Komşularda Var da Bizde Yok mu: Türkiye'de Petrol (BÜYÜK DOSYA)Bölüm-1

crazymafya

New member
Arkadaşlar kusura bakmayın 50.000 karakteri geçince yeni bir konu açmak zorunda kaldım. Böylesi daha mantıklı. Modlarımdan da rica etsem diğer konuyu kapatsalar...

Evet, Bilim ve Teknik Dergisi'nin Ağustos 2007 sayısında bizzat TPAO yetkililerinden görüş alarak hazırladıkları büyük petrol dosyasını promosyon olarak sundukları arşiv CD'lerinden yararlanarak sunmaktan büyük mutluluk ve şeref duyarım.





Doğu Karakuş kısa süre önce açılmış bir saha. Sahada petrol olduğu Doğu Karakuş 1 kuyusuyla saptanmış ve pompa sistemi kurulmuş. Bu sahadaki 2. ve 3. kuyular, hem sahanın büyüklüğünün belirlenmesine, hem de eğer petrol bulunursa, üretimin artmasına yardımcı olacak. Doğu Karakuş 3 sondaj Kulesi'ndeki mühendislerle, misafir barakasında, hem konuşuyoruz, hem de Mühendis Erdem Tercan'ın iki gün önce çektiği videoyu izliyoruz. Görüntülerde, sanki gökten siyah bir yağmur yağıyor. Kuyudan fışkıran petrol, çalışanların barakalarına kadar uzanıyor. Kule mühendisi Köksal Çelik'se sondör kulübesinden yapılacak işlerin talimatlarını veriyor. Petrol yağmurundan nasibini en çok alan sondaj masasında, müthiş bir koşturmaca yaşanıyor. Heyecan, coşku alabildiğine!.. Keşke iki gün önce burada olabilseydim!.. Kuveyt, Suudi Arabistan, İran, Irak, Azerbaycan, Rusya ve Romanya gibi petrol zengini ülkelerin bulunduğu bir coğrafyanın tam merkezindeyiz, üstelik bazılarıyla sınır komşusuyuz. Görüntüler bittiğinde Çelik'e, "zengin olduk mu" diye soruyorum. Gülüyor! "Henüz bilmiyoruz! Kuyunun fotoğrafını çektikten, ekonomiklik analizlerini yaptıktan sonra bunu söyleyebiliriz. Yine de çok umutlanmayın, ülkemizdeki petrol yapıları genellikle küçük boyutlu oluyor." Yani? "Belki bizi zengin etmez, ama kendi gereksinimlerimizi karşılamada yeni bir umut, yeni bir adım olabilir."

Petrolü bulmak çok önemli. Günümüzde ekonomik ve siyasi gücün önde gelen kaynaklarından biri. Ne de olsa çok değerli! Laf aramızda, ona "siyah altın" diyorlar. Bu kadar değerli olunca da, herkes peşinde!Petrolü olan ülkelerin bazıları çok zengin, bazıları da ülkelerindeki petrolün yönetimini güçlü ülkelere çoktan kaptırmışlar. Ya bizim ülkemiz? Zengin bir ülke olacak kadar petrolümüz var mı? Şöyle, kendimize yetecek kadar mı olsa? O da mı yok? Aklımızda sorularla, söylencelerle önce akademisyenlerle sonra da Kırklareli'den Siirt'e kadar bir yolculuk yapıp, TPAO yetkilileriyle, mühendislerle, uzmanlarla görüştük.


Bugün Yarın
Ülkemizin 2006 yılındaki doğalgaz tüketimi 28 milyar metreküp. Petrol tüketimi 31 milyon ton olarak gerçekleşti. Yılda %6 ekonomik büyüme ve koşut olarak tüketim artış hızı varsayımıyla, 2020 yılında doğalgaz talebinin 63 milyar metreküp, petrol talebininse 70 milyon ton olacağı öngörülüyor.
Petrol Ülkesi miyiz?
Petrol zengini ülkelerin bulunduğu bir coğrafyanın merkezinde olduğumuz doğru, ama bölgemizdeki tektonik hareketlerin de merkezinde olduğumuz da doğru. Aynı coğrafyadaki farklı özelliğin merkezinde olmanın etkisini ODTÜ, Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Evren Özbayoğlu şöyle özetliyor: "Suudi Arabistan'da, Irak'ta ya da Hazar Denizi'nde, petrol içeren 5-10 km çaplı, hiç bozulmamış dev yapılara rastlanıyor. Doğal olarak da bu ülkelerde çok büyük hidrokarbon potansiyellerinden söz edilebiliyor. Tektonik hareketler, ülkemizdeki yapıları çok etkilemiş. Bir bardak cıvayı alıp yere attığınız zaman, cıva parçalanarak küçük küçük, top top, oraya buraya rastgele dağılır ya! İşte Türkiye'deki petrol yapısı da sanki böyle olmuş! Sanki bir pipetle hepsini toplamak zorunda olduğumuz bir yapıyla karşı karşıyayız. Bu yapısallık, her bir top için ayrı bir sistem kurmamızı, ayrı bir sondaj yapmamızı, ayrı bir arazi gibi davranışını incelememizi gerektiriyor..." Özbayoğlu'nun bu örneğini Türkiye Petrol Jeologları Derneği Başkanı İsmail Bahtiyar da destekliyor. "Türkiye'nin jeolojik olarak sahip olduğu yoğun tektonik yapı jeolojik devirler boyunca süregeldiğinden, mevcut petrol sahalarını oldukça parçalı hale getirmiş, kısıtlı alanlarda depolanmış petrollerin, kırıklar boyunca kaçmasına neden olmuş... Özellikle zengin Arabistan'la sınır bağlanntımız ülke insanımızda, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde çok büyük petrol sahaları bulunduğuna ilişkin yanlış bir kanının doğmasına neden oluyor. Oysa tektonizma yüzünden, ülkemizdeki en kırıklı yapılar bu bölgemizde bulunuyor. Bu da, kilometrelerce uzayan büyük petrol sahaları yerine, küçük yapılarla karşılaşmamıza sebep oluyor." diyor. Ama, bulunan her petrolün ya da doğalgaz kaynağının ülke ekonomisine yaptığı katkı çok önemli. Yetkililer, variline 70-80 dolar ödeyerek, aldığımız petrolün, ülkesel fakirleşmeye yaptığı katkının farkında. Bu yüzden de günde yalnızca 3-5 varil üretebilen kuyulardan bile üretim yapma çabası var. Ülkemizdeki petrol üretiminin neredeyse tümü Güneydoğu'da. Buradaki petrolün üretim maliyeti varil başına 15 dolar. Oysa bu rakam Irak'ta 2,5 dolar, İran'da 4,5 dolar, Kuveyt'te 3,8 dolar, Suudi Arabistan'daysa 4 dolar. Petrol üretimi ülkemizde daha pahalı, çünkü, öncelikle ülkenin karmaşık, dağlık jeolojik yapısı, yalnızca hidrokarbon aramacılığını değil, bulunması halinde hidrokarbon iletimini de güçleştiriyor. Yine bu koşullar yüzünden hem aramacılık hem de iletim maliyetleri aşırı artıyor. İsmail Bahtiyar, hemen her kesimin, ülkemizin hidrokarbon potansiyeliyle ilgili, bilimsel bir tespite ve deneyime dayanmayan çok çeşitli görüşler ileri sürdüğünü; hem kamuoyunun hem de enerji sektörünü yönetenlerin, doğru bilgi ve saptamalara dayalı çalışmalara gereksinimi olduğunu diler getiriyor ve ekliyor: "Türkiye'nin petrol ve doğalgaz potansiyeli "vardır" ya da "yoktur" gibi bir değerlendirme yapmanın bilimsel bir yararı yok. Öncelikle Türkiye'de hidrokarbon aramacılığında yaşanan sorunlara doğru yaklaşıp yurtiçi aramacılığımızı nasıl yönlendirmek gerektiğini ortaya koymak gerekir. Arama çalışmalarının artması mevcut potansiyelin de artmasını sağlar. Başta deniz alanlarımız olmak üzere, Güneydoğu Anadolu, Trakya ve belirlenen diğer çökel havzalarımızın kesintisiz aranması, artık bir zorunluluk."


