tahmin etmeye çalışıyoruz. Aklıma birden, 2. Kana katliamı olarak tarihe geçen, 57 kişinin öldüğü ve benim son anda tanık olduğum katliam geliyor. Enkazın altından çıkan, mavi emziği hâlâ boynunda olan yaklaşık 1,5 yaşındaki bebek tüm dünyaya ders olmalı diyorum.
İspanyol gazeteci Monica’ya bakıyorum bazen. Bomba sesleriyle zıplamaktan kendini alamıyor. Korktun mu deyince, “Bu kadar uzakta olmasına rağmen korktum, kim bilir oradaki küçük çocuklar nasıl korkuyorlardır.” diye cevap veriyor. Sonra gözlerinden yaşlar akıyor.
İsrail, günlerdir kendilerince güvenli bir bölge oluşturabilmek için Lübnan’ın güneyini bombalıyor. 48 saatlik hava saldırısı sona erdiğinde riski göze alıp güneye doğru iniyoruz. Şoförümüz Muhammed amcaya sağa sola bakma, direkt devam et diyorum. Sağımızda solumuzda İsrail savaş gemisinden fırlatılan bombalar patlıyor. BM ve Kızılhaç’ın seyirci kaldığı katliamda yerel kurtarma ekipleri saldırılar nedeniyle kapanmış yolları açarak mahsur kalmış insanlara ulaşmaya çalışıyor. Aldığımız son bilgilere göre Aytarun denilen köyde yaklaşık 200 kadın ve çocuk sığınaklarda kendilerine uzanacak bir yardım elini bekliyor. BM ofisinin bulunduğu Sur şehrinden 35-40 uzaklıkta olmasına rağmen 21 gündür buradaki insanlara ulaşılamıyor.
Yerel ekiplerin yolu açmasıyla birlikte arabalardan inerek koşmaya başlıyoruz. 21 gün sonra kendilerine yardım elinin uzandığını zanneden yaklaşık 200 kadın ve çocuk saklandıkları ahırlardan, sığınaklardan çıkarak, “Allah sizi korusun, bizi kurtarmaya mı geldiniz, arabalar nerede?” diyorlar. Gözü yaşlı çocuklar ve anneleri teskin etmeye çalışıyoruz. Evlerden birine girdiğimde saldırı sonrasında harabeye dönmüş binanın içerisinde buzdolabının yanıbaşında, aile resimlerinin yanında yatan bir ceset görüyorum. Genç bir adam, hemen yanında da bir aile fotoğrafı. Makinenin deklanşörüne hızla basıp kendimi dışarı atıyorum.
Günlerdir susuz kalan çocuklara su veriliyor. Aslında yardım ekibi olmadığımızı, gazeteci olduğumuzu ama yardım edebileceğimizi anlatıyoruz. Gözleri parıldıyor insanların. İçlerinden biri, “Beyrut güvenli mi, Sur güvenli mi?” diye soruyor. Sokakları saran ağır ölü kokusu, barut kokusunu bastırıyor. “Güvenli, şu anda hava saldırısı 48 saatlik bir süre için sona erdi, gidebiliriz.” diyorum. Arabalara sıkıştırılan yaklaşık 200 kişi Aytarun’dan, doğup büyüdükleri bu topraklardan bir mülteci gibi kaçırılıyor.
Dönüş yolunda aklıma dünya bu katliama ne kadar daha seyirci kalacak sorusu geliyor. İsrail bölgeyi bombalamaya devam ediyor. Kızılhaç seyirci kalırken Birleşmiş Milletler de insanlara yardım ulaştırmak yerine İsrail’in harabeye çevirdiği bölgeleri kepçelerle temizlemeye çalışıyor. Bunlar olurken boynundaki emziğiyle yeni bebekler ölüyor. Anneler babalar evlat acısı çekiyor. Mutluluk kaybolan bir ailenin ardından harabelerin arasından çıkan bir fotoğrafta kalıyor.
YA RAB! YOK MU BU GECENİN SABAHI, BU KIŞIN BAHARI?
Lübnan’da şehirler yıkılıyor, insanlar ölüyor. Bombaların ne zaman başlarına düşeceğinden habersiz olan insanlar, çaresizlik içinde kendilerine uzanacak bir yardım eli bekliyor. Ne yıkılan evlerine ne de cansız bedenlerini taşıdıkları çocuklarına yanabiliyorlar. Acziyet ve fakr içinde olduklarından vaziyetlerini ancak Cenab-ı Hakk’a dua dua yalvararak anlatabiliyorlar.
Sivil kayıpların arttığı Lübnan’da vicdanları kanatan manzaraların ortak noktasında hayatının baharını görmeden dünyayı terk eden minikler var.

SUR / LÜBNAN - Günlerdir İsrail saldırılarının durmadığı Lübnan’ın Sur şehrindeyiz. Güvenli olduğu gerekçesiyle yerleştiğimiz bir Ermeni ailenin evinde hem de. İlk kiraladığımız evin 200 metre yakınındaki 6 katlı bir binanın füze saldırısıyla tamamen harabeye dönmesinden sonra karar veriyoruz daha güvenli bir yere taşınmaya.
