Kuvayı Milliye''nin Destanı: İstiklâl Marşı

T@nyukuk

New member
Katılım
24 Şub 2006
Mesajlar
640
Reaction score
0
Puanları
0
Arkadaşlar İstiklal Marşımızın Türkiye Büyük Millet Meclisince milli marş olarak kabulunün 85.yılını kutluyoruz. Yeni bir Kuvayı Milliye'ye ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde İstiklal Marşı'nın kabulundeki Kuvayı Milliye ruhunu ve de bu marşın nasıl bir hava içinde yazılıp kabul edildiğini anlatan bir yazıyı buraya ekliyorum. Okuyalım, ilham alalım ve de yaşayalım.


Bugün 12 Mart İstiklâl Marşımızın Türkiye Büyük Millet Meclisi''nde milli marş olarak kabulünün 85.yılıdır. Bugün ve yarın Türkiyemizin her tarafında törenlerle bu olay anılacaktır. Yarın ayrıca İstanbul Belediyesi tarafından da İstiklâl Marşı ile ilgili şiir okumak yarışını kazananlar için özel toplantılar yapılacaktır. Gazetemizin bugünkü sayısında bu konudaki açıklayıcı haberi okumuşsunuzdur. Biz burada İstiklâl Marşı''nın nasıl bir hava içinde yazıldığını ve kabul edildiğini vermek istiyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz bugünler de Kuvayı Milliye ruhuna en çok muhtaç olduğumuz günlerdir. Bugün de yeniden bir Kuvayı Milliye dönemi yaşıyoruz. Şimdi tarihe dönelim ve o günleri ruhumuzun derinliklerinde yaşayarak öğrenelim:

Felâket Günleri

1920 yılı sonları... Sevr Antlaşması imza edilmiş. Trakya''da Tekirdağ ve Edirne''yi işgal etmiş olan Yunan kuvvetleri, Batı Anadolu''da Uşak''ı da ele geçirmişler. Türk ordusu Doğuda Ermenistan''a karşı savaşıyor. Yer yer patlayan isyanlarla halkın maneviyatı son derece bozuk. Şairler gazetelerde, dergilerde bu yıkıntıyı önleyici, millî duyguları besleyici şiirler yazıyorlar, halk ve asker arasında dolaşarak bunları okuyorlar. Bu şairlerden biri de Mehmet Âkif idi.
o günlerde Kars kurtarılmış, Gümrü Antlaşması imzalanmış, Kurtuluş Savaşı''nın ilk askerî ve siyasî zaferi kazanılmıştı. 1920 Aralık ayı başında bir gün Millî Eğitim Bakanlığı Orta Tedrisat Müdürü Kâzım Nami Bey''in odasına bir Kurmay Albay girdi. Selâm vererek kendini tanıttı: ''Ben Batı Cephesi Kurmay Başkanı İsmet.''
Kâzım Nami Bey ayağa kalkarak misafire yer gösterdi. Oturdular. İsmet Bey:
''- Beni size Mİllî Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur gönderdi.'' dedi. ''Orduca karar verdik, bir İstiklâl Marşı istiyoruz. Bunun güftesini, bestesini ayrı ayrı yarışmaya koyarsınız. Herbirini kazanana beşer yüz lira vereceğiz.''
Kâzım Nami Bey bu isteğin hemen yerine getirileceğini söyledi. Genelge şeklinde durum bütün okullara duyurulduğu gibi şairlere de bildirildi. Çok geçmeden orta tedrisat müdürlüğüne şiirler gelmeye başladı. Bu arada Birinci İnönü Savaşı kazanılmış, kurtuluş mücadelesinin ikinci zaferi de elde edilmişti. Eli kalem tutanlar daha büyük bir imanla ordunun isteği üzerine eğildiler. 17 Şubat 1337 (Milâdî tarihle 2 Mart 1921) günkü Hakimiyeti Milliye Gazetesi''nin birinci sahifesinde ''İstiklâl Marşı'' başlığı altında Mehmet Âkif''in bir şiiri çıktı. Koca şair şöyle haykırıyordu:

''Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak,
O benimdir o benim milletimindir ancak.''

Bu şiir bir kükreme gibi bütün yurda yayıldı.
Doktor Rıza Nur''un yerine 14 Aralık 1337 tarihinde Mİllî Eğitim Bakanı olan Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey İstiklâl Marşı''nın sözlerine özel bir ilgi gösteriyor, İstiklâl Marşı olacak şiiri Türkiye Büyük Millet Meclisi''nden geçirerek meclisin kabul etmesini istiyordu. Yarışma için gelen 724 şiirden çoğu düzen ve duygu bakımından istenileni verecek durumda değildi. Görevi ağır olan meclise bu kadar şiiri götürüp bir seçme yaptırmak çok zaman alacaktı. Bu yüzden bakanlıkça bir komisyon kuruldu. Bu komisyon 724 şiirden içlerinde Mehmet Âkif''in şiirinin de bulunduğu yedisini seçti. Bu şiirler bastırılıp meclis üyelerine dağıtıldı.
TBMM mâli yılın başlaması dolayısı ile 1 Mart 1337 günü toplanmıştı. Oturuma Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa başkanlık ediyordu. Paşa, iç ve dış siyasete dair çok önemli bir nutuk söyledi. Sonra Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey, kendilerine dağıtılan yedi şiirden biri olan Mehmet Âkif Bey''in İstiklâl Marşı şiirinin okunmasını teklif etti. Teklif kabul edildi. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey bizzat kürsüye gelerek gür ve heyecanlı bir sesle şiiri okumaya başladı. Koca mecliste çıt çıkmıyor, bütün milletvekilleri büyük bir heyecan içinde, bu ulvî haykırışı dinliyorlardı:

''Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.''

