Kuranın tanrısı erkektir

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

dreamdeep

Banned
Katılım
19 Haz 2008
Mesajlar
272
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Konya
Hatta ademi kendi suretinden yarattığı ama havvayı ademin kaburga kemiğinden yaptığı bilinir.

""Hz. Âdem ' "Şüphesiz Allah Âdem'i seçerek üstün kıldı" (Âli İmran, 3/33). Ve “Allah Ademi topraktan yarattı. Sonra ona 'ol' dedi ve o da oluverdi" (Âli imran, 3/59) ayetlerinden anlaşıldığı üzere, topraktan seçilerek yaratılmıştır. Hz. Havva da, Âdem'in kendisinden ayrılarak yaratılmıştır. Bu mânâ hadislerde "Havva, Âdem'in bir kaburga kemiğinden yaratıldı".(2) diye nakledilmiştir ki, bir yarılma mânâsına gelir. Ve bu mânâ eşlik ilişkisinin temeli demektir. Bir sahih hadiste, "Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır."(3) buyurulmuştur.""

Burada eğri kaburga kemiği, bu yarılmaya işaret etmekle beraber erkekle kadın arasındaki tabiat uyumsuzluğuna ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılması, onları kırıp atmak demek olduğuna dair uyarıyı içeren bir misaldir. Bundan başka bu kısımlara ayrılmanın, cennetteki yaratılış başlangıcında meydana geldiği de hadislerde yer almıştır.

1- Fahrur-Razi- a.g.e.IX,167.
2- Buhari, Nikah 79; Müslim, Reda 65; Tirmizi, Talak 12; Darimi, Nikah 45; Ahmed b. Hanbel, II, 428, 449, 530, V, 164.
3- Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15; Ahmed b. Hanbel, II, 168.
Elmalı M. Hamdi YAZIR ( HAK DİNİ KUR’AN DİLİ)

Hatta müslümanlar için tanrılarının erkekliği o kadar saplantı halindedir ki mimariye bile yansımıştır.Kasıt var mıdır bilinmez fakat cami mimarisini hayal etmeye çalışın.Biraz hayal gücü bile sonuca varmamızı sağlar.(Kubbe-minare kombinasyonu)

Bu kadar erkek egemen bir anlayışta doğal olarak kadının peygamber gibi bir rütbeye ulaşması rencide edici bir durum gibidir.İslam kadına bu payeyi istese de veremez zira iman açısından daima eksik olacak şekilde yaratılmış bir kadın peygamber olamayacağını kurgular.

Kadın peygamberi İslam kabul etmez.

Yusuf / 109 . Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?

Ama Tevrat'ta kadın peygamber vardır.

Tevrat’ın Tekvin 15/20 ayetinde , Peygamber Miryam’dan , Hakimler 4/de , Peygamber Debora’dan , 2. Tarihler 34/22 de , Şallum’un karısı Peygamber Hulda’dan , Nehemya 6/14 de , Peygamber Nadya’dan söz eder.
Aynı şekilde, İncil , Luka 2/36 da , ‘Aşer oymağından Fenuel’in kızı Anna adında çok yaşlı bir peygamber vardı. Genç kız olarak evlenip kocasıyla yedi yıl yaşadıktan sonra dul kalmıştı. ’ şeklinde bir ifade yer alır.

Müslümanlar buna da Tevrat ve İncil tahrif edildiği için geçersiz derler. Sanki İslam'a, Muhammed'e terslik olsun diye herşeye el atıp değiştirmişler, ekleyip çıkarmışlar.
Tabi yok öyle birşey. Kadın peygamberleri hem Muhammed bilmez, hem de inancına, düşüncesine uymaz.
 
Sanki İslam'a, Muhammed'e terslik olsun diye herşeye el atıp değiştirmişler, ekleyip çıkarmışlar.
Tabi yok öyle birşey. Kadın peygamberleri hem Muhammed bilmez, hem de inancına, düşüncesine uymaz.

neden islam dini ve peygamberi seni bu dine inanmaya zorlamazken sen kendin bu gibi saygısız hitaplarla bu dini ve ona inananları rencide etmeye çalışıyosun?
 
kardeş incil ve tevrat orjinal halini koruyamamış ve degiştirilmiştir onun için o kitaplardan alıntı yapıp bu dogru diye konuşma din konusu çocuk oyuncagı diil anladıgım kadarıyla dini bilgilerin çok ama çok zayıf
 
Kadın en çok saydıyı gösteren din islamdır. Peygamberimiz cennet anaların ayağının altındadır demiştir.
 
neden islam dini ve peygamberi seni bu dine inanmaya zorlamazken sen kendin bu gibi saygısız hitaplarla bu dini ve ona inananları rencide etmeye çalışıyosun?

bak kardeşim bu konu beyin egzersizi yapılsın diye açıldı böyle gibi onun gibi senin gibi diyeceksen bunun bir anlamı olmaz

varsa karsıt fikrin detaylı bir şekilde yaz ve tartışalım...saygı
 
1- Kadın insan olma açısından erkek gibidir : Daha önce, diğer toplumlarda "Kadın insanmıdır, değilmidir?" tartışması yapılmaktaydı. Kimisi akıllı hayvan, kimisi yarım kalmış bir erkektir diyordu. İslam'ın kadınlar hakkında getirdiği temel islahatlardan biri budur.
Cenab-ı Hak buyuruyor . "Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkun"(Nisa süresi 24)
Allah resülü buyuruyor : "Muhakkak kadınlar erkeklerin bir parçasından başka bir şey değildir"
2- Daha önceki din adamlarının kadına yapıştırdıkları lanetlik durum bertaraf edildi

3- Kadın dindar olmaya, iman ve ibadete ehliyetlidir : Eğer iman edip ibadet yaparsa cennete girer. Küfredip isyan ederse cezalandırılır. Bu konuda erkekten hiçbir eksik yönü yoktur.
Cenab-ı Hak buyuruyor :
"Erkek ve kadından kimi inanmış olarak bir iyilik yaparsa onu hoş bir hayatla yaşatırız. Ahirette ise onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz." (Nahl Suresi 97)
"Rableri onlara karşılık verdi : Ben sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmiyeceğim. Hep birbirinizdensiniz." (Al-, İmran Suresi 195)
Bu temel esas Kur'an-ı Kerimin birçok ayetinde vurgulanmıştır.
" Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaata devam eden erkekler ve itaate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar. Allah'a gönülden saygılı erkeler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, işte bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırlanmıştır." (Ahzab Suresi 35)

4- İslam, kadına miras hakkı tanımıştır : Küçük olsun, büyük olsun, evli olsun bekar olsun, isterse annesinin karnında bir kız çocuğu olsun, ona her durumdamiras hakkı vermiştir.

