Lenin hayranlığı ve aydınların çifte standardı!

Katılım
1 Eki 2005
Mesajlar
1,176
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
K.F.L.'den:)
Lenin hayranlığı ve aydınların çifte standardı!

Geçtiğimiz günlerde çok anlamlı; ama üzerinde yeterince durulmayan bir olay vuku buldu.


TBMM Başkanı Bülent Arınç resmî Moskova ziyaretinde Lenin’in mozolesini ziyaret etti ve bir soru üzerine “Lenin’i ölü görmek çok güzel.” dedi. Arınç’ın bu sözü bazılarının şiddetli tepkisini çekti. Motivasyonları farklı olmakla birlikte, sağcı sosyalist, solcu sosyalist, İslamcı sosyalist ve Kemalist sosyalist-Atatürkçü faşist kişi ve kesimler Arınç’ı sert biçimde eleştirdi. Bazıları, eleştirinin çok ötesine geçerek açıkça saldırdı. Bu eleştiriler Arınç’ın “patavatsız”lığından, diplomatik bir gaf işlemesinden, Ruslara karşı nezaketsizliğinden tutun, Lenin’in büyüklüğüne, insanlığa hizmetine ve İstiklal Harbi’nin Lenin’in yardımı olmadan başarılamayacağına kadar uzanmaktaydı. Türk medyasının önemli bir bölümünün evrensel gazetecilik ahlakından ve standartlarından ne denli uzak olduğundan da haberdarız. Ancak, bu olay sadece bu yönleriyle ele alınması gereken bir olay olmaktan çok uzaktır. Arınç’ın sözüne gösterilen tepkiler ve bu tepkiler içinde takınılan tavırlar ve dile getirilen kimi görüşler çok vahim ve sadece sınırlarımızla kayıtlı kalmayan derin bir insani probleme işaret etmektedir.

Totalitarizmin öncüleri ve Lenin...

Bu problem çerçevesinde cevabını aramamız gereken pek çok soru vardır: Lenin kimdir? Ne yapmış, neyle tarihe geçmiştir? İnsanlığa katkısı nedir ki bazıları onu ölümünün üzerinden bir asra yakın bir süre geçmesine rağmen hayranlık ve minnetle yâd etmektedir? Lenin’e duyulan hayranlık sadece onun şahsı ve hayatıyla mı sınırlıdır yoksa temsilcisi olduğu ideolojiye ve kurduğu sisteme hayranlığı da kapsamakta mıdır? Lenin’in diğer 20. yüzyıl mutlak diktatörleri olan Mussolini ve Hitler’den ve Leninist sistemin Mussolini ve Hitler’in sistemlerinden farkları ve varsa insani ve ahlaki bakımdan üstünlükleri nelerdir? Niçin Hitler ve Mussolini isimleri hemen hemen her yerde ve her zaman nefretle anılırken Lenin ve hatta Stalin isimleri bazılarınca hayranlıkla zikredilmektedir? Neden nasyonal sosyalist ve faşist sistem lanetlenirken Lenin’in sosyalist sistemi göklere çıkarılmaktadır? Nazilere sorulan hesap Doğu Avrupa’daki ve Sovyet Sistemi’ndeki iktidar sahiplerine neden sorulmamıştır? Bütün bu sorulara ve peşlerinden gelecek benzer sorulara ahlaklı ve insancıl bir cevap verebilmek için Lenin’in kim olup ne yaptığından ve nasıl bir sistem kurduğundan başlayıp bu sistemin özelliklerine ve totaliter sistemler arasındaki göbek bağlarına değinmek gerekiyor.

Aristokrat bir ailenin oğlu olarak 1870’te Simbirsk şehrinde doğan Vladmir İlich Ulianov, dindar ve disiplinli bir ailede büyüdü. Aristokrat aile çocuklarında görülen suçluluk duygusunu üzerinde taşımakla beraber ilk gençlik yıllarında “iyi” bir öğrenciydi ve siyasetle pek ilgilenmedi. Lenin’in gitgide radikalleşmesinde ve iyice politize olmasında ailesinin ve kendisinin bizzat yaşadığı problemler çok etkili oldu. Lenin’in ağabeyi Alexander, Çar 3. Alexander’a düzenlenen suikasta karıştığı gerekçesiyle idam edildi. Lenin 1887’de Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Küçük çaplı bir öğrenci olayına karışması üzerine üniversiteden atıldı. Dul annesinin ricalarına rağmen üniversiteye dönmesine izin verilmedi. Basit bir olaydan dolayı böyle ağır bir cezayla müeyyidelendirilmesi Lenin’i rejime karşı gittikçe artan bir kin beslemeye sevk etti. Rusya’nın çarlık rejimi Avrupa’nın en otokratik, en baskıcı rejimlerinden biriydi ve asırlarca neredeyse sınırsız bir yasama, yürütme ve yargı yetkisi kullanmış ve iktidarını ordu ve polise dayamış bu rejim çok yavaş değişmekteydi. Avrupa’da yüzyıllar önce doğan iktidarı denetleme ve sınırlama yöntemleri ve bu işlevi üstlenen (toprakta özel mülkiyet gibi) kurumlar daha yeni yeni Rusya’da zemin bulmaya çalışmaktaydı. Ama, Lenin’in kuracağı rejim, her bakımdan, karşı olduğu çarlığa rahmet okutacak mahiyette oldu.