Tektonik Hareketler
Tektonizma petrol bulunan yapıları etkiliyor mu? Tektonik hareketlerin yüzey yansıması depremler. Yüzeyde büyük tahribata neden olan depremler, yeraltında da bazı kırılmalara, çatlamalara neden oluyor. Petrol barındıran yapıların kapalı olması zorunluluğunu hatırlarsak, tektonik hareketler bu yapılarda da kırılma ve çatlamalara yol açabiliyor.İşte petrol bu kırık ya da çatlaklardan göç etmeye başlıyor, yeni bir kapan buluncaya dek göçüyor. Elbette çoğu zaman, kırık ya da çatlaktan orada bulunan bütün petrol göç edemeyebiliyor. Zamanla belki o kırık ya da çatlak da kapanıyor. Böylece büyük kapalı bir kapandaki petrol, daha küçük yapılı kapanlara dağılıyor. Sürekli olarak tektonik hareketler bu yapıların giderek küçülmesine, hatta bazı yerlerde petrolün kırıklar ya da çatlaklar boyunca yüzeye çıkmasına bile neden olabiliyor. Yüzeyde petrol görülmesi, sanılanın aksine pek de iyi bir durum değil. Çünkü bu, petrolün kapanından kaçtığının bir göstergesi. Tektonik hareketlerin yinelenme sıklığı petrol yapılarının daha çok bozulmasına neden oluyor.

Ülkemizin Jeolojik Yapısı

Hemen belirtmek gerekir ki, ülkemiz jeolojik olarak aşırı yoğun bir tektonik yapıya sahip. Kuzeyde Avrasya Plakası, güneyde Arap ve Afrika plakalarının sıkıştırmasıyla Kuzey Anadolu Fay Hattı oluşmuş. Plakaların yarattığı sıkıştırma yüzünden Anadolu'nun Fay'ın kuzeyinde kalan bölümü doğuya, güneyinde kalan bölümü ise batıya doğru hareket ediyor. Hakkari'den başlayıp Diyarbakır, Malatya, Adıyaman ve İskenderun Körfezi'ne yay şeklinde bir sınır çizildiğinde, bu yayın altında kalan bölge Arap plakası olarak anılıyor. Arap plakası söz konusu yay boyunca, Anadolu'nun altına doğru her yıl dalıyor. Bu dalma da, Doğu Anadolu'daki dağ kuşağını oluşturuyor. Zaten bir deprem ülkesi oluşumuzun nedeni de bu tektonik hareketler. İşte, ülkemizin çok kırıklı ve kıvrımlı jeolojik yapısı, petrol aramacılığını da karmaşıklaştırıp petrol içerebilecek sedimanter basenlerin test edilmesini, bu yüzden de potansiyellerinin ortaya çıkarılabilmesini güçleştiriyor.

Hidrokarbonlar Nasıl Oluşuyor?

Hidrokarbonlar, milyonlarca yıl önce yaşamış bitki ve hayvan kalıntılarının denizlerde biriken çökel katmanlar içinde, oksijensiz bir ortamda çürüyerek, belirli bir basınç ve sıcaklık altında ayrışmasıyla, genellikle akarsuların denizlere taşıdığı kırıntıların, deniz suyunda yaşayan canlı kabuklarının oluşturduğu çökel katmanlardan oluşan ve çökel havza denen çukurluklarda oluşur.Jeolojik devirlerde milyonlarca yıl süren hidrokarbon oluşumunun gereksinim duyduğu ortam ve koşullar şöyle:Çok eski zamanlarda, denizel veya karasal ortamda yaşamış canlıları içlerinde barındıran, "kaynak kaya" adı verilen çökel kayaçlara gereksinim var. Milyonlarca yıl önce ölen canlıların korunabilmesi için de bu ortamın oksijensiz olması zorunlu. Kaynak kayalardaki canlıların petrol veya doğalgaz türetmesi için yeterince gömülmeye maruz kalması gerekir. Başka bir deyişle kayaçlar, jeolojik zamanlar içinde yeraltında çökeldikçe kalınlaşıyor, kaynak kaya üzerindeki bu ağırlık ve basıncın etkisiyle, içindeki canlı organizmalar olgunlaşıp petrole dönüşüyor. Benzer yolla petrol biraz daha gömüldükçe önce gaza, daha fazla gömülmeye maruz kaldığı zaman da uçucu maddelerini kaybedip asfaltit denen bir maddeye, daha da ağırlaşırsa kömüre dönüşüyor.Oluşan petrolün varlığının sürebilmesi için salt kaynak kaya yeterli değil. Çünkü petrol yeraltında göç ediyor. Kaynak kayanın milyonlarca yılda türettiği petrolün, içine kapanlanabileceği, başka bir deyişle petrolün barınabileceği, sünger şeklinde "rezervuar kaya" ya da "hazne kayalar" denen gözenekli kayaçlara gereksinim var. Bir kaynak kaya içinde türeyen petrolün sonra gözenekli kayaca göç etmesine birincil göç deniliyor. Petrol, bu gözenekli yapı içindeki kubbe yapılara doğru da hareket ediyor, buna da ikincil göç deniyor. Bu göçü engellemek için, kapanı her yönden sarmalayan, hidrokarbonların kaçışını ya da göçünü engelleyen "örtü kayaların" bulunması gerekir. Tüm bu koşullar sağlandığında hidrokarbonlar, günümüzde artık insanoğlunun kullanımı için keşfedilmeyi bekliyor.

Edindiğimiz bilgilere göre petrol potansiyelimize ilişkin mevcut manzara şöyle: Trakya ve Karadeniz Bölgesi'nde, genç çökeller içeren havzalar önemli bir potansiyel oluşturuyor. Bu bölgelerde irili ufaklı doğal gaz sahaları bulunuyor. Ülkemizdeki doğal gaz üretiminin neredeyse tamamı bu bölgelerden yapılıyor. Ege Bölgesi'nde tektonik hareketlerin etkisi graben (iki fay arasında çöken yer) sistemleri, bunlar da çok genç çökel havzaları oluşturuyorlar. Havza, ortası çukur jeolojik devirler boyunca aynı özelliklerde çökel istifi içeren tekne şeklinde alanları anlatan jeolojik tanımlama. Bunların dışında dağ kuşağı içinde çok kısıtlı alanlarda Muş, Tuz Gölü, Çankırı, Çorum, Doğu Anadolu, Toros-Akdeniz gibi küçük ölçekli havzalarımız var. Bunun dışında Arap plakasının kuzey kısmını oluşturan Güneydoğu Anadolu Bölgesi çok önemli bir çökel havza ve petrol üretimimizin neredeyse tamamı bu bölgeden yapılıyor.





Umut Denizlerde
Deniz alanlarındaki yüksek teknolojiyle petrol aramacılığının, dünyada 15-20 yıllık bir geçmişi var. Petrol kaynaklarının sınırlı oluşu, öte yandan da teknolojinin gelişmesi, denizleri hidrokarbon aramacılığının yen hedefi haline getirdi. Bu gelişmelere koşut olarak, ülkemizde de deniz alanlarında hidrokarbon aramacılığı çalışmalarına hız verildi. Yine de "Deniz faaliyetlerinde, henüz başlangıç noktasındayız." diyor İsmail Bahtiyar. 2000'li yılların başlarından bu yana yoğun bir çalışma içine giren TPAO, uluslararası şirketlerin yaptığı gibi, riski gibi ortaklıkları paylaşarak, arama stratejileri gerçekleştirmiş. Daha önceki yıllarda Akdeniz'de ve Karadeniz'de yabancı ortaklarla yapılan çalışmalarda elde edilen veriler Karadeniz'de hidrokarbon varlığına işaret ederken, Akdeniz'in güneyinde, özellikle Mısır-Nil Deltası'nda yapılan hidrokarbon keşifleriyse, Akdeniz'in de bir potansiyel taşıdığına ilişkin kanıtları sağlamış. Akdeniz ve Ege Denizi'nde, ülkeler için ayrılmış ekonomik sınırların belirlenmesinin ardından, bu alanlardaki arama faaliyetlerinin de geliştirileceği vurgulanıyor.