5-İslam eşler arasında hakları tanzim etmiştir : Kadına da erkeğin hakları gibi haklar tayin etmiştir.
Cenabı Hak Buyuruyor:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır." (Bakara Suresi 228)

6- İslam Boşanma Meselesini düzene Koydu : Erkeğin bunu oyuncak haline getirmesi ve bu konuda diktaya başvurması engellenmiş oldu. Boşanmaya bir sınır koydu bu sınır talaktır. Önceden araplarda bunun sınırı yoktu. İslam talakın meydana gelmesi için belli bir zaman tayin etmiştir. Boşanmanın tesiri için bşr iddet müddeti vardır. Bu zaman kadın ve erkek için yeniden düşünüp taşınma imkanı sağlar.

7- İslam evlenilecek kadınların sayısına sınır koydu : Bu sınırı dört kadınla belirledi. İslam'dan önce araplarda ve çok evliliği kabul eden milletlerde daha önce, herhangi bir sınır yoktu.

8- İslam kadında bulunduğu söylenen uğursuzluğu nehyetti : İslam öncesi arapların ve diğer milletlerin kadında bulunduğuna inandıkları uğursuzluk telakkilerini kökünden kazıdı.
Cenab-ı Hak buyuruyor :
"Onlardan birine kız müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir, kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı milletinden gizlenirdi. Onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Ne kötü hükmediyorlar."(Ahzab Suresi 58-59)

9- İslam Kız Çocukların Katlini Yasakladı : İslam'dan önce diğerv toplumlarda kız, ya diri diri toprağa gömülüyor veya putların önüne bırakılıyor, ölünceye kadar orada kalıyor yahut da herhangi bir dilek için kurban ediliyordu. Kızının ileride birinin karısı olmasından kendince ar duyan, bunun için de kızını diri diri gömen babaya Kur'an sert bir biçimde tenkit eder:
"Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman" (Tekvir suresi 8-9)
"Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetler, Allah'a iftira ederek haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi." (Enam Suresi 140)

10- İslam, kadın erkek arasında yargı eşitliği getirdi : İslam hukuku ister bir erkek, ister bir kadın katil olsun, öldürene ölüm cezası verir.
Hz.Ömer zamanında bir kadını erkeler birlikte öldürmüşlerdi. Katil erkeklerin öldürülmeleri için Hz.Ömer emir verdi ve hepsi öldürüldü.
İslam zina için, erkekle kadına aynı cezayı getirdi. Kadına karşı işlenen suçlar, ister şahsına, ister malına, ister şerefine karşı olsun erkeğe karşı işlenelerle aynı seviyeye getirildi. Htta bazı konularda kadın hakkına daha çok önem verilmiştir.
"Bir erkek iffetli bir kadına zina isnad eder de, sonra dört şahid getiremeyenlere seksen değnek vurun, ebeddiyen onların şahitliğini kabul etmeyin."(Nur Suresi 4)

11- İslam kadına mülkiyet hakkı verdi: İslam, kadına mülkiyet hakkı, aynı zamanda sorumluluk vermiştir. Avrupa 1882'de çıkarılan bir kanunla ancak evli kadınlara mülk edinme hakkı tanıdı.
Kur'an bu husuta şu hükmü koyar:
"Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır."(Nisa Suresi 32)

12- İslam, kadınında eğitimine önem verdi :İslam, kadını cehaletten kurtarmış ve onun durumunu yükseltip şerefli kılmıştır. İslam tarihinde bunun örnekleri çoktur. Eğitilmiş müslüman kadınlar eğitim ve öğretime büyük yardım yapmışlardır.

13- İslam, kadına ikram edilmesini emretmiştir : İslam kadına, kız olsun, eş olsun, anne olsun hep ikram edilmesini emretmiştir.
"Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu."
(Ahkaf Suresi 44)
Bir adam Resullulah'a gelerek, ben Allah yolunda cihad etmek istiyorum, dedi. Resulullah ona dedi ki: "Anan sağ mıdır?" Adam evet dedi. Allah Resulü: "Onun ayağına dikkat et cennet oradadır" buyurdu.

Kaynak:
Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
 
tövbe yarabbim taş yağacak.nereye gidiyoruz böle
 
Kadın Eğri Kemikten mi Yaratıldı?


Bu konuda üç görüş vardır?
1- Hz. Havva, Hz. Adem'in Kaburga Kemiğinden Yaratıldı : Hz. Havva'nın yaradılışı kur'an-ı Kerim'de şöyle geçer:
"Ey insanoğlu, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun"(Nisa Süresi :1) Bu âyet-i celile ve diğer âyet-i kerimelerde Hz. Havva'nın, Hz. Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair hiç bir işaret yoktur.

Bu konuda kitaplarda şöyle bazı rivatetler vardır: "Allah, Adem'i uykuya daldırdıktan sonra sol tarafındaki kaburgalardan birini aldı. Bu kaburganın yerini hemen et bürüdü iyileşti. O anda Adem uyandı. Allah bu kaburgadan Havva'yı yaratıncaya kadar uykusundan kalkmadı. Adem uykusundan kalkarak bir tarafında Havva'yı görünce "Etim, kanım, eşim" dedi.

Mücahit de şöyle diyor. "Allah, Adem uykuda iken Havva'yı onun aşağıdaki iki eğe kemiğinden yarattı".

Bu rivayetlerin doğruluğunu Allah bilir. Çünkü Tevrat'ta Hz. Havva'nınyaradılışı şöyle anlatılır. "Ve Rab allah dedi: Adam'ın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah, Adem'in üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu, onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini otla doldurdu. Ve Rab Allah Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratıp onu Ademe getirdi. Ve Adem dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, bu insandan alındığı için ona "nisa" ismi verilsin dedi. Ve Adem karısının ismini Havva koydu, çünkü bütün yaşayanların anası oldu." (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 2/18-23) Yine Yahudilerin kutsal kitabı Talmud'da şu ayrıntı vardır. " Havva, Adem'in onüçüncü kaburga kemiğinden yaratıldı."

Bu haber Hz. Peygambere ulaşınca kadınların hatası olduğu zaman bağışlanmaları gerektiğini, bedenlerinin nazik ve ruhlarının hassas olduğuna işaret etmekle yorumlamıştır.

Bundan beşyüz sene öncesine kadar Avrupalılar, Tevrat'ın bu sözüne bakarak erkeğin kaburga kemiklerinin kadınlarınkinden bir eksik sanıyorlardı. Kadınla erkeğin kaburga kemiğinin aynı olduğu ilmen isbat edilince bütün Avrupa şaşırmıştı.

