Malta'da Kış Başkadır

sonsuzluğa

Moderator









İstanbul'un en soğuk günlerinden birini arkamızda bırakıp kısa bir yolculuğun ardından Luqa'daki Malta Havalimanı'na iniyoruz. Gerçekten de sıcak bir karşılama var, Malta'da hava 15-16 derece... Zaten Kasım ve Nisan ayları arasında ortalama sıcaklık 14 derecenin altına düşmüyor.





İlk bakışta etrafımıza baktığımızda Türkiye'de olmadığımızı anlamak oldukça güç. Bütün Akdeniz insanları gibi Maltalılarla birbirimize benziyoruz. Konuştukları Maltaca ise daha çok Lübnanların Arapçasına yakın bir dil. Zaten sonradan ülkeyi gezerken şehir ve yer adlarında Arapça'ya sıkça denk geliyoruz.





Orta Çağ'daki Arap hakimiyetinin yanı sıra, ülkenin coğrafik olarak da Kuzey Afrika'yla bağı var. Sicilya'nın 90 kilometre güneyinde kalan Malta'nın hemen kuzeyinde de Tunus var. Özellikle sarı taş evlerden oluşan mimari doku da yine bize Kuzey Afrika'yı hatırlatıyor.





Daha otele yerleşmeden başkent Valletta'ya gidiyoruz. Gezi boyunca bize rehberlik eden Darrell ile tanışmamızda bu yolda başlıyor. Darrell'in 'Şimdi başka bir şehire gidiyoruz, trafik yoğunluğu nedeniyle Valletta'ya varmamız biraz uzayabilir. Bizi 20-25 dakikalık bir yolculuk bekliyor' demesi biz İstanbullu fanileri ufak çaplı bir gülme krizine sokuyor.





Aslında Malta'nın küçük yüzölçümüne bakılırsa burada trafik sorunu yaşanması hiç de imkansız değil. Neredeyse Gökçeada büyüklüğündeki Malta'da 307 kilometrekarede 400 binden fazla kişi yaşıyor ve 300 bin tane araç var. 307 kilometrekarenin 237 kilometrekaresi Malta, 68 kilometrekarelik Gozo ve 2 kilometrekarelik Comino da Malta'nın hemen kuzeyinde yer alıyor.





Yol boyunca görüyoruz ki ülkenin tamamında büyüleyici bir mimari bütünlük var. Yeşil panjurlu sarı taş evler zamansız devasa bir film platosu gibi... Türkiye'de sadece bir semte ya da sokağa hapsedilmiş ve neslinin tükenmesini bekleyen tarihi evler burada tamamen korunmuş. Ne büyük şans ki 'kentsel dönüşüm'ün uğramadığı Malta'da yeni yapılan binalar da eskilerine uyumlu olarak sarı taş kaplama cephelerle giydiriliyor.





Tarihi Yeni Taş Çağı'na kadar uzanan Malta'nın bilinen tarihi milattan önce 800'lerde başlıyor. Sırasıyla Fenikelilerin, Kartacalıların, Romalıların, Bizans'ın, Berberilerin, Normanların, Almanların, Fransızların egemenlik sürdüğü ada en çok St. John Şövalyeleri ile anılıyor.





St. John Şövalyelerinin buraya gelmelerinin sebebiyse Osmanlı. Bugünlerde dizinin etkisiyle Avrupalıların ona verdiği isimle, 'Muhteşem' olarak anılan Kanuni Sultan Süleyman 1522'de Rodos'u alıp şövalyeleri sürünce şövalyeler dönemin Roma imparatoru V. Karl'ın verdiği imtiyazla 1530'da Malta ve Gozo adalarına yerleşiyor ve buraları ticaretle kalkındırıyorlar.





Osmanlı bu dönemde Malta'yı ele geçirmek istese de 1565'teki 4 aylık kuşatma işe yaramıyor. Maltalılar en güçlü dönemini yaşayan Osmanlı'yı yenmiş tek kuvvet olmalarını gururla anlatıyorlar.





Kendini İsa'nın askerleri olarak gören ve kendilerini Hristiyanlığı yaymakla görevli sayan St. John şövalyelerinden bahsederken, Bodrum Kalesi yapanın onlar olduğunu hatırlatmakta da fayda var.