Lenin sadece rejimden değil, idam edilen kardeşinin suçu yüzünden ailesini görmezden gelen, içinden çıktığı, “burjuva”dan da nefret etmekteydi. Nefret onun siyasi kariyerindeki en önemli unsurdu. Sosyalist bir devrim peşinde koşması ise yoksullara duyduğu bir yakınlık ve daha adil bir düzen arayışından değil sosyalizmin tarihte ilerici bir aşama teşkil ettiğine inanmasındandı. Nefret Lenin’in hayatından asla eksik olmadı. Nitekim, 1890’larda onunla yakın işbirliği yapmış Strove, yıllar sonra Lenin’in ana karakter özelliğinin nefret olduğunu yazdı. Üniversite otoriteleri sonunda yumuşadı ve 1891’de Lenin’in dışarıdan sınavlara girip diploma almasına imkan sağladı. Mezun olur olmaz St. Petersburg’a giden Lenin hemen devrimci sosyalist faaliyetlere katıldı. Disiplinliydi, enerjikti, kendini tamamen devrime adamıştı. 1896’da otokratik çarlık rejimi tarafından işçileri greve teşvik ettiği gerekçesiyle Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Orada üç yıl kaldı. Okudu, yazdı, çevirdi. Bu esnada sosyalist tezleri esneten revizyonist hareketin bütün Avrupa’da yayılmasından büyük rahatsızlık duydu. Sürgün biter bitmez Almanya’ya gitti. Katı Marksist çizgiyi savunmak için Iskra (Kıvılcım) dergisini yayımlamaya başladı. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin radikal kanadının öncüsüydü. Her zaman demir disiplinli bir sosyalist devrimci örgütü savundu. Rusya’da devrimi savunmak için Marksizm’in devrimin ileri kapitalist ülkelerde olacağı yolundaki tezini reddetti. Ona göre Rusya zaten kapitalizmin pençesinde kıvranmaktaydı ve bu yüzden Rusya’da devrim olabilirdi. Lenin’e göre işçi sınıfının sosyalizmi anlaması ve devrime öncülük etmesi de düşünülemezdi. Aksine, işçi sınıfına dışarıdan bilinç aşılanmalı ve bu sınıf demir disiplinli bir örgüt tarafından idare edilmeliydi. Yirmi dört saati kapsayan profesyonel devrimcilik ve öncü parti teorisi Lenin’in eseriydi. Bunlar, kuracağı sistemde, sadece parti örgütü içindeki devrimcilerin değil toplumun her bireyinin devamlı gözetleneceğinin ve sadece işçi sınıfına değil bütün topluma her alanda önderlik edecek tek partinin elinde bütün iktidarın toplanacağının ilk işaretleriydi.

Lenin 1900’den 1917’ye kadar yurtdışında kaldı. Bu dönemde sadece bir defa, 1905’te, çarın ölümünden sonra Ruslara siyasi teşkilatlanma hakkı tanındığında geldi. Bu hakka rağmen sosyalist örgütlerin-akımların tamamı üye bulmakta çok başarısızdı. 1910’da, 150 milyon nüfuslu ülkede, yalnızca on bin kişi radikal örgütlere üyeydi. Sonra Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş, sosyalistleri bir bakıma hayal kırıklığına uğrattı; zira onlar sınıf bilinci ve bağlılığının etnik ve milliyetçi bağları aşacağını sanıyordu. Böyle olmadığını gördüler; ama bu son görüşleri değildi. Birkaç yıl sonra Lenin sosyalist bir sistem kurmak için Polonya’yı işgale kalkıştığında da Polonyalı işçiler canla başla ülkelerini Sovyetlere karşı savunacaktı.