Bu rivayetleri kitaplarına alan bazı müfessirler, bunların: Tevrattan alınma olduğunu açıklamıştır. İmam Taberi: "Bu rivayetlerin doğruluğunu Allah bilir," diyerek bu rivayet hakkındaki şüphesini belirtmiştir. İbn-i İshak da bu konuda şöyle der. "Hz.Havva'nın, Hz. Adem'in sol kaburga kemiğinden yaratıldığı şeklindeki haber haber, Yahudilerden nakledilmiştir.

Birinci görüşte olanlar şu hadis şerifleri delil getirmişlerdir. "Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz. Çünkü kadın, eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı, en üst tyarafıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın, hali üzerinde bırakırsan öyle kalır.. Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz" Diğer hadis-i şerifte: "Kadın eğri kaburga kemiği gibidir. Eğer doğrultmaya kalkışırsan kırarsım Eğer mutlu bir hayat yaşamak istersen o eğriliği ile beraber faydalanırsın."

Bu ve benzeri hadisler Hz. Havva'nı kaburga kemiğinden yaratıldığına delil olmaz. Çünkü bu hadisler mecazdır; kadınla iyi geçinmeyi tavsiye eden hadislerdir.

Buhariyi şerheden merhum Kamil Miras şöyle der: "Hadis'in bu ifadesiyle kadın cinsinin fıtrat açısından asabi olduğunu ve fıtratı gereği çabuk sinirlenerek eğrilik ve huysuzluk göstermesine işaret olunup erkeklerin kadınlar hakkında hayırlı olmaları emrolunmuştur".

Kadının bu yönünü Tıp alimleri de aynı şekilde açıklar. Ord.Prof. Mazhar Osman şöyle der: "Kadının esas mizacı heyecanlılıktır. Bütün kadınlarda buna rastlanır. Ruh hastalıkları kadınlarda daha çoktur. En vahşi kavimlerden en medeni milletlerin kadınlarınma, medeni terbiye görmüş hanımından eğitimsiz bir köy kızına varıncaya kadar kadınlığın müşterek hisleri vardır. Her kadın ayının yarısını hazırlanma, adet, adetten sonra gayri tabilik , adete yarı hasta olarak geçirir".

Birinci görüş, hem Kur'an'a hem de sünnete ters düşer.. Bu görüş tamamne İsrailiyattır. En doğrusunu allah bilir.

2- Hz. Havva, Hz. Adem'den Yaratılmıştır : Bu görüşte olanlar, Hz. Havva Hz.Adem'den yaratıldı derler, fakat kaburga kemiği gibi, neresinden yaratıldığı konusunda bir şey söylemezler. Çünkü Kur'an ve sünnette böyle bir ayrıntı yoktur.
"Ey insanlar, sizi tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkek ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun"(Nisa Süresi:1)

Ayette geçen "nefis" kelimesi kapalı ve çok geniş anlamı olan bir kelimedir. üzerinde çok ihtilaf vardır. Görüş farklılığı da buradan gelmektedir.

Nefis;
1) İnsan, ruh, can, hayat, zat, şahıs
2) Cins, hakikat, asıl, cevher, madde, insanı oluşturan hakikat, birşeyin tamamı hakikatı demektir.

Ayette geçen "nefs" kelimesi, insanruh, zat anlamına gelir görüşünde olanlara göre, bu ayat ve benzeri ayetler, Havva'nın Adem'den yaratıldığına işaret eder. Ancak Havva'nın Adem'den nasıl yaratıldığı, neresinden yaratıldığı konusunda ayrıntılı kesin bilgi Kur'an-ı Kerim ve hadislerde yoktur.

Ayette geçen "Tek nefsin" Adem olduğuna dair açık ayet ve hadis yoktur. Bazı müfessirler "Tek nefis'ten Hz.Adem'in kastedildiğini söylerler.

İbni abbas şöyle der: "Kadın erkekten yaratılmıştır. Bu yüzden kadının gözü erkektedir. erkek ise topraktan yaratılmıştır. Bu yüzden erkeğin gözü topraktadır".

Elmalı'l ıHamdi Yazır da şöyle der. Tek nefisten murat Hazreti Adem, eşinden murat da Hz.Havva olduğuna dair ittifak ve icma vardır".

Bu konuda birkaç ayet daha var:
" Allah sizi tek nefisten yarattı. Burası gelip geçici yerdir"(Enam Suresi: 98)
"Sizi birtek nefisten yaratıp onunla huzura kavuşsun diye eşini aynı nefisten yaratan O'dur." (Araf Suresi: 189).
"Sizi tek nefisten yarattı, sonra ondan eşinizi meydana getirdi." (Zümer Suresi :30)

Bu görüşe göre, Kur'an-ı Kerimde Hz.Havva'nın, Hz. Adem'den yaratılmış olduğu bildirilmiştir. Bunun dışında herhangi bir açılama yoktur.

Biz, Resulullah'ın getirdiği vahye olduğu gibi inanırız. Ne eksiltiriz, ne de çoğaltırız. Cenab-ı Hak ayette "nefs" kelimesini kapalı olarak zikrediyor, insanları ondan yarattı diyor. Biz de olduğu şekilde buna inanırız. Nasıl, ve ne şekilde, neresinden yaratıldığı konusuna girmeyiniz.

3- Hz. Havva Topraktan Yaratılmıştır : Cenâb-ı Hak, Havva'ya Adem'i yarattığı gibi maddeden, topraktan yaratmıştır. Kur'an, kadın-erkek ayrımı yapmadan mutlak insanıntopraktan yaratıldığını söyler. Kur'an da bu konuda tam açıklık vardır.

"Allah sizi çamurdan yarattı" (Enam Suresi : 2)
"Allah insanı çamurdan yaratmaya başladı." ( Secde Suresi : 7)
"Biz insanı çamur'un süzülmüşünden yarattık." (Müminun Suresi : 13)
"Ben çamurdan bir insan yaratacağım" (Sad Suresi : 71)
"Biz insanı pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık."(Hicr Suresi : 26)

Bu ayetlerde görüldüğü gibi Cenab-ı Hak, insanı kadın-erkek tek bir maddeden, topraktan çamurdan yaratmıştır. Kadın ve erkeğin ayrı ayrı maddeden ve ayrı yerlerde yaratıldığını söylemediği gibi ona işaret bile etmemiştir. ancak topraktan nasıl yaratıldığına dair tafsilat vermemektedir. Ancak ruhunun yüce Allah'ın ruhundan bir nafha olduğunu Kur'an-ı Kerim haber vermektedir.
"Rabbin meleklere demişti ki: Ben balçıktan işlenebilen kara çamurdan bir insan yaratacağım. Onu kılığına koyup ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın." (Hicr Suresi : (28-29)

