Mason ihtilalciler ve YediSekiz Hasan Paşa...

MASON İHTİLALCİLER Çırağan Sarayı'nı bastı
300 yıl kadar önce Türkiye'ye giren Masonluk, Genç Osmanlılar ve İttihat-Terakki Cemiyeti gibi muhalif akımları destekledi. Mason ihtilalciler Çırağan Sarayı'nı bile bastılar.


Üstad-ı Azam Kaya Paşakay'ın Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Cemiyeti'nden ihraç edilmesiyle ilgili gerekçeler arasında "aramızda eşi başörtülü mason yoktur" şeklinde yaptığı bir konuşmanın da olduğu iddia ediliyor. Paşakay ise, bu iddiayı reddediyor. Masonlara göre Loca toplantılarında din ve siyaset tartışması yapılamaz. Ancak bu Masonların siyasete karışmadıkları anlamına gelmiyor. Masonlar, 1700'lü yıllardan itibaren siyasetle yakından ilgilenmekle kalmadılar, pek çok darbe girişimine de katıldılar. Mısır'da da Mason Locaları Hidiv ailesi arasındaki iktidar çatışmalarına da taraf oldular. Fransız ve İngiliz Mason locaları Osmanlı ve Mısır'da siyasi rekabet ve çatışma içerisine girdiler.

LOCALAR TARAF OLDULAR

Mısır'ın Hidiv ailesinden Prens Abdülhalîm 1867'de Fransız etkisindeki Mısır Masonluğu'nun üstad-ı azamlığına getirildi. Kendisi 1861'de Türkiye Mason Yüksek Şurası'nın kurucusuydu. Abdülhalim Paşa, Mısır Hidivliğine adaydı. Ancak Osmanlı, Prens İsmail'i Hidiv yaptı. Abdulhalim, Mason localarını Hidiv İsmail'e karşı kullandı. Locada ikilik çıktı. Mısır Hidivi İsmail, amcası Prens Abdulhalim'i İstanbul'a sürgün etti, Mısır Masonlarını kontrolü altına aldı. Prens Abdulhalim, İstanbul'da, V. Murad'ın tahta geçirilmesini destekledi. Hidiv İsmail, Abdulhamit tarafından azledildikten sonra yerine Tevfik Paşa getirildi. Tevfik Paşa, 1887'de Mısır Milli Büyük Locası'nın Üstad-ı Azamlığı'na getirildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın diğer bir torunu, Hidiv ailesinden mason Prens Mustafa Fazıl Paşa da Mısır'da iktidar peşindeydi. Fazıl Paşa, Prens Abdulhalim'in amcası ve Hidiv İsmail Paşa'nın kardeşiydi. Fazıl ve Halim Paşalar, Sultan Abdulaziz'e karşı el ele vererek, servetlerini, Ziya Paşa, Namık Kemal ve Ali Suavi başta olmak üzere çoğu mason Genç Osmanlılara akıttılar.

V. MURAD'A DESTEK

Osmanlı masonları Sultan II. Abdulhamit'i devirip yerine mason şehzade V. Murad'ı tahta geçirmek istediler. Şehzade Murad, Fransız tesirindeki Proodos Locası Üstad-ı Azamı Yunan asıllı Kleanti Skalyeri ve aza Ali Şefkati Bey'in hazır bulunduğu bir törenle 1872'de masonluğa kabul edildi. Şehzade V. Murad, Masonların siyasi gözdesiydi.. V. Murad kısa süren saltanatının ardından azledilince yerine Sultan II. Abdulhamit geçti.

Masonlar, Çırağan Sarayı'nda gözetim altında yaşayan V. Murad'ı kaçırmak ve tekrar başa geçirmek istiyorlardı. Bunun için girişimlerde bulundular. Gişimlerden biri de Kleanti Skalyeri-Aziz Bey Komitesi'ydi. Komite toplantı halindeyken basıldı. Skalyeri, Ali Şefkati ve Saray'da görevli Nakşibend Kalfa Hanım kaçtı. Komitenin diğer üyeleri yakalandı. Masonlar, Skalyeri ve Nakşibend Kalfa'yı Yunanistan'a, Şefkati Bey'i ise Fransa'ya kaçırdılar.

