Y£$!L
New member
Maddi fetihleri, manevi fetihler sağlar

Çalışmak, gayret etmek, elinden geleni yapmak Müslüman’ın üzerine düşen görevdir. “Netice”yi, “zafer”i, “nusret”i ve “feth”i nasip etmek de bizzat Rabbimiz’in celalinin şânıdır.
Alemde meydana gelen hadiseler “sebepler”e bağlı olarak oluşuyor. Ama bu, “sebep”lerin tek ve belirleyici kaynak olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü imanımızla biliyoruz ki, sebepler perdesi altında iş gören, tüm kâinatı kudret elinde evirip çeviren tek güç Rabbimizdir. Hiçbir sebebin asli tesiri yoktur. Ancak “izin”le netice verebilir. Sebepler üzerindeki asıl tesir Rabbimize aittir. Biz tabii ki O’nun emri ve hikmeti gereği “sebeplere” müracaat ediyoruz; ama O’nu unutmadan ve yine O’ndan isteyerek. Her türlü başarıyı, şifayı, nusreti, galibiyeti gerektirecek işleri yapıyoruz ama neticeyi “sebepler”den değil, Rabbimizden bekliyoruz.
Her işimizde olduğu gibi ordularımız savaşlarımızda da Rabbimizden galibiyet nasip etmesini dua etmiştir. Başta İstanbul’un fethi olmak üzere Çanakkale’de ve İstiklal Harbi sırasında görülen harikulade haller nedense son yıllarda “hurafe” olarak tanımlanmaya başlandı. Kendisi az sesi çok bu gruba bakarsak hiçbir harbimizde sanki ilahi yardım bu millete nasip olmamış. Sanki tamamen ilahi yardımlardan mahrum bırakılmışız. Ama hadise böyle değil. Manevi olan her şeye karşı olan, bizatihi Cenab-ı Hakk’a inanmayan bu insanlar tabii ki “manevi yardımlara” da karşı olacak. Bundan normal ne olabilir ki! Ancak, “pozitivizme ve sebeplere” aşırı değer veren ve Cenab-ı Hakk’ın açık vaatlerini gözardı eden bazı Müslümanlar da ne yazık ki benzer şekilde düşünebiliyor. Onlar da, “Gökten yardım beklemeyelim, kendi işimizi kendimiz halledelim!” düşüncesindeler. Tamamen yanlış olan bu düşünceyi binlerce tarihi olay tekzip ediyor.

İşin doğrusu, en başta Bedir harbi olmak üzere bütün harplerimizde ancak ve ancak nusret-i ilahiye ile muzaffer olmuşuzdur. Hiçbir harbimizde nusret-i ilahiye olmadan zafer nasip olmamıştır. Çünkü Rabbimiz, “nasrun minallahi ve fethun karîb” buyuruyor. Yani, “Yardım/zafer Allah’tandır ve fetih de yakındır!” Yardım ve zafer’in “bir kısmı” denmiyor, “tamamı” Allah’tandır. Çünkü biz inanıyoruz ki, “gayret” bizden “tevfik” (muvaffak etmek, galip etmek, neticeye ulaştırmak) Allah’tandır. Bir kısım Müslümanların “Canım biz işimizi Allah’a bırakmayalım. Her şeyi kendimiz halledelim. Yukarıdan medet ummayalım!” şeklinde görüşlerini duyabiliyoruz. Ama bu tarihî gerçeklerle asla uyuşmuyor. Bu fikrin “çalışalım, gayret edelim, elimizden geleni yapalım” kısmı çok doğru. Ama ondan sonraki kısmı tamamen yanlış. Çünkü şanlı tarihimiz manevi fetihlerle doludur.
Bedir’de 3 bin melek yardıma koştu
Mesela Bedir harbi için Rabb’imiz 3 bin donanımlı melekle mü’minleri te’yit ettiğini bizzat kendisi ifade ediyor. Yine Hendek harbinde müşrikleri perişan eden ve mü’minlere zaferi getiren o güne kadar görülmemiş bir fırtınadır. Huneyn günü ise çok önemli bir tecrübe günüdür. Mekke daha yeni fethedilmiş, ordunun sayısı o güne kadar görülmemiş bir şekilde 12 bine ulaşmıştı. Zafer o kadar kolay görünüyordu ki. Çünkü “sebepler”e baktığımızda her şey hazırdı: Kalabalık, silah gücü... Ama savaş başladığında sahabe efendilerimiz “ordunun sayısına” güvenmemenin gerektiğini hemen anladılar. Galibiyeti “sayı”nın getirmediği bizzat tattılar. Çok ciddi bir sınama dönemi yaşandı. İçinde Resulullah Efendimiz’in olduğu ordu bozuldu. Savaşın kargaşası içinde Resûlullah (sas) savaş alanının bir köşesine çekildi..
Câbir’den yapılan bir rivâyete göre Resûlullah (sas) kaçışan Müslümanlara, “Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Resûlullah’ım, Ben Muhammed b. Abdullah’ım” diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor, insanlar alabildiğine kaçışıyordu. Bunun üzerine Resûl aleyhisselâm yanındaki Hz. Abbas’tan Müslümanları çağırmasını istedi. Hz. Abbas yüksek sesle “Ey Akabe’de biat eden Ensar, gelin! Ey Rıdvan ağacı altında bey’at edip söz veren Muhacirler, dönün! Muhammed (sas) buradadır! Nereye gidiyorsunuz?” diye bağırmaya başladı.
Bu çağrıyı duyanlar “lebbeyk” diyerek koşup Resûlullah’ın çevresinde toplanmaya başladılar. Resûlullah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların üzerine fırlattı. Çarpışma şiddetle sürerken Allah’ın arslanı Hz. Ali (ra), Havazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay Müslümanların savaş azm ve iradelerini bir kat daha artırdı. Savaş öylesine şiddet kazanmıştı ki, düşman bu kesin taarruza karşı koyamayarak hezimete uğradı ve kaçmaya başladı. Allah’ın yardımı bir kere daha yetişmişti. Bu savaştan sonra nazil olan bir âyette bu durum söyle dile getirilmektedir: “Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanızı döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti.” (Tevbe, 9/25).
Rabia Can