bu dizide gördüğümüz tüm karakterler, birer denek. öyle adaya falan gittikleri de yok. hepsi bir araştırma merkezinde kafalarında kablolarla uyuyorlar. kimi suçlu ve bu yöntemle topluma kazandırılmaya çalışılıyor kimi akıl hastası ve rehabilite edilmeye çalışıyor. kimi engelli, kimi ölümcül hasta ve kimi de kısır ve bunlar da bu yöntemle aslında hiçbir zaman ulaşamayacakları bir hayatı yaşadıklarına inanıyorlar ve mutlu oluyorlar.
denek oldukları bu deney şu şekilde işliyor, hepsinin geçmiş hikayeleri bir sistemde harmanlanıyor ve ortak tek bir senaryo oluşturuluyor. bu sayede birbirleriyle bağlantılar kurularak yönlendirilmeleri sağlanıyor. kafalarına kablo bağlı bi halde uyuyan garipler de bu olayların çoğu gerçekmiş gibi inanıyor. mesela belki john locke gerçekten normal hayatında bir şirkette çalışıyordu ve engelliydi ama onun hikayesi sawyerinkiyle kesişsin diye bazı noktalarda değiştirildi. bizim rüydaki gerçekliğe koşulsuz inanmamıza benzer bir şekilde o da inandı doğal olarak kendi geçmiş hikayesine.
tüm hikayenin adada geçmesi ve kimsenin adadan kaçamaması ve hatta tanrının bile görmemesi deyimi bu teoriyi destekliyor. çünkü ortada somut bir ada yok ki. ada beyinlerinde yaratılan sanal bir ada. zaten o yüzden bir ada. sınırları belli ve ufak bir alan.
adadaki ölümler şöyle açıklanabilir, tedavi olmuş bireylerin sistemden ayrılması için bir prosedürdür. mr eko normale döndüğünde sistemden bir anda ayıramazsınız ki, ya da bir anda görünmez olamaz. yoksa adadaki diğer bireyler bunu sorgulardı. onun yerine ölmüş gibi yaptılar. böylece hem eko simulasyondan çıktı, hem bu gelişme ada sakinlerini (nasıl sakinse artık) farklı bir yöne taşıdı.
tüm o yaratıklar falanlar filanlar bizimkileri biraz korkutup aynı bölgede kalmalarını sağlamak için. böylece adayı kurcalamayıp rahat duracak ve simulasyonun gerçekliğine inanmaya devam edeceklerdi.
son bölümdeki sihirli kutu da benim teorimi destekliyor bence. ancak sanal bir dünyada istediğinizi yaratabilirsiniz
denek oldukları bu deney şu şekilde işliyor, hepsinin geçmiş hikayeleri bir sistemde harmanlanıyor ve ortak tek bir senaryo oluşturuluyor. bu sayede birbirleriyle bağlantılar kurularak yönlendirilmeleri sağlanıyor. kafalarına kablo bağlı bi halde uyuyan garipler de bu olayların çoğu gerçekmiş gibi inanıyor. mesela belki john locke gerçekten normal hayatında bir şirkette çalışıyordu ve engelliydi ama onun hikayesi sawyerinkiyle kesişsin diye bazı noktalarda değiştirildi. bizim rüydaki gerçekliğe koşulsuz inanmamıza benzer bir şekilde o da inandı doğal olarak kendi geçmiş hikayesine.
tüm hikayenin adada geçmesi ve kimsenin adadan kaçamaması ve hatta tanrının bile görmemesi deyimi bu teoriyi destekliyor. çünkü ortada somut bir ada yok ki. ada beyinlerinde yaratılan sanal bir ada. zaten o yüzden bir ada. sınırları belli ve ufak bir alan.
adadaki ölümler şöyle açıklanabilir, tedavi olmuş bireylerin sistemden ayrılması için bir prosedürdür. mr eko normale döndüğünde sistemden bir anda ayıramazsınız ki, ya da bir anda görünmez olamaz. yoksa adadaki diğer bireyler bunu sorgulardı. onun yerine ölmüş gibi yaptılar. böylece hem eko simulasyondan çıktı, hem bu gelişme ada sakinlerini (nasıl sakinse artık) farklı bir yöne taşıdı.
tüm o yaratıklar falanlar filanlar bizimkileri biraz korkutup aynı bölgede kalmalarını sağlamak için. böylece adayı kurcalamayıp rahat duracak ve simulasyonun gerçekliğine inanmaya devam edeceklerdi.
son bölümdeki sihirli kutu da benim teorimi destekliyor bence. ancak sanal bir dünyada istediğinizi yaratabilirsiniz