ςคﻮคtคא_кђคภร khans
New member
Lenin hayranlığı ve aydınların çifte standardı!
Geçtiğimiz günlerde çok anlamlı; ama üzerinde yeterince durulmayan bir olay vuku buldu.
TBMM Başkanı Bülent Arınç resmî Moskova ziyaretinde Lenin’in mozolesini ziyaret etti ve bir soru üzerine “Lenin’i ölü görmek çok güzel.” dedi. Arınç’ın bu sözü bazılarının şiddetli tepkisini çekti. Motivasyonları farklı olmakla birlikte, sağcı sosyalist, solcu sosyalist, İslamcı sosyalist ve Kemalist sosyalist-Atatürkçü faşist kişi ve kesimler Arınç’ı sert biçimde eleştirdi. Bazıları, eleştirinin çok ötesine geçerek açıkça saldırdı. Bu eleştiriler Arınç’ın “patavatsız”lığından, diplomatik bir gaf işlemesinden, Ruslara karşı nezaketsizliğinden tutun, Lenin’in büyüklüğüne, insanlığa hizmetine ve İstiklal Harbi’nin Lenin’in yardımı olmadan başarılamayacağına kadar uzanmaktaydı. Türk medyasının önemli bir bölümünün evrensel gazetecilik ahlakından ve standartlarından ne denli uzak olduğundan da haberdarız. Ancak, bu olay sadece bu yönleriyle ele alınması gereken bir olay olmaktan çok uzaktır. Arınç’ın sözüne gösterilen tepkiler ve bu tepkiler içinde takınılan tavırlar ve dile getirilen kimi görüşler çok vahim ve sadece sınırlarımızla kayıtlı kalmayan derin bir insani probleme işaret etmektedir.
Totalitarizmin öncüleri ve Lenin...
Bu problem çerçevesinde cevabını aramamız gereken pek çok soru vardır: Lenin kimdir? Ne yapmış, neyle tarihe geçmiştir? İnsanlığa katkısı nedir ki bazıları onu ölümünün üzerinden bir asra yakın bir süre geçmesine rağmen hayranlık ve minnetle yâd etmektedir? Lenin’e duyulan hayranlık sadece onun şahsı ve hayatıyla mı sınırlıdır yoksa temsilcisi olduğu ideolojiye ve kurduğu sisteme hayranlığı da kapsamakta mıdır? Lenin’in diğer 20. yüzyıl mutlak diktatörleri olan Mussolini ve Hitler’den ve Leninist sistemin Mussolini ve Hitler’in sistemlerinden farkları ve varsa insani ve ahlaki bakımdan üstünlükleri nelerdir? Niçin Hitler ve Mussolini isimleri hemen hemen her yerde ve her zaman nefretle anılırken Lenin ve hatta Stalin isimleri bazılarınca hayranlıkla zikredilmektedir? Neden nasyonal sosyalist ve faşist sistem lanetlenirken Lenin’in sosyalist sistemi göklere çıkarılmaktadır? Nazilere sorulan hesap Doğu Avrupa’daki ve Sovyet Sistemi’ndeki iktidar sahiplerine neden sorulmamıştır? Bütün bu sorulara ve peşlerinden gelecek benzer sorulara ahlaklı ve insancıl bir cevap verebilmek için Lenin’in kim olup ne yaptığından ve nasıl bir sistem kurduğundan başlayıp bu sistemin özelliklerine ve totaliter sistemler arasındaki göbek bağlarına değinmek gerekiyor.