Şiirin okunması bittiği zaman salon alkıştan inliyor, milletvekilleri gözyaşlarını tutamamışlar ağlıyorlardı. Bu son derece heyecanlı hava içinde bir ses yükseldi. Bu ses İsmail Fazıl Paşa''nın sesi idi.
Şiirin bir daha okunmasını teklif ediyordu. Teklif alkışlarla kabul edildi. Hamdullah Suphi Bey''in gür sesi tekrar mecliste yankılanmaya başladı:

''Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.''

Heyecan yine dinmemişti. Yeni bir teklif üzerine İstiklâl Marşı, Hamdullah Suphi Bey''in sesi ile bir defa daha mecliste inledi:

''Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
''Medeniyet'' dediğin tek dişi kalmış canavar.''

Şiirin mecliste üst üste üç defa okunması müthiş bir heyecan yaratmış, fakat yarışmanın sonucu alınmamıştı. Meclisin 12 Mart 1337 (25 Mart 1921) günkü oturumunda birçok kanunların görüşülmesinden sonra Hamdullah Suphi Bey söz alarak şunları söyledi:
''İstiklâl marşlarını bastırdık, tarafı âlinizden tetkikle hangisi uygunsa kabul edilsin. Anadolu mücadelesini terennüm eden bu şiirlerden biri ne kadar önce seçilirse o kadar iyi olacak. Bestesini de yaptırabilelim.''
Bu konudaki görüşmelerden sonra milletvekilleri tarafından başkanlığa birçok önergeler verildi. Bunlarda Mehmet Âkif Bey''in yazdığı İstiklâl Marşı''nın kabul edilmesi isteniyordu. O gün oturuma başkanlık eden Doktor Adnan Bey önergeleri oya koydu. Âkif''in İstiklâl Marşı, meclisin ezici çoğunluğu ile kabul edildi. Milletvekilleri Hamdullah Suphi Bey tarafından bir defa daha okunmasını istediler. Başkan:
''Mademki marş kabul edilmiştir, ayakta dinleyeceğiz.'' dedi.
Hamdullah Suphi Bey kürsüye geldi. Bütün meclisin ayakta ve derin bir huşu içinde dinledikleri şiir bir defa daha tarihî binanın havasında yankılandı:

''Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.''

Hakimiyeti Milliye Gazetesi''nin 13 Mart 1337 tarihli sayısında marşın TBMM tarafından kabul edildiği bildirildi. 14 Mart 1337 tarihli sayısında da şiir bir defa neşredildi.

''Bastığın yerleri ''toprak'' diyerek geçme tanı
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Bütün millet bir ağız olmuş haykırıyordu:

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda,
Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.''

Mehmet Âkif ordunun yarışma için ayırdığı beşyüz lirayı fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulmuş olan Dar-ül Mesaiye armağan etti. Halbuki kendisinin o sıralarda sırtına giyecek bir paltosu yoktu. O yalnız bir şey istiyordu:

''Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli
Değmesin mâbedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.''

Yine o günlerde Mehmet Âkif''ten kilometrelerce uzakta birisi, İstanbul''daki Muzıkai Humayun Şefi Osman Zeki Bey, işgal altındaki şehrin minarelerinde okunan hüzünlü akşam ezanını dinleyerek Âkif gibi o da aynı şeyleri duyuyordu.

''O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım
Her cerihamdan, ilâhî boşanıp kanlı yaşım
Fışkırır ruh-u mücerret gibi yerden naşım
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.''

Bir gün bu dilek oldu. Beşiktaş''ta işinin başında iken, Türk atlılarının İzmir''e girdikleri haberini aldı. İşini bırakarak üst katında oturduğu, Osmanbey''deki Uğurlu hanına koştu. Kulaklarında artık bir hakikat olmuş dileğin son satırları uğulduyordu:

''Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl
Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlâl
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.''

Osman Zeki Bey apartmandaki dairesine girince koca bir Türk bayrağını bina boyunca sallandırdı. Sonra piyanosunun başına geçerek İstiklâl Marşı''nı nota olarak sahifelere dökmeye başladı. Bestesi 22 yarışmacı arasında birinci seçildi. Mehmet Âkif 6 Aralık 1936 Pazartesi günü öldü. Edirnekapı Şehitliği''ne gömüldü. Ölümlerde millî marş çalınması geleneği olmadığı halde bu marşın yaratıcısı olduğu için mezarı başında İstiklâl Marşı çalındı.
İstiklâl Marşı Âkif''in ölümünden 22 yıl sonra 1 Mart 1958 günü Karacaahmet''te bir mezar başında daha çalındı. Mezar o gün toprağa verilen bestekâr Osman Zeki Bey''in mezarı idi...

Alıntıdır...
 
İstiklal marşımıza duyulan bu ilgisizlik ziyadesi ile üzücü durum. Ne yazık ki sadece iki arkadaşımız bu mesajı okuma hassasiyetini göstermiş.
 
Geri
Üst