HÜRRİYET'İ MASONLAR ÇIKARDI

Sultan Abdulhamit'e karşı bir diğer girişim, Mason Ali Suavi'nin başını çektiği Çırağan Vakası'ydı. Ali Suavi, Prens Mustafa Fazıl Paşa'nın teşvikiyle Londra'ya kaçtı. Paşa'nın finanse ettiği Muhbir gazetesini çıkardı 1867'de. Muhbir, Avrupa'da yayınlanan ilk Türk gazetesi. Namık Kemal ve Ziya Bey de 1868'de Londra'da Hürriyet gazetesini çıkardı. Hürriyet de Prens Mustafa Fazıl Paşa tarafından finanse ediliyordu. Ali Suavi'nin Fazıl Paşa'yla arası açılmıştı. İki gazete de Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yayın organı oldukları iddiasındaydı. Fazıl Paşa elini çekince Muhbir kapandı. Her ikisi de mason olan Namık Kemal ve Ali Suavi'nin arasına kara kedi girmişti. Namık Kemal daha sonra Mason biraderi Ali Suavi'yi şarlatanlıkla suçlayacaktı.

KAFASINA SOPAYI İNDİRDİ

Sultan II. Abdulhamit'in tahta geçmesinin ardından istanbul'a dönen Ali Suavi, şehzedelere öğretmenlik yaptı. Daha sonra Galatasaray Lisesi'nin Müdürlüğü'ne getirdi. Bir süre sonra azledilen Suavi, Sultan Abdulhamit aleyhinde propagandaya başladı. O da V. Murad'ı tahta geçirmek için gizli bir organizasyon teşkil etti. Çetenin amacı Çırağan Sarayı'nı basarak V. Murad'ı kaçırmaktı. Ali Suavi, 500 kadar adamıyla 20 Mayıs 1878'de Çırağan Sarayı'nı bastı. Beşiktaş Zaptiye Kumandanı Yedi Sekiz Hasan Paşa saldırganlara müdahale etti. Hasan Paşa, Ali Suavi'yi başına bastonuyla vurarak öldürdü. Her iki taraftan yirminin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşı'ya göre Çırağan Vakası üzerindeki giz perdesi aralanamadı. Baskının Ali Suavi'nin kişisel bir girişimi olduğu iddiasını kuşkuyla karşılayan Uzunçarşılı, "Çırağan Vakası yalnız muhacirlerle yapılmak istenilmediğini ve vakit yanlışlığının bu neticeyi verdiğini kabul etmek yanlış olmaz" diyordu. Sultan II. Abdulhamit, kendisine yönelik bu girişimler nedeniyle masonlara kinlendi. Masonlar da İkinci Jöntürk Hareketi'ni destekleyerek Abdulhamit'in devrilmesi için çalıştılar.

Derviş'in dedesine farmason suçlaması

BM Kalkınma Fonu (UNDP) Başkanı Kemal Derviş'in büyük büyük dedesi Sadrazam Halil Hamit Paşa'ya hasımları farmason suçlaması yaptılar. 1785'de sadrazamlıktan devrilen Paşa, Bozcaada'da idam edildi. Paşa'nın kesik başı İstanbul'a getirilerek teşhir edildi. Paşa'nın gençlik yıllarında Eflak Kapı Kethudası İstavraki Oğlu'na katiplik ettiği ve kesik başı bir paskalya günü İstanbul'a getirildiği için, hasmı olan bir şair çirkin bir şiir yazdı: "Katib-i İstavraki farmasoni-i bed neseb/Sadrı telvis eyledi mucib oldu zillete/Haini din-ü şeriat olduğun ima edip/Geldi Paskalya günü başı Bab-ı Devlete"

Ali Süavi'yi bastonla öldüren Paşa,Ece'nin dedesiymiş

Çorumluların medar-ı iftiharı Yedisekiz Hasan Paşa'nın Çırağan Vakası'nda başına sopayla vurarak öldürdüğü Çankırılıların güzide şahsiyetlerinden Ali Süavi, iki komşu kent arasında ilginç bir rekabete neden oldu. Hasan Paşa'nın okuma yazma bilmediği, yedi ve sekiz harflerini bir çizgiyle birleştirip imza attiğı için bu adla anıldığı iddia ediliyor. Hasan Paşa, II. Abdulhamit'in çok güvendiği biriydi. Bu yüzden Beşiktaş'ın Zaptiye Kumandanlığı'na getirilmişti. Paşa, 1894'te memleketi Çorum'da 27,5 metre boyunda bir saat kulesi yaptırmış.

