<<< Kişi arkadaşının dini üzeredir >>>

DÜZCELİ MEHMET

Kendini Arayan Adam
"Adam kumarbaz, eline
geçirdiği parayı, çoluğum var,
çocuğum var demiyor, kumara
yatırıyor."

"Şerefsizin teki! Biraz insaflı
olsa, perişan halde bulunan
çocuklarını düşünür, ailesinin
şerefini on paralık etmez."

"Geçen gece, evlerinin
önünden geçerken, üstü başı perişan
bir şekilde gördüm onu.
Ağzından burnundan kan geliyordu.
Kumarda ödeyemeyince
parayı, yedi yumruğu uğursuz!"



Bu ve buna benzer sözlerle
anılıyordu Kumarbaz Hüsnü.
Kumarbazdı. Bulduğu parayı
kumara yatırırdı. Bir iş güç de
tutmaz, hanımının tarlada çalışıp
kazandığını kumarda kaybederdi.
Bu tutumuyla da aşağılık bir konuma
düşmüştü.
Köylünün her zaman dilindeydi.
Bir çocuk yaramazlık yapsa,
"Hüsnü!" diye çağrılır, bir büyüğün
ayağı kaysa, "Hüsnü'ye eş
oldu" denilirdi.
Fakat Hüsnü bildiğini bilir,
kimsenin sözüne aldırış etmez ve
sabah akşam kahve köşelerinde
zar atmaya devam ederdi.
Yemeğe bile çıkmaz, bir
elinde çeyrek ekmek, diğerinde
kumar kâğıtları büyük bir heyecanla
masa başında zaman doldururdu.
Onun için söylenenler, yüzüne
karşı yapılmış nasihatlerin
hiçbirini dinlemez, bıyık altından
güler ve yine işine devam ederdi.
Hanımı her çareye başvurmuştu.
Oyun oynarken kahveyi
basmış, ağzına geleni söylemiş;
güya onu rezil rüsva etmek istemiş,
ama nafile, Hüsnü, sanki hiçbir
şey olmamış gibi sesini çıkarmamış,
hanımı gittikten sonra
oyununa devam etmiş.
Araya hatırı sayılır kişiler de
girmiş, ona tehditler savurmuşlar,
ama boşuna, Hüsnü sanki kaya
kesilmiş de yerinden hiç kıpırdamamış.
Yaşlı annesi hocalara, falcılara
gitmiş, belki bir büyüsü var
korkusuyla bir sürü şeyler yapmış,
yaptırmış, ama Hüsnü yine aynı.
Köyün ileri gelenleri, kumarın
bir iptila olduğunu, eroin gibi
bir alıştın mıydı artık onu bırakmanın
mümkün olamayacağını
hanımına ve yaşlı annesine söylemişler.
Onlar da bir umutsuzluğun
girdabında kıvranıp durmuşlar.
Kumarbaz Hüsnü için başvurulan
çarelerin hiçbiri sonuç
vermemiş. Hatta bir gün, yine bütün
varını yoğunu kaybederek perişan
bir şekilde eve geldiğinde
kayın biraderi evdeymiş. Onunla
yapmış oldukları tartışma sonucu,
kalçasına bıçak da yemiş, ama
Hüsnü daha çok kendini kumara
vermiş.
Hele daha sonraları artık
kahveler de ona yeterli gelmemiş
ve il dışına çıkarak başka kumarbazlarla
buluştuğu rivayetleri köyde yayılmış.
Hatta bir ara hanımını
kumara koyduğu söylentileri yayılınca,
onu daha önce bıçaklayan
kayın biraderi bu sefer Hüsnü'yü
öldürme kastıyla yolunu kesmiş,
fakat o gece Hüsnü eve gelmemiş
ve ölümden dönmüş.
Kumarbazlık zor iş. Bir bulaştı
mı artık arkasından sürükler
sizi. Hüsnü de bu sürüklenenlerin
kim bilir kaçıncısı.
***
Yine köyde Hüsnü'nün konuşulduğu
bir gün. Yaz tatili dolayısıyla,
Hüsnü'nün halasının oğlu
da köye gelmiş ve konuşulanları
dinliyormuş. Hüsnü kırk yaşlarında,
halasının oğlu ise kırk beş civarında.
Hala oğlu konuşulanları
can kulağıyla dinlemiş dinlemiş.
Kendisi de az çok Hüsnü'nün maceralarını
uzaktan da olsa duymuş,
ama bu sefer farklı; bir de
yerinde olaya tanıklık etmiş.
Hala oğlu, ertesi sabah,
ezanla birlikte kalkarak köyün camiine
gitmiş. Sabah namazını camide