Aristokrat bir ailenin oğlu olarak 1870’te Simbirsk şehrinde doğan Vladmir İlich Ulianov, dindar ve disiplinli bir ailede büyüdü. Aristokrat aile çocuklarında görülen suçluluk duygusunu üzerinde taşımakla beraber ilk gençlik yıllarında “iyi” bir öğrenciydi ve siyasetle pek ilgilenmedi. Lenin’in gitgide radikalleşmesinde ve iyice politize olmasında ailesinin ve kendisinin bizzat yaşadığı problemler çok etkili oldu. Lenin’in ağabeyi Alexander, Çar 3. Alexander’a düzenlenen suikasta karıştığı gerekçesiyle idam edildi. Lenin 1887’de Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Küçük çaplı bir öğrenci olayına karışması üzerine üniversiteden atıldı. Dul annesinin ricalarına rağmen üniversiteye dönmesine izin verilmedi. Basit bir olaydan dolayı böyle ağır bir cezayla müeyyidelendirilmesi Lenin’i rejime karşı gittikçe artan bir kin beslemeye sevk etti. Rusya’nın çarlık rejimi Avrupa’nın en otokratik, en baskıcı rejimlerinden biriydi ve asırlarca neredeyse sınırsız bir yasama, yürütme ve yargı yetkisi kullanmış ve iktidarını ordu ve polise dayamış bu rejim çok yavaş değişmekteydi. Avrupa’da yüzyıllar önce doğan iktidarı denetleme ve sınırlama yöntemleri ve bu işlevi üstlenen (toprakta özel mülkiyet gibi) kurumlar daha yeni yeni Rusya’da zemin bulmaya çalışmaktaydı. Ama, Lenin’in kuracağı rejim, her bakımdan, karşı olduğu çarlığa rahmet okutacak mahiyette oldu.
Lenin sadece rejimden değil, idam edilen kardeşinin suçu yüzünden ailesini görmezden gelen, içinden çıktığı, “burjuva”dan da nefret etmekteydi. Nefret onun siyasi kariyerindeki en önemli unsurdu. Sosyalist bir devrim peşinde koşması ise yoksullara duyduğu bir yakınlık ve daha adil bir düzen arayışından değil sosyalizmin tarihte ilerici bir aşama teşkil ettiğine inanmasındandı. Nefret Lenin’in hayatından asla eksik olmadı. Nitekim, 1890’larda onunla yakın işbirliği yapmış Strove, yıllar sonra Lenin’in ana karakter özelliğinin nefret olduğunu yazdı. Üniversite otoriteleri sonunda yumuşadı ve 1891’de Lenin’in dışarıdan sınavlara girip diploma almasına imkan sağladı. Mezun olur olmaz St. Petersburg’a giden Lenin hemen devrimci sosyalist faaliyetlere katıldı. Disiplinliydi, enerjikti, kendini tamamen devrime adamıştı. 1896’da otokratik çarlık rejimi tarafından işçileri greve teşvik ettiği gerekçesiyle Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Orada üç yıl kaldı. Okudu, yazdı, çevirdi. Bu esnada sosyalist tezleri esneten revizyonist hareketin bütün Avrupa’da yayılmasından büyük rahatsızlık duydu. Sürgün biter bitmez Almanya’ya gitti. Katı Marksist çizgiyi savunmak için Iskra (Kıvılcım) dergisini yayımlamaya başladı. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin radikal kanadının öncüsüydü. Her zaman demir disiplinli bir sosyalist devrimci örgütü savundu. Rusya’da devrimi savunmak için Marksizm’in devrimin ileri kapitalist ülkelerde olacağı yolundaki tezini reddetti. Ona göre Rusya zaten kapitalizmin pençesinde kıvranmaktaydı ve bu yüzden Rusya’da devrim olabilirdi. Lenin’e göre işçi sınıfının sosyalizmi anlaması ve devrime öncülük etmesi de düşünülemezdi. Aksine, işçi sınıfına dışarıdan bilinç aşılanmalı ve bu sınıf demir disiplinli bir örgüt tarafından idare edilmeliydi. Yirmi dört saati kapsayan profesyonel devrimcilik ve öncü parti teorisi Lenin’in eseriydi. Bunlar, kuracağı sistemde, sadece parti örgütü içindeki devrimcilerin değil toplumun her bireyinin devamlı gözetleneceğinin ve sadece işçi sınıfına değil bütün topluma her alanda önderlik edecek tek partinin elinde bütün iktidarın toplanacağının ilk işaretleriydi.
