Karaca OĞlanin Hayatini Bİlen Var Mi

ofoking

New member
Karacaoğlan

(17. Yy.)Türk halk şairi. Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır. 1606' doğduğu, 1679'da ya da 1689'da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy'da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları Kozan Dağı yakınındaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Gaziantep'in Barak Türkmenleri de, Kilis'in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar. Bir başka söylentiye göre Kozan'a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Batı Anadolu'da yaşayan Karakeçili aşireti onu kendinden sayar. Mersin'in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir menkıbeye göre de Belgradlı olduğu söylenir. Bu kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır. Adı bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirlerinden bazısında ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Karacaoğlan yetim büyüdü. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası gibi ömür boyu askere alınmak korkusu ve o sıralarda Çukurova'da derebeyi olan Kozanoğulları ile arasının açılması sonucu genç yaşta gurbete çıktı. İki kız kardeşini de yanında götürdüğünü, Bursa'ya, hatta İstanbul'a gittiğini belirten şiirleri vardır. Yine bu şiirlerinden anlaşıldığına göre, Bursa'da ev bark sahibi oldu, evlat acısı gördü. Anadolu'nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli'ye geçtiği, Mısır ve Trablus'a gittiği de sanılıyor. Yaşamının büyük bir bölümünü Çukurova, Maraş, Gaziantep yörelerinde geçirdi. Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerinden, çok uzun yaşadığı anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Maraş'taki Cezel Yaylası'nda doksan altı yaşında ölmüştür. En son bulgulara göre ise mezarının İçel'in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır.
 

ofoking

New member
Karacaoğlan Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Şiirinin kaynağını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirir. Anadolu halkının 17.yy'da çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır. Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir. Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkunluğudur. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür. Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, onun şirinin başlıca temalarından biridir. Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı bu doğa, onun için sadece bir mekan olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Onunla yaşanan sevinç, onun getirdiği acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şiirinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve ölüm temasına da rastlanır. Sevdiğinden, ilinden, obasından ayrı düşüşü özlemle dile getirir, yakınır. Ölüm de, ayrılık ve yoksullukla eş tuttuğu bir derttir. Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktasını oluşturan aşk/sevgili kavramını, âşık şiirinin geleneksel kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir. İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp vurulmuştur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir kişiye bağlanmaz. Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel söyleyişine yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginleşir, şiirinde etkileyici bir biçimde yer eder. Onun sevgiye ve kadına bakış açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu gelenek içinde etkileyici bir özellik taşır. Tanrı kavramı ve din teması şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik bir bakış açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici yönlendirici olmuştur
 

ofoking

New member
Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı'nın etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır. Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11'li (6+5) ve 8'li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokca başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur. Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet'ten etkilenmiş, şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18.yy ve şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran'ı, 19.yy şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem'î ve Yeşilabdal'ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden R.T. Bölükbaşı, F.N. Çamlıbel, K.B. Çağlar, A.K. Tecer ve C. Külebi, Karacaoğlan'dan esinlenmişlerdir. Şiirleri 1920'den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan'ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

*************
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var

Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var

Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var

Karac'oğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk'dan özge sevdiğim mi var
 

anarres

New member
arkadaşım google dan karacaoğlan ve hayatı yazıp arat.üçüncü başlıkta detaylı bilgi var
 

warsavas

New member
17. yüzyıl

HAYATI
1606' doğduğu, 1679'da ya da 1689'da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy'da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları Kozan Dağı yakınındaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Gaziantep'in Barak Türkmenleri de, Kilis'in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar. Bir başka söylentiye göre Kozan'a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Batı Anadolu'da yaşayan Karakeçili aşireti onu kendinden sayar. Mersin'in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir menkıbeye göre de Belgradlı olduğu söylenir. Bu kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır.