1917 Bolşevik devrimine doğru

Savaş bütün Avrupa’yı ve Rusya’yı allak bullak etti. 1915’in baharında Alman kuvvetleri, Avusturya kuvvetleriyle birlikte, Rusya’ya girdi ve Çarın ordularını yüzlerce mil doğuya sürdü. Rusya zengin topraklarından bir bölümünü kaybetti. Siyasi ortam gibi ekonomik ortam da kötüleşti. Kıtlık ve açlıklar baş gösterdi. Sovyet devrimini başlatan kıvılcım Mart 1917 başlarında Petrograd garnizonundaki isyanla geldi. Askerlikten muaf tutulmaları gerektiğini düşünen yaşlı köylülerden oluşan askeri birlikler halka ateş açmayı reddettiler. İsyan çıkardılar. Durum kötüleşirken generaller, çarı, Rusya’nın bozgundan kurtarılması adına istifaya ikna etti. Çar 15 Mart’ta tahttan indi. Onun ardından iktidarı, kendini Geçici Hükümet diye adlandıran bir komite devraldı. Bu esnada, çok dar; ama çok disiplinli bir grup olan Leninci sosyalistler Petrograd’da işçi ve asker temsilcilerinden oluşan bir Sovyet topladılar. Geçici Hükümet cumhuriyetçi bir yönetim tarzına geçmek için bir Kurucu Meclis toplamayı vaat etti. Ancak, başka ve daha acil görünen işler yüzünden bunu ihmal etti. Köylü kitlelerinin temel arzusu olan toprak reformu alanında da adım atmadı. Kızgın köylüler özel mülklere saldırmaya ve bunu gören köyden gelme askerler bu yağmadan pay kapmak için cepheyi terk etmeye başladı. Azınlıklardan da bağımsızlık sesleri gelmekteydi. Bütün bunlara rağmen Geçici Hükümet savaşı sürdürmekte ısrar etti. Şartlar Lenin’e beklediği anın geldiğini gösterir gibiydi. 1917 başlarında, yaşamakta olduğu İsviçre’den Rusya’ya dönmek istedi. Almanlar ve Avusturyalılar Lenin gibi göçmenleri yakından izliyordu. Lenin İsviçre’deki Alman elçisine başvurdu ve Rusya’ya dönmesine yardım edilmesini istedi. Almanya Lenin’e ve diğer göçmenlere sadece Alman topraklarından güvenli geçiş izni vermekle kalmadı, partisini kurması için para yardımı da yaptı. Almanya’nın beklentisi, doğuda savaşın bitmesi ve böylece oraya saplanıp kalan askerî kuvvetlerini batı cephesine kaydırma imkanına sahip olmasıydı.. Lenin’in taraftarları azdı; ama çok iyi örgütlenmişti ve partinin merkez komitesinin emirlerine harfiyen uymaktaydı. Rakipleri aynı avantajlara sahip değildi. Lenin Petrograd’a varır varmaz saldırılarına başladı. Temmuz 1917’de başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Hükümet Almanya’nın Lenin’e destek sağladığını gösteren belgeleri açıklayarak Lenin’in itibarını sarstı ve bu isyanı bastırdı. Lenin ve Troçki gibi önderler için tutuklama emri çıkardı. Troçki hapse girdi; ama Lenin Finlandiya’ya kaçtı ve kasıma kadar orada kaldı.
 
Lenin hayranlığı ve aydınların çifte standardı!

Devrim için uygun zaman yaz sonunda geldi. Lenin 23-24 Ekim gecesi merkez komitedeki arkadaşlarını darbe yapmaya ikna etti.


Bolşeviklere destek veren birimler tek kurşun atmadan 7 Kasım'da büyük şehirlerin kilit noktalarını kontrol altına aldılar. Sadece Moskova'da küçük bir çatışma oldu. Sivil odaklardan da direniş gelmedi. Bunun başlıca sebebi Lenin'in, "bütün iktidar Sovyetlere" sloganıyla, diktatörlüğü değil demokrasiyi savunduğu mesajını vererek, asıl hedefini kamufle etmesiydi. Bu yüzden, Lenin'in niyetlerinden kuşku duyan sosyalist rakipleri bile fazla hoşnutsuzluk sergilemedi. Lenin'in bir süre sonra koalisyon kuracağı düşünüldü ve iktidarın geçici bir süre Lenin'in elinde kalmasına razı oldu. Ancak, Bolşevikler geçici bir süre değil 74 yıl iktidarda kalacak ve hepsini yok edecekti.

Lenin'in ve iktidara gelişinin kısa özeti böyledir. Ancak, Lenin'in iktidara geliş hikayesinden daha önemli olan şey, onun yarattığı sistem ve bu sistemin pençesindeki halklara ve bütün dünyaya maliyetidir. Lenin tarihte görülen en büyük despotizmi yaratan sürecin ilk ve en önemli kahramanıdır. Lenin totaliter despotizmin, yani devlet iktidarını yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratmak için sınırsız şekilde kullanma fikrinin 20 Yüzyıldaki en mühim mucidi ve icracısıdır. Ona göre, proletarya diktatörlüğü, "hiçbir şeyle, hiçbir yasayla sınırlı olmayan, yani mutlak surette hiçbir kurala tabi olmayan, doğrudan baskıya dayalı iktidar"dır. Bu iktidar mevcut insanları ve toplumu tamamıyla değiştirmek, tabir caizse, adeta yeniden yaratmak için kullanılacaktır. Lenin'in başını çektiği Bolşevik kadrosu zapt edilemez kudrette bir devlet cihazı yaratmış ve toplumu hallaç pamuğu gibi atmıştır. Lenin'in ve izleyicilerinin icraatları, üretim araçlarının sahiplerinin bekçisi olduğuna inandıkları devleti tasfiye edememiş, tam da tersine, daha büyük ve denetlenmesi imkansız bir devlet yaratmıştır. Bu cihazın işlemesini sağlayan bürokrasi bir süre sonra nomenklatura adıyla anılan ayrı bir sınıf haline gelmiş ve kendi menfaatlerinin peşinden koşmuştur. Böylece, eşitliği temel ideal haline getiren bir sistem tarihin belki de en katı ve en vahşi eşitsizliğini tesis etmiştir.