Lenin 1900’den 1917’ye kadar yurtdışında kaldı. Bu dönemde sadece bir defa, 1905’te, çarın ölümünden sonra Ruslara siyasi teşkilatlanma hakkı tanındığında geldi. Bu hakka rağmen sosyalist örgütlerin-akımların tamamı üye bulmakta çok başarısızdı. 1910’da, 150 milyon nüfuslu ülkede, yalnızca on bin kişi radikal örgütlere üyeydi. Sonra Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş, sosyalistleri bir bakıma hayal kırıklığına uğrattı; zira onlar sınıf bilinci ve bağlılığının etnik ve milliyetçi bağları aşacağını sanıyordu. Böyle olmadığını gördüler; ama bu son görüşleri değildi. Birkaç yıl sonra Lenin sosyalist bir sistem kurmak için Polonya’yı işgale kalkıştığında da Polonyalı işçiler canla başla ülkelerini Sovyetlere karşı savunacaktı.
1917 Bolşevik devrimine doğru
Savaş bütün Avrupa’yı ve Rusya’yı allak bullak etti. 1915’in baharında Alman kuvvetleri, Avusturya kuvvetleriyle birlikte, Rusya’ya girdi ve Çarın ordularını yüzlerce mil doğuya sürdü. Rusya zengin topraklarından bir bölümünü kaybetti. Siyasi ortam gibi ekonomik ortam da kötüleşti. Kıtlık ve açlıklar baş gösterdi. Sovyet devrimini başlatan kıvılcım Mart 1917 başlarında Petrograd garnizonundaki isyanla geldi. Askerlikten muaf tutulmaları gerektiğini düşünen yaşlı köylülerden oluşan askeri birlikler halka ateş açmayı reddettiler. İsyan çıkardılar. Durum kötüleşirken generaller, çarı, Rusya’nın bozgundan kurtarılması adına istifaya ikna etti. Çar 15 Mart’ta tahttan indi. Onun ardından iktidarı, kendini Geçici Hükümet diye adlandıran bir komite devraldı. Bu esnada, çok dar; ama çok disiplinli bir grup olan Leninci sosyalistler Petrograd’da işçi ve asker temsilcilerinden oluşan bir Sovyet topladılar. Geçici Hükümet cumhuriyetçi bir yönetim tarzına geçmek için bir Kurucu Meclis toplamayı vaat etti. Ancak, başka ve daha acil görünen işler yüzünden bunu ihmal etti. Köylü kitlelerinin temel arzusu olan toprak reformu alanında da adım atmadı. Kızgın köylüler özel mülklere saldırmaya ve bunu gören köyden gelme askerler bu yağmadan pay kapmak için cepheyi terk etmeye başladı. Azınlıklardan da bağımsızlık sesleri gelmekteydi. Bütün bunlara rağmen Geçici Hükümet savaşı sürdürmekte ısrar etti. Şartlar Lenin’e beklediği anın geldiğini gösterir gibiydi. 1917 başlarında, yaşamakta olduğu İsviçre’den Rusya’ya dönmek istedi. Almanlar ve Avusturyalılar Lenin gibi göçmenleri yakından izliyordu. Lenin İsviçre’deki Alman elçisine başvurdu ve Rusya’ya dönmesine yardım edilmesini istedi. Almanya Lenin’e ve diğer göçmenlere sadece Alman topraklarından güvenli geçiş izni vermekle kalmadı, partisini kurması için para yardımı da yaptı. Almanya’nın beklentisi, doğuda savaşın bitmesi ve böylece oraya saplanıp kalan askerî kuvvetlerini batı cephesine kaydırma imkanına sahip olmasıydı.. Lenin’in taraftarları azdı; ama çok iyi örgütlenmişti ve partinin merkez komitesinin emirlerine harfiyen uymaktaydı. Rakipleri aynı avantajlara sahip değildi. Lenin Petrograd’a varır varmaz saldırılarına başladı. Temmuz 1917’de başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Hükümet Almanya’nın Lenin’e destek sağladığını gösteren belgeleri açıklayarak Lenin’in itibarını sarstı ve bu isyanı bastırdı. Lenin ve Troçki gibi önderler için tutuklama emri çıkardı. Troçki hapse girdi; ama Lenin Finlandiya’ya kaçtı ve kasıma kadar orada kaldı.
