Vtnsvr
New member
Uzun yazı okumaktan nefret eden üyelerden,yazıyı bir kullanımlık hap haline getiremediğim için şimdiden özür diliyorum.
Uğurcan USGÜL
Sabah Tele Ekranın sesiyle uyandım. Ergenekon balonu şişirilmeye devam ediyordu.Tele ekranın karşına geçmiş olanları izlerken acaba Düşünce Polisinin daha kimleri göz altına alacağını merak ediyordum ve bir an aklıma geldi BÜYÜK BRADERİN GÖZÜ BENDE….
Tele ekran, Düşünce Polisi, Büyük Brader… George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli romanından tanımlarla yaşadım bugünü. Sanki tekrar okuyordum olanları izlerken. Büyük Brader ve partinin yarattığı korku düzeni halkı duyarsızlaştırmış ve bu ortamda yaratılan nefret her yönüyle halka aşılanıyordu. Bir an irkildim acaba romandaki gibi tele kutu (bir anlamda televizyon) benim düşüncelerimi de algılayabiliyor mu ? bunun daha mümkün olduğunu sanmıyorum dedim kendi kendime ama artık dinlenebildiğimizi biliyorum, bilgisayar yazışmalarımız kayıt altına alınabildiğini de ve biliyorum ki BÜYÜK BRADER BENİ DE İZLİYOR….
Tarih 01.07.2008 siyasetin gündeminde savcının AKP’nin kapatılma davası için Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı’nın sözlü savunması olması gerekirken 29 Haziranda İstanbul Başsavcılığı tarafından verilen Ergenekon operasyonu kapsamında emir bugüne denk getiriliyor ve peş peşe gözaltılar…..
Unutmuşum bir an düşündüm Ergenekon neydi ? Ne çabuk unutuyoruz bir yıldır hazırlanamayan iddianameyi içeride yargısız tutulan Ergün POYRAZ’ı…
Oysa Ergenekon bir Türk mitolojisi değimliydi ? asıl unutulmaması gereken bu olmalı ki böyle hayali operasyonları yapmaya kimsenin gücü yetmesin. Erdal SARIZEYBEK’in dediği gibi diyorum Ergenekon biziz, bizim tarihimiz Ergenekon bu isim bilinçli seçildi yeni nesil Türk tarihinin temellerini oluşturan bu ismi sözüm ona bir çete olarak ansın diye.
Bir an olsun televizyonun başından ayrılmadan izliyorum olanları. Mustafa BALBAY’ın gözaltına alınması ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosuna yapılan baskın haberini izlerken bir anda fakültede aldığım basın-yayın ile ilgili derslerde anlatılanlar geliyor aklıma, basın etiği, gazetecinin özlük hakları, demokrasinin işlevsel olması için halkla iktidar arasında üçüncü bir güç olan basın bir denetim mekanizması olmalı sözleri. Aynı şeyleri İlhan SELÇUK sabaha karşı evinden alındığında düşünmüş, basın etiğini ve gazetecilik özlük haklarının oluştuğu coğrafya “ AVRUPA “ bize süsleyerek anlatılmıştı. Tüm iki yüzlülüğünü bildiğim emperyalist Avrupa demokrasi konusunda kendini standart kurumu sanıyor olmasından umutlanarak peki nerdeler demiştim. Mustafa BALBAY’ın gözaltına alınması sonrası Avrupa Birliği hayaliyle yanıp tutuşan ahmakları düşündüm utanmadan seviniyor olmalılardı. Siyasi olarak değil ama gazetecilik mesleği olarak bir tepki Avrupa’dan gelir mi diye tekrar geçiriyorum aklımdan… cevap akşamüstü haber ajanslarına şu şekilde düştü: “ Türkiye Karma Parlamentosu Eş Başkanı Joost Lagendijk Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmesinden memnuniyet duyduğunu ifade ederek, "Önemli olan büyük balığa ulaşmak" dedi.” Büyük Balıktan kastı neydi acaba ? Ergenekon gözaltlarının Dede Korkut tutuklanana kadar süreceği kesindi…
Kendimi bir an mesleki kaygılar dışına itip ülke gündemine geri döndüm. Korku imparatorluğu kurmaya devam ediyordu AKP tıpkı Hitler’in yaptığı gibi Nazi Almanya’sının propaganda bakanı Gobbels’in yöntemleri uyguluyor, tek tek halkın hassas noktaları belirleniyor, yeniden kurgulanarak halka götürülüyordu. Bu kurgular sonucu o hassas noktalardan nefret yaratılıyor bu yöntemle aşılanan nefret körükleniyor, körüklenen nefretten iktidar besleniyordu. Güncel yöntemleriyle hatta görselleriyle bile bir faşist diktatörlük kuruyordu arkasına aldığı halk yığınlarını bu yöntemle sürüklerken.