Lenin ve totalitarizmin en önemli modeli

Lenin özel mülkiyeti kaldırıp ticaret, bankacılık ve taşımacılığı devletleştirince müteşebbis sınıfın yerini memurlar almıştır. Ekonomik hayat hızla kötüye gitmiş ve üretim gerilemiştir. 1921'deki endüstriyel üretim 1913'tekinin beşte birine düşmüştür. Maden kömürü üretimi %27'ye, demir üretimiyse %2.4'e inmiştir. 1921'de endüstri işçilerinin sayısı üç sene öncekinin yarısından azdır. Bu işçilerin hayat seviyesi ise üçte bir inmiştir. Lenin ve adamları başarısızlık koyulaştıkça idam mangalarını çalıştırmıştır. Lenin şiddet kullanılmasını, insanların yargılanmaksızın ve derhal infazını teşvik etmiş ve bütün totaliter sistemlere bu yolu açmıştır. Bu yolda en iştahlı yürüyen halefi Stalin olmuştur. Ekonomik başarısızlık en vahim biçimde yiyecek üretiminde tezahür etmiştir. Sistem tarımsal üretimi öldürmüş, daha önceleri Avrupa'nın tahıl ambarı olarak bilinen Rusya kendini besleyemez duruma düşmüştür. Yiyecek sıkıntısı arttıkça Rus köylülerine -kulaklar-yönelik vahşete ulaşan tasfiye kampanyaları açılmış, sadece toprak sahibi köylüler değil, topraksız serfler bile hedef tahtası haline getirilmiştir. Köylülere yönelik bu acımasız sefer 1929'dan itibaren Stalin'in köylüleri kesin olarak tasfiye etmesiyle noktalanmıştır. Esasen Sovyet sosyalizminin hem ekonomik bakımdan hem de diğer açılardan başarılı olup olmadığını tartışmak bile abestir. Vicdanı körelmemiş, insana değer veren, tarihi ve istatistiki bilgilerin bir anlam ifade ettiğini kabul eden herkes bu acı tecrübenin tam bir fiyaskoyla sonuçlandığını zaten bilmektedir. Şaşırtıcı ve izaha muhtaç olan, birçok aydının, ortadaki bütün bilgi ve belgelere rağmen, nasıl olup da, meşum sosyalist fiyaskoyu ve Lenin gibi sorumlularını savunabildiği, en azından görmezden geldiğidir. Arınç'a saldırarak Lenin'e övgüler dizen aydınların davranışı da bu çerçevede görülmeli ve incelenmelidir.

Kimileri, Lenin'in masum bir lider olduğunu, asıl kötülüklerin Stalin'den ve onun icraatlarından kaynaklandığını söylemektedir. Stalin'in paranoyak ve megaloman olduğu bugün aşağı yukarı bütün bilimsel çevreler tarafından kabul edilmektedir. Ancak bu, ne Lenin'i ne de Stalin'in bütün yaptıklarını hastalık yansıması olarak kabul edip mazur göstermeye yeter. Stalin, Lenin'in sadık bir hizmetkarı, dava arkadaşı ve devamıdır. Stalin, Lenin'in doğal takipçisidir. Stalin'i parti sekreterliğine atayarak ilerde iktidar kavgasında kullanabileceği bir bürokratik aygıt yaratma imkanı sağlayan Lenin'di. Stalin Zinoviev, Kamanev ve Troçki'den farklı olarak Lenin'in emirlerine hiç itiraz etmedi. Lenin, Stalin'i halefi olarak görmekteydi ve Stalin'in tek yaptığı, Lenin'i çarpıtmak değil, Lenin çizgisini en uç mantıki gereklerine ve sonuçlarına kadar taşımaktı. Birçok gayri insani uygulamayı Lenin bizzat yaratmıştı. Rehine ve toplama kamplarıyla kitlesel terörü başlatan, hukuku ve mahkemeleri terör aracı haline getiren, Stalin'in milyonlarca masum Sovyet vatandaşını hapse atmak için kullandığı Ceza Kanununun 57. ve 58. maddesini yürürlüğe koyan Lenin'di. Tek parti diktatörlüğünü Lenin kurdu.

