icemen
New member
- Katılım
- 7 Şub 2007
- Mesajlar
- 20,136
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Biliyorum çok uzun bi yazı diye okumayacaksınız ama çok şey kaçıracaksınız. Tanırsınız Umut Sarıkaya' yı yazıları da çok keyiflidir. onlardan bi tanesi.
Yürürken mağazanın vitrininden yansıyan dağınık, saçlı sakallı, pejmürde görüntümü ve görüntünün tam üstüne gelmiş olan "tadilat dolayısıyla kapalıyız" yazısını kağıda aktarsaydım, pekala da görenlerin "hmm..... anlamlı" diyebileceği bir karikatür çizebilir, hatta eşin dostun "neyin eksik lan senin" diye ısrarları sonucu katıldığım 24. Boris Kusternak Uluslararası Karikatür Yarışması'nda tüm zamanların en skindirik ödülü olan mansiyon ödülünü Çek sanatçı Jiri Suhajek ile bile paylaşabilirdim. Gönlü bol birisi olduğum için "al Jiri ödül sende kalsın, ödülde değilim ben" bile derdim. Ama bilirsiniz kurtlu adamımdır, bir haftaya kalmaz arardım Jiri'yi cepten "Jiri ödüle iyi bakıyorsun dimi? Çizik filan olmasın üzerinde biliyorsun manevi değeri var, hadi şekerim kapatıyorum mehehe" diye bahanelerle arardım allahın sarısını. Ama yine bilirsiniz içtiği zaman fevri çıkışlar yapan bi adamımdır. Bir gece yine arar, "Jiriiii yine ben... Lan şerefsiz noolur lan birazda ödül bende kalsa, tek başına mı kazandın lan it. Bu arada geçen gece ölmüş anana küfrettiğim için özür dilerim" diye polemiğe girebilirdim. Ama bütün bunların yerine sadece saçımın ön tarafını elimle yana yatırarak ufak bir tipi kurtarma yazılısı yaptım ve köşedeki kuruyemişçiye doğru gittim. Zaten hep öyle olmuyor muydu? Hep arada derede geçiyordu hayatım. Ne tam dağınık olabiliyor, kendimi salabiliyor ne de süper bakımlı biri olabiliyordum. Ne iyi bir sevgili ne de müzmin bi sap olabiliyordum. Ne tam bir evcümen adam ne de gece hayatı olan bir adamdım. Ömrüm sadece babaların bira içtiği, sürekli Ferdi Özbeğen, Arif Susam şarkıları çalınan bir Tuborg Aile Çay Bahçesi hüznü ve sıkıcılığında seyredip gidiyordu.
Evden çıkmadan taramak yerine, sokakta saçımın önünü düzelterek yakışıklı olmaya çalışmak sanki herşeyi özetliyordu. Kuruyemişçiden çıkıp, aldığım çekirdeği ceplerime doldurarak huzurlu adımlarla, çitleye çitleye ilerdeki parka doğru ilerledim. Park boştu, bi banka oturup, önümdeki güvercinlere çekirdek içi atarak gelen baharın tadını çıkardım. Güneşli hava, güvercinler, karşı bankta oturan sevgililer müthiş sevindirdi beni. Evet bahar gerçekten gelmişti. Gaza gelip mutlu çiftin yanına giderek tıpkı bir bilge şarapçı gibi "Birbirinizi çok sevin tamam mı?" demeyi bile düşündüm ama sonra çekirdek yiyerek verilecek herhangi bir öğüdün hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacağını farkederek bu düşüncemden vazgeçtim ve güneşin tadını sessizce çıkardım. Kız, çocuğa hızlı hızlı birşeyler anlatıyor çocuk da sakince onu dinliyordu. Birden çocuk bişeyler dedi ve kıza bir tokat attı. Güvercinler uçuştu, hava soğudu, kız da ben de kaskatı kesildik. Gördüğümü görmemeliydi, kafamı başka biyere çevirmeliydim ama dedim ya kaskatı kesilmiş ve bikere gözgöze gelmiştik kızla. Başımı önüme eğdim, ceplerimi karıştırıyor, bişeylerle ilgileniyor gibi yaptım. "Bi daha dokunma o kıza" diye müdahale etsem hem herif beni de dövebilir, dayak yiyen bir tırt kahraman olarak "Bekle lan burda İrfan enişteme sktirticem seni" diye tehditler savurarak hazin bi şekilde kaçabilirdim, hem de kızın ne yapacağı belli olmaz "Sanane be. Ne karışıyorsun bizim hususi hayatımıza" demesiyle rezil olabilirdim. Yapabileceğim bişey yoktu günüm mahfolmuştu. Kız bi müddet sonra ağlayarak gitti , çocuk da bi sigara çıkarıp ceplerinin üzerine elleriyle bastırarak çakmak aradı. Bulamadı, yanıma geldi "Birader ateş var mı?" diye sordu. "Yok ama şahane çekirdek var abi. Yer misin?" diye avuç açtım zalime. Şaşırdı ve "Yok yaa almıyayım, az kalmış zaten. Ye sen, afiyet olsun" diye refüze etti beni. "Al al. Daha bi cep var" diye cebimi sıkıp çekirdek dolu kabartıyı göstererek ısrar ettim. Aldı ve çekirdeğin bağlayıcı etkisinden kurtulamadı şerefsiz, yanıma oturdu beraber aynı avuçtan çekirdek yedik.
Aramızdaki samimiyete güvenerek, ağız arama mahiyetinde "Abi haddim olmayarak soruyorum yengeyle aranızda bi durum mu oldu?" diye sordum. "Yeeeaaaa adamı sinir ediyolar yeeea" diye söze girdi. Ardından çekirdek kabuklarını "ftuu, pıtuu" diye üstüme üstüme üfleyerek kadınlar ve onlara nasıl davranmam üzerine bana öğütler vermeye başladı. Ben hepsine sonuna kadar katıldığımı söyledim ve hepsini birbir uygulayacağım üzerine şerefim ve namusum üzerine söz verdim. “Ama abi antiparantez sen de yengeyi kaybettin, yani gitti kendisi. En azından ardından gitseydin, bir özür dileseydin belki affederdi” diye itiraz eder gibi oldum anlattıklarına, “Arkadaşım sen beni deminden beri nerenle dinliyorsun allahaşkına! Gitmeyeceksin, aramiycaksın, o ariycak, köpek olucak diye müthiş gibi bir tavsiyede bulundu. Ayriyetten kendi ilişkisinden de çeşitli örnekler vererek kızların da aslında bunu istediğini filan anlattı. Ben tıpkı daha önceki tavsiyeleri gibi, bunu da zihnime kazıyormuş, çok önemsiyormuş gibi yaptım ama içimden de daha öncekilerde dediğim gibi “hassktir ordan lan ayı, aşk bu kadar, sevgi bu kadar adi aşşağılık bişey mi?” diye geçirmeyi de ihmal etmedim. Fakat en sonunda kendisinin bu zihniyetle süren ilişkisinin ömrünün benimkilerin hepsinin toplamından fazla sürdüğünü duyunca aynı taktiği biraz yumuşatarak kendime uyarlamaya karar verdim. Kendisine çok teşekkür edip, yanından ayrıldım.
Dargın ayrıldığım eski kız arkadaşımı hiç aramamaya sormamaya karar verdim ve uyguladım. Bir ay bekledim, baktım o da aramıyor, sormuyor beni. Ben aradım, telefona annesi çıktı sanki okuldan bi arkadaşıymışım da ders notları için ona acilen ulaşmam lazımmış gibi konuştum, cep numarasını istedim sağolsun verdi, “Teşekkür ederim anne” diyip kapadım telefonu. Sonra onun bilmediği yeni numaramdan onu bi kere sadece kaydetsin diye çaldırdım. Hemen aradı, açmadım. Bi daha aradı suratına kapadım. Bi daha arayınca vicdanım sızladı, onun bu kadar küçülmesine gönlüm el vermedi açtım. Sitemkarca konuştuk, yaşanmışlıklar için kendisinden özür diledim. “Geç kaldın” dedi, mutlu bir beraberliği olduğundan bahsetti, “Öyle mi” diyip telefonu kapadım ve dergiye gitmek için dışarı çıktım. Yürürken mağazanın vitrininden yansıyan dağınık, saçlı sakallı, pejmürde görüntümü, görüntünün üzerine gelen tabelayı bir daha gördüm. “S.kmişim evrensel karikatürü” diye içimden geçirip, saçımın önünü tarayarak, uzun balonlu, bol küfürlü karikatürler çizmek için dergi binasına doğru yol aldım. Ömrüm bir Tuborg Aile Çay Bahçesi’nde çalınan Ferdi Özbeğen şarkıları hüznünde, Nejat Alp şarkıları neşesinde, arada derede seyredip gidiyordu.