"Çok umutluyuz." diyerek sözlerine başlayan TPAO Arama Daire Başkanı Yardımcısı Mustafa Aydın, Kefken'de Ağva'da gözlenen yaygın resif yapıların önemine değinip derin denizlerde de bu resif formların silikatlarda gözlendiğini; çok büyük alanların, hacimlerin tespt edildiğini söylüyor. "Bunları bir kaynak kayayla yanyan bulduğumuzda, Arabistan gibi olabiliriz. Bu, yarattığım bir hayal değil. Yaklaşık 30 yıldır Karadeniz'de jeoloji yapmış biri olarak, buna gerçekten inanıyorum." İsmail Bahtiyar da "Güncel olarak, Karadeniz, kaynak kaya çökelimi için en iyi örneklerden biri. 2000-2500 metre derinliğiyle Karadeniz, 200-250 metre su kolonu altında, oksijene tamamen kapalı bir ortam içeriyor, canlılar öldükten sonra çökel kayaçlar içerisinde korunabiliyorlar." diyor. Peki, tektonizma denizleri etkilemiyor mu?Mustafa Aydın yanıtlıyor: "Denizler deprem bölgesi değil, çünkü tektonizma denizlerimiz için geçerli değil. Bu yüzden de denizlerde çok kalın çökeller var. Karadeniz'de bu kalınlık 14 km'ye kadar çıkıyor. Akdeniz'de de aynı ölçekte ya da daha kalın çökeller olabilir. Çökel alanları deprem kuşaklarından uzaktaki bölgelerde. Akdeniz'de Helenik Yayı var, ama onun da güneyindeki ve kuzeyindeki alanlar deprem bölgelerinden -ki bununla şu anda aktif olan, güncel fayları kastediyoruz- uzak. Karadeniz'in denizel alanları çok önemli, çünkü buradaki petrolün %90-95'ini oluşturan kaynak kaya Maykop Formasyonu (organik maddece zengin-petrol türeten) özelliğinde. Yapılan sismik çalışmalar bu türdeki bir yapının, yalnızca Doğu Anadolu'da çok sınırlı bir karasal alanda olduğuna işaret ediyor. Bu da umutlarımızı katlayarak artırıyor... Karadeniz ülkeleri, Karadeniz deniz alanlarını ilgilendiren ekonomik sınır anlaşmasını yapmışlar. Bu anlaşmaya göre neredeyse Karadeniz'in yarısı, yaklaşık 190 bin kilometrekarelik bir alan ülkemize ait sınırlar içinde.Karadeniz deniz alanlarındaki tüm ruhsatlar da TPAO'ya ait. Akçakoca'da sığ deniz alanlarında yaptığımız çalışmaların sonunda gaz keşfimiz de oldu, gaz üretimine de geçip, BOTAŞ boru hattına vermeye başladık.Üretim günlük yaklaşık 600 bin metreküple başladı, ama yakında günlük yaklaşık 2 milyon metreküpe kadar çıkacak. Akçakoca çalışmalarında hisselerin %51'i TPAO'ya ait olmak üzere yabancı ortaklarımız var. Karadeniz'deki öteki faaliyetlerimizi de özetlersek: Derin deniz alanlarında 5600 kilometrekare üç boyutlu sismik geçen yıl yapıldı. Sismik çalışmalar bu yıl da sürüyor. Ağva 1 kuyusunu sığ denizde açtık. Keşif yapamadık, ama derin deniz sınırında Ağva'da gözlemlediğimiz çok gözenekli geçirgenliği yüksek resiflerin aynısını bulduk. Sismik verilere göre kaynak kaya da resiflerle yanyana.Bu hacmin yüzey alanı 50 kilometrekareden az değil. Yüksekliğini 500 metre olsa 25 kilometreküp eder. Bu hacmi petrolle doldurup, bunun da, olasılıkla üretilemez %30'u düşülürse kalan miktar kadar bir rezerv çıkar buradan diyebiliriz. Ancak burada da su derinliği çok artıyor. Burada açılacak tek bir kuyunun maliyeti 200 milyon dolara kadar yükseliyor. Sondaj maliyetlerindeki bu artış, hem iki boyutlu hem üç boyutlu sismik çalışmaların çok iyi yapılmasını, her bilginin çok iyi değerlendirilmesini gerektiriyor. Karadeniz'de bu yıldan başlayarak "rig" (semisubmersible ya da drill ship denen, denizde sondaj yapabilecek gemi ya da platform) faaliyetleri yapılacak. Ayrıca 2009'dan itibaren de derin sondajlara başlamayı planlıyoruz. Akdeniz için bu denli kesin konuşamıyoruz, çünkü sismik faaliyetlerimiz yeni başladı. 2007'de Antalya, Mersin ve İskenderun Körfezlerinde ortaklarımızla birlikte falliyetlerimiz sürecek. Ayrıca ilk kez Akdeniz'de denizel alanlarında sahip olduğumuz ruhsatlar var,yenilerini de almaya çalışıyoruz. Bu alanlarda yaklaşık 4000 kilometrekarelik iki boyutlu sismik faaliyette bulunacağız. Sismik verilerin değerlendirilmesinden sonra, belki Karadeniz'de olduğu gibi Akdeniz hakkında da daha kesin konuşabileceğiz. Akdeniz'de ülkeler arası ekonomik sınırların henüz çizilmemiş olması, işleri biraz karıştırabilir, ama Akdeniz ülkeleri masaya oturursa, ekonomik sınırlarımız içinde kalması beklenen alanlarda çalışma yapacağız."



Sektörün Temel Süreçleri
Dünyanın en pahalı, en çok yatırım gerektiren sektörlerinden biri petrolcülük. Öncelikle çok yönlü. Bu yüzden, bu alanda farklı meslek gruplarından oldukça iyi yetişmiş elemanlar kullanılıyor. Ekipmanların tamamı özel, üstelik çok pahalı. Gelişen teknoloji hem kullanılan donanımlarda hem de özel hazırlanmış yazılımlarda kendini gösteriyor. Sektör faaliyetlerini iki ana gruba ayırmak olası. Milyar dolar yatırım gerektiren arama, bulma ve üretim faaliyetlerindeki risk çok yüksek.İstatistik verilere göre, dünya petrol bulma ortalaması 1/10 sondaj kuyusu olarak veriliyor. Bu açılan 10 kuyudan 9'unun kuru ya da boş olduğu, ek olarak da 9 kuyu için yapılan yatırımların boşa gittiği anlamına geliyor. Rafinaj, dağıtım, pazarlama, satış faaliyetlerini kapsayan grubun uğraşanlarıysa en az risk alıp, en çok kârı elde ediyorlar. Sektörün en önemli ayağını arama faaliyetleri oluşturuyor. Arama faaliyetleri de hem yetişmiş insan gücüne hem teknolojik gelişkinlikleri yüksek donanıma hem de tek bir arama faaliyetinde bile milyonlarca dolarlık yatırıma gereksinim duyuyorlar. Sektörde çok zengin, dev şirketlerin sayısı az. Çoğu sektör faaliyetlerinin tümünü yapılarında bulunduruyorlar. Böylece risksiz alanlardan elde ettikleri kârları riskli alanlarda yatırıma dönüştürebiliyorlar. Bu sayede de dünyanın her yerindeki hidrokarbon alanlarında söz sahibi oluyorlar.