Lenin ve Stalin arasındaki benzerlik eşsiz bir benzerlik değildir. Sovyet sistemi de biricik olarak kalmamıştır. Bir tarafta Mussolini ve İtalyan faşizmi ile Lenin ve Sovyet sosyalizmi, diğer tarafta Hitler ve Alman nasyonal sosyalizmi ile Lenin ve Sovyet sosyalizmi arasında büyük benzerlikler ve ortaklıklar görülmüştür. Bir zamanlar bir sosyalist propaganda unsuru olarak kullanılan faşizm eleştirisinin bugün popüler siyasi kültürde iyice yer edinmiş olması kimseyi yanıltmamalıdır. Lenin ve Stalin'in Almanya ve Alman nasyonal sosyalistlerle bazen açık ve doğrudan, bazen örtülü ve dolaylı işbirliği yapması gözden kaçırılamayacağı gibi bu iki ideoloji arasında akrabalık da gözden kaçırılamayacak kadar açıktır. Hitler de Mussolini de gençlik yıllarında sosyalisttiler. Sosyalizmden fikir olarak, Leninizm'den de yöntem olarak çok etkilendiler ve yararlandılar. Birçok bakımdan Lenin'i taklit ettiler. Faşistler ve nasyonal sosyalistler sosyalizmin özünü değil, onun evrenselciliğini reddetmiş ama sosyalist modeli İtalya ve Almanya'da hayata aktarmaya çalışmışlardır.

Hitler, Mussolini ve Lenin...

Mussolini'nin işaret ettiği gibi faşizm ve sosyalizm arasında politik düşmanlık ve rekabet vardır. Ancak, fikirlerde ve savunulan ekonomik, toplumsal modellerde ortaklık çok fazladır. Bu yüzden, aralarındaki kavgayı kardeş kavgası olarak görmek yanlış olmaz. Her ikisinin de ortak düşmanı medeni haklar, mülkiyet ve barışı savunan liberal demokrasidir. Her ikisi de insanlara, yeni bir düzenin ve yeni bir toplumun yaratılmasında istendiği gibi harcanacak bir malzeme olarak bakmıştır. Bu yüzden insan hayatına saygı duymamış ve iktidarın sınırlanmasını kabul etmemiştir. Sovyetler Birliği'nin özel mülkiyeti (daha ziyade üretim aracı denen şeylerde) tamamen kaldırmasına (veya buna teşebbüs etmesine) karşılık nasyonal sosyalistler mülkiyeti devlet amaçlarının hizmetkarı haline getirmiştir. Her iki kesim de ifade özgürlüğünü reddetmiş ve sıkı bir sansür uygulamıştır. Sovyet sosyalistleri sansürcülükte Mussolini'den çok daha ileridir. Faşizm ve nasyonal sosyalizm ile Sovyet sosyalizmi arasındaki bu teorik ve fiili benzerliklere ve ortaklıklara ve hepsinin insanlığa karşı korkunç suçlar işlemesine rağmen neden ve nasıl Mussolini ile Hitler ve sistemleri kınanmakta fakat Lenin, hatta Stalin ve Sovyet sosyalist sistemi aklanabilmekte, hatta övülebilmektedir? Bu, aydınların ahlak dışı bir çifte standartlılığı değilse nedir? Böyle çift standart kullanmak ahlaka olduğu gibi tarihî gerçeklere de aykırı değil midir? İtalyan faşistleri ve Alman nasyonal sosyalistleri (bilhassa liderleri) rejimlerinin yıkılmasından sonra halklarına ve insanlığa karşı işledikleri suçlar yüzünden yargılanmış ve mahkum edilmiştir. En azından vicdanen mahkum edilmiştir. Aynı şey neden sosyalizmin ve sosyalist despotların suçları için tekrarlanmamaktadır? Geçtiğimiz aylarda Avrupa Parlamentosu'nda komünist suçları Nazi suçlarıyla eş tutma yolunda başlatılan bir teşebbüs sol entelektüel muhitlerin hayli yoğun bir tepkisiyle karşılaşmış ve başarısız olmuştur. Benzer bir tepkiyi, bazılarının bugün en büyük demokrasi teorisyeni zannettiği, bir zamanlar yazılarını kapitalizmin krizlerine hasreden, ama, ne hikmetse, kriz dediği her şeyin aslında sosyalizmin krizi olduğu anlaşılan Alman yazar Habermas on yıllardır göstermektedir. Diktatörler, solcu sosyalist olduklarında, masuniyet mi kazanmaktadır? Castro bunun bir timsali midir? Bugün günlük lisanda birçok entelektüel, hoşlanılmayan, otoriter, baskıcı, tek tipleştirici davranışları ve icraatları hemen faşizm olarak etiketlemekte ve suçlamaktadır. Bu doğrudur, yerindedir ve gereklidir. Ama bunların aynısı ve hatta daha kötüleri sosyalist diktatörlüklerde olmuştur ve hâlâ zaman zaman sosyalistler tarafından savunulmaktadır. Hangi ideoloji, din veya görüşten kaynaklanırsa kaynaklansın, teoride ve pratikte, tarihî ve güncel, her tür totalitarizme karşı çıkılmalıdır. Arınç ne söylediğinin ne kadar farkındadır bilmem ama tamamıyla doğru ve isabetli bir laf ettiğine eminim. Allah insanlığı yeni totaliter tecrübelerden ve ülkemizi, insanlarımızı içimizdeki totaliter kafalılardan korusun
 