Adı bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirlerinden bazısında ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Karacaoğlan yetim büyüdü. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası gibi ömür boyu askere alınmak korkusu ve o sıralarda Çukurova'da derebeyi olan Kazanoğulları ile arasının açılması sonucu genç yaşta gurbete çıktı. İki kız kardeşini de yanında götürdüğünü, Bursa'ya, hatta İstanbul'a gittiğini belirten şiirleri vardır. Yine bu şiirlerinden anlaşıldığına göre, Bursa'da ev bark sahibi oldu, evlat acısı gördü. Anadolu'nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli'ye geçtiği, Mısır ve Trablus'a gittiği de sanılıyor. Yaşamının büyük bir bölümünü Çukurova, Maraş, Gaziantep yörelerinde geçirdi.

Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerinden, çok uzun yaşadığı anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Maraş'taki Cezel Yaylası'nda doksan altı yaşında ölmüştür. En son bulgulara göre ise mezarının İçel'in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır.

Karacaoğlan Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Şiirinin kaynağını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirir. Anadolu halkının 17.yy'da çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz.

Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır. Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir. Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkunluğudur. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür.

Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, onun şirinin başlıca temalarından biridir. Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı bu doğa, onun için sadece bir mekan olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Onunla yaşanan sevinç, onun getirdiği acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şiirinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve ölüm temasına da rastlanır. Sevdiğinden, ilinden, obasından ayrı düşüşü özlemle dile getirir, yakınır. Ölüm de, ayrılık ve yoksullukla eş tuttuğu bir derttir.

Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktasını oluşturan aşk/sevgili kavramını, âşık şiirinin geleneksel kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir.

İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp vurulmuştur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir kişiye bağlanmaz. Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel söyleyişine yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginleşir, şiirinde etkileyici bir biçimde yer eder. Onun sevgiye ve kadına bakış açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu gelenek içinde etkileyici bir özellik taşır. Tanrı kavramı ve din teması şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik bir bakış açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici yönlendirici olmuştur.

Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı'nın etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır.

Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11'li (6+5) ve 8'li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokca başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir.

Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur.

Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet'ten etkilenmiş, şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18.yy ve şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran'ı, 19.yy şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem'î ve Yeşilabdal'ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden R.T. Bölükbaşı, F.N. Çamlıbel, K.B. Çağlar, A.K. Tecer ve C. Külebi, Karacaoğlan'dan esinlenmişlerdir.

Şiirleri 1920'den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan'ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir.
 