Madam Laila yıllar önce Lübnan’a yerleşmiş bir Ermeni ailenin en küçük kızı. Her ne kadar Osmanlı devletine kızgın olsa da bizim için akşamları yorgunluğun üzerine patates kızartması ve salata hazırlıyor. “Laila teyze, anneminki gibi olmuş!” deyince “Faddal faddal, buyurun, buyurun” diyor gülerek. Biz de bu davete icabet ederek yemeğe oturuyoruz.
Evin holünü paylaştığımız 5 kişiden 3’ü İspanyol, biri Kuzey Koreli, diğeri ise Kanadalı. Akşamları, Lübnan’da şahit olduğumuz manzaradan yola çıkarak İsrail’in saldırılarını konuşuyoruz. Bombalar aralıksız Bazukiye, Kana, Aytarun’u ve Sur’a yakın noktaları vuruyor. Her bomba sesinde yerimizden kalkıp birbirimize bakıyor ve mesafeyi tahmin etmeye çalışıyoruz. Aklıma birden, 2. Kana katliamı olarak tarihe geçen, 57 kişinin öldüğü ve benim son anda tanık olduğum katliam geliyor. Enkazın altından çıkan, mavi emziği hâlâ boynunda olan yaklaşık 1,5 yaşındaki bebek tüm dünyaya ders olmalı diyorum.
İspanyol gazeteci Monica’ya bakıyorum bazen. Bomba sesleriyle zıplamaktan kendini alamıyor. Korktun mu deyince, “Bu kadar uzakta olmasına rağmen korktum, kim bilir oradaki küçük çocuklar nasıl korkuyorlardır.” diye cevap veriyor. Sonra gözlerinden yaşlar akıyor.
İsrail, günlerdir kendilerince güvenli bir bölge oluşturabilmek için Lübnan’ın güneyini bombalıyor. 48 saatlik hava saldırısı sona erdiğinde riski göze alıp güneye doğru iniyoruz. Şoförümüz Muhammed amcaya sağa sola bakma, direkt devam et diyorum. Sağımızda solumuzda İsrail savaş gemisinden fırlatılan bombalar patlıyor. BM ve Kızılhaç’ın seyirci kaldığı katliamda yerel kurtarma ekipleri saldırılar nedeniyle kapanmış yolları açarak mahsur kalmış insanlara ulaşmaya çalışıyor. Aldığımız son bilgilere göre Aytarun denilen köyde yaklaşık 200 kadın ve çocuk sığınaklarda kendilerine uzanacak bir yardım elini bekliyor. BM ofisinin bulunduğu Sur şehrinden 35-40 uzaklıkta olmasına rağmen 21 gündür buradaki insanlara ulaşılamıyor.
Yerel ekiplerin yolu açmasıyla birlikte arabalardan inerek koşmaya başlıyoruz. 21 gün sonra kendilerine yardım elinin uzandığını zanneden yaklaşık 200 kadın ve çocuk saklandıkları ahırlardan, sığınaklardan çıkarak, “Allah sizi korusun, bizi kurtarmaya mı geldiniz, arabalar nerede?” diyorlar. Gözü yaşlı çocuklar ve anneleri teskin etmeye çalışıyoruz. Evlerden birine girdiğimde saldırı sonrasında harabeye dönmüş binanın içerisinde buzdolabının yanıbaşında, aile resimlerinin yanında yatan bir ceset görüyorum. Genç bir adam, hemen yanında da bir aile fotoğrafı. Makinenin deklanşörüne hızla basıp kendimi dışarı atıyorum.
Günlerdir susuz kalan çocuklara su veriliyor. Aslında yardım ekibi olmadığımızı, gazeteci olduğumuzu ama yardım edebileceğimizi anlatıyoruz. Gözleri parıldıyor insanların. İçlerinden biri, “Beyrut güvenli mi, Sur güvenli mi?” diye soruyor. Sokakları saran ağır ölü kokusu, barut kokusunu bastırıyor. “Güvenli, şu anda hava saldırısı 48 saatlik bir süre için sona erdi, gidebiliriz.” diyorum. Arabalara sıkıştırılan yaklaşık 200 kişi Aytarun’dan, doğup büyüdükleri bu topraklardan bir mülteci gibi kaçırılıyor.
Dönüş yolunda aklıma dünya bu katliama ne kadar daha seyirci kalacak sorusu geliyor. İsrail bölgeyi bombalamaya devam ediyor. Kızılhaç seyirci kalırken Birleşmiş Milletler de insanlara yardım ulaştırmak yerine İsrail’in harabeye çevirdiği bölgeleri kepçelerle temizlemeye çalışıyor. Bunlar olurken boynundaki emziğiyle yeni bebekler ölüyor. Anneler babalar evlat acısı çekiyor. Mutluluk kaybolan bir ailenin ardından harabelerin arasından çıkan bir fotoğrafta kalıyor.
YA RAB! YOK MU BU GECENİN SABAHI, BU KIŞIN BAHARI?
Lübnan’da şehirler yıkılıyor, insanlar ölüyor. Bombaların ne zaman başlarına düşeceğinden habersiz olan insanlar, çaresizlik içinde kendilerine uzanacak bir yardım eli bekliyor. Ne yıkılan evlerine ne de cansız bedenlerini taşıdıkları çocuklarına yanabiliyorlar. Acziyet ve fakr içinde olduklarından vaziyetlerini ancak Cenab-ı Hakk’a dua dua yalvararak anlatabiliyorlar.