Toprak insan bedeninin başlangıç maddesini oluşturmaktadır. Bütün insanların yaradılışının toprakla ilgili olduğuna Kur'an'da işaret ediliyor:
"Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki, siz ölü idiniz. O sizi diriltti, yine öldürecek, yine diriltecek, sonra O'na döndürüleceksiniz." (Bakara Suresi : 28)
Bediuzzaman Said nursi bu ayet-i tefsir ederken der ki: "İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, alemin zerreleri içinde (toprak içinde) cansız, dağınık bir şekilde iken bakarsınız ki, özel bir kanunla, muayyen bir nizam ile intizam altına alarak baba sulbüne gönderir. Baba sülbünde sakin, gizli bir durumda iken, birden bire bölük bölük, muayyen bir nizamla, bir kasd ve hikmet altında ana rahmine intikal eder.
Alemin içindeki zerreler, baba sülbüne intikal edince başka suretlere girerler; ana rahminde başka suretlere dönerler. Nutfe de başka durum alırlar, sonra alaka olur, sonra et parçası olur, sonra insan suretine girer. Bu kadar acaib değişimler esnasında zerreler öyle muntazam hareket eder, öyle muayyen dusturlar üzerine cereyan eder ki, sanki bir zerre, alemin zerreleri içinde iken görevlendirilmiş ve Rauf'un gözünde yer alıp görev yapmak üzere yola çıkarılmıştır."

Hz.Havva'nın topraktan yaratıldığı ile ilgili bir çok tefsirde şu ibare yer almaktadır. "Adem'i topraktan yaratmaya kadir olan Allah,Havva'yı da topraktan yaratmaya kadirdir. Durum böyle olunca O'nun Adem'in kaburgasından yaratılmasının faydası nedir"
 
Hatta müslümanlar için tanrılarının erkekliği o kadar saplantı halindedir ki mimariye bile yansımıştır.Kasıt var mıdır bilinmez fakat cami mimarisini hayal etmeye çalışın.Biraz hayal gücü bile sonuca varmamızı sağlar.(Kubbe-minare kombinasyonu)

.


:clap:clap:clap:clap:clap

sapına kadar müslümanız elamdüllah :biggrin:biggrin:biggrin
 
Al-i İmran suresi
7.
O, sana Kitab'ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.

19.
Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

Leyl suresi

12.
Şüphesiz bize düşen sadece doğru yolu göstermektir.
 
Kimi insanlar Amerika’da, Avrupa’da doğuyor, kimileri Afrika’da açlık içinde… Kimi insanlar “normal” oluyor, kimiler, çok zeki, kimi insanlar ise sakat…

Kimi insanlar etkileyici özelliklere sahip olarak doğarken kimi insanların önemli kusurları oluyor ve hayat boyunca bunun psikolojik baskısı altında acı çekmeye mahkum ediliyor, kimi insanlar uğraşmadan, çaba sarfetmeden elde etme imkanına sahipken kimileri ne yaparsa yapsın kaybediyor…Hiç uğraşmadan kazananlar (sadece para konusu değil), uğraşıp, gerçekten isteyip gerçekten hakkını vererek çabalayıp yine de kaybedenler ve bunun hayal kırıklığı, ümitsizliği altında ezilip yaşama sevinçlerini kaybedenler…Kimisi hiç zorlanmadan "hayatını yaşıyor" kimisi ise hiçbir konuda ne kadar çabalarsa çabalasın gün yüzü göremiyor.

Peki bütün bunlara Kur’an’ın ve islamın verdiği/önerdiği yanıt nedir? “Allah’ın işinden sual olunmaz” şeklinde yanıt olamayan bir ifade, Kur’an’ın yaşamdaki bu büyük adaletsizliğe bir çözümü, bir sistemi var mı?

Eğer yaşam bir sınavsa neden eşit şartlarda yapılmıyor? Bolluk ve rahatlık içinde, her istediğini elde ederek yaşayan insanlar, Allaha, talihsiz, fiziksel veya psikolojik acılar altında ezilen ve cehennem hayatı yaşayan insanlardan farklı olarak bir şey mi vermiş? (islamcıların savunması genelde “Allah’a kim bir şey vermiş ki geri istiyor” şeklinde o nedenle bu cümleyi yazdım) ölen bebeklerin ahirette durumu nadir? Eğer cehennemlikse adalet yok, eğer cennetlikse bu sınavdan boş kağıt vererek geçmeye benzemez mi? neden biz doğrudan hemen ölüp cennete gitmiyoruz da uğraşıyoruz o halde?
 
Değerlerin altüst olduğu son devir çalkantılarından “adalet” ve “eşitlik” kavramları da payına düşeni almış; bu arada kimi sevindirici gelişmeler olduysa da, İlahi sistem de bazı noktalarda tenkide uğramıştır. Halbuki münekkidler samimi de olsalar bir reaksiyon üzerine yapılandırdıkları, değişken olan çağın mülahazalarından sıyrılamamışlardır. Bazen de meseleler bir tek zaviyeden değerlendirilmiştir. İnsanın şartların ve görünenlerin arka planına eğilip, iç tefekkürüne ve tekemmülüne(olgunlaşma) malzeme yapabileceği kırıntılar araması, “ne var ne yok” diye göz atması da alkışlanacak bir faaliyettir. Sorumuzda bunlardan herhangi biri mevzubahis olabilir.

Sorunun cevabını üç başlık altında toplamak uygun göründü.. Aslında yaklaşık her alt bölüm bir başka başlığın altına girebilir; ama inşAllah böylece değişik zaviyelerden sistemli bir şekilde mesele mercek altına alınabilir

1-TASAVVURLARDAKİ ADALET KAVRAMI NİÇİN UYGULANAMAZ YA DA UYGULANMAMALI?