Sektörün teknik süreçleri de bir zincirin parçaları gibi. Jeolojik çalışmalar; jeolojik haritaların çıkarılması, stratigrafi (bir alan veya bölgedeki kayaları nitelik, kalınlık, istiflenme, yaş gibi yöntemlerden ele alma) kesitlerinin ölçülmesi, yapısal ve tektonik araştırmalar, fasiyes (aynı yaşta farklı bünyedeki çökellerin konumu) araştırmaları, gözeneklilik ve geçirgenlik özelliklerinin belirlenmesi, yeraltı haritalarının yapılması gibi saha işlerinin yanı sıra da sahadan alınan tüm örneklerin incelendiği laboratuvar araştırmalarını içerir. Hemen belirtelim ki, jeologlar ve jeofizikçiler sektörel süreçlerin hemen her alanında görev yaparlar. Petrol aramacılığının ikinci ayağını manyetik, gravite ve sismik gibi jeofizik uygulamalar oluşturur. Petrol ve doğalgaz araştırmalarında yaygın olarak kullanılan, temel işleyişi, enerji kaynağından yayılan, sonra da yerin altındaki bir formasyon(tabaka)dan yansıyıp jeofon denen alıcılara gelen dalgaların zamana karşı genliklerinin kaydedilmesine dayanan Sismik Yansıma Yöntemi, yeraltının iki ve üç boyutlu, ayrıntılı yapısal ve stratigrafik kesitinin elde edilmesinde kullanılır. Yöntemin bütünü, verilerin toplanması, işlenmesi ve yorumlanması şeklinde üç aşamadan oluşur. Deniz sismik aramalarında özel tasarlanmış gemiler kullanılır.



Günümüzde petrol arama ve işletmede çamur sirkülasyonlu "rotary (döndürmeli)" sondaj sistemleri kullanılıyor. Bu sistemler kara ve deniz hidrokarbon alanları için farklı tasarlanıyorlar. Döndürmeli sondaj, çelikten yapılmış bir borunun ucuna takılan bir matkabın boruyla eş zamanlı döndürülmesi esasına dayanır. Boru içinden kuyuya sondaj çamuru denen, genellikle her formasyon için farklı kimyasallarla hazırlanan özel bir sıvı basılır. Çamurun, matkabın oluşturduğu kesintileri yüzeye taşımak, matkabı soğutmak, kuyu basıncını dengelemek gibi görevleri vardır. Elbette farklı formasyonlar için farklı diş özelliklerine sahip matkaplar kullanılır. Kuyu önce büyük bir matkapla delinir, belli bir derinliğe ulaşıldığında koruma borusu indirilir. Koruma borusuyla kuyu cidari (duvarı) arasına kuyunun dayanıklılığını artırmak, örneğin yumuşak formasyonların şişerek kuyu güvenliğini tehdit etmesi, yıkılma gibi tehlikeleri engellemek için çimentoyla doldurulur. Kuyu uygun derinlikler için, giderek küçülen matkaplarla delinir, hedefe ulaşıldığında da sondaj biter. Sondajlarla edinilen bilgiler bir sahanın araştırılması ve geliştirilmesi bakımından son derece önemli. Kuyulardan gelen kesintiler, kuyu jeologlarınca sürekli incelenir. Rezervuardan zaman zaman karot alınır, bu iş için "karotiyer" denen özel araçlar kullanılır. Ancak karot alımı aşırı maliyetli olduğundan, bir zorunluluk yoksa tercih edilmez. Kesilen formasyonların değerlendirilmesi sondaj sırasında sürekli ölçülen kuyu logları sayesinde yapılır. Petrol sondajları sırasında alınan başlıca elektrik, radyoaktivite ve sonik logları alınır. Bu loglarla formasyonun litolojisi, gözenekliliği, geçirgenliği, basıncı, sıcaklığı, bulundurduğu akışkanın cinsi gibi özellikleri belirlenir. Sondaj tamamlandığında kuyu jeofiziği devreye girer. Kuyu koruma işlemlerinden önce yapılan log alma işlemi kuyunun fotoğrafını çekmek gibidir. Silindir biçimli sonda araçları, bir kablo yardımıyla kuyu içine sarkıtılıp istenen derinliklerde gerekli ölçümler kaydedilir. Log alımı ve yorumu özel bir uzmanlık gerektirdiğinde log analizcileri denen elemanlar yetiştirilir. Bu işlemden sonra yapılan değerlendirmelere göre, ya kuyu kapatılarak terk edilir ya da üretime almak üzere kuyu tamamlama işlemleri yapılır. Kuyu tamamlama hidrokarbonun doğalgaz ya da petrol oluşuna göre farklılık gösterir. Yapı bir doğalgaz rezervuarıysa yüzeye vana sistemleri kurulur, petrol rezervuarıysa kuyu içine petrolün kalitesine göre farklı özellikte pompa sistemleri yerleştirilir. Yüzeye de yine yapıya göre farklı pompa sistemleri yerleştirilir. Kuyudan çıkan hidrokarbonların bir üretim sahasına ulaştırılması için kurulan boru hatları kurulur. Hidrokarbonlar bu hatlarla, bazen önce ara istasyonlara, ardından da üretim sahasına iletilir. Üretim sahasının en önemli işlevi, hidrokarbonların hem tuzlu su gibi istenmeyen maddelerden, hem de bazen karışık gelebildikleri için petrol-doğalgaz ayrışmasını sağlayacak ayrıştırma işlemlerinin başlamasını sağlamak. Çeşitli yöntemlerin kullanıldığı ayrıştırma işlemi bittiğinde hidrokarbon gazsa, doğalgaz boru hattına, petrolse üretim sahasında bulunan depolama tankına gönderilir. Tuzlu su da hem yeraltındaki basınç dengelerin korunması, hem de çevreye çok yarayışsız olduğu için yeniden yeraltına, yani çıktığı yere enjeksiyon yöntemiyle iletilir. Bu amaçla da enjeksiyon kuyuları açılır.



 

crazymafya

New member
Komşularda Var da Bizde Yok mu: Türkiye'de Petrol (BÜYÜK DOSYA)Bölüm-2

SİSMİK 1
TPAO'nun SİSMİK 1 ekibi, Kırklareli Değirmencik Köyü Koruluğu'nda kurulu bir kampta çalışıyor. Düzlük, yemyeşil bir alana yerleşik kamp, barakalardan ve çadırlardan oluşuyor. Çadırların birkaçı malzeme deposu, kalanı da teknik ve destek laboratuvarları şeklinde kullanılıyor. Ekip 3 boyutlu sismik yansıma yöntemine göre çalışıyor. Ekip Şefi Jeofizik Mühendisi A. Timur Kutlu, kampta, mühendisler dahil teknk uzmanlar, bazıları mevsimlik bazıları da müteahhit firma işçileri olmak üzere tam 273 kişinin yaşadığını anlatıyor.Sismik çalışma başlamadan önce, jeologlar, arazide keşif ve topoğrafya çalışmaları yapıyorlar. Bu çalışmalarla belirlenen noktalardan geçecek biçimde, eşit aralıklarla kablo hatları seriliyor. Her kablo hattında da belirli sayıda kanallar bulunuyor. Her kanala da yine belirli aralıklarla jeofonlar yerleştiriliyor... Kamp alanından ayrılıp, kamptan oldukça uzakta bir alanda çalışan, içinde kayıt cihazlarının bulunduğu kayıt kamyonunun yanına gidiyoruz. Kamyonda görev yapan kişiye gözlemci deniyor. Gözlemci Elektrik Teknisyeni Elçin Aras Altaylı, yüksek teknolojili bilgisayar sistemlerinden oluşan kayıt cihazlarıyla arazide bulunan kablo hattı, vibratörlerin atış noktaları, serilen jeofonlar, arızalı noktalar, kablo serilecek ve toplanacak yerler gibi her şeyi denetleyip, yönetiyor. Vibratörlerin yaptığı her atışta, yani her enerji verişlerinde yerde oluşan sarsıntıyı ben de hissediyorum. Kamyonların gürültüsü öyle yüksek ki, bağırara konuşmasına karşın Timur Kutlu'yu güçlükle duyabiliyorum. Dört kamyon arka arkaya dizilip, her 50 metrede bir, belli bir süre, yere enerji veriyorlar. Vibratörlerin yere vereceği enerjinin süresi testlerle belirleniyor. Vibratör Mekaniği denen şoförlerin kullandığı kamyonların herbiri 30 ton ağırlığında! 42.000 ton/metrekare gücünde maksimum kuvvet uygulayabiliyorlar. SİSMİK 1'de sondaj ekibi de bulunuyor: Yerde belirli derinlikte açılan kuyularda patlatılan çok küçük dinamitlerin yaydığı titreşimlerle tabakaların hızı belirleniyor...Tüm bu işlemlerin sonunda Merkez'e manyetik bantlar şeklinde gönderilen veriler, bir filtreleme işleminden geçirilip işleniyor. Böylece yerin 3 boyutlu yapısı ortaya çıkıyor.