Geçtiğimiz günlerde çok anlamlı; ama üzerinde yeterince durulmayan bir olay vuku buldu.
TBMM Başkanı Bülent Arınç resmî Moskova ziyaretinde Lenin’in mozolesini ziyaret etti ve bir soru üzerine “Lenin’i ölü görmek çok güzel.” dedi. Arınç’ın bu sözü bazılarının şiddetli tepkisini çekti. Motivasyonları farklı olmakla birlikte, sağcı sosyalist, solcu sosyalist, İslamcı sosyalist ve Kemalist sosyalist-Atatürkçü faşist kişi ve kesimler Arınç’ı sert biçimde eleştirdi. Bazıları, eleştirinin çok ötesine geçerek açıkça saldırdı. Bu eleştiriler Arınç’ın “patavatsız”lığından, diplomatik bir gaf işlemesinden, Ruslara karşı nezaketsizliğinden tutun, Lenin’in büyüklüğüne, insanlığa hizmetine ve İstiklal Harbi’nin Lenin’in yardımı olmadan başarılamayacağına kadar uzanmaktaydı. Türk medyasının önemli bir bölümünün evrensel gazetecilik ahlakından ve standartlarından ne denli uzak olduğundan da haberdarız. Ancak, bu olay sadece bu yönleriyle ele alınması gereken bir olay olmaktan çok uzaktır. Arınç’ın sözüne gösterilen tepkiler ve bu tepkiler içinde takınılan tavırlar ve dile getirilen kimi görüşler çok vahim ve sadece sınırlarımızla kayıtlı kalmayan derin bir insani probleme işaret etmektedir.
Totalitarizmin öncüleri ve Lenin...
Bu problem çerçevesinde cevabını aramamız gereken pek çok soru vardır: Lenin kimdir? Ne yapmış, neyle tarihe geçmiştir? İnsanlığa katkısı nedir ki bazıları onu ölümünün üzerinden bir asra yakın bir süre geçmesine rağmen hayranlık ve minnetle yâd etmektedir? Lenin’e duyulan hayranlık sadece onun şahsı ve hayatıyla mı sınırlıdır yoksa temsilcisi olduğu ideolojiye ve kurduğu sisteme hayranlığı da kapsamakta mıdır? Lenin’in diğer 20. yüzyıl mutlak diktatörleri olan Mussolini ve Hitler’den ve Leninist sistemin Mussolini ve Hitler’in sistemlerinden farkları ve varsa insani ve ahlaki bakımdan üstünlükleri nelerdir? Niçin Hitler ve Mussolini isimleri hemen hemen her yerde ve her zaman nefretle anılırken Lenin ve hatta Stalin isimleri bazılarınca hayranlıkla zikredilmektedir? Neden nasyonal sosyalist ve faşist sistem lanetlenirken Lenin’in sosyalist sistemi göklere çıkarılmaktadır? Nazilere sorulan hesap Doğu Avrupa’daki ve Sovyet Sistemi’ndeki iktidar sahiplerine neden sorulmamıştır? Bütün bu sorulara ve peşlerinden gelecek benzer sorulara ahlaklı ve insancıl bir cevap verebilmek için Lenin’in kim olup ne yaptığından ve nasıl bir sistem kurduğundan başlayıp bu sistemin özelliklerine ve totaliter sistemler arasındaki göbek bağlarına değinmek gerekiyor.