tdalkaya

New member
KARACOGLAN'IN YASAMI VE SIIRLERIYASAMI
Çogu halk sairi gibi, elimizde Karacoglan'in yasami ile ilgili kesin bir bilgi ya da belge yoktur. Bildiklerimiz, bazi söylentilere ve siirlerine dayanmaktadir.
Güney illerimizdeki (Mersin, Adana, K.Maras vb.) yaygin bir söylentiye göre Adana'nin ilçesi olan Bahçe'ye bagli Farsak (Varsak) köyünde dogmustur.
"Kozan Dagindan neslimiz
Ari Türkmendir aslimiz
Varsak’tir durak yerimiz"
dizeleri de bu söylentiyi dogrulamaktadir.
"Bin on beste beratçigim yazildi
Seksen beste belkemigim bozuldu
Bin doksanda mezarcigim kazildi"
dizelerine göre de 1015 (1606)'de dogdugu ve 1090 (1680) 'da 75 yasinda öldügü anlasilmaktadir.
1640-1649 tarihleri arasinda padisahlik yapmis olan Sultan Ibrahim döneminde tutsak edilmis, kisa zamanda Türkçeyi ve Türk müzigini ögrenmis, daha sonralari besteler de yapmis olan Ali Ufki (Albert Babovski)'nin "Mecmua-i saz-i söz" adli kitabinda, sözleri Karacoglan'a ait iki beste vardir. Ali Ufki, bu besteleri 17. yüzyilin ikinci yarisinda yapmistir. Buna göre, Karacoglan'in 16. yüzyilin sonlari ile 17. yüzyilin ilk yarisinda yasamis bir halk sairi oldugu söylenebilir.
Güney illerimizde bir söylenceye (efsaneye) göre Karacoglan'in yasami söyledir:
Asil adi Hasan'mis. Daha bir yasina basmadan anadan öksüz kalmis. Bes yasina varmadan da babasi Kara Ilyas, Kozan derebeyi Hüsam Bey(*} tarafindan askere alinmis. Bir daha da dönmemis. Böylece küçük Hasan ortalikti kalakalmis !Anasinin "Karaca" diye sevip doyamadigi Hasan'a köyden (Farsak köyünden) Serdengeçti Osman Aga sahip çikmis. Ona babalik etmis, büyütmüs. Yasi on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kizla evlendirmek istemis.
Karacoglan, bu dilsiz kizla evlenmek istememis. Ama bu düsüncesini çok sert bir adam olan babaligi Osman Aga'ya da söyleyememis. Çareyi köyden kaçmakta bulmus. Dügün hazirliklari yapilirken bir gece köyden kaçmis.
Karacoglan daglar, tepeler asmis, nereye gittigini bimeden durmadan yürümüs... Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam agacinin altina oturmus. Daha oturur oturmaz da uyumus.
Uykusunda ak sakalli bir dede, Karacoglan'a dolu bir tas uzatmis:
- Iç sunu, iç ki, yorgunlugun ve darginligin son bulsun. Dilin bülbül, gönlün sen olsun, demis.
Karacoglan, tasi basina dikip içince kendine gelmis. Yorgunlugu üstünden gidivermis. Içinin çalip söylemek istegiyle costugunu görmüs. Sazini eline alip yeniden yollara düsmüs...
Bir gün Aladaglar'da bir Türkmen obasina konuk olmus. Çalip söylemis. Oba halki Karacoglan'i çok sevmis:
- Âsik, hiç üzülme, demisler. Burasini kendi oban gibi bil, burda kal, obamiz senlensin !
Karacoglan obada kalmis. Günler gelip geçerken, Karacoglan obabasi Boran Bey'in biricik kizi Elife âsik olmus. Boran Bey de babaligi Osman Aga gibi sert bir adammis. Derdini içine gömmüs, gizlice obayi terketmis...
Daglari asa asa, günlerden bir gün Karaman iline gelmis. Orada da Boran Bey'in obasiyla karsilasmasin mi ? Hem sasirmis, hem sevinmis. Elif de aylardir Karacoglan'in özlemiyle yanip tutusuyormus...
Bir gece gizlice bulusup obadan kaçmislar. Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanin beyi Tugrul Bey'e siginmislar. Tugrul Bey, obalilar, çok iyi karsilamislar bunlari. Artik Karacoglan'la Elif orada katmislar.
Tugrul Bey, dillere destan bir dügün yaptirarak bunlari evlendirmis. Karacoglan obalilara saz çaliyor, Elif de ev isleriyle ugrasiyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmis.
O yörede Köse Veli derler bir adam varmis. Elif ’e tutulup âsik olmus. Bir gece Karacoglan yokken, çadira girivermis, Elife saldirmis. Ne yapsin Elifcik? Bir duyan olmasin, rezil olmayalim diyerek sesini çikaramamis.
Karacaoglan bu olayi ögrenince çok üzülmüs. Derdinden deli olmus. "Demek Elif bana ihanet etti !" diyerek obadan ayrilmis, yeniden gurbete çikmis.
Gönlü kirik, yillarca gurbet ellerde dolasip durmus...
Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadirindan hiç disari çikmamis. "Ergeç gerçegi ögrenecek, bana dönecek!" umuduyla Karacoglan'in yolunu gözlemis. Bir zamanlar obanin en güzel gelini olan Elifcik de yaslanmis, artik obanin Elif Ana'si olmus...
Elif Ana bir gün çadirin önünde otururken, oradan geçen bir çerçiye sormus:
- Çerçi kardas, hiç gezdigin yerlerde onu gördün mü?
Çerçi de:
- Sen kimden söz ediyorsun teyze ? demis.
- Kimden olsun çerçi kardas, Karacamdan söz ediyorum !
- Elif dedikleri sen misin?
- iste o benim kardas! Boran Bey'in kizi, Karacoglan'in Elifi...
Çerçi oradan hizla ayrilmis. Gidip Karacoglan'i bulmus:
- Çabuk ol, demis, artik inadindan vazgeç. Elifin eli ayagi tutmaz olmus. Yolunu gözleyip duruyor. Ya yetisirsin, ya yetisemezsin, çabuk ol, hemen yola düs!
Karacoglan çerçiye:
- iste görüyorsun durumumu, ben bu bükük belle ta oralara nasil giderim? deyince, çerçi de:
- Hadi atla atima, deyip Karacoglan'i eski obasina götürmüs.
Bütün oba Karacoglan'in basina toplanmis. Ayakta zor durabilen Karacoglan:
- Nerede? diye sormus, Elif nerede ?
Kalabalik donup kalmis, kimseden ses çikmamis.
- Yoksa öldü mü ?
Yaslilardan biri mezarligi göstermis:
- iste orada !
Gençlerin yardimiyla Karacoglan mezarliga varmis. Yeni bir dut fidani dikilen Elifin mezarinin basina oturmus. Sazini gögsüne bastirarak söylemeye baslamis:

"Su yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim agulari sag iken.
Kahpe felek vermez benim muradim,
Viran oldum mor sümbüllü bag iken...''
Sonra sazini dut fidanina asmis:

- Bu saz burada kiyamete kadar kalacak, demis, oraya yigilip kalmis...
Obalilar, Karacoglan'i Elifin yattigi tepenin karsisina gömmüsler.(**)
Derler ki, her yil ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yesil, biri mavi iki isik yükselir, gökyüzünde birlesir. Karacaoglan'la Elifin sevgileridir bunlar...Saza gelince, o saz da yillarca orada asili kalmis. Çürümüs, yenisini yapip asmislar. Dut agaci yaslanmis, yikilmis, Yeni bir dut fidani dikmisler. Yüzyillardir, yel estikçe Karacaoglan'in sazi kendi kendine ötüp durmus...


YASADIGI DÖNEM VE ÇEVRE
Daha önce de belirttigimiz gibi, eldeki belgelere ve siirlerine göre Karacoglan 17. yüzyil içinde yasamistir. Ama nerede dogdugu, mezarinin nerede bulundugu hakkinda kesin bir bilgimiz yoktur. Degisik bölgelerde Karacoglan'a ait oldugu iddia edilen mezarlar bulunmaktadir. Bunlardan hangisinin dogru oldugunu saptamak olasi (mümkün) degildir. Olsa olsa, bu mezarlar, Karacoglan'in halkimiz tarafindan çok sevildigini gösterir. Gerçekten de Gaziantep'te yasayan Barak ve Çavuslu Türkmenleri; Mut, Silifke, Gülnar (içel) Türkmenleri; Bati Anadolu'da yasayan Karakeçili asiretleri, Karacoglan'a sahip çikarlar. Türkolog Dr.Wilhelm Radloff (1837-1918)'un Kirim'da derledigi bir söylentiye göre, Belgrat'Ii oldugu da söylenmistir.
Kesin olarak bilinen bir gerçek vardir; o da, Karacoglan'in Güney Anadolu'da Toroslar yöresinde yasadigidir:

"Vatanimiz Adana, Maras,
Çukurova ilimiz var."

*

"Binboga'dir benim ilim."

*
"Mamali'da ben bir Ridvanogluyum."

*
"Maras illerine giden kervanci.
Selam söyle bizim ile, obaya."

*

"Gönül arzuluyor Antep ilini"

*

"Misis Köpriisü'nden, Ceyhan suyundan,
Boylan geçin Üregil'in çayindan,
Emmim kizi kalles yarin elinden,
Bir haber getirin bagli tas m'ola?"