Osmanlı kuşatması ve saldırıları sırasında birçok yer zarar görse ve karşılıklı kayıplar verilse de Malta, tarihinin en büyük yıkımını İkinci Dünya Savaşı'nda Alman işgalinde yaşamış.





1964'teki bağımsızlığa kadar ise Malta önce Fransa, ardından da Britanya hakimiyetinde kalmış. Soldan akan trafik, Maltaca'yla birlikte resmi dil olan İngilizce ve kırmızı telefon kulübeleri de zaten hep bu Birleşik Krallık döneminde kalma izler...





Rehberimizden Malta'nın Akdeniz'deki konumununa ve stratejik önemine dair tanıdık şeyler söylerlerken çoktan başkent Valletta'nın sokaklarına varıyoruz. Şehir adını şövalyelerin büyük ustası olarak anılan Jean Parisot De La Vallette'den alıyor. Valletta'nın en keyifli yanı denize çıkan sokakları...





Bu sokaklar birçok ünlü markaya ve cafeye ev sahipliği yapıyor. Beyoğlu'nda masa krizi süre dursun, buradaki cafelerde bambaşka bir uygulama var. Cafe ve restoranların bina dışına koydukları masalar kaldırımlarda değil sokağın ortasında onlara ayrılan özel alanda yer alıyor.





Valetta'da ilk durağımız St. John Katedrali oluyor. Dıştan bakınca insanı pek de cezbetmeyen yapının içine girince bambaşka bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Yapılışının asıl amacının insanları Hristiyanlığa teşvik etmek olan yapının içerisinde 24 ayar altınla kaplanmış oyma taşlar yer alıyor.





Katedralin çanlarının öyküsü ise en az katedral kadar ilginç. Osmanlı donanması buraya o kadar çok saldırıyor ki atılan toplar eritilerek tekrar kullanılıyor. St. John'un çanları da bu geri dönüşüm uygulamasının en bilinen ürünü...





Barok mimarisiyle inşa edilmiş yapının içinde Barok akımının öncüsü Caravaggio'nun müzesi ve tabloları da yer alıyor.





Roma'da adam öldürdüğü için Malta'ya kaçan ressam burayla o kadar bütünleşmiş ki şu an adını taşıyan bir şarap markası dahi var.





Valletta'nın en görülmeye değer yerlerinden biri de Büyük Üstadlar Sarayı... Şövalyelerden yadigar kalan sarayda bugün cumhurbaşkanının ofisi bulunuyor.





Resimde gördükleriniz şövalye değiller ama 'güç koridoru' adı verilen bu bölümde zırhlar bile onların varlığını hissetmenize yetiyor. O dönemde kilolarca ağırlıktaki bu zırhları giyen şövalyelerin bırakın savaşmayı, nasıl hareket ettikleri sorusuysa insanın kafasında öylece asılı kalıyor.





Otele yerleştikten sonra akşamki hedefimiz Valletta'ya yaklaşık 20 dakika mesafede bulunan Mdina... Mdina Malta'nın eski başkenti.





Surlarla çevrili Mdina 'sessiz şehir' unvanıyla anılıyor. İçinde Vilhena Sarayı, St. Paul Katedrali başta olmak üzere birçok şapel ve tarihi yapıyı barındıran şehirde yağmurlu bir akşam geçiriyoruz.





Yazın serin olsun diye tasarlanmış dar sokaklar ve sokak lambaları ve ışıklandırılmış tarihi eserlerin ortasında kendinizi çoğu zaman bir film karesi içindeymiş gibi hissediyorsunuz.





Zaten şehir birçok yapıma da ev sahipliği yapmış. Hatta Game of Thrones'taki Yedi Krallık'ın kurgu başkenti King's Landing aslında Mdina... Etrafta kimseye denk gelmiyoruz. Rehberimizden senenin en soğuk zamanı olduğu için (14-15 dereceden bahsediliyor) kimsenin evinden çıkmadığı bilgisini alıyoruz ki Malta genelinde bu mevsimde kalabalığa uzun bir süre denk gelmiyoruz.