Aristokrat bir ailenin oğlu olarak 1870’te Simbirsk şehrinde doğan Vladmir İlich Ulianov, dindar ve disiplinli bir ailede büyüdü. Aristokrat aile çocuklarında görülen suçluluk duygusunu üzerinde taşımakla beraber ilk gençlik yıllarında “iyi” bir öğrenciydi ve siyasetle pek ilgilenmedi. Lenin’in gitgide radikalleşmesinde ve iyice politize olmasında ailesinin ve kendisinin bizzat yaşadığı problemler çok etkili oldu. Lenin’in ağabeyi Alexander, Çar 3. Alexander’a düzenlenen suikasta karıştığı gerekçesiyle idam edildi. Lenin 1887’de Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Küçük çaplı bir öğrenci olayına karışması üzerine üniversiteden atıldı. Dul annesinin ricalarına rağmen üniversiteye dönmesine izin verilmedi. Basit bir olaydan dolayı böyle ağır bir cezayla müeyyidelendirilmesi Lenin’i rejime karşı gittikçe artan bir kin beslemeye sevk etti. Rusya’nın çarlık rejimi Avrupa’nın en otokratik, en baskıcı rejimlerinden biriydi ve asırlarca neredeyse sınırsız bir yasama, yürütme ve yargı yetkisi kullanmış ve iktidarını ordu ve polise dayamış bu rejim çok yavaş değişmekteydi. Avrupa’da yüzyıllar önce doğan iktidarı denetleme ve sınırlama yöntemleri ve bu işlevi üstlenen (toprakta özel mülkiyet gibi) kurumlar daha yeni yeni Rusya’da zemin bulmaya çalışmaktaydı. Ama, Lenin’in kuracağı rejim, her bakımdan, karşı olduğu çarlığa rahmet okutacak mahiyette oldu.
Lenin sadece rejimden değil, idam edilen kardeşinin suçu yüzünden ailesini görmezden gelen, içinden çıktığı, “burjuva”dan da nefret etmekteydi. Nefret onun siyasi kariyerindeki en önemli unsurdu. Sosyalist bir devrim peşinde koşması ise yoksullara duyduğu bir yakınlık ve daha adil bir düzen arayışından değil sosyalizmin tarihte ilerici bir aşama teşkil ettiğine inanmasındandı. Nefret Lenin’in hayatından asla eksik olmadı. Nitekim, 1890’larda onunla yakın işbirliği yapmış Strove, yıllar sonra Lenin’in ana karakter özelliğinin nefret olduğunu yazdı. Üniversite otoriteleri sonunda yumuşadı ve 1891’de Lenin’in dışarıdan sınavlara girip diploma almasına imkan sağladı. Mezun olur olmaz St. Petersburg’a giden Lenin hemen devrimci sosyalist faaliyetlere katıldı. Disiplinliydi, enerjikti, kendini tamamen devrime adamıştı. 1896’da otokratik çarlık rejimi tarafından işçileri greve teşvik ettiği gerekçesiyle Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Orada üç yıl kaldı. Okudu, yazdı, çevirdi. Bu esnada sosyalist tezleri esneten revizyonist hareketin bütün Avrupa’da yayılmasından büyük rahatsızlık duydu. Sürgün biter bitmez Almanya’ya gitti. Katı Marksist çizgiyi savunmak için Iskra (Kıvılcım) dergisini yayımlamaya başladı. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin radikal kanadının öncüsüydü. Her zaman demir disiplinli bir sosyalist devrimci örgütü savundu. Rusya’da devrimi savunmak için Marksizm’in devrimin ileri kapitalist ülkelerde olacağı yolundaki tezini reddetti. Ona göre Rusya zaten kapitalizmin pençesinde kıvranmaktaydı ve bu yüzden Rusya’da devrim olabilirdi. Lenin’e göre işçi sınıfının sosyalizmi anlaması ve devrime öncülük etmesi de düşünülemezdi. Aksine, işçi sınıfına dışarıdan bilinç aşılanmalı ve bu sınıf demir disiplinli bir örgüt tarafından idare edilmeliydi. Yirmi dört saati kapsayan profesyonel devrimcilik ve öncü parti teorisi Lenin’in eseriydi. Bunlar, kuracağı sistemde, sadece parti örgütü içindeki devrimcilerin değil toplumun her bireyinin devamlı gözetleneceğinin ve sadece işçi sınıfına değil bütün topluma her alanda önderlik edecek tek partinin elinde bütün iktidarın toplanacağının ilk işaretleriydi.
