[Kur'an anlattı, NASA araştırdı] - Kumların Atlantis'i İrem


[Kur'an anlattı, NASA araştırdı] - Kumların Atlantis'i İrem


Ünlü baharatları yüzünden döneminin önemli ticaret merkezlerinden biri olan Ubar, İskenderiye, Şam ve Kudüs’e yapılan seferlerle çölün ortasında filizlenmiş ve bir gün ansızın ortadan kaybolmuştu.

Söylentilere göre şehirde baş gösteren sapkınlık sonucu Yaradan’ın gazabına uğramışlardı. Kur’an-ı Kerim’de, Binbir Gece Masalları’nda ve dilden dile aktarılan hikâyelerde bahsi geçen bu gizemli şehir, kaşiflerin ve arkeologların listesinde her zaman bir numara oldu. Kim burayla ilgilendiyse çölde kayboldu. Ubar’dan haber alınamadı. Ve şehir, efsanelerin dinginliğine terk edildi… Ta ki, belgesel yapımcısı ve maceraperest Nicholas Clapp, NASA’dan jeolog Dr. Ronald Blom, kariyerinin doruklarındaki arkeolog Dr. Juris Zarins ve Guinness Rekorlar Kitabı’na göre ‘yaşayan en başarılı kaşif’ olarak isimlendirilen Sir Ranulph Fiennes’den oluşan ekip bir araya gelene kadar. Turkuaz, gelişmiş uzay teknolojisini de kullanan ekibin 90’lı yılların başında Ubar’ı ya da Kur’an’da yer alan adı ile İrem’i keşfetmelerinin izini sürdü.

Uzay mekiği Challenger, rutin mekik uçuşlarından birini gerçekleştiriyordu. Mürettebat dünyanın etrafındaki 95. turlarını tamamlamış, kendilerinden beklenen deneyleri tamamlamıştı. 96. dönüş öncesi mekiğin koordinatları değiştirildi, yeni değerler bilgisayara girildi. Yeni dönüş çizgisi, Arabistan Yarımadası’nın ucundaki Umman üzerinden geçiyordu. Mekiğin bu kez, öncekilerden çok farklı bir hedefi vardı. Kur’an’da, Arap edebiyatında, Yunan ve eski Roma kaynaklarında bahsi geçen efsanevi kent Ubar’ın yerini tespit etmeye çalışacaktı. Bundan önce de sayısız maceracı, arkeolog ve de yağmacı, Ubar’ı gün yüzüne çıkarmaya niyetlenmiş; ama hepsinin eli böğründe kalmıştı. Neredeyse Ubar için, ‘boşuna uğraşıyoruz, bu sadece bir efsane’ kanaati yerleşiyordu ki, uzay teknolojisi imdada yetişti. Ubar’a dair ciddi bulgular olduğuna kanaat getiren ve anlatılanlardan etkilenen NASA’daki bilim adamları, mekiğin rotasının değiştirilmesine onay verdi. Rub al Khali olarak bilinen noktanın üzerine gelen mekik, kumların altında yatanları daha iyi gösterecek güce sahip radar sinyallerini hedefine yolladı. NASA’nın Jet Propulsion laboratuvarına yollanan fotoğraflara, aynı nokta üzerinden geçen diğer iki uydudan çekilen görüntüler de eklendi. Veriler masaya yatırıldı. Bilgisayarda zenginleştirildi ve manzara netleşti. Birtakım jeolojik düzensizlikler göze çarpıyordu. Soluklar tutuldu ve karara varıldı: ‘Beyler, Ubar’ı bulduk!..’

Ubar’ı bulan ekip de bir macera filminin castinde rol alsa sırıtmayacak nitelikteydi. Ekibin başı olan Juris Zarins, 1945 doğumlu bir Alman’dı. Amerika’da büyümüş, ülkenin önde gelen arkeologlarından biri olmuştu. Suudi Arabistan Krallığı antika bölümlerine arkeoloji danışmanlığı yaptığı yıllarda Suudi Arabistan, Mısır, Umman ve Yemen’de sayısız arkeoloji çalışmalarında bulunmuş, Ubar söylentileriyle o dönemde tanışmıştı. Kendisinden önce yola çıkanlar 1930, 1947 ve 1953’te hayal kırıklığına uğramış, seferden elleri boş dönmüştü. 1992’de Ubar’ın uzay teknolojisinin de yardımıyla ortaya çıkarılması, oldukça ses getirmiş, aynı zamanda Discover, Time ve Newsweek tarafından o yılın en çok ses getiren 10 buluşundan biri olarak gösterilmişti. 5 Şubat 1992’de, vaktiyle Arabistanlı Lawrence tarafından ‘Kumların Atlantis’i olarak tanımlanan, Kur’an-ı Kerim’de de ‘Kuleler Şehri’ olarak isimlendirilen efsanevi Ubar şehrinin kalıntılarının bulunduğu ilan edildiğinde, arkeoloji dünyasının gündemine bomba gibi düşen bu olay, aynı zamanda dünya kamuoyunu da bir süre meşgul etmişti. İlk kez, uzay teknolojisi, dinî kaynaklı bir iddianın gerçekliğini araştırmak için devreye girmiş, sıkı elemanlardan oluşan bir kadroyla yapılan expedisyon sonucu da varlığı ve yokluğuna dönük söylentilerle bir muamma topuna dönüşen Ubar’dan artakalanlara ulaşılmıştı. Araştırmacılara göre Ubar, tarihte bilinen ilk reçine ve tütsü üretim merkezlerinden biriydi. Yıkıntılara ulaşılabilmesi için şiddetli kum fırtınaları ve ölümcül çöl yılanları ile mücadele etmek zorunda kalan ekip, Ubar’ın sekizgen kulelerinden ve 15 metreye varan sur duvarlarından artakalan yıkıntılara ulaştıklarında, tarih ile teknolojiyi harmanlamanın ödülünü alıyorlardı.