a)Herkesin eşit koşullarda yaratılması istenilen adalete göre şu demektir: Tamamen her canlının aynı özelliklere sahip olması, aynı şartlarda yetişmesi, aynı çevreyle(aynı taş, aynı dağ) kuşatılması demektir. Bu en geniş manasıyla aynı karakter, aynı hissiyat demektir, saniyesi saniyesine bir sürü varlığın aynı anda yaşadığı aynı hayat demektir. Görülen şeyler, bulunulan yerlerin de aynı olması demektir. Çünkü mesela sadece zevkler bile farklı olsa bunun getireceği avantaj veya dezavantajlar olabilir, bu durumda denge zincirleme hareketlerle yine bozulur. En ufak farklı bir tercih en sonunda farklı tabakaları doğurabilir. Bu varlıklar aynı ortamda da bulunamazlar; çünkü birbirlerinin aynısıdırlar. Mesela aynı şeyi söyleceklerdir ya da aynı anda noktası noktasına aynı yerde olmak isteyeceklerdir; ama olamayacaklardır. Bu durum da bir kaosa sebebiyet verecektir. Ya da bu türden aynı varlıklar için aynısından farklı yerde saha yaratılmalıdır, o zaman da aynı senaryo farklı yerde aynı şekilde oynanacaktır. Bunun hiçbir manası yoktur. Hatta mesele daha da ileri götürülerek bu mantığa göre varlığın canlı olsun cansız olsun her şekilde aynı durumda olmasının gerektiği savunulabilir. O zaman da mesele daha da giriftleşir ve farklı varlık mülahazası ortadan kalkar: Hayvan insan olur ya da insan hayvan, cansız varlık da ya da canlı varlık da kalamaz; çünkü hayat da ekstra bir özelliktir. Bir varlığın farklı organları bile olamaz; görevleri, bulundukları konumlar farklıdır zira. İşte mahlukat o halde vücuda gelemez. Allah'ın sonsuz ilim, irade ve esması ise çok farklı şekilde farklı sanat eserlerini gerektirir, zaten bu yüzden kainat da vücuda gelmiştir.

b)Gözümüzle ancak neticelerini görebildiğimiz kainatta her alanda cârî olan birtakım kanunlar vardır. Bu kanunlar her alanda etkisini gösterir. Makro alemde, mikro alemde, canlı varlıklar arasında, şuurlu varlıklar arasında, hissiyatta, içtimai platformda... İnsan da olması gerektiği kainata uygun şekilde yaratıldı. İşte zıtlık kanunu da bunlardan biridir, olması gerekir. “Biz, partiküllerden galaksilere kadar her şeyde artı ve eksi kutub zıdlığını görmekteyiz. Zaten, kâinattaki mükemmel vahdet ve şaşmaz nizam da bu zıdlıktan doğmaktadır. Bu fıtrat kanununa insan da uymalıdır ki, cemiyette vahdet korunmuş olsun. O halde insanlar birbirine zıd durumları paylaşmalıdır.” (1) “Nasıl kâinatı tamamen aynı kutublarda toplamak mümkün değilse, aynı şekilde insanları da aynı durum ve seviyede tutmak mümkün değildir. Dıştan yapılacak her müdahele, bu hâkim dengeyi ve vahdetin sağladığı âhengi bozar. Yılanları ve fareleri bile ortadan kaldırmak, tabiat kitabında çıkarılan bir cümleyle değişiklik yapıp ma'nâyı bozmak olacağından, nizama menfi tesir yapar. Herkesi zengin veya fakir yapmaya kalkışmakla, herkesi erkek veya kadın yapmaya çalışmak arasında neticeye tesir yönüyle pek fark yoktur.” (2)

c)Herkes aynı hayata aynı mal varlığına sahip olarak başlasa bir süre sonra tekrar bazıları zenginleşir bazıları fakirleşir. Fakir olanların çocuğu da sebepler dairesinde ister istemez fakir olarak hayata başlar. Ama ona da tekrar birden aynı mal varlığı verilse bu sefer de Allah'ın varlığı çok açık olarak belli olur ve imtihan sırrı ortadan kalkar. Ya da herkes hayatı boyunca aynı mal varlığı seviyesinde kalsın. Bu sefer de kimsenin çalışmasına gerek kalmaz ve bambaşka bir dünya kurgulamak gerekir. Ya da yine maldan hiç eksilme olmayacağından imtihan sırrı ortadan kalkar.

2-GERÇEKTEN ADALETSİZLİK Mİ?

Peki mevcut durumun hemen adaletsizlik olarak nitelendirmek yerine bir de farklı zaviyeden ele alıp bunun adaletsizlik olup olmadığını inceleyelim:

a) Mahlukat Allah'ındır. Onun üstünde istediği gibi hükmünü irca eder. Bir terzi nasıl insan üstünde istediği gibi elbiseyi kesip biçiyor, kısaltıp uzatıyor; aynı şekilde Allah da asla zulmetmeden insan üstünde istediği gibi hüküm verir. Kaldı ki Allah'ın verdikleri hadsizdir. İhtiyacı zaten vermiştir, ihtiyacın üstünde ise daha birçok şey vermiştir. Eğer sadece ihtiyacımız kadar verseydi asıl o zaman durumumuz çok daha vahim olurdu. “İnsan biraz daha düşününce, Cenâb- Hakk'tan değil şikayet etmek, Ondan herhangi bir şey talep etmekten dahi hicabetmesi gerekir. Zirâ mâzide verdiklerinin şükürünü eda edememiştir ki, istikbali adına O'ndan bir talep ve istekte bulunsun. İstiyorsak, bu sadece O'nun lütûf ve ihsanına olan inancımızdan ve istemeyi de bize Kendisi vermiş bulunmasındandır.”(3) Sağlam bir şekilde muhasebesini yapabilen insan bunun zulüm olmadığını görecektir.

b)Zengin bir kimse iki fakiri görse ve bunlara karşı vicdani rahatsızlık duyup -ki duymalıdır- birisine bir ev bir araba verse, diğerine de sadece ev verse... Ev verdiği kişi “Bana da niye araba vermedi, bana neden zulmediyor?” diye sorup hak iddia etse saçmalık yapmış olmaz mı? “İşte, Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ihsanlarını da aynı ölçü içinde değerlendirmek mümkündür. O, insanı yokluktan alıp varlık basamağına, oradan da insanlık seviyesine çıkarırken, bunu sadece lűtuf ve ihsanıyla yapmıştır.(*) İnsana düşen de, ihsanın her mertebesinde ona karşı teşekkürde bulunmak ve her nimete mukabil sadece şükran hissiyle coşmaktır.”(4) “İnsan dikkat etse, kendinden aşağı mertebede birçok mahlukat var ki, pekâlâ onlara bakıp nelere mazhar olduğunu düşünebilir”(5)

c)İslam akidesine göre bu dünyadan ibaret değildir hayat. Hayat ahirette devam eder ve dünya hayatı ahiret hayatına göre çok küçük bir yer tutar. Sadece bir gölgeliktir... O halde hayatı sadece burdan ibaret gibi görüp ona göre hüküm vermek yanlıştır. Çünkü herkes ahirette kendi durumuna göre değerlendirmeye tâbi tutulacaktır ve burdaki bazı şeyler orda çözüme kavuşacaktır. Belki insan fakirliğine karşı sabır gösterdğinden dolayı ahirette daha çok nimete kavuşacak ve dünyada yaşadığı 70 yıllık bir fakirlik hayatın ona güya vermiş olduğu eksikliği ahirette yaşadığı mesut hayattaki bir saniyede kapatacaktır. Velhasıl sırf bu madde bile soruyu cevaplandırmaya yeter.


