- Katılım
- 6 Mar 2007
- Mesajlar
- 5,674
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Kısa bir zaman önce 9. Cumhurbaşkanı Demirel gereksiz bir zamanda “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek için devrim yasaları değiştirilmelidir” diyerek boş tartışma başlattı.
Elbette bize göre boş bir tartışma, ancak bu tartışmanın 7 kere gidip 8 kere gelmeyi başarabilen(!), “dün dündür bugün bugündür” veciz sözüyle siyasi kayganlığı meşrulaştıran bir siyaset emeklisinden gelmesi bizi şüpheye sevk etti.
Acaba Demirel bu tartışmayı başlatarak 2 yıl sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı meselesinin tüm kurumlarda tartışılarak meşru hale gelmesini ve ardından da Erdoğan’ın kolayca Çankaya’ya oturmasını sağlamayı mı amaçlıyordu? İşin bu kısmını başka yazılarımızda daha detaylı olarak incelemek üzere kısaca değinerek geçmek istiyorum.
Demirel’in sözlerinin hemen ardından, Erzurum’da başörtüsü taktığı için kızının mezuniyet törenine alınmayan şehit anasının dramı medyaya yansıdı ve başörtüsü konusu alevlendikçe alevlendi. İktidar mensuplarından birbiri ardına sert eleştiriler geldi.
Hemen bu noktada, AKP iktidarının başörtüsü konusundaki düşüncelerini anlamak ve icraatlarını görmek amacıyla dünden bugüne bir yolculuk yapmanın faydalı olduğunu düşünüyorum.
Muhalefette oldukları süre içerisinde, her fırsatta Türkiye’nin başörtüsü sorununun çözülmesi gerektiğini savundular. Başörtülü kızlarımızı istismar ederek üniversite kapılarındaki eylemlerde başörtüsünün siyasi bir sembol haline gelmesinde esas oğlan rolünü oynadılar. Ve 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi meydanlarda “Başörtüsü namusumuzdur” diyerek büyük bir halk desteğini arkalarına aldılar.
Bütün bu siyasi kışkırtmalar sonucunda AKP, iktidar olmuş ve Anayasayı değiştirecek güce kavuşmuştur. Peki bu güçle iktidar olan AKP başörtüsü konusunda neler yapmıştır?
Hemen söyleyelim: “Başörtüsü bizim öncelikli meselemiz değildir” diyerek ilk adımı attılar. Daha sonra 28 Mart yerel seçimlerinde “başörtüsüz aday” arayışına giriştiler. Bununla da yetinmeyen AKP, seçilen başörtülü meclis üyelerini, yine AKP’ye mensup olan Belediye Başkanları tarafından meclis toplantılarına almadılar.
AKP’nin başörtüsü sorununu “çözme icraatları” bunlarla da bitmedi. Dışişleri Bakanı Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün “davamı geri çeksem bütün kadınlara hakaret olur” dediği başörtüsü yasağı ile ilgili olarak AİHM’e açtığı davadan geri çekilmesi AKP’nin başörtüsü icraatlarıyla ve “dün dündür bugün bugündür” mantığı ile örtüşen bir örnektir.
Leyla Şahin’in AİHM’e götürdüğü başörtüsü davası, “Türkiye’deki başörtüsü yasağının uygun bulunduğu ve başörtüsünün laiklik karşıtı bir simge olduğu” şeklinde sonuçlandı.
Peki bu karara Abdullah Gül’ün Bakanlık yaptığı Dışişleri Bakanlığı ne cevap verdi dersiniz. Buyrun görün: Önce Bakanlığın Starzburg’a gönderdiği ek savunmasında “başörtüsünün laik eğitimle bağdaşmadığı ve laikliğe karşı bir simge olduğunu” belirttiler ve “büyük mahkemenin de bu kararı onaylamasını” talep ettiler.
Bununla da yetinmeyip Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan’ın ağzından “hükümetin verdiği direktifler çerçevesinde hazırlanarak AİHM’e verilen hükümet savunması”nda, “Türkiye’nin başörtüsü yasağıyla bir hak ihlalinde bulunmadığı” ve yasağın bir “hak ihlâli olmadığı” söylenmiştir.
Kısacası AKP iktidarı “başörtüsü namusumuzdur” sözünü unutmuş, başörtüsünün laiklikle bağdaşmadığını, laikliğe karşı bir simge olduğunu, başörtüsü yasağının din ve vicdan özgürlüğünü engellemediğini ve başörtüsü yasağının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmadığını ileri sürerek yasağı “uygun bulduğunu” resmi dille açıklamış oldu.