Bu örnekler, Karacoglan'in Güney illerimizde, bugün de yer yer geleneklerini sürdüren bir Türkmen halk sairi oldugunu göstermektedir.
Türkmenler; bilindigi gibi, kökenleri Orta Asya'ya dayanan, zengin bir folklora ve halk edebiyatina sahip olan Türk budunlarindan (kavimlerinden) biridir. Anadolu'ya geldikten sonra, Maras'ta Dülkadirogullari, Adana'da Ramazanogullan, Tasili'ni (Antalya) içine alan bölgede de Karamanogullari Beyliklerini kurmuslardir.
Türkmenler, geleneklerine çok bagliydilar. Güçlü, disiplinli bir göçebe yasamlar: vardi. Bu yasami sürdürmek için uzun zaman direndiler. Dis etkilere karsi boyun egmemeye çalistilar. Bu yüzden önceleri Selçuklular, daha sonra da Osmanogullariyla mücadele ettiler. Göçebe yasami terkedip yerlesik toplum düzenine geçmek istemediler. Ne var ki, tarihsel, toplumsal gelisimin dogal bir sonucu olarak, göçebelik yasami da 16. yüzyildan sonra büyük degisime ugradi. Türkmenler, yavas yavas bir topraga baglanmaya basladilar. Göçebelige göre, daha ileri bir üretim ve yasam biçimi olan tarim, Türkmenler arasinda da yayginlasmaya basladi. Ama merkezi yönetimle Türkmenler arasindaki uzlasmaz tutum hemen bitmedi; A.Cevdet Pasa'nin 1865'te gerçeklestirdigi "Çukurova Reformu"na kadar sürüp geldi. Toroslar'daki Türkmenlerin göçebelikten yerlesik yasama geçisleri, ancak bu reformla saglanabildi.
Bu açiklamayi sunun için yaptik: Türkmenler, sert karakterli, bagimsiz yaratilisti bir topluluktu. Kozanogullari, Gâvurdagi Ulaslilari, Farsaklar, Yagbasanlilar, Bozdoganlar, Menemenciogullari, Tecirliler, Ceritler, Afsarlar, Sarikeçili, Bahsis, Bolacali vb. asiret ve boylarindan olusan bu topluluk, genis ve daglik bir bölgede, obalar halinde, orda oraya konup göçen hareketli bir yasam içindeydiler. Kislar bir bölgede, yazlar ise baska bir bölgede geçiyordu.
Karacoglan'in asireti, bunlardan hangisiydi? Bunu da kesin olarak bilmiyoruz. Ama onun, Tarsus, Kozan Dagi, Düldül Dagi (Bahçe) gibi yerlerde yasayan Farsak (Varsak) asiretinden olabilecegini söyleyebiliriz. Farsaklar, daglik yerlerde oturmayi seven, sert, hirçin, isyanci bir asirettir. Bu özelliklerin olusturdugu ve "isyan", "hirçinlik", "üstünlük", "kan dökme", "yigitlik" gibi duygularin islendigi "varsagi" türü, halk edebiyatimiza Karacoglan tarafindan kazandirilmistir. Bu da onun Farsakli oldugunun belirgin bir kaniti olarak gösterilebilir.
Siirlerine bakilirsa, Karacoglan belli bir yere baglanip kalmamis, sürekli olarak gezmistir, Içel, Nigde, Konya, Karaman, Aydin, Ankara, Kayseri, Sivas, Gümüshane, Erzurum, Erzincan, Kars, Malatya, Diyarbakir, Mardin, Maras, Halep, Misir... gezdigi yerler arasindadir. Ama onun asil sevdigi yerler, dogup büyüdügü Toroslar olmus; gezdigi yerlerde hep ili'ni özlemistir:

”Indim seyran ettim Frengistan'i,
Illeri var, bizi il'e benzemez.
Levin tutmus goncalari açilmis,
Gülleri var, bizim güle benzemez.
...........................
Akillan yoktur, küfre uyarlar,
Imanlari yoktur, cana kiyarlar,
Baslarina siyah sapka giyerler,
Beyleri var, bizim beye benzemez.


Karacoglan eydür, dosta darilmaz,
Hasta oldum hatircigim sorulmaz,
Vatan tutup bu yerlerde kalinmaz,
Illeri var, bizim il'e benzemez."
Gönül, ne gezersin sarp kayalarda ?
Iniver asagi, yola gidelim.
.......................................
.......................................
Sahani koyverin, avini alsin,
Yârenim yoldasim yanima gelsin,
Su garip illerde düsmanim ölsün,
Emmili, dayili il'e gidelim."

ÖTEKI KARACOGLAN'LAR

Edebiyatimizda, asil Karacoglan'dan baska, bu adi (ya da mahlasi) tasiyan baska sairler de vardir:
• Gelibolu Mustafa Ali Efendi, yazdigi bir kitapta, bazi basarisiz sairlerden söz etmekte ve söyle demektedir: "Böyle hayvanlar, olgun insanlara vergi siirden dem vurmak isterler. Gazel okumaya yellenirler. Aptallari inandirabilirlerse,bu sözleri biz dedik diye yalan söylerler. Darda kalirlarsa bu siirler Karacoglan'a dayandirilir."
• 16. yüzyildan kalma bir yazmada "Karacoglan" imzali bir siire raslanmistir.
• 17. yüzyilda yasamis olan ünlü Asik Ömer, "Sair-nâme" adli destaninda "Karaca Oglan" adli bir sairi küçümseyerek söyle der: "Öksüz âsik deyisleri aseldir / Karaca Oglan ise eski meseldir / Ezgisi çagrilur keyfe keseldir / Biz sair saymayiz böyle ozani. Bu sairin asil Karacoglan'la bir ilgisi oldugunu sanmiyoruz.
• 19. yüzyilda da yasamis Silifkeli bir Karacoglan vardir. Yörede bu sairden "Küçük Karacaoglan" diye söz ederler.

KARACOGLAN'IN SIIRLERI

Karacoglan'in kaç siiri vardir? Bunlarin Hepsi zamanimiza degin gelebilmisler midir? Bu sorulara da kesin bir karsilik veremiyoruz.
Karacoglan'in dilden dile çok genis bir alana ya da bölgeye yayilan siirlerinin tümü daha derlenebilmis degildir. 17. yüzyildan sonra yazilan "cönk'lerden ve halk agzindan yapilan ilk toplu derleme, Sadenin Nüzhet Ergün (1901-1946) tarafindan ilk kez 1928'de yayinlanmistir. Bu ilk derlemede 273 siir yer almaktadir. Ergun'un 1969'da yirmi birinci baskiya ulasan kitabinda siir sayisi 472'ye yükselmistir. Dr.Müjgân Cumbur'un "Karacoglan" adli kitabinda ise siir sayisinin 507'ye çiktigini görmekteyiz.
Görülüyor ki, yeni derlemelerle Karacoglan'a ait siir sayisi günden güne artmaktadir, öte yandan Karacoglan'a mal edilen bazi siirlerin ise gerçekten ona ait olup olmadigi da bir tartisma konusudur. Çünkü Karacoglan da tipki Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi çagdaslarini ve daha sonra yetisen pekçok sairi etkilemis; siirleri taklit edilmis ya da siirlerine benzek (nazire) yazilmis biridir. Baskalari tarafindan söylenmis ya da yazilmis bu tür siirleri, Karacoglan'in siirlerinden ayirdetmek güçtür.
Karacoglan siirlerinin derlenmesinde en güvenilir kaynak, kuskusuz cönklerdir. Ne var ki, cönkler de temelde sözlü kaynaklara dayandigindan derlenen siirlerin birbirini tutmadigi, yazana ya da yazildigi döneme göre degisik biçimler aldigi görülmektedir. Böylece ayni siirin varyantlari, ayri ayri siirler gibi karsimiza çikmaktadir. Kimi zaman da cönklere eksik geçmis iki siirden, yakistirma ya da onarma (tamir) yoluyla bir siir yapilmaya çalisilmaktadir.
Karacoglan'in tanitilmasinda, siirlerinin bulunup toplanmasinda, yorumlanip degerlendirilmesinde, Cumhuriyetin ilk yillarindan bu yana pekçok arastirmacinin emegi vardir. Ama bunlarin içinde en büyük emek payini Ali Riza Yalman (183-1960), Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946) ve Cahit Öztelli (1910-1978)'ye ayirmak gerekir. Bu nedenle onlari saygiyla aniyoruz.

SIIRLERIN BIÇIMSEL ÖZELLIKLERI
Karacoglan "kosma", "destan", "türkü", "semai" ve "varsagi" türünde siirler söylemistir. Bunlar, biçimsel yönden, geleneksel âsik edebiyatimizin en güzel örnekleridir.
Siirlerde hece ölçüsünün 6 + 5=11 ve 4+4=8'li kaliplari kullanilmistir.
Siirlerde uyumlu bir ses örgüsü vardir. Bu uyumda, ustaca kullanilan sözcüklerin ve uyaklarin (kafiyelerin) büyük payi vardir. Bununla birlikte, Karacoglan'in uyum saglamak için zaman zaman yarim uyaklara ve rediflere basvurdugu görülür. Ayrica, bu amaçla bazi siirlerinde "Hey geri de deli gönül hey geri" / "Mestine de Karacoglan Mestine" vb. gibi siirin içerigi ile ilgisi olmayan dizeler (misralar) ya da "hezel", "hezeli" gibi sözler de kullanmistir.

SIIRLERININ DILI
Her halk sairi gibi, Karacoglan da siirlerinde kendi yöresinin dilini kullanmistir. Ne var ki, Karacoglan yöresel dili kullanistaki ustaligi ya da yetkinligi ile öteki halk sairlerinden hemen ayrilir. Bu alanda, hiçbir sair, onun düzeyine çikamaz.
Karacoglan'in siirlerindeki dil, Toroslar ya da Güney Anadolu Türkmenlerinin dilidir. Bu dil, Arapça ve Farsça'nin etkilerine kapali, sade, ari bir dildir. Göçebe bir yasam biçiminin zengin deneyimleriyle beslendigi için, anlatim olanaklari genistir. Karacoglan, ustaca söyleyisi ile, içinde dogup yasadigi bu Türkmen dilini daha da zenginlestirmistir. Asagidaki deyislerin halktan mi Karacoglan'a, yoksa Karacoglan'dan mi halk diline geçtigini kestirmek güçtür:
"Bitmedik islere Mevla ulasa"
"Asiklik da keman ile saz ile"
"Her sahinin avladigi baz olmaz"
"Kis gününde güller bitmez,
Bitse de bülbülü ötmez"
"Güz gününde av avlanmaz,
Yaz gününde at baglanmaz"
"Devleti basinda olan kisinin
Sevdicegi kendi ile birolur" vb.
Siirlerinde ari bir dil kullanmis olan Karacoglan'in, çok seyrek de olsa, "sâki-i devran", "bezm-i gülistan", "nazar-i himmet" vb. gibi yabanci tamlamalar ya da kelimeler kullandigini görüyoruz. Ama bunlar, ayni çagda (17.yy) yasamis olan Gevheri ve Asik Ömer gibi halk sairlerinin kullandiklari yabanci sözler yaninda çok düsük kalir.
Sonuç olarak diyebilirizki, Karacoglan'in siirleri, yabanci etkilere kapali, bagimsiz, sade halk dilinin en güzel örneklerini olusturur. Türkçenin, dogal yapisi içinde korunup gelistirilmesinde Karacoglan'in siirlerinin büyük etkisi olmustur.