Gelirinin yüzde 97'sini turizmden elde eden Malta'nın kışın ilham verici bir yalnızlığı var. İkinci gün geçtiğimiz Gozo adasında bu daha da hissediliyor. Yüzde 70'i tarım alanı olan Gozo, Malta'nın yazlığı gibi. Malta'ya uzaklığı aşağı yukarı Beşiktaş-Kadıköy vapur seferi gibi bir feribot mesafesinde olan Gozo'da birçok Maltalı'nın bir evi daha var.





Malta adasındaki mimari doku, Gozo'da da farklı değil. Ama Gozo'yu tarihi açıdan çok daha değerli kılan bu yapılardan çok daha eski bir tapınak kompleksi. 'Dev kule' anlamına gelen Ggantija 5500 yıla uzanan yaşıyla tarihin en eski yapılarından biri...





Aralarında sadece 5,25 kilometre bulunan adalar arasındaki coğrafi ve mimari benzerlik sizi yanıltmasın; Gozolularla Maltalılar farklı lehçelerle konuşuyor!





Adının eğlence anlamına geldiği söylenen Gozo'nun en büyük şehri adanın ortasında bir tepede yer alan yaklaşık 6 bin 500 nüfuslu Victoria...





Victoria'nın en yüksek yerinde The Citadel (kale) var. Burada adanın neredeyse tümüne hakim geniş bir manzarayla karşılaşıyoruz.





Surların içinde artık kimse yaşamıyor. Buradaki binalar mahkeme ve piskoposluk olarak kullanılıyor.





Burada bizim en ilgimizi çekense adi suçluların cezalandırıldığı düzenek oluyor. Düzenek içine hapsedilen suçlunun halk tarafında yumurta ve domates yağmuruna tutulması sırasında onun kaçmaması amacını taşıyor.





Eski adı Rabat olan kentte camdan yapılmış elişi renkli heykellerin satıldığı birçok küçük dükkan var. Zaten alışveriş için Gozo daha uygun bir mekan. Seçenek biraz daha az ama fiyatlar burada Malta'ya göre daha uygun. Hediyelik eşyaların en popülerleri artık kullanımda olmayan sarı Malta otobüslerinin minyatürleri ve hemen hemen her boyda bulabileceğiniz Malta Şövalyeleri...





Malta mutfağında yabancısı olduğumuz bir lezzet neredeyse yok. Ne yerseniz yiyin karşılacağınız şey ise Malta peyniri... Bir tür keçi peyniri olan Malta peyniri salatadan tatlıya, kahvaltılıklardan ana yemeğe kadar bütün menülerde yer alıyor. Anasonlu patates ve karanfilli kahvede Malta'ya gitmişken mutlaka denenmesi gereken lezzetlerden...





Malta şarabı dünyada pek bilinmese de ülkede şarap restorantlarda 'Ne içersiniz?' sorusu yerine 'Kırmızı mı, beyaz mı? diye sorulacak kadar milli bir içecek.





Gittiğiniz ülkeye özgü alkollü içecek arıyorsanız da burada oldukça ilginç likörlerle karşılabilirsiniz. Kaynanadili likörünün başını çektiği Malta likörlerinin anason, incir ve keçi boynuzu gibi birçok ilginç çeşidi daha var. Bölgenin portakal ve limonu da oldukça meşhur. 14. yüzyıla kadar sadece turunç yetişen Malta'ya portakal bu dönemde Hindistan'dan gelmiş.





Gozo'daki en etkileyici manzaraya Djewra'daki Mavi Pencere'de rastlıyoruz. Tamamen doğanın eseri olan Mavi Pencere ülkenin en önemli simgelerinden biri...





Mavi Pencere'yle ilgili bir diğer detaysa Game of Thrones'taki Dothraki düğünü sahnesinin burada çekilmiş olması...





22 metreyi aşkın bir yüksekliğe sahip, masayı andıran bu dev pencere Clash of the Titans (1981), The Odyssey (1997) ve The Count of Monte Cristo (2002) filmlerinde de kullanılmış.




Akşam olduğunda Gozo adasını bitirsek de Malta'da daha görülmeyi bekleyen çok yer var. Bu yüzden ertesi sabah ilk işimiz Barrakka Gardens'a gitmek oluyor.