AKP de bu yöntemi uyguluyor olmalı dedim bir Nazi Gestaposunun bir suçluyu sürüklemesi gibi polisin Mustafa BALBAY’ı itekleyerek koşturduğunu görünce.
Bunu düşünürken televizyon kanallarını geziyorum acaba iktidar yanlısı medya organları nasıl taşıyorlardı gündemlerine haberleri. Birçoğunda duruma en uygun ilaç olan sabah programları devam ediyor, bir iki kanal ise Amerika’nın sesi olma görevini en iyi şekilde yerine getiriyordu. İkinci cumhuriyetçiler ve dönek solcular, liboşlar, cemaatin sözcüleri tek tek çıkıp demokrasiye atıfta bulunarak büyük coşku içinde yorumluyorlardı olayları. Oysa bu yorumları yapan gazetecilerin birçoğu gözaltına alınmayı bir kenara bırakın tutuklanacak kadar ileri gitmişlerdi birkaç gündür ve taraf oldukları gazete köşelerinde zaman zaman en satılık hallerini takınıyorlardı vakit geldiğinde hepsi emperyalizmin gemisine binerken.
Tüm gün boyunca kıpırdayamadım televizyon karşısında. Dakika dakika endişelenirken partilerin grup toplantılarını izliyorum her Salı yaptığım gibi. Fakat muhalefet en gereksiz konularda esip gürlerken iki kelimeyle geçiştiriyor durumu. Şaşırmıyorum çünkü siyasal partilerde siyaset biteli çok oldu. Türkiye’de muhalefet kendini tüketti. Biri attığı ipi kendi ayağına doladı takılıp düşüyor sürekli, diğeri ise daha birkaç grup toplantısı öncesi Türkiye adına söz söyleme yetkisini Avrupa Birliği’ne devretmekten bahsediyordu. Akşam bir kanalın ana haber bültenindeydi bir diğeri, sözüm ona özgürlük ve demokrasiden yana olan, Demokrasime küfrederken demokratlıktan ödün vermeyen cinsinden. Meclise darbeler araştırılsın demiş onu anlatıyordu demokrasi lafını süsleye süsleye. İktidar sesiz derken travmanın etkisinden kurtulamamış bir tanesi “ herkes adalete saygı duyacak “ dedi. Bu sözler karşısında travma geçirirken saygıyı elden bırakmamaya çalıştım bir süre. Darbe diyorum kendi kendime Kemalist’im dediğim her ortamda yaşadığım derin darbeleri düşünürken. Yaşım yüzünden hiçbirini görmedim ama yakın tarihten okuduğum kadarıyla emekli askerler darbe yapabilir mi acaba sorusuna cevap bulmaya çalışırken Sinan AYGÜN’ün gözaltı haberinin görüntüleri yayınlanıyor AYGÜN suçunun Atatürk’ü ve Cumhuriyeti sevmek olduğunu söylerken bir Kemalist olarak çok büyük bir suç işlemekte olduğumu düşündüm bu suçu büyük bir gururla işlemeye inatla devam edeceğimi bilerek.
Gündem durulmayacak gibiydi ve Turhan Çömez’in de arandığı haberlere düşen notlar arasındaydı. Kafam iyice karışıyordu demek isterdim ama aksine iyice netleşiyordu. Korku imparatorluğu büyüyordu. Vatansever kim varsa sağ,sol demeden topluyorlardı diktatörce. Tek şart AKP zihniyetine muhalif olmaktı, gerisine nasıl olsa bir hikaye yazacaklardı topluma bu hikayeyi inandıracaklarına emin olarak. Benim savcım senin savcını döver anlayışı ise AKP’nin kapatma davası süreci için önemli bir günde satır arasında kalan ayrıntıydı sadece.
Ne yapmalı ? sorusunu sordum günün sonunda. Yarın sabah yeni gözaltlarına uyanmamak için onlar nasıl içeri almak için tek kriter emperyalizme karşı olmayı, aydınlık Türkiye’nin umudu olmayı şart koşuyorsa sağ,sol demeden, bizde bir araya gelmeliyiz sağ,sol demeden Kemalizm’in temellerine dayanarak. Birbirimize bağımsızlık için sahip çıkarak. Yoksa gelecek olan bir erken seçimde halk tüm bu yaşananları unutup aynı zihniyete oy verecektir hiç düşünmeden ve George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki gibi her gün geçmiş silinip yeniden yazılacak hiç yaşanmamış gibi. 101 nolu odalarda Korku politikaları ile aşağılanan insan yeniden şekillendirilecek beyinler. Karşı çıkanlar düşünce polisi tarafından tutuklanırken birçoğu buharlaştırılacak… ve unutma olanlara duyarsız kaldığın sürece BÜYÜK BRADER SENİ İZLİYOR OLACAK….
