- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Dünyadaki günlerin hepsiydim.
Hayaller silikti" / Sami Baydar
Ben Pazartesi
Omuzlarım düşük, üstümde dirsekleri aşınıp yer yapmış gri paltom var, başımda küçük gelen soluk siyah şapkam. Kulaklarımdan üşümeye devam ediyorum. Suçluyum biliyorum. Sevilmeyen işlerin, bırakılamayan maddenin, önlenemeyen oburluk dürtüsünün şahidiyim. İsteksizlik gövde kazanıyor ilk ışıklarımla. Bir karabasana dönüşüp dolaşıyorum şehrin tüm yatak odalarında. Uykuyla uyanıklık, düşle gerçek, hayalle hakikat, yazgıyla akıl, varla yok arasındaki insanların üzerine abanıyorum. En çok ben yoruluyorum ama suçluyum biliyorum. Kimi zaman adımın tatsız olduğunu düşünür, sevgisizliğin hesabını harflerime keserim. Pazartesi, Monday, Monntag, Lunes… Aslında bu sonuncusu hoşuma gidiyor. Ayın görünmeyen yüzleri, sırlı bahçeleri yıkayan gümüşi bir ışık gibi duyuyorum kendimi. Halimi karşılamaktan ne uzak oysa! Ben Pazartesi, omuzları düşük, kumaşı tirfillenmiş, saatleri kırçıllı yoğun bulut. Gelmeye hazırlanıyorum zihinlerinize. Her yedinci günde her yedinci günde her yedinci günde…İstenmediğini bilmek ne ağır bir zaman kesiti için bile.
Ben Salı
Unutulmuş, sıradan, silik bir kadınım. Hayat üstüme basıp geçiyor. Ne esmer denebilir bana ne de sarışın. Uzun boylu değilim ne de kısa, tombul sayılmam ama zayıf da. Öyle hissiz ki ses tonum; dijital ruh, yapay zeka. Uzun olmayan saçlarıma kısa da denemez. Tenimle aynı renkte bir elbise giyiyorum; bir eski zaman elbisesi değil bu, modern olmaktan da bir o kadar uzak. Kolları bileklerime, etekleri dizlerime kadar iniyor. Yakası açık değil, boğazımı da sıkmıyor ama. Hatlarımı belli edecek denli oturmasa da üstüme, hareket serbestisi sağlayacak kadar bol olduğunu da söyleyemem. Laf aramızda yapmak istediğim bir hareket olduğundan da emin değilim. Şiirlerim yok benim sonra, şarkılarım bile enstrümantal. Kolay dinlenen diyorlar ya, hani dinlemeseniz de olur. Tanrım ilham vermekten ne uzağım! Notaları durağan, renkleri soğuran, kokusuz bir uzam. Bağlamından kopartılabilir mi bir zaman dilimi? Eh tabii benim de cevap aradığım sorularım var. Kişiliksizlik de bir kişilik midir örneğin? Sallandırdığımı söylerse batıllar kulak asmayın. Nerde o günler! Daha doğrusu nerde o biz demeliyim. Kendimi tanımlamam gerekseydi, çok çok katışık mutsuzlukla sevinç yanılsaması arasında bir köprüyüm diyebilirdim.
Ben Çarşamba
Anlamadığını yok sayan, bilmediğini konuşan, düşünmediğini söyleyen- ola ki pek düşünmediğimden- hoşça vakit geçiren, saçları jöleden ıslak, üstü başı tüten, bin kelimeyle yetinen, altı ayda bir güncellenen jargonla konuşan, her dem pop, asla sap, üzümsüz çöp, pamuk helva hafifi bir erkek güzeliyim. Ben Çarşamba, ilkesiz yalancı, üç boyutlu görüntü, sahte parıldayış, sentetik hüzün. İnsanlar beni sever ben de onları. İki nokta üst üste kapa parantez plastik gülüşler dünyası. Bir yanılsamayım; olmayan tatil, görülmemiş düş, nefti yeşil dikdörtgenler prizması. Tek gecelik aşkların, tutulmayan sözlerin, bozulan yeminlerin parlak gözlü adamı. Medium insan, köksüz eğlence, söylenebilecek hiçbir şeyi açıkça söyleyemeyen, gereken yerde ise susmasını bilmeyen çenesi düşük bir zavallı. Sımsıkı blucinim, sıkıcı sohbetim, iki dokunuş Fransız parfümü, pahalı tütün kokusu ya da yanık tenim yüzünden; ihhhiii ihhhiii kadınlarının sevgili erkeğiyim. Aslında insan olsaydım böyle bir erkek olurdum demeliyim. Ortanın ortası, haftanın ortası, ortalama haller adamı ya da Mittwoch. Öptüm hepinizi!
Ben Perşembe
Doğurmaya hazır bir bereket tanrıçasıyım. Kutsallığa, tenselliğe, neşeye, mutluluğa gebe. Her gün kadar ölüme, her gün kadar doğuma gebe arada kalmış üretken saatler bütünü. Kaynayan çilek reçelinin üstünde tutan köpük rengindeyim. Pembe pembe fokurdayan, umut vaat eden bir düşler kadını. Her noktasından tomurcuklanıp patlayan kaygan tenim, simsiyah büyük gözlerim var. Henüz yaşanmamış aşkın heyecanını, çıkılmamış yolculuğun hazırlığını, anlatılmamış hikayenin tedirgin eden büyüsünü, öpülmemiş dudağın yumuşaklığını üretirim bedenimden. Yeni yeni tenler var ederim dantellere sardığım şeker kokulu tenimden. Gri bulutların hafifleyip dağıldığı o akşamüstüyüm, alınmamış soluğun habercisi. Neden sevmez kimse beni? Sevmez mi sahiden ey yazan? Bence sesini kıs, çık aradan. Bırak anlatayım kendimi. Hiç yüzülmemiş denizler, sevişmeye kenetlenmiş ağaçlarıyla çıkışsız ormanlar çizeceğim onlara. Aramıza girmezsen kendi yollarını bulabilirler. Hatta belki de kendilerini kim bilir? Meğer ki her insan bir gün istemiş olsun, bulunur muydu beni alan? Her günü benden oluşan autoreverse bir yaşam. Günaydın, bugün günlerden ne? Perşembe. Her gün günlerden ne? Perşembe. Ben oyum işte evet; gerçekleşmeyecek hayallerin kadını, uyku sonrası midede kazınma, birleşme sonrası açlık hissi. Bir nefes sigara, baş edilemeyen keder. Sahi iki ikiyle toplanınca neden beş eder?
Ben Cuma
Robinson Crusoe’nun sadık adamı…Desem inanır mısınız? Gülümsediniz ne güzel! Değil mi ki ben de bir gülümsemeyim baştan sona; şafak vaktinin kuş sesli serinliğinden, güneşin gidip siyahın henüz yeryüzüne yayılmadığı günün o en güzel saatlerine, akşamın kıvamsız karanlığından gecenin yıldızlara tutunmuş dipsiz göğüne dek…Her şey çok güzel olacak hissi, hasadı kaldırılmış yorgunluk, kristal kadehte yudumlanmaya hazır berrak amber renkli yıllanmış bir şampanya konyağı belki. Her yudumum ipek damlası gibi yayılıp okşar damağınızı, hafifçe dokunarak geçip giderim ardımda hoş anılar bırakarak, hiç yaşanmamış gibi. Hiç durmadan yaklaşmak isteyeceğiniz bir tenim var, belirip kaybolan sakallarım. Erkeğim tabii, söylemeyi unuttum sanırım. Akşamlarıma büyülü beyaz perdeler gererim tüm dünya sizin olsun diye. Bir gönlüm olsaydı ona zengin demek hiç de yakışıksız olmazdı doğrusu. Aldırmayın! O suda suretini görüp aşka düşme meselesi kutsal seçilmişliğimi dengeleyen kötü tarafım. Dedim ya aldırmayın, sadece keyfimi çıkarın. Dokunduğu yanılsamasına kapıldığınız bakışlarımın, okşayan, dinleme değil içme duygusu uyandıran ses tonumun. Ben Cuma yok sayılan umudun erkeği, uzak ama yakın, yakın ama uzak düşsel sevgili. Nasıl da kendini beğenmiş durumuna düşürüyor değil mi beni yazan? Sevgilim yazan, şefin tavsiyesi, ben yapımı günün aşık kadını.
Ben Cumartesi
Günlerin en güzeli, hermafrodit bir yeniyetmeyim. Sonsuz eğlence, derin uyku, güzel yemek vaat ederim. Mevsimden bağımsız yumuşak iklimim, ısıtan ama yakmayan tombul sarı güneşim, usta ellerden çıkmış şahane resimlerim, bakanın içinde çiçekler açtıran rengarenk giysilerim, insanların kanını kaynatan neşeli ezgilerimle bir içim su gibiyim. Fildişi kuleli, altın çeşmeli masallarım var, aşk eğretilemeleriyle bezenmiş öykülerim, mutluluk imgeleriyle örülmüş şiirlerim; anlatırım, okurum, söylerim…Hayatın her duyunuza hitap eden yirmi dört saatlik zevkiyim. Gecelerimin ateşinden söz edenlere kulak verin. Mitolojik bir tanrı olsaydım Dionysos olarak anılmak ister, ruh halimi de esrik diye tanımlardım sanırım. Peşimde havarilerim, şarkılar söyleyerek kırlarda dolaşır, bağbozumlarına katılır, heveslilerine şarap yapmayı öğretirdim. Size kendimi anlatmak için akla karayı değil gökkuşağının tüm renklerini seçerdim. Kırmızılarımı görün isterdim, mavilerimi, yeşillerimi, sarılarımı…Ben Cumartesi, size armağanım olsun o en büyük unutuş. Hayatın tüm yükü omuzlarınızdan kalkmışçasına hafiflesin her bir nefes alış. Ben Cumartesi, su perilerinin, satirlerin, iki uçlu kaçıkların delibozuk efendisi. Durmayın uzatın, uzatın elinizi…
Ben Pazar
Size kendimi anlatmam istendiğinde rahatsız oldum. Ne anlatacaktım ki? Rutubetli ağır bir hava, yüksek basınç, esneyip uzayan zaman, terkedilmiş şehir, uzaktaki bir radyodan etrafa yayılan kasvetli maç gürültüsü belki. O kadarına bile enerjim yoktu. Sonra Katip Bartleby’yi düşündüm. Herkesin bir kahramanı vardır. Biz günlerin de. Karar verdim. Ben Pazar, buyum. Çok bile konuştum.
Yazarı: Feryal Tilmaç
Hayaller silikti" / Sami Baydar
Ben Pazartesi
Omuzlarım düşük, üstümde dirsekleri aşınıp yer yapmış gri paltom var, başımda küçük gelen soluk siyah şapkam. Kulaklarımdan üşümeye devam ediyorum. Suçluyum biliyorum. Sevilmeyen işlerin, bırakılamayan maddenin, önlenemeyen oburluk dürtüsünün şahidiyim. İsteksizlik gövde kazanıyor ilk ışıklarımla. Bir karabasana dönüşüp dolaşıyorum şehrin tüm yatak odalarında. Uykuyla uyanıklık, düşle gerçek, hayalle hakikat, yazgıyla akıl, varla yok arasındaki insanların üzerine abanıyorum. En çok ben yoruluyorum ama suçluyum biliyorum. Kimi zaman adımın tatsız olduğunu düşünür, sevgisizliğin hesabını harflerime keserim. Pazartesi, Monday, Monntag, Lunes… Aslında bu sonuncusu hoşuma gidiyor. Ayın görünmeyen yüzleri, sırlı bahçeleri yıkayan gümüşi bir ışık gibi duyuyorum kendimi. Halimi karşılamaktan ne uzak oysa! Ben Pazartesi, omuzları düşük, kumaşı tirfillenmiş, saatleri kırçıllı yoğun bulut. Gelmeye hazırlanıyorum zihinlerinize. Her yedinci günde her yedinci günde her yedinci günde…İstenmediğini bilmek ne ağır bir zaman kesiti için bile.
Ben Salı
Unutulmuş, sıradan, silik bir kadınım. Hayat üstüme basıp geçiyor. Ne esmer denebilir bana ne de sarışın. Uzun boylu değilim ne de kısa, tombul sayılmam ama zayıf da. Öyle hissiz ki ses tonum; dijital ruh, yapay zeka. Uzun olmayan saçlarıma kısa da denemez. Tenimle aynı renkte bir elbise giyiyorum; bir eski zaman elbisesi değil bu, modern olmaktan da bir o kadar uzak. Kolları bileklerime, etekleri dizlerime kadar iniyor. Yakası açık değil, boğazımı da sıkmıyor ama. Hatlarımı belli edecek denli oturmasa da üstüme, hareket serbestisi sağlayacak kadar bol olduğunu da söyleyemem. Laf aramızda yapmak istediğim bir hareket olduğundan da emin değilim. Şiirlerim yok benim sonra, şarkılarım bile enstrümantal. Kolay dinlenen diyorlar ya, hani dinlemeseniz de olur. Tanrım ilham vermekten ne uzağım! Notaları durağan, renkleri soğuran, kokusuz bir uzam. Bağlamından kopartılabilir mi bir zaman dilimi? Eh tabii benim de cevap aradığım sorularım var. Kişiliksizlik de bir kişilik midir örneğin? Sallandırdığımı söylerse batıllar kulak asmayın. Nerde o günler! Daha doğrusu nerde o biz demeliyim. Kendimi tanımlamam gerekseydi, çok çok katışık mutsuzlukla sevinç yanılsaması arasında bir köprüyüm diyebilirdim.
Ben Çarşamba
Anlamadığını yok sayan, bilmediğini konuşan, düşünmediğini söyleyen- ola ki pek düşünmediğimden- hoşça vakit geçiren, saçları jöleden ıslak, üstü başı tüten, bin kelimeyle yetinen, altı ayda bir güncellenen jargonla konuşan, her dem pop, asla sap, üzümsüz çöp, pamuk helva hafifi bir erkek güzeliyim. Ben Çarşamba, ilkesiz yalancı, üç boyutlu görüntü, sahte parıldayış, sentetik hüzün. İnsanlar beni sever ben de onları. İki nokta üst üste kapa parantez plastik gülüşler dünyası. Bir yanılsamayım; olmayan tatil, görülmemiş düş, nefti yeşil dikdörtgenler prizması. Tek gecelik aşkların, tutulmayan sözlerin, bozulan yeminlerin parlak gözlü adamı. Medium insan, köksüz eğlence, söylenebilecek hiçbir şeyi açıkça söyleyemeyen, gereken yerde ise susmasını bilmeyen çenesi düşük bir zavallı. Sımsıkı blucinim, sıkıcı sohbetim, iki dokunuş Fransız parfümü, pahalı tütün kokusu ya da yanık tenim yüzünden; ihhhiii ihhhiii kadınlarının sevgili erkeğiyim. Aslında insan olsaydım böyle bir erkek olurdum demeliyim. Ortanın ortası, haftanın ortası, ortalama haller adamı ya da Mittwoch. Öptüm hepinizi!
Ben Perşembe
Doğurmaya hazır bir bereket tanrıçasıyım. Kutsallığa, tenselliğe, neşeye, mutluluğa gebe. Her gün kadar ölüme, her gün kadar doğuma gebe arada kalmış üretken saatler bütünü. Kaynayan çilek reçelinin üstünde tutan köpük rengindeyim. Pembe pembe fokurdayan, umut vaat eden bir düşler kadını. Her noktasından tomurcuklanıp patlayan kaygan tenim, simsiyah büyük gözlerim var. Henüz yaşanmamış aşkın heyecanını, çıkılmamış yolculuğun hazırlığını, anlatılmamış hikayenin tedirgin eden büyüsünü, öpülmemiş dudağın yumuşaklığını üretirim bedenimden. Yeni yeni tenler var ederim dantellere sardığım şeker kokulu tenimden. Gri bulutların hafifleyip dağıldığı o akşamüstüyüm, alınmamış soluğun habercisi. Neden sevmez kimse beni? Sevmez mi sahiden ey yazan? Bence sesini kıs, çık aradan. Bırak anlatayım kendimi. Hiç yüzülmemiş denizler, sevişmeye kenetlenmiş ağaçlarıyla çıkışsız ormanlar çizeceğim onlara. Aramıza girmezsen kendi yollarını bulabilirler. Hatta belki de kendilerini kim bilir? Meğer ki her insan bir gün istemiş olsun, bulunur muydu beni alan? Her günü benden oluşan autoreverse bir yaşam. Günaydın, bugün günlerden ne? Perşembe. Her gün günlerden ne? Perşembe. Ben oyum işte evet; gerçekleşmeyecek hayallerin kadını, uyku sonrası midede kazınma, birleşme sonrası açlık hissi. Bir nefes sigara, baş edilemeyen keder. Sahi iki ikiyle toplanınca neden beş eder?
Ben Cuma
Robinson Crusoe’nun sadık adamı…Desem inanır mısınız? Gülümsediniz ne güzel! Değil mi ki ben de bir gülümsemeyim baştan sona; şafak vaktinin kuş sesli serinliğinden, güneşin gidip siyahın henüz yeryüzüne yayılmadığı günün o en güzel saatlerine, akşamın kıvamsız karanlığından gecenin yıldızlara tutunmuş dipsiz göğüne dek…Her şey çok güzel olacak hissi, hasadı kaldırılmış yorgunluk, kristal kadehte yudumlanmaya hazır berrak amber renkli yıllanmış bir şampanya konyağı belki. Her yudumum ipek damlası gibi yayılıp okşar damağınızı, hafifçe dokunarak geçip giderim ardımda hoş anılar bırakarak, hiç yaşanmamış gibi. Hiç durmadan yaklaşmak isteyeceğiniz bir tenim var, belirip kaybolan sakallarım. Erkeğim tabii, söylemeyi unuttum sanırım. Akşamlarıma büyülü beyaz perdeler gererim tüm dünya sizin olsun diye. Bir gönlüm olsaydı ona zengin demek hiç de yakışıksız olmazdı doğrusu. Aldırmayın! O suda suretini görüp aşka düşme meselesi kutsal seçilmişliğimi dengeleyen kötü tarafım. Dedim ya aldırmayın, sadece keyfimi çıkarın. Dokunduğu yanılsamasına kapıldığınız bakışlarımın, okşayan, dinleme değil içme duygusu uyandıran ses tonumun. Ben Cuma yok sayılan umudun erkeği, uzak ama yakın, yakın ama uzak düşsel sevgili. Nasıl da kendini beğenmiş durumuna düşürüyor değil mi beni yazan? Sevgilim yazan, şefin tavsiyesi, ben yapımı günün aşık kadını.
Ben Cumartesi
Günlerin en güzeli, hermafrodit bir yeniyetmeyim. Sonsuz eğlence, derin uyku, güzel yemek vaat ederim. Mevsimden bağımsız yumuşak iklimim, ısıtan ama yakmayan tombul sarı güneşim, usta ellerden çıkmış şahane resimlerim, bakanın içinde çiçekler açtıran rengarenk giysilerim, insanların kanını kaynatan neşeli ezgilerimle bir içim su gibiyim. Fildişi kuleli, altın çeşmeli masallarım var, aşk eğretilemeleriyle bezenmiş öykülerim, mutluluk imgeleriyle örülmüş şiirlerim; anlatırım, okurum, söylerim…Hayatın her duyunuza hitap eden yirmi dört saatlik zevkiyim. Gecelerimin ateşinden söz edenlere kulak verin. Mitolojik bir tanrı olsaydım Dionysos olarak anılmak ister, ruh halimi de esrik diye tanımlardım sanırım. Peşimde havarilerim, şarkılar söyleyerek kırlarda dolaşır, bağbozumlarına katılır, heveslilerine şarap yapmayı öğretirdim. Size kendimi anlatmak için akla karayı değil gökkuşağının tüm renklerini seçerdim. Kırmızılarımı görün isterdim, mavilerimi, yeşillerimi, sarılarımı…Ben Cumartesi, size armağanım olsun o en büyük unutuş. Hayatın tüm yükü omuzlarınızdan kalkmışçasına hafiflesin her bir nefes alış. Ben Cumartesi, su perilerinin, satirlerin, iki uçlu kaçıkların delibozuk efendisi. Durmayın uzatın, uzatın elinizi…
Ben Pazar
Size kendimi anlatmam istendiğinde rahatsız oldum. Ne anlatacaktım ki? Rutubetli ağır bir hava, yüksek basınç, esneyip uzayan zaman, terkedilmiş şehir, uzaktaki bir radyodan etrafa yayılan kasvetli maç gürültüsü belki. O kadarına bile enerjim yoktu. Sonra Katip Bartleby’yi düşündüm. Herkesin bir kahramanı vardır. Biz günlerin de. Karar verdim. Ben Pazar, buyum. Çok bile konuştum.
Yazarı: Feryal Tilmaç