21.yy'da Yalan Söylemek Bedava

vallahi pes doğrusu atilla yayla yayla gibi bir adammış. Bu kadar yalanı yayla gibi serin serin döşemiş ki zaten çağ yalan ve beyin bulamacı yaratmanın en değerli şey olduğu satılık bir çağ. İslamcı ve liberal (malı kap götür al) yazarların hala birinci düşmanı Lenin... Tabii Lenine saygı duyan ve gerçekleri bilenler için atilla yayla gibilerin düşmanı olmak sadece bir gurur kaynağıdır.

Çarlık Rusyası avrupadan farklı olarak monarşik yapıyı 20.yy a kadar korumuş ve sanayileşme sınırlı olarak gerçekleşmiş bir köylü ülkesidir. sadece 2 şehir metropol denebilecek sanayi merkezleridir (moskova ve petrograd). toplam sanayi işçisi sayısı 3 milyondur. çar bütün diğer monarşiler gibi fransız devriminin yükselttiği özgürlük ve eşitlik akımları tarafından köşeye sıkışmış ve can çekişme noktasında bu baskılardan kurtulmak için devasa bir baskı ve şiddet yoluna gitmiştir. Çarın bu durumu geniş halk kitlelerinde ki bunlar kırsal bölgelerde köylüler ve sanayide işçi sınıfıdır (dünyanın heryerinde de böyledir) büyük çapta direniş ve karşı durma hareketleri başlatmıştır. Yoksul halk savaşlarda ölmeye, çarın ne isterse yaptığı kabus ortamında yaşamaya, çocuklarının açlıktan ölmesine itiraz etmiştir ve 1917de Lenin'in liderliğinde tıpkı 1789da fransada olduğu gibi dur demiştir.
1800lü yıllarda ortaya çıkan sosyalizm ve aynı yy ortalarında tarih sahnesine çıkan marksizm halkların bu haklı mücadelelerinde onların en büyük bayrakları olmuş insanlığın en büyük miraslarıdır. her türlü monarşinin, işçi sömürücü kapitalistlerin ve onların emrindeki devlet aygıtlarının, 20yy da da kanla dolu sömürgecilik dönemi emperyalizmin baş düşmanı sosyalizmdir. artık gücünün gerilediği günümüzde ise hala adı geçen çevreler ve başta abd nin kabusları sosyalizmle ilgilidir. İşte Lenin ve onun ideolojisi mazlum halkların devasa emperyal güçlere karşı en büyük silahı olmuştur.
Lenin ve Trotsky Ekim Devrimi olarak bilinen büyük işçi-köylü devriminin önderleridir. Bu devrim ile bütün dünyada (Türkiye Cumhuriyeti dahil) ezilen ve işgal-sömürü yoluyla köleleştirilen halklar bağımsızlık kavgasını başlatmışlar ve bu kavga günümüzde halen sürmektedir. Peki Lenin ne yaptı?
Lenin gençlik yıllarında Plehanov'un çevirileri ile Marksizme ulaştı ve işçi-köylü mücadelesine katıldı. O dönemde Çara karşı yürütülen pek çok hareket vardı ancak başarıya ulaşılması ve çarın devrilmesi için doğru olan yaklaşımın ne olduğu tartışılıyordu. İşte Lenin burada devreye girdi ve halen geçerliliğini koruyan Emperyalizm Teorisini geliştirerek teorik ve pratik ölçüde çıkmaza giren sosyalist mücadeleyi bu çıkmazdan kurtardı. Nitekim Marksizm içinde politik 2 ana akım bundan sonra oluştu. Bunlardan biri Avrupa da Bernstein ve Karl Kautsky'nin öncülüğünü ettiği sosyal-demokrasi diğeri Lenin'in komünizmidir. Rusya diğer avrupa ülkelerinden daha az sanayileşmiş geri kalmış bir ülkeydi. Oysa klasik marksist öğreti işçi devriminin gelişmiş sanayi ülkelerinde gerçekleşebileceğini öngörüyordu. Lenin emperyalizm, Trotsky ise sürekli devrim kuramlarıyla bu anlayışı yıktı ve devrimin tek tek ülkelerde değil, bütün dünyada az gelişmiş sömürge ve batı kapitalizminin baskısı altındaki ülkelerde başlayacağını gösterdi. Ve rusyada kolları sıvadılar. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinde Sosyal demokrat ekol (Menşevikler) çarlık rusyasında sanayi yeterli olmadığından devrimci sosyalist mücadelenin ertelenmesi taraftarıydılar. Trotsky ve Lenin ise (Bolşevikler) geri kalmış ülkelerin batının sömürüsü yüzünden hiçbir zaman onlarla aynı seviyeye gelemeyeceğini, batının ve onların yerel işbirlikçilerinin hegemonyası sosyalist devrimle yıkılmadan düzenin klasik kapitalist çizgide ilerleyemeyeceğini biliyordu. Zaten geniş ezilen kitlelerin de buna tahammülü kalmamıştı. İnsanlar Çarın ordularında asker olarak 1.dünya savaşında ölüyor asker olmayan halk ise açlıktan kırılıyordu. Muhalefet mümkün değildi. Almanya perişan haldeki rus ordularını doğuya sürmüş ve ülkenin büyük kısmını ele geçirmişti. Hem savaşın kötüye gitmesi hem de içerideki yoksulluk çara karşı halkın öfkesini dizginlenemez bir noktaya getirmişti. Nitekim yoğun köylü ve işçi hareketleri sonucu çar devrildi (tabi binlerce insan öldürüldü). Kerenski liderliğinde kurulan menşevik iktidar artık kapitalist dönemin başladığını ilan etti ama halkın acil taleplerinin hiçbirini karşılamadı. rusya batı emperyalizmine peşkeş çekilmeye hazırlanıyordu. Ne toprak reformu yapıldı ne de demokratik dönüşümler gerçekleşti. Lenin bu noktada tarih sahnesine çıktı. Nisan tezlerini yazarak sosyalizmin tek kurtuluş olduğunu yazarak Kerenski hükümetini devirdi. Bolşeviklerin halk tarafından yoğun olarak desteklenmesi dolayısıyla bu çarın devrilmesinden daha kolay oldu. 1917 Ekim devrimi böylece gerçekleşti amma velakin iş bu kadarla bitmemişti. Lenin iktidara geldiğinde ülke 1.dünya savaşından yeni çıkmış, en büyük şehirlerinden kırsal noktalarına kadar açlık ve sefalet içindeydi çarın sürgün politikasının sonuçları yaşanmaktaydı. Lenin ve bolşevik partisi böyle zorlu bir ortamda iktidara geldi ve çözümü imkansıza yakın sorunlarla uğraşmak zorunda kaldı. İlk iş olarak yıkım getiren ve çarlığın çıkarları için girilmiş olan savaşın sonlandırılması gerekiyordu. bunun için rusya açısından aleyhte pek çok madde içermesine rağmen Brest-Litovsk antlaşması imzalandı ve rusya savaştan çekildi. Leninin ikinci kararı savaş esirlerinin serbest bırakılması oldu. yüzlerce osmanlı askeri de bu sayede yurtlarına dönebildi. (en güzel nazım anlatır bunu ki Lenini o kadar seven müslüman esirler var ki evlerine dönebilme imkanını verdiğinden kalıp ona yardım edenler dahi vardır). Ancak 1.dünya savaşının bitmesi savaşı bitiremedi. Çünkü çarlık ordusunun büyük generalleri emirlerindeki kuvvetlerle bolşeviklere karşı savaşmayı sürdürdüler. beyaz ordu denilen bu generaller; Amiral Kolçak, General Yudeniç (Bu beyaz general sarıkamışta 90.000 osmanlı askerini öldüren ve osmanlı ordusunu bozguna uğratan çar generalidir) ve irili ufaklı pek çok çar subayı kimi bölgelere konuşlanarak 4 yıl süren ve son derece kanlı bir iç savaş başlattılar. Trotsky bu beyaz orduya karşı büyük çoğunluğu işçilerden oluşan ve hiçbiri profesyonel olmayan militanlardan KIZIL ORDUyu oluşturdu ve 4 yıl boyunca cephede bu orduları bizzat yönetti. ülkeyi açlığa ve kana bulayan zorlu yıllardan sonra 1921de beyaz ordu yenilerek iç savaş sonlandırıldı. tabii bunları yaşamak yazmaktan daha zordu. peki sonra? 1922 de lenin felç oldu ve 1924deki ölümüne kadar konuşma yetisi dahi olmadan yatalak kaldı. Sekreter aracılığı ile yalnızca yazı yazabildi. Yani Lenin'in fiili iktidarı 1917-1922 arasındadır. 1922 den ölümüne kadar geçen dönemde bolşevik partisi merkez komitesinde iktidarı yönetmek konusunda tartışmalar başladı. Stalin ve Trotsky arasındaki bölünme de 1923de komitede azınlıkta kalan Trorsky'nin sol muhalefeti kurmasıyla gerçekleşti. 