3-ADALETSİZLİK OLARAK ALGILANAN DURUMLARIN AVANTAJ OLARAK TAHAKKUK ETMESİ VE ÇEŞİTLİ YARARLAR TEMİN ETMESİ

a)Malın, sıhhatin, güzelliğin mutlak bir fayda ve hayır olarak olarak ele alınması yanlıştır. Önemli olan insanın kendi içinde sağladığı huzurdur. Batı toplumlarında refah seviyesinin iyi olmasına mukabil manevi arayışlar da doğru orantılı olarak çoğalmıştır. Fert planında da bu böyledir. “Nice zenginler vardır ki, bir fakirin geçirdiği mutlu bir gün karşılığında bütün servetini vermeyi canına minnet bilir. Duyduğu huzursuzluk sebebiyle canına kıyan çok zengin vardır. Ancak bu, fakirlik her zaman huzur getirir ma'nâsına anlaşılmamalıdır. Öyle fakirler de vardır ki, her günü diken yutar gibi geçirirler. Bundan da anlaşılıyor ki, ne zenginlik, saadetin biricik sebebidir, ne de fakirlik..”(6)

Herhalde asıl mesele insanın kendi hissettiğidir. Çok bir şey görmemiş bir insanın karşılaştığı bir nimet karşısında duyduğu sevinç ve huzur, bir zenginin yeni bir ev aldığındaki duyduklarından çok farklı ve üstün olabilir. Şöyle de yaklaşabiliriz: “Belâ ve musîbetler, insanlara nimetlerin kadrini öğretir ve şükür yolunu açar. Açlık, ekmeği katmer eder; iftar vakti bir bardak su ne kadar tatlıdır. Hasta, sıhhatin kıymetini daha iyi idrak edip şükrettiği gibi, uzuvlarından biri eksik olan da, diğer uzuvlarının değerini anlamada başkalarından daha fazla mesafe kat'eder.” (7)Bu bana susadıkça bal yiyen filozofu hatırlattı.

b)Bir anne çocuklarına yaşları ve ihtiyaçları doğrultusunda farklı muamelelerde bulunup, onlara farklı harçlıklar verirse buna kimse itiraz etmez. Küçük çocuğa büyük şeyler vermek belki onun zararına olacaktır. İşte bunun gibi mal, sıhhat, afiyet gibi nimetler de istikamet üzere kullanıldığı zaman hayra dönüşür. Yoksa insan zenginliği görüp zıvanadan çıkabilir ve ahireti adına çok büyük şeyler kaybedebilir. “Başkasının tarlasına girmeye yeltenen koyuna şefkatli çobanın attığı ikaz taşları neyse, mü'min için belâ ve musîbetler de odur. Cebi dolu ve sıhhatli insanın günaha girmesi daha kolaydır. Halbuki mahrumiyet ve hastalıklar, onu böyle bir düşüşe karşı muhafaza eder. Ayrıca, hasta bir müsibetzedenin, aczini anlayıp gurur ve kibir hastalığından kurtulmasına sebep olabilen hastalık ve musîbetlerde, onun için tiryak ve ilaç hükmündedir. Hattâ öyle günahlar vardır ki, onlara ancak musibetler keffaret olabilir.Evet, nice belâ ve musîbetler vardır ki, rüzgârın ağaç yapraklarını döktüğü gibi günahları döker ve insanı tertemiz hale getirir.”(8) İşte bu yüzden bazı şeylere sahip olmamak da bazen bir nimettir. Allah bunu da rahmetiyle bir hayra çevirmiştir: “Hastalıklara, belâ ve musîbetlere sabır ve tahammül, ibadetin menfî kısmından sayılır. Evet, bunlarla da insan sevap kazanır; sonra bunlarda riyâ korkusu da olmaz. Çünkü hiç kimse, gösteriş için hasta olmaz.”(9)

“Bazan yağmur, elektrik ve ateşten zarar görenler olabilir; fakat umûmî menfaatin hatırına kimse çıkıp da ateşe, yağmura veya elektriğe lânet okumaz. Oruçda ilk bakışta beden için bir zahmet var olduğu kabûl edilebilir. Ancak o, vücuda direnç ve zindelik kazandırır. Asker için de ta'lim ve eğitimi aynı şekilde değerlendirmek mümkündür. Ya ruhumuz; o da hastalık ve musîbetlerle saflaşıp berraklaşarak, neticede Cennet'e ehil hale gelmesin mi? Böyle bir netice, hiç de küçümsenecek bir netice değildir.

Az alıp çok vermek, Allah'ın şanındandır. O, icabında gözümüzü, ayağımızı alır ama, karşılığında şehidlik verir.. malımızı alır, ahirette çok nimetlerle mükâfatlandırır; sabrettirir, karşılığında hadsiz sevaplar bahşeder.” (10)

c)Mahlukat Allah'ın isimlerinin tecellilerine ayinedarlık yapıyor. “Her isim, kendi tecellisine ma'kes olacak âyinelerin vücudunu gerektirir. Meselâ, Rezzâk ismi, rızka muhtaç olanların varlığını iktiza ettiği gibi, Şâfî ismi de hastalıkların ve o hastalıklara giriftar olanların mevcudiyetlerini ve var olmalarını ister. Bu tecelli keyfiyetini biz, bize bakan yönüyle te'vil ederken, buna 'isimlerin imdada koşması' deriz. Allah (cc), Mucîb ismiyle darda kalanların, Kâbız ismiyle gaflete dalanların, Basit ismiyle de sıkıntıda boğulanların imdadına koşar. Eğer bütün isimler teker teker ele alınıp, tecelli keyfiyetlerinin gerektirdiği âyinedarlık ve âyınedarlıkla alâkalı hâl, durum ve zemin tetkik edilebilse, işte o zaman içtimâî hayatta farklılık gibi sanılan manzaraların hikmet yüzü görülmüş olacaktır.