Ekibin dişli üyelerinden, San Diego Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden ve aynı zamanda NASA’ya bağlı Jet Propulsion Laboratuvarı’nda da görevli Jeoloji Profesörü Ronald Blom’a göre, Ubar’ı, uzay mekiğinin desteğiyle bulmuşlardı. Blom, ‘Challenger’daki radarlar ve optik kameralar tarafından çekilen ve bizim ‘false colour’ dediğimiz teknikle analiz edilen resimlerde göze çarpan antik çöl yollarını takip ederek şehre ulaştık.’ derken, konuyla ilgili araştırmaları bulunan din alimi Abdullah Yusuf Ali ise Ubar’ın Kur’an’da bahsi geçen İrem şehri olduğunu söylüyor. Ali’ye göre İrem, Ad kavminin başkentiydi. Zaten keşiften çok öncesinde de İngiliz araştırmacı Bertram Thomas’ın 1932’de kaleme aldığı ‘Arabia Felix’ isimli eserde de İrem’e atıfta bulunuluyordu. Thomas da İrem ile oldukça ilgilenmiş, hatta bölgedeki Arapların kendisine gösterdiği patika izlerinden hareketle İrem’in yerini tespit ettiğini iddia etmişti. Araştırmalarını tamamlayamadan ölünce, İrem de onunla birlikte tarihin sandukasında beklemeye bırakıldı. Ta ki, maceracı Clapp, hadiseye el atana kadar. İrem’i bulma fikri ilk olarak, 1981’de Los Angeles’lı belgesel yapımcısı; ama daha da önemlisi bir maceraperest olan Nicholas Clapp’in aklına düşmüştü. Arap tarihinin gizemli sayfalarına ilgisini hiç saklamayan Clapp, Thomas’ın izinden giderek kayıp şehri bulmayı kafaya koyduğunda, ekibini toparlamaya soyundu. Thomas’ın yazdıklarını inceleyen Clapp de kitapta bahsedilen bu kayıp şehrin varlığına inanmıştı; ama bir türlü bulunamıyordu. ‘O halde büyük resmi görmek için, daha da yukarılardan bir yerlerden bakmalıydık diye düşündüm ve aklıma NASA geldi.’ diyen Clapp, uzun bir uğraşıdan sonra uzay mekiğinden bu bölgenin resimlerinin çekilmesi için gereken izinleri aldı. ‘Her halükarda elimizdekileri güçlendirecek tarihî vesikalara da ihtiyaç vardı.’ diyen macera tutkunu Clapp, soluğu Californiya’daki Huntington Kütüphanesi’nde aldı. Kısa bir araştırmadan sonra ünlü coğrafyacı Batlamyus tarafından MS 200 yılında çizilmiş bir harita geçti eline. Harita, söz konusu bölgedeki eski bir şehrin yerini ve bu şehre giden yolları gösteriyordu. Mekiğin çektiği fotoğraflar da gelmişti. ‘Uzaktan algılama’ tekniği ile çekilen fotoğraflarda yerden çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan; ancak havadan net olarak görülebilen bazı yol izleri bariz şekilde görünüyor, hem haritadaki hem de uzaydan çekilen fotoğraflarda görülen yollar birbirleriyle kesişiyorlardı. Kesişen noktalarda kazılar başlayınca, ‘Kumların Atlantis’i Ubar’ da ortaya çıkıyordu.

Her ne kadar bazı arkeoloji çevreleri, Ubar’ın sadece bir efsaneden ibaret olduğunu savunsa da Zarins kendinden emin bir şekilde, ‘Klasik metinlere ve Arap tarihi kaynaklarına bakarsanız Ubar, bazılarının iddia ettiği gibi, sadece bir şehre değil, bir kavme, insanlar topluluğuna ve bölgeye verilen isim. İtiraz edenler bu noktayı ıskalıyor.’ diyor ve ekliyor: ‘Ubar vardı ve biz de onu bulduk!’

‘NASA bulmadı, biz bulduk!’

Sir Ranulph Fiennes’ göre, kazı ekibinin NASA’yı ikna etmesi çok uzun sürmüş. ‘Biz üç aşağı beş yukarı şehri bulmuştuk ki; ancak mekiği üzerimizden uçurmaya ikna oldular. Evet, geldiler. En azından çektikleri fotoğraflar emin olmamızı sağladı, kazı yapacağımız alanları azalttı; ama asıl işi biz yaptık!’ diyen Sir, New York Times’ı da suçluyor, ‘Başarımızı sadece NASA’ya mal ettiler, gerçeği anlatmamıza rağmen haberi de geri çekmediler...’

12 katlı yüksek binaları ile birlikte bütün şehir kumlara gömüldü

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden Abdülbaki Güneş’in ‘Kur’an Kıssaları ve Medeniyetlerin İnşası’ adlı kitabı, türüne ender rastlanacak eserlerden. Eser, Kur’an’da bahsi geçen helak olmuş kavimleri mercek altına alıyor. Güneş, Kur’an’da Ad kavminin, yüksek binalar inşa ettikleri için ‘zatü’l-imad’ yani, ‘yüksek sütun sahibi’ diye nitelendirildiğini söylüyor. Dünyada bu tür binaları ilk defa onlar inşa etmiş. Rivayetlere göre Ad kavminin lideri Şeddad b. Ad, İlahi kitaplarda cennetin niteliklerini okumuş ve benzerini inşa etmeye karar vermiş. Altın, gümüş, yakut vb. değerli maddeleri kullanarak saraylar yaptırmış, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bahçeler ve bunları sulayacak kanallar inşa ettirmiş. Kur’an; Ad kavminin, ihtişam ve debdebelerinin göstergesi olmaktan öte bir anlam taşımayan yüksek binalar ve anıtlar diktiklerinden söz ediyor. Eğlenme, zevk-ü sefa peşinde koşma, israfa dayalı lüks bir hayatı tercih etme, kısacası hedonist bir yaşam sürmekten başka bir amaç taşımayan bu insanlar, ölüm ötesi hayat için herhangi bir hazırlık içinde olmamışlar. Kur’an’da; Ad kavminin, dünya zevklerine dalıp insanî erdemlerden uzaklaşarak aşağı sosyal katmanlara mensup insanlara zulmettikleri görülüyor. Ayette, kavmin kendisine azap getirecek olan bulutu gördüğü; ancak bunun gerçekte ne olduğunu anlayamadıkları ve bir yağmur bulutu sandıkları belirtilmekte. Çünkü çöl kumunu kaldırarak ilerlemekte olan bir kasırga da uzaktan bir yağmur bulutuna benziyor. Bir kum fırtınasının ilk işareti, kuvvetli rüzgârla savrulan ve yükselmekte olan akımlarla yüzlerce metre yükseğe çıkan kumla dolu bir buluttur. Nitekim Ubar, metrelerce kalınlıktaki bir kum tabakasının altından çıkarıldı. Fransız Ça m’Interesse dergisi aynı tespiti şu ifadeyle bildirir: “Ubar, çıkan bir fırtına neticesinde 12 metre kumun altına gömülmüştü.” Kavmin tüm verimli ekili tarlaları, su kanalları, barajları kumlarla kaplanmış, tüm şehir ve içindekiler diri diri kuma gömülmüşlerdir. Kavim helak edildikten sonra da zamanla genişleyen çöl, bu kavimden hiçbir iz bırakmayacak şekilde üzerlerini örtmüştür. Ubar’ın bugünkü halini gören kimse, bir zamanlar buralarda şanlı ve çok güçlü bir medeniyetin yaşamış olduğunu düşünemez. İçerlerine girmeye kimse cesaret edemiyor. 1943 yılında Bavyeralı bir askerin hatıralarına düştüğü notlar şehrin bugünkü halini anlatması açısından önemli: “Hadramut’un kuzeyde yer yer beyaz kısımları vardı ki eğer onlara bir şey düşerse o kumun içinde mahvolur gider ve tamamen çürürdü. Bedeviler katiyyen oraya gitmeye cesaret edemezler. Buranın kumu âdeta toz gibi çok incedir. Ucuna ip bağlı bir şakülü uzaktan fırlattım. Beş dakika içerisinde hemen kumun içine gömüldü. İpin uç kısmı ise çürümüştü.”
 

By CaPTaiN

New member
Hikayeler efsanelere taşındı ;)
 

HTML

Üst