Evden çıkmadan taramak yerine, sokakta saçımın önünü düzelterek yakışıklı olmaya çalışmak sanki herşeyi özetliyordu. Kuruyemişçiden çıkıp, aldığım çekirdeği ceplerime doldurarak huzurlu adımlarla, çitleye çitleye ilerdeki parka doğru ilerledim. Park boştu, bi banka oturup, önümdeki güvercinlere çekirdek içi atarak gelen baharın tadını çıkardım. Güneşli hava, güvercinler, karşı bankta oturan sevgililer müthiş sevindirdi beni. Evet bahar gerçekten gelmişti. Gaza gelip mutlu çiftin yanına giderek tıpkı bir bilge şarapçı gibi "Birbirinizi çok sevin tamam mı?" demeyi bile düşündüm ama sonra çekirdek yiyerek verilecek herhangi bir öğüdün hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacağını farkederek bu düşüncemden vazgeçtim ve güneşin tadını sessizce çıkardım. Kız, çocuğa hızlı hızlı birşeyler anlatıyor çocuk da sakince onu dinliyordu. Birden çocuk bişeyler dedi ve kıza bir tokat attı. Güvercinler uçuştu, hava soğudu, kız da ben de kaskatı kesildik. Gördüğümü görmemeliydi, kafamı başka biyere çevirmeliydim ama dedim ya kaskatı kesilmiş ve bikere gözgöze gelmiştik kızla. Başımı önüme eğdim, ceplerimi karıştırıyor, bişeylerle ilgileniyor gibi yaptım. "Bi daha dokunma o kıza" diye müdahale etsem hem herif beni de dövebilir, dayak yiyen bir tırt kahraman olarak "Bekle lan burda İrfan enişteme sktirticem seni" diye tehditler savurarak hazin bi şekilde kaçabilirdim, hem de kızın ne yapacağı belli olmaz "Sanane be. Ne karışıyorsun bizim hususi hayatımıza" demesiyle rezil olabilirdim. Yapabileceğim bişey yoktu günüm mahfolmuştu. Kız bi müddet sonra ağlayarak gitti , çocuk da bi sigara çıkarıp ceplerinin üzerine elleriyle bastırarak çakmak aradı. Bulamadı, yanıma geldi "Birader ateş var mı?" diye sordu. "Yok ama şahane çekirdek var abi. Yer misin?" diye avuç açtım zalime. Şaşırdı ve "Yok yaa almıyayım, az kalmış zaten. Ye sen, afiyet olsun" diye refüze etti beni. "Al al. Daha bi cep var" diye cebimi sıkıp çekirdek dolu kabartıyı göstererek ısrar ettim. Aldı ve çekirdeğin bağlayıcı etkisinden kurtulamadı şerefsiz, yanıma oturdu beraber aynı avuçtan çekirdek yedik.
Aramızdaki samimiyete güvenerek, ağız arama mahiyetinde "Abi haddim olmayarak soruyorum yengeyle aranızda bi durum mu oldu?" diye sordum. "Yeeeaaaa adamı sinir ediyolar yeeea" diye söze girdi. Ardından çekirdek kabuklarını "ftuu, pıtuu" diye üstüme üstüme üfleyerek kadınlar ve onlara nasıl davranmam üzerine bana öğütler vermeye başladı. Ben hepsine sonuna kadar katıldığımı söyledim ve hepsini birbir uygulayacağım üzerine şerefim ve namusum üzerine söz verdim. “Ama abi antiparantez sen de yengeyi kaybettin, yani gitti kendisi. En azından ardından gitseydin, bir özür dileseydin belki affederdi” diye itiraz eder gibi oldum anlattıklarına, “Arkadaşım sen beni deminden beri nerenle dinliyorsun allahaşkına! Gitmeyeceksin, aramiycaksın, o ariycak, köpek olucak diye müthiş gibi bir tavsiyede bulundu. Ayriyetten kendi ilişkisinden de çeşitli örnekler vererek kızların da aslında bunu istediğini filan anlattı. Ben tıpkı daha önceki tavsiyeleri gibi, bunu da zihnime kazıyormuş, çok önemsiyormuş gibi yaptım ama içimden de daha öncekilerde dediğim gibi “hassktir ordan lan ayı, aşk bu kadar, sevgi bu kadar adi aşşağılık bişey mi?” diye geçirmeyi de ihmal etmedim. Fakat en sonunda kendisinin bu zihniyetle süren ilişkisinin ömrünün benimkilerin hepsinin toplamından fazla sürdüğünü duyunca aynı taktiği biraz yumuşatarak kendime uyarlamaya karar verdim. Kendisine çok teşekkür edip, yanından ayrıldım.
Dargın ayrıldığım eski kız arkadaşımı hiç aramamaya sormamaya karar verdim ve uyguladım. Bir ay bekledim, baktım o da aramıyor, sormuyor beni. Ben aradım, telefona annesi çıktı sanki okuldan bi arkadaşıymışım da ders notları için ona acilen ulaşmam lazımmış gibi konuştum, cep numarasını istedim sağolsun verdi, “Teşekkür ederim anne” diyip kapadım telefonu. Sonra onun bilmediği yeni numaramdan onu bi kere sadece kaydetsin diye çaldırdım. Hemen aradı, açmadım. Bi daha aradı suratına kapadım. Bi daha arayınca vicdanım sızladı, onun bu kadar küçülmesine gönlüm el vermedi açtım. Sitemkarca konuştuk, yaşanmışlıklar için kendisinden özür diledim. “Geç kaldın” dedi, mutlu bir beraberliği olduğundan bahsetti, “Öyle mi” diyip telefonu kapadım ve dergiye gitmek için dışarı çıktım. Yürürken mağazanın vitrininden yansıyan dağınık, saçlı sakallı, pejmürde görüntümü, görüntünün üzerine gelen tabelayı bir daha gördüm. “S.kmişim evrensel karikatürü” diye içimden geçirip, saçımın önünü tarayarak, uzun balonlu, bol küfürlü karikatürler çizmek için dergi binasına doğru yol aldım. Ömrüm bir Tuborg Aile Çay Bahçesi’nde çalınan Ferdi Özbeğen şarkıları hüznünde, Nejat Alp şarkıları neşesinde, arada derede seyredip gidiyordu.
Umut Sarıkaya-Uykusuz Dergi