Demek oluyor ki Cenâb-ı Hakk, Kendini bize bu sonsuz isimleriyle tanıtmakta ve bizlere Celâlî ve Cemâlî tecellilerini, göstermektedir. Bir gülün dikeninen Celâlî isimleriyle tecelli edip bize Celâlini tattırdığı gibi, gülün nazik yapraklarına da Cemâlî isimleriyle tecelli eder ve bize Cemâlini tanıttırır. Nasıl ki bir ressam, tablosunda en az bahar mevsimi kadar kışa da yer verir ve bir güzellik buudu olarak kışın o beyaz örtüsü üzerinde de durur; aynı şekilde, bir orman manzarasında renkli çiçeklerin yanısıra ağaçlardan birine de bir yılan konduruverir ve ırmakların, yeşilliklerin yanında kayalıkları da ihmal etmez.. öyle de, Cenâb-ı Hakk, içtimâî tabloyu çeşitli isimlerinin tecelli kalemiyle çizmekte ve ona ayrı bir buud ve ayrı bir derinlik kazandırmaktadır. Zaten, bunu O'ndan güzel kim yapabilir ki..?”(11)

d)Bu dünya inancımıza göre bir imtihan salonudur ve bu salonda herkes kendi durumuna göre imtihana sokulmaktadır. En ağır imtihanı en yüce insanlar çeker; ama imtihan herkesedir ve herkesin kendi şartları içinde, kendisine göre vuku bulur. Sıkıntılara tahammül edebilen, imtihan neticesinde Cenneti kazanır. Dolayısıyla burdaki olumsuzluk gibi görünen şeyler çok hayırlı neticelerin husülüne sebep olur.

“Yakın mesafeden bakıldığında bir tabloda göze çarpan ma'nâsız ve çirkin denebilecek gölgeler ve karanlık renkler, o tablodaki güzelliklerle birlikte ve bir bütün olarak değerlendirildiğinde, onların fuzulî bir ayıp ve kusur değil, tam aksine ma'nâlı bir âhenk ve güzellik içinde vazife yapmakta oldukları takdir edilecektir.”(12) Kaldı ki bütün hayata bakıldığında o olumsuzluk kılığına bürünmüş olan şeylerin olumlu şeyler yanında çok az yer tuttuğu müşahede edilebilir.

EK: MESELENİN iSLAM'A VE İNSANLIĞA BAKAN YÖNÜ

Haddizatında burda insanlığa büyük görev düşmektedir. İnsalık kendi sebep olduğu birtakım şeylerin çözümünü yine kendinde aramalıdır.

Eşitlik Anlayışı (13)

Zenginden alıp fakire vermek, esasen eşitlik getirmez; aksine kabiliyetlerin körelmesine, çalışma arzusunun sönmesine, üretimin düşmesine ve sevgi, saygı, itaat ve şefkat gibi güzel duyguların ölmesine yol açar. Neticede şahsın eline bir şey geçmeyecek veya geçen miktar da elinden alınacaksa, o zaman sermaye için kim çalışır ve kim ter döker? Bunun içindir ki, komünist blok, ferdî mülkiyeti tanımaya mecbur kalmış ve sistemlerinin temel taşını kendi elleriyle parçalamıştır. O halde, zenginin malını zorla elinden almak çare değildir. Belki çare, onun kalbini kazanıp vermeye hazırlamak ve böylece ona insanî bir duygu kazandırmaktır.

Ticaret ahlâkına riâyet edip çalışan ve böylece meşrû yoldan servet sahibi olan bir insanın malını elinden alıp, kahve köşelerinde çene çalmakla vakit öldüren bir tembele vermek acaba adalet midir? Böyle bir davranış, cemiyetin bir kısmını mağdur ederken, diğer kısmını da sadece başkasının sırtından geçinen asalak bir zümre haline getirmez mi? Böyle bir adalet teklif edenler, elinden malı zorla alınıp fakire verilen insanlarla, asalak haline getirilmiş fakirler arasında meydana gelmesi muhakkak kin ve düşmanlığı acaba ne ile izale edecekler? Bütün bu cevapsız kalan soruların verasında beşerî sistemlerin iflas haberi vardır. Belli ki insanlık, ancak İlâhî sistemle kurtulacaktır!...

Ve işte İslâm, Allah korkusunun nezaretinde hem sermayeye, hem de emeğe gereken önemi vermiş ve serveti zenginlerin elinde dönüp dolaşan bir “devlet” olmaktan çıkarıp, sadaka, zekât ve karz-ı hasen köprüsüyle fakir tabakayı besleyici musluklar ve oluklar tesis ederek, servetin akışını sağlamıştır. Ayrıca İslâm, bir yandan faiz, karaborsa ve spekülatif kazanç gibi meşrű olmayan yollarla fakirin ezilmesinin önüne geçerken, diğer yandan “Çalıştırdığınız kişinin ücretini daha alnının teri kurumadan verin” diye fermanda bulunmuştur. Evet, İslâm bir taraftan bu tedbirleri alırken, diğer taraftan da hasır üzerinde yaşayarak hayatını sürdüren Nebî'sinin bu örnek davranışıyla fakirliğin ahiret için ne demek olduğu dersini vermiştir. Bu sayede yukarıdan şefkat ve merhamet, aşağıdan ise hürmet ve itaatın söz konusu olduğu bir cemiyet teşekkül etmiş ve bütün bir toplum huzura kavuşmuştur. İslâm tarihi, bu türlü duygu ve düşüncelerin ve akılları ve kalpleri teshir eden İlâhî kâidelerin pratiğe dökülüşünün en güzel endam aynasıdır. İnanıyorum ki, onu bu perspektiften okuyup değerlendirme, günümüz insanına pek çok şey kazandıracak ve ictimâî tıkanmaları bertaraf etmenin en müessir yolunu bulmada onun elinden tutacaktır.

Zenginlik veya fakirlikten birini tercih, tamamen ferdin gönül dünyasıyla alâkalıdır. Gözünü yüce ufuklara ve yüce ideallere dikmiş, insanlığı insanlık semasına çıkarmak için çırpınan bir ferdi, ne kadar zorlasanız da ona göre zindan sayılan zenginliğin mahbesine sokamazsınız. Ferdî plânda bu böyle olmakla beraber, cemiyet planında devletin güçlü olabilmesi için gerekli bütün şartların hazırlanması da, vazgeçilmez bir ehemmiyeti haizdir. İşte İslâm, bu muvazene ile insanlığı kucaklamış.. ve tabiî, getirdiği prensiplere riâyet edildiği müddetçe de bu muvazene muhafaza edilmiştir.

Gönüller Sultanı'nın ölçüleri içinde, dünya ahiretin yanında bir gölge, bir ağaç-altı konaklaması, bir eğlence, bir oyun ve ebedî âleme kıyasla, Allah katında sinek kanadı kadar kıymet ve değeri olmayan köhne bir menzildir. Fakat aynı dünya, diğer bir değerlendirme ile, Cenâb-ı Hakk'ın adının bayraklaştırılacağı yüksek ufuklara yükselebilmenin en mühim vasıtasıdır. Bu vasıta iyi kullanılarak mü'minler, dünya devletleri arasında bir muvazene unsuru olacak ve her türlü diplomatik münasebetlerde parmağının işareti takip edilen bir millet haline gelecektir. Nihayet her sahaya olduğu gibi, çarşı ve pazara da mü'minler hâkim olacaktır ki, bunun en güzel örneğini yine Efendimiz'de görüyoruz. Çünkü O’nun Medine'ye teşriflerinden kısa bir müddet sonra Medine pazarına mü'minler hâkim olmuş ve hiçbir zorlama söz konusu olmadığı halde Yahudi, çarşı ve pazarı terk etmek mecburuyetinde kalmıştır.