Uğurcan USGÜL
Sabah Tele Ekranın sesiyle uyandım. Ergenekon balonu şişirilmeye devam ediyordu.Tele ekranın karşına geçmiş olanları izlerken acaba Düşünce Polisinin daha kimleri göz altına alacağını merak ediyordum ve bir an aklıma geldi BÜYÜK BRADERİN GÖZÜ BENDE….
Tele ekran, Düşünce Polisi, Büyük Brader… George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli romanından tanımlarla yaşadım bugünü. Sanki tekrar okuyordum olanları izlerken. Büyük Brader ve partinin yarattığı korku düzeni halkı duyarsızlaştırmış ve bu ortamda yaratılan nefret her yönüyle halka aşılanıyordu. Bir an irkildim acaba romandaki gibi tele kutu (bir anlamda televizyon) benim düşüncelerimi de algılayabiliyor mu ? bunun daha mümkün olduğunu sanmıyorum dedim kendi kendime ama artık dinlenebildiğimizi biliyorum, bilgisayar yazışmalarımız kayıt altına alınabildiğini de ve biliyorum ki BÜYÜK BRADER BENİ DE İZLİYOR….
Tarih 01.07.2008 siyasetin gündeminde savcının AKP’nin kapatılma davası için Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı’nın sözlü savunması olması gerekirken 29 Haziranda İstanbul Başsavcılığı tarafından verilen Ergenekon operasyonu kapsamında emir bugüne denk getiriliyor ve peş peşe gözaltılar…..
Unutmuşum bir an düşündüm Ergenekon neydi ? Ne çabuk unutuyoruz bir yıldır hazırlanamayan iddianameyi içeride yargısız tutulan Ergün POYRAZ’ı…
Oysa Ergenekon bir Türk mitolojisi değimliydi ? asıl unutulmaması gereken bu olmalı ki böyle hayali operasyonları yapmaya kimsenin gücü yetmesin. Erdal SARIZEYBEK’in dediği gibi diyorum Ergenekon biziz, bizim tarihimiz Ergenekon bu isim bilinçli seçildi yeni nesil Türk tarihinin temellerini oluşturan bu ismi sözüm ona bir çete olarak ansın diye.
Bir an olsun televizyonun başından ayrılmadan izliyorum olanları. Mustafa BALBAY’ın gözaltına alınması ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosuna yapılan baskın haberini izlerken bir anda fakültede aldığım basın-yayın ile ilgili derslerde anlatılanlar geliyor aklıma, basın etiği, gazetecinin özlük hakları, demokrasinin işlevsel olması için halkla iktidar arasında üçüncü bir güç olan basın bir denetim mekanizması olmalı sözleri. Aynı şeyleri İlhan SELÇUK sabaha karşı evinden alındığında düşünmüş, basın etiğini ve gazetecilik özlük haklarının oluştuğu coğrafya “ AVRUPA “ bize süsleyerek anlatılmıştı. Tüm iki yüzlülüğünü bildiğim emperyalist Avrupa demokrasi konusunda kendini standart kurumu sanıyor olmasından umutlanarak peki nerdeler demiştim. Mustafa BALBAY’ın gözaltına alınması sonrası Avrupa Birliği hayaliyle yanıp tutuşan ahmakları düşündüm utanmadan seviniyor olmalılardı. Siyasi olarak değil ama gazetecilik mesleği olarak bir tepki Avrupa’dan gelir mi diye tekrar geçiriyorum aklımdan… cevap akşamüstü haber ajanslarına şu şekilde düştü: “ Türkiye Karma Parlamentosu Eş Başkanı Joost Lagendijk Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmesinden memnuniyet duyduğunu ifade ederek, "Önemli olan büyük balığa ulaşmak" dedi.” Büyük Balıktan kastı neydi acaba ? Ergenekon gözaltlarının Dede Korkut tutuklanana kadar süreceği kesindi…
Kendimi bir an mesleki kaygılar dışına itip ülke gündemine geri döndüm. Korku imparatorluğu kurmaya devam ediyordu AKP tıpkı Hitler’in yaptığı gibi Nazi Almanya’sının propaganda bakanı Gobbels’in yöntemleri uyguluyor, tek tek halkın hassas noktaları belirleniyor, yeniden kurgulanarak halka götürülüyordu. Bu kurgular sonucu o hassas noktalardan nefret yaratılıyor bu yöntemle aşılanan nefret körükleniyor, körüklenen nefretten iktidar besleniyordu. Güncel yöntemleriyle hatta görselleriyle bile bir faşist diktatörlük kuruyordu arkasına aldığı halk yığınlarını bu yöntemle sürüklerken.