Ramazan'da yemek yiyip içki içenlere bir güzel sopa çekip sonra da "Allah ıslah etsin" diye serbest bıraktığı rivayet ediliyor. Bu arada sunucu, gazeteci-yazar Ece Vahapoğlu, Yedisekiz Hasan Paşa'nın torunlarındanmış.

HEM MELEĞE HEM ŞEYTANA BENZETİLDİ

Ali Süavi esrarengiz bir kişilik. Hayatı hakkında çelişik pek çok şey anlatılıyor. Hem Türkçülüğü hem Batıcılığı hem İslamcılığı ile bilinen çok yönlü bir şahsiyet olan Ali Süavi Mason kaynaklarında "Ali Süavi Kardeş" diye geçiyor. Yani Masonluğu açıklanan Biraderlerden. Onun için İnkilapçı, Hürriyet Şehidi, Şarlatan, Maceraperest de denildi. Tarihçi İsmail Hami Danişmend'in deyimiyle "Hem meleğe hem şeytana benzetilmiş bir büyük adam"dı..

Atatürk, Masonları 'uyku'ya yatırdı

Talat Paşa ve Cemal Paşa başta olmak üzere İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen pekçok ismi Masonların güçlerinden istifade için mason oldular. Cumhuriyet döneminde de masonik faaliyetler sürdü. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde pek çok başbakan ve bakanın mason oldukları biliniyor. Atatürk 1935'de şifahi bir talimatla, Masonik faaliyetlerin durdurulmasını ve Mason Localarının kendi kendilerini fesh etmesini istedi. Bu talimat yerine getirildi. Masonlar, Atatürk'ün inkilaplarının Masonluk prensipleriyle örtüştüğü gerekçesiyle faaliyetleri durdurduklarını söylüyorlar. Masonlar 1940'ların sonlarına kadar uykuda kaldı.
 
Osmanlının Ali Suavi ile İmtihanı


Bir Ali Suavi geçti tarih sahnesinden.

Rüyalar gören, hayaller kuran bir Yeni Osmanlı.

Mabeynci, damat, saray mensubu, vezir çocukları arasında, yalnız o halktandı. Yani bizden birisi. Hani hep şu aşağılanan, hor görülen tabakadan. O, halkın dilini bilhassa halk mantığı ile konuşan birisiydi. Cemaate konuşan kimsenin halk dilini kullanması kadar tabii ne olabilirdi?

Ve fakat O’nda refahın, görgünün arkasında sistemin, ait olduğu zümrenin kendisini koruyacağına emin olmanın verdiği rahatlık yoktu. Dayanağı olmayan bu kartvizitsiz adama tek çıkar yol kalıyordu: Kavga. Ne güzel buyuruyor Ahmet Hamdi Tanpınar: “Suavi, tâbiyesi olmayan adamdır.”

Suavi’nin büyük san’atkar olmadığında herkes hemfikir.
Suavi kuru; Suavi yavan; Suavi sıradan bir yazar. Ziya Paşalar, Namık Kemaller, Şinasiler, halkın hafızasında en azından bir mısra, bir eser ile yer edinirken Suavi, kelimelerden karşılığı olmayan birisi.

Belki modern zamanların Anadolusu (Aslen Çankırılıdır) sırtında yatağı, tahta bavulu elinde, Haypar paşa’da trenden inip şaşkın adımlar ve hayran bakışlarla İstanbul’u temaşa eyleyen Yeşilçam garnitürü. Konaklarda, yalılarda bihuzur, istim üzerinde, tedirgin. Halkın içine girdiği zaman mesela camii kürsüsünde va’z ederken, yahud tanımadığı okuyucusuna hitap ederken tam zıd bir şahsiyet. Kendinden emin, güven içinde mutlu belki…

Övünmeyi seven bir kişi. Garip bir narsisizmle kendisine hayran. Daima ön safta bulunmak isteyen, bunun gerçekleşmesi için yalanı, şantajı heybesinden eksik tutmayan “Muhbir”

Suavi’nin hayatındaki ilginçlikler bitmiyor.