Böylece AİHM’de bulunan 100’ü aşkın başörtüsü davasına, bu davanın emsal teşkil etmesine ve “başörtüsü yasağı devam etmelidir” gibi bir sonuçla bütün davaların sonuçlanmasına resmi ağızdan onay vermişlerdir.
Bu arada Hükümetin başı Tayip Erdoğan’da kendisine başörtüsü ile ilgili sorulan sorulara “"Bu işi kangren haline getirenler şimdi dışarıdan kaşıyorlar. Oyuna gelmeyin bu sorun ancak kurumsal uzlaşma ile çözülür" gibi cevaplar vererek her tarafa el sallama çabası içindeydi.
Ama son günlerde ne olduysa oldu, AKP tekrar başörtüsünü sahiplenmeye başladı. Herhalde oy oranlarının büyük bir hızla düşmesi akıllarına başörtüsünü getirdi. Peki hafıza yenilenmesi sonrasında ne oldu.
Başbakan Erdoğan son ABD ziyaretinde CNN International’a verdiği demeçte “Bakın benim kızlarım başları kapalı olduğu için ABD’de okuyor. Burada bu özgürlük anlayışı var, ama ülkemde yok" diyerek ülkesini ABD’ye şikayet etti. Bunun yanında siyasi kurnazlığını kullanıp “başörtüsünü çözmek için sabredeceklerini” söyledi. Yani tabanına bizi bir daha seçin mesajı.
Sonra Erzurum’da yaşanan olayla ilgili olarak Başbakanımız; “O anneyi üniversiteye almayan kimse, bu milletin değerlerine saygısızlık yapmıştır. Gerekirse referanduma gideriz” diyerek konuya hassasiyetini(!) dile getirdi
Hemen ardından Dışişleri Bakanı Gül "Bu olay Türkiye'deki ayıbı teşhir ediyor” diyerek üzüntülerini(!) belirtti.
Hatta üstüne birde cila olsun diye Meclis Başkanımız, “Almayanlar utansın” şeklinde özlü bir söz söyledi.
Gördüğünüz gibi AKP’nin bütün büyük mensupları bu olaya çok üzülmüş(!) ve kızmışlardır(!).
Hafıza kayıpları, geçmişle aralarındaki gel-gitler AKP’yi bayağı sarsmış olacak ki, bu seferde iki buçuk yıldır tek başlarına ve anayasayı değiştirebilecek güçle iktidar olduklarını unuttular. AKP Hükümetine hatırlatmak isteriz ki, sizler 3 Kasım 2002 tarihinden beri Anayasayı değiştirebilme hakkına ve gücüne sahip bir iktidarsınız. Sizler yasa koyucu ve devletin başındaki insanlarsınız..
Ve sizlerin bu oturduğunuz makamların ağırlığını ve sorumluluğunu bilerek hareket etmeniz gerekmektedir. Çünkü sizler sorunlara çözüm üretme yerisiniz. Ve bu güce de sahipsiniz.
Bugüne kadar kaldırmak için herhangi bir girişimde bulunmadığınız, laikliğe aykırı olduğunu ve kalkmaması gerektiğini devlet sözü olarak Avrupa’ya onayladığınız başörtüsü yasağı ile ilgili ağlamaya, sızlanmaya, şikayet etmeye ve suçu başkalarına atmaya hakkınız yok.
Bugüne kadar AB istedi diye bütün Anayasa değişikliklerini yaptınız. Başörtüsü konusuna gelince “referanduma gideriz” diyorsunuz. Size oy veren seçmenleriniz referanduma gidesiniz diye oy vermediler, bu konudaki yasal değişiklikleri yapınız diye oy verdiler. İktidar olmak muktedir olmayı gerektirir. Ya muktedir olun gereğini yapın ya da referanduma gideriz diyerek Türkiye’nin siyasi ortamını germekten vazgeçin.
Artık milletin önüne çıkıp başörtüsünü savunmanın, biraz daha sabır istemenin “laf-ı güzaf” olduğunu anlamalısınız. Çünkü bu milletin, kaygan bir zemine oturtulan siyaset anlayışına ve inançlarını istismar eden içi boş sözlere artık sabredebileceğini sanmıyorum.
Aslında AKP’nin bütün bu icraatlarından ve söylediklerinden anlaşılıyor ki, bu konuyu çözmek gibi bir amaçları yok. Sadece seçim lafları dolaşmaya başlayınca her zamanki kozlarını oynama alışkanlığı içerisinde hareket etmekte ve gerilimi tırmandırmaktadırlar. Başbakan Kasımpaşalı edasıyla muhalefete “mum yaksınlar” diyor...
Anlaşılan o ki, Başbakan kendi ampullerinin hiç ışık vermediğinin farkındaki, mum ışığından medet umuyor.