Her Şey Matkabın Ucunda​
Trakya'da Fidanlık 2 doğal gaz üretim sahasındaki sondaj kulesindeyiz.Hedef rezervuar, kuyunun az ötesindeki göletin altında, bu yüzden yönlü sondaj yapılmış. Sondaj için gerekli tüm ekipmanlar TIR kamyonunun üzerine yerleştirilmiş gezici sondaj kulesi çok görkemli. Mesleği Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği olan Kule Mühendisi İlker Mutlu hedef derinliğe ulaşıldığını, ancak bulunan gazın üretmeye değer olup olmadığı konusundaki kararın beklendiğini söylüyor. Üretim kararı çıkarsa kuyuya koruma boruları indirilecek, yoksa kuyu terk edilecek. Jeoloji Mühendisi Bilge Karaca, " Kuyu son derinliğe gelip de sondaj işlemi bittiğinde log kamyonunda çalışan ve log mühendisi dediğimiz fizik veya elektrik-elektronik mühendisi arkadaşlarımız log kamyonuna bağlı araçları kuyunun içine gönderiyorlar. Bu işlem aslında kuyunun EKG'sini almamızı sağlıyor. Bu EKG'lere log adını verdiğimiz için yapılan işleme de log alımı denir." diyor. Laboratuvardaki sistem, farklı sensörlerden sondajla, çamurla ve jeolojiyle ilgili parametreleri alıp "mudlogging" denen ikinci bir sisteme getiriyor. Bu sistem de veriyi sayısal bir hale getirip, izlenebilir yapıyor. Bu da sondajın çok daha kolay ve hızlı yapılmasına yardımcı oluyor. Son teknolojik araç ve cihazlarla çalışılıyor. Kesintiler, standartlar doğrultusunda elekten alınıyor, farklı sıvılarla ıslatılıp, bir mikroskop altında inceleniyor. Log alımı işlemi bittikten sonra elde edilen sayısal veriler, petrofizik değerlendirme yapabilen, özel bir yazılımla değerlendiriliyor. Hangi metrelerde ne olduğu belirleniyor. Gözeneklilik/geçirgenlik ne kadar, kuyunun içinde ne tür sıvı var gibi, bilgilerin hepsi log alımı sonucunda ortaya çıkıyor. Sonuçlar Ankara'ya gönderiliyor.Orada yeni bir değerlendirme yapıp, karar veriliyor: Gaz yoksa "Kuyuyu terkedelim!" varsa "Perfore yapalım! (delelim)" diyorlar. Terkedilirse kuyu kapatılıyor, perfore yapalım denirse de delme işleminden sonra, kuyu, üretim birimlerine teslim edilecek şekilde hazırlanıyor." Kuyuda, gaz olan metreler arasına denk gelecek şekilde, boru üzerinde çok sayıda, küçük delikler açma işlemine "perfore" deniyormuş ve bu işlem log mühendislerince yapılıyormuş. Böylece kuyudaki gazın boru içine girerek yüzeye taşınması sağlanıyormuş.



Arama Sondajı
Sıra Türkiye'nin öteki ucunda. Batman'dan yaklaşık 4 saat süren, bir yolculuktan sonra Siirt'in Pervari ilçesine bağlı, Okçular Köyü civarındaki, dağlardan birinin eteklerindeyiz. Bulunduğumuz yer, şimdilerde kazılan en derin arama kuyusu. 11 yıldır sürekli arazide çalışmayı tercih eden Murat Altınkaynak'tan başlayarak bilgi alıyoruz: "Okçular 1, TPAO'nun bu bölgede açtığı ilk kuyu. 20 km ve 35 km ötede yabancılarca açılmış iki kuyu var. Bu kuyunun amacı, genel jeolojik istifi görmek, stratigrafik yapıyı anlamak üzere arama yapmak. Elbette, bu arada petrol olabilecek seviyeleri de test ederek, kontrollü ilerliyoruz. Kuyunun bitmesine az bir metraj kaldı." Kuyu jeologları arama kuyularında daha ayrıntılı çalışıyorlarmış. Yeraltındaki tabakalara formasyon adı veriliyor. Her formasyonun kendine özgü özellikleri var. Bu formasyonlardan gelen kesintileri, bir çok kimyasal analizden geçirilip, ayrıştırılıp, ana kaya yapıları belirleniyor."Yerin binlerce metre altndan, özellikle de petrol bulunma olasılığına sahip hedef seviyelerden gelen kesintilerle uğraşmak heyecan verici." diyor Altınkaynak. Kule Mühendisi Murat Bardakçı'dan aldığımız bilgilere göre, kuyu çalışmaları geçen yıl başlamış. 4166 m'ye kadar kazılmış. Sonra bazı sorunlar olmuş, takım sıkışmış. (Sondaj sırasında kullanılan tüm boru ve matkaplara takım, yalnızca borulardan oluşan sisteme de dizi deniyor. Takım sıkışması, dizinin formasyon içinde sıkışarak, ileri ya da geri hareketini engelleyen, sondajcıların karşılaşmaktan pek hoşlanmadığı bir sorun.) Takımın bir kısmı aşağıda kalmış, yani kurtarılamamış. Aynı yerden başlayan ikinci bir yönlü kuyu açılmış. Şimdi yine takım sıkışması sorunuyla uğraşıyorlarmış. Aşağıda yalnızca 6 m'lik bir takım parçası kalmış. Onu da kurtarırlarsa sorun çözülecekmiş. Bardakçı, bölgenin içinde bulunduğu özel zorluklardan da söz edip "Kule hiç durmaz. 24 saat çalışır, işçiler de 3 vardiya çalışır. Günler boyunca bazen uykusuz, bazen de günde 1-2 saat uykuyla yetinmek zorunda kalırız." diyor. Alper Kahvecioğlu'nun kuledeki görevi çamur mühendisliği. Çamuru şöyle anlatıyor: "Çamur kuyu içinde damarlardaki kan gibidir. Kesintileri yukarı taşır, numuneler bu sayede toplanır. Kuyuda bir sabitlik sağlar. Sondaj yaptığınız sürece aşağı doğru bir basınç uygulamanız gerekiyor, o basıncı başka bir kuvvetle yeterince tutamazsanız sondaj yapmak zor hale gelir. Bazı formasyonların, gerekli müdahale yapılmadığı zaman şişme özellikleri vardır, bu özellikler doğru kontrol edilmezse, takım sıkışması, kule yıkılması ya da benzeri bir sürü soruna yol açabilir. Çamur bu tür sorunları engellemeye çalışır. Dizinin, özellikle de matkabın soğutulmasında kullanılır çamur; çünkü aşağıda sürtünmeden kaynaklanan bir ısınma söz konusu, dizide kullanımdan ya da korozyondan dolayı oluşabilecek hasarları engellemesinde giderilmesinde kullanılır. Formasyondan formasyona değişik çamur tipleri kullanılır." Batman Bölge Müdürlüğü Sondaj Müdürü İbrahim Ünsal'dan da başka bir şey daha öğreniyoruz. "Kuyu Canlanması!" "Yeraltında yüksek basınçlı zonlarda mutlaka bir sıvı ya da gaz bulunur. Gazlar önemli, çünkü basınç altında sıkışırlar. Üzerinden basınç alınınca ya da onlar bir şekilde atmosferik basınca doğru ilerleyip de üzerlerindeki yük kalkınca bir genleşme etkisi yaratırlar. Bu yüzden, sondajcılık açısından, gazlar sıvılara göre daha büyük tehlikeler yaratırlar. Bunlar yanıcı veya boğucu gazlar olabilir, yangın ve ölüm riski var. Yüzeye geldikleri zaman kulenin kendisine zarar verip, çalışmanın sonlanmasına neden olurlar. Artık kuyuyu bir daha kontrol altına alamazsınız. Can kaybına, bu yüzden de, hem moral olarak hem de insanî değerler olarak belli zararlara uğramanıza yol açabilir. Bir de çalışma kesintiye uğradığından, önemli ekonomik kayıplara neden olabilir, elbette her sondaj kuyusunda, bu tür canlanmaları önleyici düzenekler bulunur, personel de eğitimli ve hazırlıklıdır... Sondaj faaliyetlerinin tümü, sondaj öncesinde elde edilen veriler doğrultusunda her ayrıntının düşünüldüğü planlamalar yapılmasını zorunlu kılar. Personelin de her duruma karşı eğitimli olmasını. En kötü koşulları düşünerek yapıyoruz tüm hazırlıklarımızı. Ancak, ne kadar başarılı planlar yaparsınız yapın, şu gerçek hiç değişmez: "Sondajı kuyu yönetir."

Denizin Üstünde​
Akçakoca açıklarında kurulmuş, sığ deniz sondajlarında kullanılan, Prometheu adlı "jackup" tipi sondaj kulesine,Karadeniz'in dalgaları arasında yaptığımız yaklaşık 40 dakikalık tekne yolculuğundan sonra ulaşıyoruz.Can yeleğini giyip, kaskımı taktıktan sonra, sepet denen, konik bir nesnenin üst silindiriyle, ayağımın altındaki alt silindir arasında uzanan iplere, bedenim dışarıda kalacak şekilde tutundum. Olası bir kazada denize düşmek, platforma düşmekten daha güvenliymiş!.. Artık platformdayım. "Company Man" unvanıyla çalışan, platform sorumlusu, Petrol Mühendisi Hüseyin Büyükgöz Romanya yapımı olan ve 60-70 Romen personelle çalışan kule hakkında bilgi verdikten sonra çalışmaları anlatıyor: "2005 yılında iki tane kuyu kazdık. Ardından diğer kuyuları kazdık. Şu anda yeni bir üretim platformunun kurulması çalışmalarını yürütüyoruz. Buradaki kuyuları üretime hazırlıyoruz, deniz tabanındaki doğalgaz olduğunu önceden belirlediğimiz kuyulara girmek için sondaj yapıyoruz. Üzerinde bulunduğumuz jackup'ın ağırlığı 7000 ton, derinliği en çok 80-85 metre olan sığ su alanlarında çalışabiliyoruz. Bulunduğumuz yerin derinliği 78,5 metre. Hidrolik hareket eden ayakları var, deniz tabanının içine belli metrelere kadar giriyor. Platform bu ayaklar üzerinde duruyor. Ayakları 20 metre yukarı çekebilmek için yaklaşık 10 saat gerekiyor. Karadaki kulelerden farklı olarak, platformdaki sondaj kulesi sabit, yani kule indirme ve kaldırma işi yok. Karayla kıyaslandığında en zorlandığımız şey malzeme nakli. Nakil, botlarla olmak zorunda. En çok bir haftalık malzemeyi stoklayabiliyoruz. Botun yani malzemelerin platforma geliş gidişinde deniz ve hava koşulları çok belirleyici. Dalga yüksekliği yaklaşık 2,5-3 metre olursa malzeme nakli yapamıyoruz. Rig'lerde iş daha zor, yüzen platformlar, istenen koordinatlara gelebilmek için birkaç yönden botlarla çekilirler. Bu tür platformlar çok büyük, kontrolü de pek kolay değil, ancak pozisyon aldıktan sonra işler kolaylaşıyor. Kış koşullarında da çalışıyoruz ama denizdeki zaman kaybımız, yine hava koşulları nedeniyle karadakinden daha fazla. Aslında deniz sistemleri arasında en tehlikeli olan jackup'lar, kolay devrilebilirler.Diğerleri devrilmez. Gemi pozisyonunu kaybettiği zaman kuyuyu kaybedersiniz. Bütün bu sistemlerde en büyük tehlike, gazın gemiye kadar gelip, kontrol dışına çıkıp, yangına neden olması halinde personeli transfer etmek. Böyle bir durumda en avantajlı jackup'tır, çünkü karaya en yakın olan o. Bir de karada ya da denizde farketmeyen riskler var. Yaşam için fazla zaman vermeyen, boğucu hidrojen sülfür. Bu nedenle, çok acil durumlarda kuleyi boşaltmak için helikopter kullanılır.Bu tür sistemlerin üzerinde bir helikopter pisti bulunur.Şu anda çalıştığımız lokasyonlarda hidrojen sülfür yok, daha güvenli. Bu platform yaklaşık 2 ay burada kalacak. Sonra yüzen bir platform gelecek ve daha derin sularda da çalışabileceğiz. Buradaki bir başka fark da, elde ettiğiniz gazı karaya taşımak için deniz tabanından karaya kadar hat çekilmesi gerekiyor. Karada, üretim için vana sistemi yeterliyken denizde üretim platformu kurmak gerekliliği var. Deniz tabanındaki kuyuyu yüzeye taşıyıp, ardından yüzeyden deniz tabanına bir boru hattıyla bağlayan, onu da karaya ulaştıran bir boru hattı sistemi var. Yani üretim platformunun montajı pek kolay değil. Belli koşulların mutlaka sağlanmış olması gerekir.Burada kurduğumuz platform 395 ton ağırlığında demirden bir yapı. Burada daha önce kazdığımız kuyulara girmek için, bu platformun içinden boruları indirip, aşağıdaki kuyularla bağlantı yapmak zorundayız. Platformların her birinde en az iki kuyu var. Bir platformdan günde yaklaşık 300 bin metreküp üretim yapılması planlanıyor. Üretim platformları, gerektiğinde kapatma özelliğini de taşıyan sistemlerle karadan da kontrol edilebiliyor. Burada çalışırken 3 hafta platformda 3 hafta karada oluyoruz. İşçiler iki vardiya çalışıyor. Başlangıçta deniz üstüne alışmak pek kolay olmadı. Biraz daha stresli. Özel hayat yok denecek kadar az, özellikle de benim yaptığım işte. Yine de, iş yoğunluğundan zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Özel hayatımızdaki acil ve gerçekten çok olağanüstü durumlarda mutlaka bir arkadaşımız bizim yerimizi alabiliyor."



Petrol Geçmişimize Kısa Bir Bakış
İlk modern petrol kuyusu, 1848'de Azerbaycan'ın Bakü kentinde açılmış. 1854 yılında önce Fransa'da, ardından da Kanada ve Romanya'da petrol sondajları gerçekleştirilmiş. Böyle çalışmalar olmasına karşın, Amerikalı Edwin L. Drake'in 1859'da ABD-Pensilvanya'daki Titusville kenti yakınlarında yaptığı sondaj, modern petrol endüstrisinin başlangıcı kabul edilmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra petrole atfedilen stratejik önem, ona sahip olma ya da sürekli denetim altında tutma isteğini çok artırmış. Bunun bir sonucu olarak da petrol, dünya üzerinde bulunduğu yerlerde özellikle de Ortadoğu'da hep kontrol edilmeye çalışılmış. Dünya politikaları da bu yönde oluşup gelişmiş.

Osmanlı İmparatorluğu topraklarında petrol sızıntılarının olduğu, bunların çeşitli amaçlarla kullanıldığı eski zamanlardan beri bilinmekteymiş; ama Amerika, Romanya ve Rusya'da 1860'lardan beri ticari petrol üretilirken Osmanlı İmparatorluğu'nda petrol arama çalışmaları 1887'de başlamış. Osmanlı döneminde ilk petrol imtiyazı, 1887'de, İskenderun-Çengen havalisi için Sultan 2.Abdülhamit tarafından Ahmet Necati Efendi'ye verilmiş. Bir İngiliz-Alman firmasının 10 sığ sondaj yaptığı bu sahanın bazı yerlerinde kuvvetli gaz belirtilerine rastlanmış. Öte yandan Sultan 2. Abdülhamit'in Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol oluşumlarını hazineye kaydettirdiği dönemde, o bölgelerde doğal yollarla sızan petrolden de yararlanıldığı biliniyormuş.

Osmanlı döneminde Trakya, petrol arama çalışmalarının yapıldığı ikinci bölgeymiş.1897 yılındaki bir fermanla Sadrazam Halil Rıfat Paşa'ya Tekirdağ Mürefte çevresinde arama ve işletme imtiyazı verilmiş. Bu bölgedeki ilk sondaj Romanya'dan gelen malzeme ve işçilerce yapılmış. 1898'de yapılan 108 metre derinliğindeki bu sondajda petrol ve gaz belirtilerine rastlanmış. Daha sonra, bazıları o dönemin yerli kuruluşlarıyla ortak çeşitli yabancı şirketler bölgede arama çalışmaları yapmışlar. 1901 yılında, Mürefte bucağına bağlı Hora Dere'de açılan kuyularda petrol bulunmuş. O zamanlar için oldukça derin sayılan 350 ve 443 metrelik bu kuyulardan, başlangıçta günde 2 ton olmak üzere yıl sonuna dek 47 ton ham petrol üretilmiş. Haziran 1914'te Mezopotamya petrollerinin, bir İngiliz-Alman ortaklığı olan Turkish Petroleum Company'ye verileceğine dair bir niyet mektubu Sadrazam Said Halim Paşa tarafından yazılmışsa da, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine sözleşme yapılamamış.

Cumhuriyet'in ilanından sonra, petrol araştırmaları hükümetin öncelikleri arasında yerini almış.Lucius adlı yabancı bir uzmanla çalışılmış.Bu uzmanın, Türkiye'deki bilinen petrol bölgelerinin çoğunu gezerek hazırladığı raporlar, daha sonra yapılacak çalışmaların temelini oluşturmuş. 1926 yılında 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılmış, bu kanunla petrol arama yetkisi Hükümete verilmiş. 1929 yılında yurt dışındaki yabancı bir şirkette çalışan tek petrol mühendisi Cevat Eyüp Taşman davet edilerek ülkemize gelmiş, yanına genç mühendisleri alarak olası petrol sahalarında gezi ve incelemeler yapmış. Türk gençleri tarafından yapılan bu çalışma "Türk Petrol Aramacılığı"nın çekirdeğini oluşturmuş. Devlet eliyle petrol arama ve üretim işlemlerinin gerçekleştirilmesi için 1933 yılında, Cevat Eyüp Taşman başkanlığında Petrol Arama ve İşletme İdaresi kurulmuş. 1934'te başlayan ve 1936'da 1327 metre derinliğinde sonlanan Basbirin Kuyusu, ülkemizde yapılan ilk derin sondaj olmuş. Bu sondajın sürdüğü bir sırada, 1935 yılında MTA kurulmuş; devlet adına petrol arama ve sondaj faaliyetlerini yürütme görevi de bu kuruluşa aktarılmış. Raman dağının bir "petrol yapısı" olabileceği 1934 yılında ilk kez konu edilmiş, saha üzerinde ilk jeolojik incelemeler 1937'de yapılmış. 1954 yılına kadar olan MTA döneminde çoğu Trakya ve Güneydoğu Anadolu'da olmak üzere 95 petrol kuyusu sondajı yapılmış. Raman (1940) ve Garzan (1947) petrol sahaları keşfedilmiş. 1954 yılında, varolan tüm petrol tesisleri, 6327 sayılı kanunla, kamu adına hidrokarbon arama, sondaj, üretim, rafineri ve pazarlama çalışmalarını yürütmek üzere kurulan TPAO'ya devredilmiş. 1983 yılına kadar aramadan üretime, rafinaja, pazarlama ve taşımacılığa kadar entegre şekilde çalışan TPAO, bugün yurtiçinde ve yurtdışında yalnızca arama, sondaj, kuyu tamamlama ve üretim çalışmalarını yürüten, tek ulusal petrol şirketi olarak hizmetlerini sürdürüyor.

Üretim Sahaları​
TPAO Silivri Doğalgaz Depolama Tesisleri'nde Petrol ve Doğalgaz Mühendisi Hakan Aksulu, Türkiye'nin bu ilk ve tek doğalgaz depolama tesis konusunda bize bilgi verdi. Yurtdışından gelen gazın belli bir miktarı, gereksinim duyulmadığı ya da kullanımın az olduğu dönemlerde, daha önce bir doğalgaz üretim sahası olan Kuzey Marmara rezervuarında basınçlandırılarak depolanıyor. Gereksinim oluştuğunda da buradan yeniden üretim yapılarak kullanıcıya gönderilecek. Aslında kullanıma hazır bir gazı, yani BOTAŞ ölçütlerine göre saflaştırılmış gazı alıp, basınçlandırarak kuyu içine, rezervuara yeniden gönderiyor, orada doğal olarak saflığını kaybediyor. Yeniden üretimde safsızlıkları yine BOTAŞ ölçütlerine getirecek ayrıştırmalar yapılıyor. Tesis çok kapsamlı. BOTAŞ için günde 1,3 milyon metreküp gaz depolanıyor. Trakya'nın üretimi, orada bulunduğumuz sırada kapasitesinin günde 550-600 bin metreküp olduğu gözönüne alınırsa, neredeyse 2,5 katı gaz söz konusu.Yalnızca burada değil, doğal gaz üretimi yapan bütün tesislerde kırmızı renkli, kuyu sayısı kadar vanayı üzerinde bulunduran "Christmas Tree (Noel Ağacı)" denen kuyu kontrol ekipmanı bulunuyor. Üretilen gazın kontrollü bir şekilde üretim hattına gönderilmesinde kullanılıyor.



Doğalgaz üretiminde bir yüzey tesisi şöyle çalışır: Genellikle kuyudan gaz gelirken, gazla birlikte mayi denen, tuzlu su, bazen de akışkanlığı yüksek petrol birlikte gelebilir. Doğalgaz yüzey üretim tesisinin en önemli işlevi, bunların hepsini birbirinden ayrıştırmak. Gazın petrolsüz geldiği bir ayrıştırmada, gaz, ayrıştırıcı bir sisteme girer ve faz farklarından ötürü, sıvı fazlar aşağıya düşerken, gaz fazı yukarı çıkar. Böylece kaba ayrıştırma gerçekleşir. BOTAŞ'ın kalite standardına göre, dağıtım hattına gönderilecek gazın içinde br milyon metreküpte 250 ppm üstünde su buharı bulunmaması gerekiyor. Bunu sağlayabilmek için üretimde bir dehidrasyon (susuzlaştırma) sistemi kullanılıyor. Bu sistemin içinde trietilenglukol denen, su buharını toplama özelliği olan, akışkan bir malzeme bulunuyor. İçinden gaz geçirilen akışkan, gaz içindeki su buharını tutuyor. Sonra buhardan saflaştırılmış gaz da üretim hatlarına gönderiliyor. Bütün bu işler çok kısa zaman dilimlerinde gerçekleşiyor.

İkinci durağımız Vakıflar O1 Kampı'ndaysa 4 kuyudan üretim yapılıyor, üstelik petrol ve gaz karışık geliyor. Önce gaz ayrıştırması, az önce anlatılan şekilde ayrıştırılıyor ve ölçümlendirilerek ana hatlara veriliyor. Ayrıştırıcıda aşağıda kalan petrol ve su serbest su ayırıcısına gönderilip, petrolden ayrışıyor, su "mudpit" denen çamur havuzuna boşaltılırken, petrol de üretim tanklarına alınıyor. Vakıflar O1'de petrol boru hattı bağlantısı olmadığından, kara tankerleriyle Ereğli'deki ana dolum istasyonuna gönderiliyor. Oradan deniz tankerleriyle TÜPRAŞ'a satılıyor.

Üçüncü durağımız Hamitabat Sahası bir toplama istasyonu. Kuyulardan gelen boru hatlarının birleştiği vanalı sistemlere "manifold" deniyor. Bu bölgenin aşağısında ve yukarısındaki kuyulardan boru hatlarıyla gelen gaz manifoldda birleşiyor. Özellikle düşük sıcaklıklardaki kış günlerinde, hidratlaşmasını önlemek üzere gaz, ısıtıcılarda ısıtıldıktan sonra ayrıştırıcılara alınıyor ve ayrıştırma süreci gerçekleşiyor. Bu istasyondan, yaklaşık 120-130 bin metreküo/gün gaz geçişi var. Osmancık 2 petrol üretim sahasındaki atbaşı pompa gazla çalışıyor. Buradan gerektiğinde o sahaya gaz takviyesi yapılıyor.