1924de Lenin ünlü VASİYETNAMESİni kaleme aldı ve artık sonu yaklaştığından Merkez Komiteye bir tavsiye mektubu gönderdi. Stalin-Trotsky bölünmesinde Stalin'den kaynaklanacak olan tehlikelere işaret etti ve onun Genel Sekreterlik görevinden alınmasını, yerine daha duyarlı ve yeterli başka birinin atanmasını önerdi. Bu vasiyete ulaşmak google da bir tıklama kadar uzaktır. ne var ki Stalin 2.sınıf bir görevli olmasının tüm avantajlarını kullanıp muazzam örgütlenmesini tamamlamıştı ve lenin'in vasiyeti merkez komite tarafından dikkate alınmadı. Devrimin tüm dünyada devam etmesi gerektiğini ve tek ülkede sıkışarak gerçekleşemeyeceğini söyleyen devrimin 2. adamı Trotsky azınlıkta kaldı ve merkez komitece maceracı görülerek reddedildi. Buharin seçim kongresinde Vasiyeti bağararak okudu ama stalini alkışlayanlar onu duymadılar bile. Sonrası malumunuz. Stalin iktidara geldi ve 30 yıl sovyetleri yönetti. iktidarı boyunca önce Lenin'in vasiyeti dahil dünya devrimine dair tüm devrim dönemi yazılanları yasakladı. 15 kişiden oluşan Devrim Komitesinde 1935 duruşmaları ve öncesinde temizliğe başladı. Kamanev, Zinovyev, Buharin, Radek ve diğer tüm muhalifler öldürüldü ya da faili meçhul edildi(Kollontai gibi) Trotsky sürgün edildi ve 1941'de Meksika Komünist partisine stalin direktifiyle öldürtüldü. Böylece tüm düşmanlarını temizleyen Stalin (Lenin döneminin merkez komitesinin 3te 2si yok edildi) iktidarını mutlaklaştırarak sosyalizmin ve marksizmin adını kirleten, 20 milyon insanın ölümüne yol açan, dünya devriminden elini eteğini çeken, tek ülkede sosyalizm ve milli demokratik devrim gibi marksizmle uyuşmayan saçma fikirleri yürürlüğe koydu, tek parti yönetimini kanunlaştırarak stalinizmi ve totaliter sovyet rejimini oluşturdu. Ancak en önemlisi bunları Lenin'e rağmen yapmasıdır.
Görüldüğü gibi Lenin son derece kısa bir dönem fiili iktidarda kalan ve bu iktidarı boyunca iç savaşın ağır yükü altında hareket kabiliyeti minimumda bir örgütü yönetti. Buna rağmen devrim mazlum uluslar için yapacağını yapmıştı. En güzel örneği de Türkiye Cumhuriyetidir. İngiliz ve Fransız emperyalizmine yenik düşen osmanlı imp. enkazından doğan cumhuriyet kadrosuna savaşta tek dış yardım para ve silah olarak Lenin tarafından yapılmıştır. Bunu da zahmet edip ararsanız M.Kemal ve Lenin-Çiçerin arasındaki mektupları okuyarak öğrenebilirsiniz. Nitekim SSCB T.C.'yi ilk tanıyan ülkelerdendir. Stalin döneminin hiçbir uygulaması Lenin döneminde yoktur. Lenin merkez komite kararlarında tamamen demokratik ikna yoluyla fikirlerini uygulatabilmiştir. Çünkü komitede herkes eşit söz hakkına sahiptir. Hizipler (Ayrı fikirler) partinin motorudur sözü lenine aittir. Hatta trotsky 1920-1921 yıllarında iktidarın artık işçilerde olduğunu söyleyip işçi sendikalarının kapatılmasını savunmuş, Lenin işçilerin kendi söz haklarının olması gerektiğini söyleyerek buna karşı çıkmıştır. Leninin bir kitaplığı dolduran yapıtlarının hiçbirinde tek parti yönetimine dair bir söz bulunamaz. Savaş döneminde karşı fikirlerden barış ve refah dönemindeki gibi serbest bir oluşum beklemek saçmalıktır. Leninin iktidarı savaş ortamında geçmiştir buna rağmen iç savaşın tırmanışta olduğu dönemde hiziplerin yasaklanması hariç fikir hürriyeti kısıtlanmamış, sosyalist demokrasi işletilmiştir. Savaş ve olağanüstü hal dönemlerinde demokratik ortamın kısılması normaldir de. Bunun en güzel örneği Stalinin Leninin itirazına rağmen iktidara gelebilmesidir. Eğer Lenin dediğim dedik bir adam olsaydı ve her sözü anında yerine getirilseydi bu olamazdı değil mi? Staline Leninin ardılı diyen bu gaflet profesörü yaylacıya sözümdür. Lenin zalimin ve emperyalizmin karşısında ezilenlerin ışığıdır. Dün böyleydi, bugün de böyle...
Peki Arınç ve onun gibi zavallılar neden onun ölüsünden bile korkuyorlar? Cevabı çok açık. Çünkü Lenin ölse de onun fikirleri kan içiciler ve sömürücüler için hala tehlikeli. Bugün ABD ve emrindeki tüm emperyalizmin karşısında hala mazlumların umudu olabilir de ondan. Kirletilmeli, yalanlarla karalanmalı ve insanlar aldatılmalıdır. Yoksa bütün dünyanın kanını ve terini milletin gözünün içine baka baka nasıl akıtırlar değil mi?
 
Geri
Üst