Bu kadar ampulden, mumdan bahsetmişken, bari şu güzel atasözü ile yazımızı bitirelim
“Yalancının mumu (ampulü?) yatsıya kadar yanar….”
METE KILIÇ
Elbette bize göre boş bir tartışma, ancak bu tartışmanın 7 kere gidip 8 kere gelmeyi başarabilen(!), “dün dündür bugün bugündür” veciz sözüyle siyasi kayganlığı meşrulaştıran bir siyaset emeklisinden gelmesi bizi şüpheye sevk etti.
Acaba Demirel bu tartışmayı başlatarak 2 yıl sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı meselesinin tüm kurumlarda tartışılarak meşru hale gelmesini ve ardından da Erdoğan’ın kolayca Çankaya’ya oturmasını sağlamayı mı amaçlıyordu? İşin bu kısmını başka yazılarımızda daha detaylı olarak incelemek üzere kısaca değinerek geçmek istiyorum.
Demirel’in sözlerinin hemen ardından, Erzurum’da başörtüsü taktığı için kızının mezuniyet törenine alınmayan şehit anasının dramı medyaya yansıdı ve başörtüsü konusu alevlendikçe alevlendi. İktidar mensuplarından birbiri ardına sert eleştiriler geldi.
Hemen bu noktada, AKP iktidarının başörtüsü konusundaki düşüncelerini anlamak ve icraatlarını görmek amacıyla dünden bugüne bir yolculuk yapmanın faydalı olduğunu düşünüyorum.
Muhalefette oldukları süre içerisinde, her fırsatta Türkiye’nin başörtüsü sorununun çözülmesi gerektiğini savundular. Başörtülü kızlarımızı istismar ederek üniversite kapılarındaki eylemlerde başörtüsünün siyasi bir sembol haline gelmesinde esas oğlan rolünü oynadılar. Ve 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi meydanlarda “Başörtüsü namusumuzdur” diyerek büyük bir halk desteğini arkalarına aldılar.
Bütün bu siyasi kışkırtmalar sonucunda AKP, iktidar olmuş ve Anayasayı değiştirecek güce kavuşmuştur. Peki bu güçle iktidar olan AKP başörtüsü konusunda neler yapmıştır?
Hemen söyleyelim: “Başörtüsü bizim öncelikli meselemiz değildir” diyerek ilk adımı attılar. Daha sonra 28 Mart yerel seçimlerinde “başörtüsüz aday” arayışına giriştiler. Bununla da yetinmeyen AKP, seçilen başörtülü meclis üyelerini, yine AKP’ye mensup olan Belediye Başkanları tarafından meclis toplantılarına almadılar.
AKP’nin başörtüsü sorununu “çözme icraatları” bunlarla da bitmedi. Dışişleri Bakanı Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün “davamı geri çeksem bütün kadınlara hakaret olur” dediği başörtüsü yasağı ile ilgili olarak AİHM’e açtığı davadan geri çekilmesi AKP’nin başörtüsü icraatlarıyla ve “dün dündür bugün bugündür” mantığı ile örtüşen bir örnektir.
Leyla Şahin’in AİHM’e götürdüğü başörtüsü davası, “Türkiye’deki başörtüsü yasağının uygun bulunduğu ve başörtüsünün laiklik karşıtı bir simge olduğu” şeklinde sonuçlandı.
Peki bu karara Abdullah Gül’ün Bakanlık yaptığı Dışişleri Bakanlığı ne cevap verdi dersiniz. Buyrun görün: Önce Bakanlığın Starzburg’a gönderdiği ek savunmasında “başörtüsünün laik eğitimle bağdaşmadığı ve laikliğe karşı bir simge olduğunu” belirttiler ve “büyük mahkemenin de bu kararı onaylamasını” talep ettiler.
Bununla da yetinmeyip Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan’ın ağzından “hükümetin verdiği direktifler çerçevesinde hazırlanarak AİHM’e verilen hükümet savunması”nda, “Türkiye’nin başörtüsü yasağıyla bir hak ihlalinde bulunmadığı” ve yasağın bir “hak ihlâli olmadığı” söylenmiştir.
Kısacası AKP iktidarı “başörtüsü namusumuzdur” sözünü unutmuş, başörtüsünün laiklikle bağdaşmadığını, laikliğe karşı bir simge olduğunu, başörtüsü yasağının din ve vicdan özgürlüğünü engellemediğini ve başörtüsü yasağının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmadığını ileri sürerek yasağı “uygun bulduğunu” resmi dille açıklamış oldu.
Böylece AİHM’de bulunan 100’ü aşkın başörtüsü davasına, bu davanın emsal teşkil etmesine ve “başörtüsü yasağı devam etmelidir” gibi bir sonuçla bütün davaların sonuçlanmasına resmi ağızdan onay vermişlerdir.
Bu arada Hükümetin başı Tayip Erdoğan’da kendisine başörtüsü ile ilgili sorulan sorulara “"Bu işi kangren haline getirenler şimdi dışarıdan kaşıyorlar. Oyuna gelmeyin bu sorun ancak kurumsal uzlaşma ile çözülür" gibi cevaplar vererek her tarafa el sallama çabası içindeydi.
Ama son günlerde ne olduysa oldu, AKP tekrar başörtüsünü sahiplenmeye başladı. Herhalde oy oranlarının büyük bir hızla düşmesi akıllarına başörtüsünü getirdi. Peki hafıza yenilenmesi sonrasında ne oldu.
Başbakan Erdoğan son ABD ziyaretinde CNN International’a verdiği demeçte “Bakın benim kızlarım başları kapalı olduğu için ABD’de okuyor. Burada bu özgürlük anlayışı var, ama ülkemde yok" diyerek ülkesini ABD’ye şikayet etti. Bunun yanında siyasi kurnazlığını kullanıp “başörtüsünü çözmek için sabredeceklerini” söyledi. Yani tabanına bizi bir daha seçin mesajı.
Sonra Erzurum’da yaşanan olayla ilgili olarak Başbakanımız; “O anneyi üniversiteye almayan kimse, bu milletin değerlerine saygısızlık yapmıştır. Gerekirse referanduma gideriz” diyerek konuya hassasiyetini(!) dile getirdi
Hemen ardından Dışişleri Bakanı Gül "Bu olay Türkiye'deki ayıbı teşhir ediyor” diyerek üzüntülerini(!) belirtti.
Hatta üstüne birde cila olsun diye Meclis Başkanımız, “Almayanlar utansın” şeklinde özlü bir söz söyledi.
Gördüğünüz gibi AKP’nin bütün büyük mensupları bu olaya çok üzülmüş(!) ve kızmışlardır(!).
Hafıza kayıpları, geçmişle aralarındaki gel-gitler AKP’yi bayağı sarsmış olacak ki, bu seferde iki buçuk yıldır tek başlarına ve anayasayı değiştirebilecek güçle iktidar olduklarını unuttular. AKP Hükümetine hatırlatmak isteriz ki, sizler 3 Kasım 2002 tarihinden beri Anayasayı değiştirebilme hakkına ve gücüne sahip bir iktidarsınız. Sizler yasa koyucu ve devletin başındaki insanlarsınız..
Ve sizlerin bu oturduğunuz makamların ağırlığını ve sorumluluğunu bilerek hareket etmeniz gerekmektedir. Çünkü sizler sorunlara çözüm üretme yerisiniz. Ve bu güce de sahipsiniz.
Bugüne kadar kaldırmak için herhangi bir girişimde bulunmadığınız, laikliğe aykırı olduğunu ve kalkmaması gerektiğini devlet sözü olarak Avrupa’ya onayladığınız başörtüsü yasağı ile ilgili ağlamaya, sızlanmaya, şikayet etmeye ve suçu başkalarına atmaya hakkınız yok.
Bugüne kadar AB istedi diye bütün Anayasa değişikliklerini yaptınız. Başörtüsü konusuna gelince “referanduma gideriz” diyorsunuz. Size oy veren seçmenleriniz referanduma gidesiniz diye oy vermediler, bu konudaki yasal değişiklikleri yapınız diye oy verdiler. İktidar olmak muktedir olmayı gerektirir. Ya muktedir olun gereğini yapın ya da referanduma gideriz diyerek Türkiye’nin siyasi ortamını germekten vazgeçin.
Artık milletin önüne çıkıp başörtüsünü savunmanın, biraz daha sabır istemenin “laf-ı güzaf” olduğunu anlamalısınız. Çünkü bu milletin, kaygan bir zemine oturtulan siyaset anlayışına ve inançlarını istismar eden içi boş sözlere artık sabredebileceğini sanmıyorum.
Aslında AKP’nin bütün bu icraatlarından ve söylediklerinden anlaşılıyor ki, bu konuyu çözmek gibi bir amaçları yok. Sadece seçim lafları dolaşmaya başlayınca her zamanki kozlarını oynama alışkanlığı içerisinde hareket etmekte ve gerilimi tırmandırmaktadırlar. Başbakan Kasımpaşalı edasıyla muhalefete “mum yaksınlar” diyor...
Anlaşılan o ki, Başbakan kendi ampullerinin hiç ışık vermediğinin farkındaki, mum ışığından medet umuyor.
Bu kadar ampulden, mumdan bahsetmişken, bari şu güzel atasözü ile yazımızı bitirelim
“Yalancının mumu (ampulü?) yatsıya kadar yanar….”
METE KILIÇ