AKP de bu yöntemi uyguluyor olmalı dedim bir Nazi Gestaposunun bir suçluyu sürüklemesi gibi polisin Mustafa BALBAY’ı itekleyerek koşturduğunu görünce.
Bunu düşünürken televizyon kanallarını geziyorum acaba iktidar yanlısı medya organları nasıl taşıyorlardı gündemlerine haberleri. Birçoğunda duruma en uygun ilaç olan sabah programları devam ediyor, bir iki kanal ise Amerika’nın sesi olma görevini en iyi şekilde yerine getiriyordu. İkinci cumhuriyetçiler ve dönek solcular, liboşlar, cemaatin sözcüleri tek tek çıkıp demokrasiye atıfta bulunarak büyük coşku içinde yorumluyorlardı olayları. Oysa bu yorumları yapan gazetecilerin birçoğu gözaltına alınmayı bir kenara bırakın tutuklanacak kadar ileri gitmişlerdi birkaç gündür ve taraf oldukları gazete köşelerinde zaman zaman en satılık hallerini takınıyorlardı vakit geldiğinde hepsi emperyalizmin gemisine binerken.
Tüm gün boyunca kıpırdayamadım televizyon karşısında. Dakika dakika endişelenirken partilerin grup toplantılarını izliyorum her Salı yaptığım gibi. Fakat muhalefet en gereksiz konularda esip gürlerken iki kelimeyle geçiştiriyor durumu. Şaşırmıyorum çünkü siyasal partilerde siyaset biteli çok oldu. Türkiye’de muhalefet kendini tüketti. Biri attığı ipi kendi ayağına doladı takılıp düşüyor sürekli, diğeri ise daha birkaç grup toplantısı öncesi Türkiye adına söz söyleme yetkisini Avrupa Birliği’ne devretmekten bahsediyordu. Akşam bir kanalın ana haber bültenindeydi bir diğeri, sözüm ona özgürlük ve demokrasiden yana olan, Demokrasime küfrederken demokratlıktan ödün vermeyen cinsinden. Meclise darbeler araştırılsın demiş onu anlatıyordu demokrasi lafını süsleye süsleye. İktidar sesiz derken travmanın etkisinden kurtulamamış bir tanesi “ herkes adalete saygı duyacak “ dedi. Bu sözler karşısında travma geçirirken saygıyı elden bırakmamaya çalıştım bir süre. Darbe diyorum kendi kendime Kemalist’im dediğim her ortamda yaşadığım derin darbeleri düşünürken. Yaşım yüzünden hiçbirini görmedim ama yakın tarihten okuduğum kadarıyla emekli askerler darbe yapabilir mi acaba sorusuna cevap bulmaya çalışırken Sinan AYGÜN’ün gözaltı haberinin görüntüleri yayınlanıyor AYGÜN suçunun Atatürk’ü ve Cumhuriyeti sevmek olduğunu söylerken bir Kemalist olarak çok büyük bir suç işlemekte olduğumu düşündüm bu suçu büyük bir gururla işlemeye inatla devam edeceğimi bilerek.
Gündem durulmayacak gibiydi ve Turhan Çömez’in de arandığı haberlere düşen notlar arasındaydı. Kafam iyice karışıyordu demek isterdim ama aksine iyice netleşiyordu. Korku imparatorluğu büyüyordu. Vatansever kim varsa sağ,sol demeden topluyorlardı diktatörce. Tek şart AKP zihniyetine muhalif olmaktı, gerisine nasıl olsa bir hikaye yazacaklardı topluma bu hikayeyi inandıracaklarına emin olarak. Benim savcım senin savcını döver anlayışı ise AKP’nin kapatma davası süreci için önemli bir günde satır arasında kalan ayrıntıydı sadece.
Ne yapmalı ? sorusunu sordum günün sonunda. Yarın sabah yeni gözaltlarına uyanmamak için onlar nasıl içeri almak için tek kriter emperyalizme karşı olmayı, aydınlık Türkiye’nin umudu olmayı şart koşuyorsa sağ,sol demeden, bizde bir araya gelmeliyiz sağ,sol demeden Kemalizm’in temellerine dayanarak. Birbirimize bağımsızlık için sahip çıkarak. Yoksa gelecek olan bir erken seçimde halk tüm bu yaşananları unutup aynı zihniyete oy verecektir hiç düşünmeden ve George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki gibi her gün geçmiş silinip yeniden yazılacak hiç yaşanmamış gibi. 101 nolu odalarda Korku politikaları ile aşağılanan insan yeniden şekillendirilecek beyinler. Karşı çıkanlar düşünce polisi tarafından tutuklanırken birçoğu buharlaştırılacak… ve unutma olanlara duyarsız kaldığın sürece BÜYÜK BRADER SENİ İZLİYOR OLACAK….