Burası adeta Valletta'nın terası... Bahçelerden Büyük Liman ve Üç Şehir'i panoramik olarak görmek mümkün.





Türkiye'de yıllarca yasaklı olan Midnight Express'in çekildiği yer de burası, hatta filmde İstanbul olarak gösterilen yer Büyük Liman'ın ta kendisi...





Büyük Liman ve Üç Şehir manzarasını içinden görmek isteyenler için sandal turları yapılıyor. Hava şartlarına göre hareket edilen bu gezilerde açık havada limanın çıkışına kadar sandalla gidebiliyorsunuz.





Tarihi alanlar içinde son durağımız Marsaxlokk oluyor. Hafta içi sakin bir balıkçı kasabası olarak gördüğümüz Marsa pazar günleri Malta'nın en büyük balık pazarına dönüşüyor.





Sahilinde ağlarıyla uğraşan balıkçılara rastlaybileceğiniz kasabada gelen taleple beraber birçok balık restorantı da açılmış.





Bir kış gezisi olduğu için daha çok tarihi yerlerini gördüğümüz Malta ve Gozo aslında 'deniz, kum, güneş' turistleri için de oldukça cazip... Adalarda hem her türlü aktivitenin bulunduğu ve su sporlarının yapılabildiği kalabalık plajlar hem de çok tenha plajlar bulunuyor.





Ülkede eğlence hayatının kalbinin attığı yerse Valletta'nın kuzeyindeki St. Julian's şehri. Ülkenin en lüks restorant ve cafeleri burada bulunuyor.





Denizin şehrin içine kadar sokulduğu St. Julians, keyifli bir akşam manzarasına sahip.





St. Julian's aynı zamanda Malta'da modern yapılaşmaya izin verilen tek yer, yeni bir bölge olduğu için burada ülkenin genelindeki mimari zorunluluklar uygulanmıyor.





Şehrin batısında tüm bar ve kulüplerin toplandığı Paceville adlı bir bölge var. Buranın en popüler mekanı ise Hugo's... Kış ve hafta içi de olsa mekan gece yarısından sonra tıka basa doluyor.





Maltalılar bu havada dışarı çıkmadıkları için eğlenenlerin çoğu dil okulları için Malta'ya gelen çeşitli milliyetlerden öğrenciler... Tahmin edeceğiniz gibi aralarında birçok da Türk var. Konuştuklarımız hayatlarından oldukça memnun ancak bize bir uyarıları var: Aman burada Türklerle pek takılmayın!





Fiyatlar Malta genelinde olduğu gibi burada da uygun; 2 Euro'ya bira, 5 Euro'ya kokteyl içebiliyorsunuz. Valletta'dan ülkenin her yerine geç saatlere kadar otobüs var ve bilet fiyatları 2 Euro civarında.





Uçakla İstanbul'a yaklaşık 1 saat 45 dakika uzaklıkta olan Malta, belki de hemen kuzeyindeki İtalya nedeniyle şimdiye kadar biraz gölgede kalan bir tatil veya gezi seçeneğiydi ancak konsantre bir tatil yapmak isteyenler için iyi bir seçenek. Bir yerden bir yere gitmenin ortalama en fazla 30 dakika sürdüğü ülkede birçok şeyi bir arada yapmak mümkün. Malta’ya Pazartesi ve Perşembe günleri Air Malta sefer yapıyor. Türk Hava Yolları da Air Malta ile ortak uçuş düzenliyor. Turla gitmek isteyenler için de Prontotour, dört günlük Malta turları düzenliyor.





Bütün Malta'yı gezmemize rağmen cevap bulamadığımız tek konuysa; Malta Eriği... Anavatanı Çin olan, önce Japonya'da ardından Akdeniz'de yetişmeye başlayan ama Malta'da yetişmeyen ve satılmayan meyveye biz neden Malta eriği diyoruz?

Ali Murat Ergül / ntvmsnbc































































 

SEYDİALİ

seyri alem
bir dönemin sürgün yeri şimdi turizim cenneti keşke şimdide sürgün yeri olsada gitsek :p
 
Üst