kılmak istemiş. Fakat iki kişiden
başka cemaat görememiş. Üç
yüz haneli köyde bu cemaatsizlik
onu üzmüş. İmamla konuşmuş, o
da kanıksamış bir halde olan bitene
razı görünmüş.
Hala oğlu camide sabah namazından
sonra ellerini açmış Allah'a
ve Hüsnü için dua etmiş: "
Ya Rabbi! Sen alemlerin Rabbisin.
Her şeye gücün yeter. Kalplerde
olup bitenleri yalnız sen
bilirsin. Kalpleri evirip çeviren
de sensin. Ne olur Allah'ım;
Hüsnü kulunu bu iptiladan kurtar!
Rabbim! Ben onun çocukluğunu
bilirim, çok cömert birisi
idi. Düşkünlere, fakirlere yardım
ederdi; şimdi bir belaya tutuldu;
onu o beladan kurtar!"
Hala oğlu, namazdan sonra
eve uğramadan kasaba yolunu
tuttu. kuşluk vaktine doğru, Hüsnü'nün
kumar oynadığı kahveye,
kimseye görünmeden usulca yaklaştı.
İkinci katta idi kahve. Merdivenleri
ağır ağır tırmandı. Dudaklarında
dua, gözünde merhamet
ışıklarıyla kahvenin içine adeta suyun
sessizliğine bürünerek aktı.
Karşı masada dört kişi solgun
renklerler ve mahmur gözlerle
oyun oynuyorlardı. Bunlardan biri
de Hüsnü'ydü. Hüsnü, hala oğlunu
karşısında görünce bir anda
şaşırdı. Demek ki İstanbul'dan
memlekete gelmişti. Fakat yine de
pek aldırış etmeden oyununa devam
etti. Ne var ki göz ucuyla da
hala oğlunu izliyordu.
Hala oğlu, Hüsnü'ye iyice
yaklaştı. Hüsnü, olayın ciddi olduğunu
fark etmiş gibiydi. Elindeki
kâğıtları masaya koydu. Hala oğlu,
Hüsnü'ye daha da yaklaştı ve
onun kulağına eğilerek:
"Hüsnü, sana Allah'ın kulu
olduğunu hatırlatmaya geldim!"
Dedi ve hızla kahveden dışarı
çıktı.
En başta Hüsnü olmak üzere,
yanındaki arkadaşları da olup
bitene bir anlam verememişler ve
çok şaşırmışlardı.
Hüsnü, ani bir refleksle masadan
kalktı ve kahveyi terk etti.
Hüsnü kayıplara karıştı.
Tam beş gün ondan haber alınamadı.
Ailesi ondan endişelenmeye
başladı. Evet arada bir evi terk
ederdi, ama birilerine bir haber verirdi.
Bu sefer öyle olmadı, güpe
gündüz kayıplara karıştı.
Hala oğlu da durumun farkındaydı
ve olanı hayra yoruyordu.
Beş gün üzerine hala oğlunun cep
telefonu çaldı. Arayan Hüsnü'ydü.
Hala oğlu şaşırmadı, sadece Hüsnü'ye
nerede olduğunu sordu.
Hüsnü de zaten hala oğlunun yanına
gelmesini istiyordu. Köy
mezrasındaydı.
Hala oğlu, kimseye haber
vermeden Hüsnü'nün yanına gitti.
Hüsnü:
" Ağabi, beni perişan ettin!"
" Hayırdır Hüsnü"
"Ağabi, bugüne kadar beni
anlayan bir sen çıktın. Sözün, ta
can evime işledi. Beni eleştirmeden
canıma okudun. Bana bütün
bir hayatımın özetini sundun orda.
Kaçtım buraya ve günlerce
düşündüm! Ben Allah'ın kulu
değil miydim? Bana bunu şimdiye
kadar hiç kimse hatırlatmadı.
Üzerime gelenler, kendi kirliliklerini
bende temizleme gayreti
içinde idiler. Adeta bana ilahlığa
kalkışıyorlardı. Ben de kumara
devam ederek onların ilahlığına
hayır diyordum. Ağabi, sen
bana kulluğumu hatırlattın. Buna
kim hayır diyebilir?"
"Hüsnü kardeşim, ben sana
seni hatırlattım. Kim kendinden
gafil olabilir ki? Nefsini bilen,
Rabbini bilir."
"Ağabi, bana hayat bağışladın!"
"Hayır Hüsnü, bağışlayan
da alan da Allah. Fakat bunu insanların
eli ile yapıyor. Bundan
sonra sana uzanan ellere ve dillere
dikkat et!"
.
.
.
.
Beyan.com.tr - Arşiv (Aralık 2008)
 

HTML

Üst