Denizden Üretim
TPAO'nun Akçakoca yakınlarında, çok yeni hizmete giren Çayağzı Doğalgaz Üretim tesisleriyle ilgili tesis Başmühendisi Şenol Çeten'in aktardıkları şöyle: "Çayağzı tesisleri Batı Karadeniz projesi kapsamında. Mevcut üç deniz üretim sahasından üretim yapmak üzere kurulmuş çok yeni bir tesis. Başlangıç süresini başarıyla tamamladık. Şu anda yalnızca Akkaya sahasından, yaklaşık 500 metreküp/gün üretim yapıyoruz. Yaklaşık 17,5 km'lik bir boru hattıyla gelen gazı seperatörde serbest halde gelen sıvıdan ayrıştırdıktan sonra kompresörde basınçlandırıyoruz. Arkasından da içinde buhar fazında bulunan nemi alarak, 18 km uzunluğunda boru hattıyla BOTAŞ ulusal ağına giriş yapıyoruz. Bulunduğumuz tesisin kapasitesi, şu anki yapısıyla 2 milyon metreküp/gün.Gaz artışı olursa bu tesisi 4,3 milyon metreküp/gün'e çıkarabilecek projeler hazır."

Çevre Çok Önemli
Üretim Başmühendisi Abdurrahman Tiryaki anlatıyor: "Adıyaman Karakuş 1 TPAO'nun büyük üretim istasyonlarından biri. 7 sahadan -Ozan Sungurlu, Beşikli, Batı Fırat, Eski Taş, Lilan, Kuzey Karakuş, Güney Karakuş ve Karakuş- çıkarılan petrol burada toplanıyor. Ozan Sungurlu, Beşikli, Batı Fırat sahaları buradan yaklaşık 50 km uzaklıkta. Orada suyu ayrıştırılan petrol buraya saf olarak geliyor, ayrıştırma işlemi burada yapılıyor. Ayrıştırılan atık su, petrolü aldığımız 3000-3500 metre derinliğe yeniden enjekte ediliyor. Su zararlı! Çünkü genellikle zararlı gazları içerebiliyor, aşırı tuzlu oluşu nedeniyle özellikle tarımsal alanlarda ciddi sorunlara, hatta çevresel felaketlere yol açabiliyor. Bunun bir başka yararı da yeraltındaki dengeleri korumak, yani petrolü alarak yarattığımız boşlukların çökmesini önlemek. Özellikle Karakuş sahasında ciddi olarak bir üretim var. Bu üretim sulu olduğu için korozyona yönelik bazı olumsuz yanları var. Korozyon çelik borularda delinmelere neden olabiliyor. Çevreye petrol ve atık suyun yayılmasına neden olabiliyor. Bunları en aza indirmek için korozyon hız ölçümleri yapıyoruz. Boru hatlarını korozyon engelleyicilerle korozyona karşı koruyoruz. Doğada korozyonu durdurmak olanaksız, ama uygun engelleyicilerle korozyonu yavaşlatmaya çalışıyoruz. Dış etkiler -ki bunların başında suya oksijen karışması geliyor- de korozyonu hızlandırıyor. Ne kadar önlem alırsak alalım, bazen boru patlamalarının önüne geçemiyoruz. Bu yüzden yalnızca bu işle ilgilenen bir ekibimiz var. Olası bir patlakta gerekli tespitler yapılıp, öncelikle çevreye olan zararı en aza indirme, dış ortama yayılan petrolü, bu bir kara arazisiyse, petrol bulaşan bütün toprağı toplayıp, uygun bir yerde saklama yoluna gidiliyor. Ya da tuzlu suyun kirlettiği toprakların, alınıp temizlenmesi yoluna gidiliyor. Patlama ya da delinmeleri en aza indirmek amacıyla boru hatlarında çürüyen, korozyona uğrayan kısımları değiştiriyoruz. Bu amaçla rutin kontroller yapıyoruz. Haftada bir atık suyun yarattığı korozyon hızını ölçeriz, problar her altı ayda bir yerinden çıkarılıp, ağırlık kaybı var mı diye ölçülür. Bir boru hattında ağırlık kaybı çok aşırıysa ki bu korozyon hızının yüksek olduğunun işaretidir, oraya ya daha fazla korozyon engelleyici verilir ya da sorunu giderecek başka kimyasal çözümler üretebiliriz. Ya da o boruyu değiştiririz. Üretimdeki en büyük sıkıntı yerüstü ve yeraltı pompalarındaki arızalar. Yerin altında 2000-2500 metrede çalışan yeraltı pompalarının arızalanması gerçekten büyük sorunlar oluşturuyor, ama üstesinden geliyoruz."


Karbondioksit Ötelemesi​
Batman'da ülkemizin en büyük petrol rezervlerinin bulunduğu Batı Raman Sahası'ndayız. Saha 1300 metre derinlikte. 1961'de keşfedilmiş. Rezervuar hacmi, 1,85 milyar STB (standart varil=159 lt), üretilebilir petrol hacmiyse 185 milyon STB, yani bütün hacmin yalnızca %10'u. Çünkü petrol gravitesi 13 API (uluslarası akışkanlık standart birimi). Batman bölgesindeki sahalardan çıkarılan petrolün gravite ortalamasıysa 17,2 API. Uluslararası akışkanlık standartlarına göre gravitesi 26 API'ın altında olanlar düşük kaliteli ve ağır, üstündekilerse yüksek kaliteli ve hafif petrol olarak niteleniyorlar.) Bu kadar ağır bir petrolün üretimi çok zor. Ama yaklaşık 20 yıldır uygulanan bir üretim tekniğiyle, bu sahadan yapılan günlük üretim %1,5'ten %10'a yükselmiş. 2007 Mayıs ayı itibariyle, bu sahadan 7000 varil/gün üretim yapılıyor. Üretim başmühendislerinden Teoman Küçükkara'dan bu sahada uygulanan teknik üzerine bilgi alıyoruz: "80'li yılların başında Dodan bölgesinde yapılan aramada çok büyük karbondioksit rezervuarı bulunmuş. Dodan'da karbondioksit, Raman'da ağır petrol! Acaba kullanabilir miyiz diye fizibilite araştırmaları yapılmış, projeler gerçekleştirlmiş. Rezervuara karbondioksit enjeksiyonu 1986 yılında başlamış, hala sürüyor. Karbondioksit enjeksiyonunun amacı üretilemeyen kısımlarda kalan petrolü gazla öteleyip üretim kuyularına yönlendirmek." Küçükkara'dan öğrendiğimize göre, sistemin işleyişi şöyle: Dodan sahasından üretilen karbondioksit kompresörle basınçlandırılıp, yeraltına basılıyor. Gaz yerin altındaki üretilebilir, ama akma zorluğu olan ağır petrolü, üretim kuyularına doğru süpürerek öteliyor. Böylece petrol üretim miktarı artıyor.

Teşekkür Ediyoruz​
Bu yazının hazırlanmasında değerli bilgi birikimleriyle katkıda bulunan, düşüncelerini ve görüşlerini paylaşan, akademisyenlere, Genel Müdür'den başlayarak sahadaki işçilere kadar TPAO çalışanlarına çok teşekkür ediyoruz.

Kaynak: Bilim ve Teknik 08/07

3 günlük el emeği göz nuru vardır. Pdf dosyasından birebir yazılmıştır. Kopyala yapıştır değil alınteridir. Resimler ordan ss alınıp tinypic.com a aktarılmıştır. Sırf siz güzel forum okurları bu yazıdan mahrum kalmayasınız diye.

Saygılarımla.
 

XenTRonium

New member
Eğer alıntı yapmadıysan çok uğraşmışsın yine de belli.Kesinlikle emeğe saygı için sonuna kadar okunmalı.
 

M@STRO

DEVİL OF KİLL
abi olmaz olurmu ya eger kullandırsalar varya hereyre biz veririz petrolü ama nerde ............
 

crazymafya

New member
Kesinlikle alıntı değildir. Tamamen pdf den kendim yazdım. Kopyalasanız bile bişeye benzemezdi zaten. Saolun.
 

HTML

Üst