Lenin 1900’den 1917’ye kadar yurtdışında kaldı. Bu dönemde sadece bir defa, 1905’te, çarın ölümünden sonra Ruslara siyasi teşkilatlanma hakkı tanındığında geldi. Bu hakka rağmen sosyalist örgütlerin-akımların tamamı üye bulmakta çok başarısızdı. 1910’da, 150 milyon nüfuslu ülkede, yalnızca on bin kişi radikal örgütlere üyeydi. Sonra Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş, sosyalistleri bir bakıma hayal kırıklığına uğrattı; zira onlar sınıf bilinci ve bağlılığının etnik ve milliyetçi bağları aşacağını sanıyordu. Böyle olmadığını gördüler; ama bu son görüşleri değildi. Birkaç yıl sonra Lenin sosyalist bir sistem kurmak için Polonya’yı işgale kalkıştığında da Polonyalı işçiler canla başla ülkelerini Sovyetlere karşı savunacaktı.
1917 Bolşevik devrimine doğru
Savaş bütün Avrupa’yı ve Rusya’yı allak bullak etti. 1915’in baharında Alman kuvvetleri, Avusturya kuvvetleriyle birlikte, Rusya’ya girdi ve Çarın ordularını yüzlerce mil doğuya sürdü. Rusya zengin topraklarından bir bölümünü kaybetti. Siyasi ortam gibi ekonomik ortam da kötüleşti. Kıtlık ve açlıklar baş gösterdi. Sovyet devrimini başlatan kıvılcım Mart 1917 başlarında Petrograd garnizonundaki isyanla geldi. Askerlikten muaf tutulmaları gerektiğini düşünen yaşlı köylülerden oluşan askeri birlikler halka ateş açmayı reddettiler. İsyan çıkardılar. Durum kötüleşirken generaller, çarı, Rusya’nın bozgundan kurtarılması adına istifaya ikna etti. Çar 15 Mart’ta tahttan indi. Onun ardından iktidarı, kendini Geçici Hükümet diye adlandıran bir komite devraldı. Bu esnada, çok dar; ama çok disiplinli bir grup olan Leninci sosyalistler Petrograd’da işçi ve asker temsilcilerinden oluşan bir Sovyet topladılar. Geçici Hükümet cumhuriyetçi bir yönetim tarzına geçmek için bir Kurucu Meclis toplamayı vaat etti. Ancak, başka ve daha acil görünen işler yüzünden bunu ihmal etti. Köylü kitlelerinin temel arzusu olan toprak reformu alanında da adım atmadı. Kızgın köylüler özel mülklere saldırmaya ve bunu gören köyden gelme askerler bu yağmadan pay kapmak için cepheyi terk etmeye başladı. Azınlıklardan da bağımsızlık sesleri gelmekteydi. Bütün bunlara rağmen Geçici Hükümet savaşı sürdürmekte ısrar etti. Şartlar Lenin’e beklediği anın geldiğini gösterir gibiydi. 1917 başlarında, yaşamakta olduğu İsviçre’den Rusya’ya dönmek istedi. Almanlar ve Avusturyalılar Lenin gibi göçmenleri yakından izliyordu. Lenin İsviçre’deki Alman elçisine başvurdu ve Rusya’ya dönmesine yardım edilmesini istedi. Almanya Lenin’e ve diğer göçmenlere sadece Alman topraklarından güvenli geçiş izni vermekle kalmadı, partisini kurması için para yardımı da yaptı. Almanya’nın beklentisi, doğuda savaşın bitmesi ve böylece oraya saplanıp kalan askerî kuvvetlerini batı cephesine kaydırma imkanına sahip olmasıydı.. Lenin’in taraftarları azdı; ama çok iyi örgütlenmişti ve partinin merkez komitesinin emirlerine harfiyen uymaktaydı. Rakipleri aynı avantajlara sahip değildi. Lenin Petrograd’a varır varmaz saldırılarına başladı. Temmuz 1917’de başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Hükümet Almanya’nın Lenin’e destek sağladığını gösteren belgeleri açıklayarak Lenin’in itibarını sarstı ve bu isyanı bastırdı. Lenin ve Troçki gibi önderler için tutuklama emri çıkardı. Troçki hapse girdi; ama Lenin Finlandiya’ya kaçtı ve kasıma kadar orada kaldı.