Hz. Ömer, harbe iştirak edenlerin dışında, değişik yerlerde binlerce at besliyordu. Hz. Osman binlerce deveyi yüküyle beraber bağışlayacak kadar zengin ve cömertti. Zira her ikisini de birleştiren bir nokta vardı ki, o da şuydu: İkisi de sade bir hayat sürüyor, bir parça kuru ekmek yiyor, kum üzerinde yatıyor ve halkla oturup kalkıyorlardı. Zorlama ile elde edilecek neticeler değildi bunlar; bilakis İslâm'ın kazandırdığı ruhtu ki, onları ve onlar gibileri yetiştiriyor ve topluma hâdim kılıyordu.

Eğer insan unsuru, gerçekten en başta gelen bir mesele ise ve bunu bayraklaştırıp köhne fikirlerine payanda yapmak isteyenler de dedikleri ve söylediklerinde yalancı değillerse, o zaman gelin bu meseleye bir çare bulalım. Yani, ondört asır evvel bulunmuş çareyi yeniden gündeme getirelim. Zira insanı bir fazilet âbidesi haline getirecek tek çare, o İlâhî Reçete’yi aynen tatbik edip pratiğe dökmektir... Aksine başka çare aramak, sadece hastalığı müzminleştirecektir.

(*)Kainatın yaratılış amacına,niçin var olması gerektiğine ve bundaki güzelliklere dair tereddütü olanların “Allah Kainatı ve İnsanları Niçin Yarattı?” başlıklı bir önceki yazıyı ya da bununla ilgili başka bir yazıyı okumaları ve yukarıdaki yazıyla beraber değerlendirmeleri faydalı olabilir.
 
Gereksiz yere cacılmış bi konu şahsımca
 
Son olarak;
Her musluman Islami arastirmak ve ogrenmek durumundadir..Ilk inen ayeti okuyun goreceksinizdir..Allah Kuran'da "dusunmezmisiniz, Akletmezmisiniz"diye soruyor..Dolayisi ile sormak gerek, Herseyi oldugu gibi kabul etmek..Kolaya kacmaktir..
Herkese ii geceler
 
Kimi insanlar Amerika’da, Avrupa’da doğuyor, kimileri Afrika’da açlık içinde… Kimi insanlar “normal” oluyor, kimiler, çok zeki, kimi insanlar ise sakat…

Kimi insanlar etkileyici özelliklere sahip olarak doğarken kimi insanların önemli kusurları oluyor ve hayat boyunca bunun psikolojik baskısı altında acı çekmeye mahkum ediliyor, kimi insanlar uğraşmadan, çaba sarfetmeden elde etme imkanına sahipken kimileri ne yaparsa yapsın kaybediyor…Hiç uğraşmadan kazananlar (sadece para konusu değil), uğraşıp, gerçekten isteyip gerçekten hakkını vererek çabalayıp yine de kaybedenler ve bunun hayal kırıklığı, ümitsizliği altında ezilip yaşama sevinçlerini kaybedenler…Kimisi hiç zorlanmadan "hayatını yaşıyor" kimisi ise hiçbir konuda ne kadar çabalarsa çabalasın gün yüzü göremiyor.

Peki bütün bunlara Kur’an’ın ve islamın verdiği/önerdiği yanıt nedir? “Allah’ın işinden sual olunmaz” şeklinde yanıt olamayan bir ifade, Kur’an’ın yaşamdaki bu büyük adaletsizliğe bir çözümü, bir sistemi var mı?

Eğer yaşam bir sınavsa neden eşit şartlarda yapılmıyor? Bolluk ve rahatlık içinde, her istediğini elde ederek yaşayan insanlar, Allaha, talihsiz, fiziksel veya psikolojik acılar altında ezilen ve cehennem hayatı yaşayan insanlardan farklı olarak bir şey mi vermiş? (islamcıların savunması genelde “Allah’a kim bir şey vermiş ki geri istiyor” şeklinde o nedenle bu cümleyi yazdım) ölen bebeklerin ahirette durumu nadir? Eğer cehennemlikse adalet yok, eğer cennetlikse bu sınavdan boş kağıt vererek geçmeye benzemez mi? neden biz doğrudan hemen ölüp cennete gitmiyoruz da uğraşıyoruz o halde?

sen sadece gormek istediğin yerlerini biliyorsun.bu dünya sadece bir sınav.nasıl öss ye felan hazırlanılıyorsa aynı şekilde buna da hazırlanmamız gerekiyor.bu guzel-çirkin zengin-fakir olmak sadece sınanmanın bir parçasıdır.zengin olup sapkınlığa mı sapıcağın yoksa şükür mü ediceğin,fakir olup şükrediceğinmi yoksa isyan mı edeceğin anlaşılır.bide şöyle düşün allah olmasa bile (töbe yarabbi) o ibadet in insana verdiği iç rahatllığıyla yaşarsın.acaba bugün ölürsem nolucak diye düşünmezsin.

ateist olmanı ve sana bunların bir anlam ifade etmemesini anlıyorum.fakat neden burda ikide bir konu acıp insanları soğutmaya çalışıyorsun
 
Allah sana hidayet etsin dreamdeep Allah'a erkeklik sıfatı da yakıştırdın ya artık senle bu konularda konuşulmaz bile.

Şunuda söyleyeyim bu yorumlarınla hiç kimsenin kafasını karıştıramaz veya aklını çelemezsin yorulduğunla kalır birde bunun azabını görürsün.............
 
olm çarpılcan gece gece yeter:D sabaha devam edersin
 
Hmmm iLginç
 
Son zamanlarda görmüş olduğum en vahim konu olarak zihnimde yer etti.
En son okuduğum İlhan Arsen kitabında nasıl tüylerim diken diken olduysa, bu konuyu okurken de aynı şey gerçekleşti.
Herkesin inancı kendisinedir ve tartışılması,değerlendirilmesi hiçte kolay olmayan konuları bu platform altında dillendirmek yanlıştır.
Dreamdeep, her türlü görüşe açık olduğumuzu sık sık dile getiriyor olmamız bence sana her türlü konuyu tartışmaya açabilme hakkını tanımaz.
Konu kapanmıştır ve seninle ilgili son günlerde gündeme gelen tartışma olaylarının artmasından dolayı bence kendine öz eleştiri yapmalısın...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst