Vamos Bien
New member
- Katılım
- 8 Eyl 2007
- Mesajlar
- 1,108
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Milliyetçi miyiz yoksa vatan haini mi, artık bir karar versinler.
2 Mart'ta Kadıköy'de platformun üstündeyim. Karşımda bir pankart: Em AKP Naxwazin, yazıyor. Solda İlbek tekstil işçileri var. Sağda bir Mustafa Kemal resmi ile Türk bayrağı. Önceki akşam Kilimli'de bir maden işçisi diri diri gömülmüştü yine. Zonguldak maden işçilerinin pankartı biraz arkada, ama seçiliyor...
Birileri daha varmış meğer, bizim gibi alana bakan.
Kimilerinin gözü x, w falan görüyor yalnızca. "Aaa, bu Amerikanca değil! Kürtçe galiba. Bu alan, bu miting... bölücü olmalı bunlar. Türkiye'yi bölmeye çalışan Kürtler dillerini, hadi, diyelim köyde konuşsunlar; pankart yapıp İstanbul'u göbeğine çıkarmanın ne alemi var! Hep söylerlerdi zaten, sol bölücüdür, Kürtleri hep onlar şımartmıştır... Hah, mitingi de başlattılar işte, İstiklal Marşı bile okumadan!"
Gözler üstümüzde.
"Aaa, Türkiye solunun arasına bayrak kaçmış! İyi de, olmaz ki canım. Bu devlet daha kurulmazdan önce öldürmeye başlamışlar komünistleri. Onlarca tevkifat... ne acılar çekti sol bu devletten. 12 Eylülde vatan millet bayrak diye diye işkence etmişlerdi solculara... Şimdi solcuların mitinginde kalkılıyor, ay yıldızmış, Mustafa Kemal'miş... pöh!"
İlk gözlemcimiz kararını veriyor. TKP bölücü. İkinci gözlemcimiz geri durur mu: TKP ulusalcı olmuş, ulusalcı.
Bizim için fark etmiyor. Ama... komünizmi, solu karalamakta elinizden geleni yapmış olmak istiyorsanız, bu çelişkiyi çözmeniz gerekir. Akla gelen her şeyi söylemek, elinize ne geçerse kafamıza fırlatmak yerine, bir karar verin. Çünkü aynı anda hem Kürtçü hem Türk milliyetçisi, istesek de olamayız. İkisini birden üstümüze yıkmaya kalkarsanız, bizim yanıt vermemize gerek bile kalmaz. Komik olursunuz. Oluyorsunuz da...
Bizim yanıtımız fotoğrafın bütünündedir. İlbek işçileri yalnız değil; Tuzla tersanesinden gelenler de var. Metro inşaatından gelenler, yerin yedi katın dibini bilen sınıf kardeşleriyle, Zonguldaklılarla tanışmaya başladılar bile. Kürt inşaat işçisi, Trakyalı tekstilciyle, Karadenizli sağlık emekçisiyle...
Kürt dilini memleketin bölünmesinin nişanı olarak algılayanların, bunca yıldır Türk diliyle neden birliği sağlayamadıklarını anlatmaları biraz güç görünüyor.
Peki, çıkış noktası olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine, o felsefeye içkin tarihsel ilerlemeye yaslananlar, Türkçe'yi halkımızın diğer unsurlarının kafasına vurulacak bir silah olarak görmeye mahkum mudur?
Böyle görmekten vazgeçenler bağımsızlık ve laiklik diyerek, emperyalizme ve gericiliğe karşı, işçi sınıfının kızıl bayrağının yanına geliyorsa... Bu resme çamur atmak için telaşa kapılanları anlamak gerekiyor.
Çünkü bu kez solcu, kızıl bayrağını parkasının iç cebine saklayıp Kemalistlerin yanına gitmiyor. Kemalist, bayrağını örtme baskısını hissetmeksizin buraya geliyor. Daha doğrusu, siyasette yeni denklemlerin kurulabileceğine ilişkin şimdilik küçük sinyaller veriliyor.
Birileri de bu işe, doğal olarak çok bozuluyor.
Bizim yanıtımız esasen fotoğrafın bütünüdür. Bizim davamız işçi sınıfını siyasete, mücadeleye, devrime, iktidara taşımaktır ve bu sürecin önü ancak şu üç koşulla açılabilir.
Bir: İşçi sınıfı, Türkiye'nin çok kültürlülüğünü kendi kimliğinde birleştirmeli, milliyetçiliklerin yerine kendini eşanlı olarak Türk ve Kürt hissetmelidir.
İki: Türk ve Kürt işçi sınıfımız, ülkenin ilerici birikimini sahiplenmeli, ayaklarını tarihsel kazanımlara basmalıdır.
Üç: İşçi sınıfının yüzü, sınıf uzlaşmasına değil, kendi eşit ve özgür geleceğine, sosyalizme dönük olmalıdır.
Zordur elbette. Çünkü sıradan işçinin Kürtse Türke, Türkse Kürde küfrü basması daha kolaydır. Rüzgarın küreselleşmeden, dinden imandan, güçlüden yana estiği bir çağda, geçmiş birikimi takmamak, geçti o işler deyip işin içinden çıkmak daha kolaydır. Geleceği kazanmak yerine, pazarlık yapmak da öyle...
Bunların her birinin ayrı ayrı sahipleri zaten var ve bizim işimiz başka.
Esas yanıtımız bu. Ama kimse başka söyleyecek şeylerimizin de olduğunu unutmasın.
Örneğin Nabi Yağcı denen şahıs, şu "TKP eski genel sekreteri" sıfatını artık anı kitaplarına ve parti arşivlerine bırakmayı öğrenmelidir. Eski genel sekreter olduğu doğrudur tabi. Ama bunun güncel bir değerinin olmaması için, Nabi beyin daha kaç yıl, sosyal demokratlar arasına bile giremeyecek ölçüde liberal görüşleriyle yazıp durması gerekir? Eski komünistlik denen zanaat, kaç yılda unutulur? Bu ne tuhaf ülkedir ki, eskiden komünistlik yapmış birinin, komünizm hakkında otorite sayılmaktan çıkması için, partisini tasfiye etmesi, yerine kurulacak yenisi için "çağdaş demokrat" sıfatlarını tercih etmesi, komünizmi kapanmış bir devir olarak gördüğünü ilan etmesi, sabah akşam kendi tarihine sövüp sayması yetmemektedir!
Birilerinin eski kimliğini unutturmamayı tercih ettikleri ve Nabi beyi ara sıra tedavüle sokmak istedikleri anlaşılıyor.
Hayatta görüş değiştirmek suç falan değildir. İsteyen istediği gibi değiştirir. Nabi bey de öyle yapmıştır ve başkalaşmıştır. Ama o halde başkalarının işine karışmamalıdır. Kaldı ki, siyasal yaşamının en enerjik dönemini Türkiye komünist hareketini, Kıbrıs işgalcisi milliyetçi CHP'nin peşine takmaya uğraşarak geçirenlerin, kimseye marksizm-leninizm dersi verme ehliyetleri yoktur.
KAYNAK
2 Mart'ta Kadıköy'de platformun üstündeyim. Karşımda bir pankart: Em AKP Naxwazin, yazıyor. Solda İlbek tekstil işçileri var. Sağda bir Mustafa Kemal resmi ile Türk bayrağı. Önceki akşam Kilimli'de bir maden işçisi diri diri gömülmüştü yine. Zonguldak maden işçilerinin pankartı biraz arkada, ama seçiliyor...
Birileri daha varmış meğer, bizim gibi alana bakan.
Kimilerinin gözü x, w falan görüyor yalnızca. "Aaa, bu Amerikanca değil! Kürtçe galiba. Bu alan, bu miting... bölücü olmalı bunlar. Türkiye'yi bölmeye çalışan Kürtler dillerini, hadi, diyelim köyde konuşsunlar; pankart yapıp İstanbul'u göbeğine çıkarmanın ne alemi var! Hep söylerlerdi zaten, sol bölücüdür, Kürtleri hep onlar şımartmıştır... Hah, mitingi de başlattılar işte, İstiklal Marşı bile okumadan!"
Gözler üstümüzde.
"Aaa, Türkiye solunun arasına bayrak kaçmış! İyi de, olmaz ki canım. Bu devlet daha kurulmazdan önce öldürmeye başlamışlar komünistleri. Onlarca tevkifat... ne acılar çekti sol bu devletten. 12 Eylülde vatan millet bayrak diye diye işkence etmişlerdi solculara... Şimdi solcuların mitinginde kalkılıyor, ay yıldızmış, Mustafa Kemal'miş... pöh!"
İlk gözlemcimiz kararını veriyor. TKP bölücü. İkinci gözlemcimiz geri durur mu: TKP ulusalcı olmuş, ulusalcı.
Bizim için fark etmiyor. Ama... komünizmi, solu karalamakta elinizden geleni yapmış olmak istiyorsanız, bu çelişkiyi çözmeniz gerekir. Akla gelen her şeyi söylemek, elinize ne geçerse kafamıza fırlatmak yerine, bir karar verin. Çünkü aynı anda hem Kürtçü hem Türk milliyetçisi, istesek de olamayız. İkisini birden üstümüze yıkmaya kalkarsanız, bizim yanıt vermemize gerek bile kalmaz. Komik olursunuz. Oluyorsunuz da...
Bizim yanıtımız fotoğrafın bütünündedir. İlbek işçileri yalnız değil; Tuzla tersanesinden gelenler de var. Metro inşaatından gelenler, yerin yedi katın dibini bilen sınıf kardeşleriyle, Zonguldaklılarla tanışmaya başladılar bile. Kürt inşaat işçisi, Trakyalı tekstilciyle, Karadenizli sağlık emekçisiyle...
Kürt dilini memleketin bölünmesinin nişanı olarak algılayanların, bunca yıldır Türk diliyle neden birliği sağlayamadıklarını anlatmaları biraz güç görünüyor.
Peki, çıkış noktası olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine, o felsefeye içkin tarihsel ilerlemeye yaslananlar, Türkçe'yi halkımızın diğer unsurlarının kafasına vurulacak bir silah olarak görmeye mahkum mudur?
Böyle görmekten vazgeçenler bağımsızlık ve laiklik diyerek, emperyalizme ve gericiliğe karşı, işçi sınıfının kızıl bayrağının yanına geliyorsa... Bu resme çamur atmak için telaşa kapılanları anlamak gerekiyor.
Çünkü bu kez solcu, kızıl bayrağını parkasının iç cebine saklayıp Kemalistlerin yanına gitmiyor. Kemalist, bayrağını örtme baskısını hissetmeksizin buraya geliyor. Daha doğrusu, siyasette yeni denklemlerin kurulabileceğine ilişkin şimdilik küçük sinyaller veriliyor.
Birileri de bu işe, doğal olarak çok bozuluyor.
Bizim yanıtımız esasen fotoğrafın bütünüdür. Bizim davamız işçi sınıfını siyasete, mücadeleye, devrime, iktidara taşımaktır ve bu sürecin önü ancak şu üç koşulla açılabilir.
Bir: İşçi sınıfı, Türkiye'nin çok kültürlülüğünü kendi kimliğinde birleştirmeli, milliyetçiliklerin yerine kendini eşanlı olarak Türk ve Kürt hissetmelidir.
İki: Türk ve Kürt işçi sınıfımız, ülkenin ilerici birikimini sahiplenmeli, ayaklarını tarihsel kazanımlara basmalıdır.
Üç: İşçi sınıfının yüzü, sınıf uzlaşmasına değil, kendi eşit ve özgür geleceğine, sosyalizme dönük olmalıdır.
Zordur elbette. Çünkü sıradan işçinin Kürtse Türke, Türkse Kürde küfrü basması daha kolaydır. Rüzgarın küreselleşmeden, dinden imandan, güçlüden yana estiği bir çağda, geçmiş birikimi takmamak, geçti o işler deyip işin içinden çıkmak daha kolaydır. Geleceği kazanmak yerine, pazarlık yapmak da öyle...
Bunların her birinin ayrı ayrı sahipleri zaten var ve bizim işimiz başka.
Esas yanıtımız bu. Ama kimse başka söyleyecek şeylerimizin de olduğunu unutmasın.
Örneğin Nabi Yağcı denen şahıs, şu "TKP eski genel sekreteri" sıfatını artık anı kitaplarına ve parti arşivlerine bırakmayı öğrenmelidir. Eski genel sekreter olduğu doğrudur tabi. Ama bunun güncel bir değerinin olmaması için, Nabi beyin daha kaç yıl, sosyal demokratlar arasına bile giremeyecek ölçüde liberal görüşleriyle yazıp durması gerekir? Eski komünistlik denen zanaat, kaç yılda unutulur? Bu ne tuhaf ülkedir ki, eskiden komünistlik yapmış birinin, komünizm hakkında otorite sayılmaktan çıkması için, partisini tasfiye etmesi, yerine kurulacak yenisi için "çağdaş demokrat" sıfatlarını tercih etmesi, komünizmi kapanmış bir devir olarak gördüğünü ilan etmesi, sabah akşam kendi tarihine sövüp sayması yetmemektedir!
Birilerinin eski kimliğini unutturmamayı tercih ettikleri ve Nabi beyi ara sıra tedavüle sokmak istedikleri anlaşılıyor.
Hayatta görüş değiştirmek suç falan değildir. İsteyen istediği gibi değiştirir. Nabi bey de öyle yapmıştır ve başkalaşmıştır. Ama o halde başkalarının işine karışmamalıdır. Kaldı ki, siyasal yaşamının en enerjik dönemini Türkiye komünist hareketini, Kıbrıs işgalcisi milliyetçi CHP'nin peşine takmaya uğraşarak geçirenlerin, kimseye marksizm-leninizm dersi verme ehliyetleri yoktur.
Aydemir GULER
KAYNAK