1870 – 1876 senelerini yaşayan Ali Suavi ne yaşadı, neler yaşadı? Bu dönem herkese ve tamamıyla karanlık. 6 sene, bu şapkalı, Hıristiyan bir kadınla beraber yaşayan din alimi meçhul…

Zaten bizde karanlık dönemler ve karanlık şahsiyetler olmasa şaşmamak lazım. Yeni Osmanlıların Mustafa Fazıl paşa adında ilginç bir sponsoru mevcut. Mısır üzerindeki haklarını İngiliz Sterlinleri mukabili devreden (devrettirilen) Mustafa Fazıl, Yeni Osmanlıların mensuplarını bir nev’i ayartıp Avrupa’ya , yanına aldıktan sonra, kendini padişaha affettirerek birdenbire İstanbul’a döner.

Ali Suavi nerede?
Avrupa’da elbet.

19 Eylül 1876’da “Vakit” gazetesinde meşhur bir makale neşreder: “Hürriyet ve meşrutiyet” fikirlerinden vazgeçtiğini söylemekle kalmaz, ayrıca yeni hükümdara asla ve kat’a böyle şeylere müsaade etmemesini açıkça telkin eder.

Mustafa fazıl, kendisine uyan “aydınları” Avrupa’da bırakıp dönmüştür.

Ali Suavi ile diğer Yeni Osmanlılar arasında hesaplaşma su yüzüne çıkmış, her biri bir yere dağılmıştır. Tahta çıkan ll. Abdülhamid, Ali Suavi’yi de affeder. Sponsorlarının peşi sıra teker teker yurda döner “havariler”.

Hakikatte Suavi zannedildiğinden fazla değişen bir adam. Bütün Yeni Osmanlılarda olduğu gibi karanlık dönemi hayli kabarık. Kimi kaynaklar Mustafa Fazıl’dan sonra Avrupa’da maddi sıkıntılar çektiklerini söylerken kiminde durumun hiç de öyle olmadığını, rahat yaşam sürdürdüklerini kaydeder. Tarihin karanlık dönemlerinde karanlık mefhumlar ve mevzuular ictimaya girer. Bu kesin. Birtakım masonik belgelere dayanarak Mustafa Fazıl’ın ardında Osmanlıyı bölmek isteyen güçlerin olduğunu ve bi dönemi ellerinde tutan bu kişileri kuklavari oynattıklarını iddia etmek fazla mı zalimane olur? (Sultan Abdülaziz Hanı tahttan indirmek isteyen şebekenin başında, dünya bankeri Lord Rodchild ve Mısır'da hidiv olamamasının sebebini Abdülaziz Han'da gören Mustafa Fazıl Paşa geliyordu. Lord Rodchild ile birlikte hareket eden Mısırlı prens bütün servetini bu yola dökerken, onların besledikleri ve devletine ihanete hazırladıkları zevat ise, Türk milletine vatanperver olarak tanıtılıyordu. Bu sözde vatanperverlerin başında Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Askeriye Nazırı Süleyman Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Şâir Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suâvi ve Âgâh Efendi geliyordu. İçeride Osmanlıyı yiyen, dışarıda İngiliz paralarıyla kursaklarına kadar dolu olan bu zevat, ülkenin kurtuluşuna değil, bilerek batışına hizmet ettiler.) Ziya Paşa ve Namık Kemal’in yola bir çıktıkları Ali Suavi ile hasım olmaları sadece fikirlerinden midir?

Sanmıyorum.

Ali Suavi yurda döner dönmesine lakin yine rahat durmaz… İngiltere, V. Murad’ı padişah ve Midhat Paşa’yı sadrazam yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi’yi tahrik ederek, tarihe Çırağan Baskını veya Ali Suavi Vak’ası olarak geçen elim olayı patlatır. Arkasında, İngiliz Büyükelçisi Lord Elliot ve yerine gelen Lord Layard ile Ali Suavi’nin İngiliz ajanı olan hanımı Mary vardır. Ali Suavi dahil 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid’i hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur eder.

Suavi tarihimizde övenlerinin ve yerenlerinin hayli fazla olduğu bir Osmanlı… Müphem tarafları ağır basan bu ilk laik, Türkçü, sarıklı cami hocası ve şapka giyen yazar kafasına yediği sopanın acısı ile dünyasını değiştirirken ne düşündü, bilinmez ve fakat kuruluşundan dağılışına kadar “karanlık” tarafları ile boy gösteren Yeni Osmanlıların Muhbir’i olarak bir devrin soru işaretleri ile dolu karanlık tarafını teşkil etmektedir.
 

HTML

Üst