SIIRLERININ KONULARI
Karacoglan'in siirleri, yasamla siki sikiya baglidir. Konular, hep yakin çevreden; hareketli, canli göçebe yasamindan alinmistir. Karacoglan, bu yönüyle de öteki saz sairlerinden ayrilir; daha çok bir "dünya sairi" olarak çikar karsimiza. Içe dönük agir felsefi konularla pek ilgilenmez. Içinde yasadigi dünyayi algilamaya, yasamin tatli yanlarina egilmeye çalisir. Iyimser, hosgörülü bir dünya görüsüne sahiptir.
Kimi siirlerine bakilarak onu "uçan", "çapkin", "avare" bir saz sairi gibi degerlendirmek yanlistir. Kisiligini ve dünya görüsünü saptamaya çalisirken, bu tür yanilgilardan kaçinmak gerekir. O, gönül avutucu, bireysel siirler yaninda, çagina, içinde yasadigi topluma taniklik eden siirler de söylemistir.
Siirlerinin büyük bir bölümünde "ask" ve "doga" temalarinin islendigi görülür.
Ask; kimi halk ya da saz sairlerinde görüldügü gibi soyut ya da mistik bir kavram degil, gerçek asktir. Sevgili ya da sevgililer de öyledir; canlidir, gerçektir. Ese (Ayse), Döndü, Döne, Düriye, Cennet, Elif, Esma, Emine, Hatice, Hürü (Huriye), Meryem'dir. Bu Türkmen güzelleri, onun siirlerinde el ele tutusmus, halay çeker gibidirler...
Bu güzelleri tanimlayan, tasvir eden benzetmeler de gerçek yasamdan alinmistir: Kömür gözlü, sirma saçli, ok kirpikli, ceylan bakisli, ince sedef disli, bal ve kiraz dudakli, gül yüzlü, siyah zülüflü, mor belikli, tülü maya yürüyüslü, güvercin duruslu, keklik sekisli, kumru sesli, yayla çiçegi kokuslu, usul boylu, püskürme benli, kinali parmakli, kadife salvarli, sal kusakli, ala gözlü, gümüs halhalli...
Doga'ya gelince, o da bütün renkleriyle, canliligiyla yansir Karacoglan'in siirlerine:Daglar ve yaylalar; karli, gicili boranli, etekleri ormanli, çiplak tepeli, ala bulutlu, sulu sepkenli, mor sümbülü, yesil ardiçlidir...Baglar; reyhanli, san çigdemli, lâleli, menevseli, nergizli, tomurcuk güllüdür...Ovalar; kekik kokulu, çakir dikenli, kara çalili ve yemyesil otlarla bürülüdür...Yaz bahar aylan gelince, ilgit ilgit seher yellerinin estigi bu yemyesil ovalarda ve yaylalarda arap atlari, top kara zülüflü tülü mayalar, akça cerenler, emlek kuzular, kinali keklikler, çakir doganlar, yavru sahanlar, telli turnalar, üveyikler, kirlangiçlar, turaçlar... oynasirlar. Göllerinde siginlar, ördekler, agca kugular yüzer; bahçelerinde kumrular, garip bülbüller öter...Güney Anadolu'nun turuncu, ayvasi, elmasi, kirazi, portakali, fistigi, bademi, bali, kaymagi, üzümü... Karacoglan'in siirlerinde tat verir, bereketlenir.
Kara çadirlari, beserek develeri, davarlari, koyunlari, kuzulan, arap atlari; at üstündeki yigitleri; alli yesilli birbirinden alimli Türkmen kizlari; ötüsen kustan; buz gibi sulari; yemyesil yaylalari ve ovalariyla renkli göçebe yasaminin tüm dogal özelliklerini Karacoglan'da buluruz.Içinde yasadigi 17. yüzyil, Osmanli toprak ve toplum düzeninin bozuldugu; gücüne göre herkesin bir yerleri kapip mülk edinmenin yollarini aradigi; halkin ve köylülerin ekonomik güçsüzlükler içinde kivrandigi bir dönemdir. Osmanli toplum düzeninin halktan yana özelliklerinin zayifladigi ve zaman zaman yok oldugu böyle bir dönemde, göçebelerin de bundan genis ölçüde etkilendikleri Karacoglan'in bazi siirlerinden anlasilmaktadir, örnegin "Sultan Süleyman'a kalmayan dünya" dizesiyle baslayan bir destaninda, yasanilan haksizliklarin hesabinin bir gün sorulacagi, dinsel bir yaklasimla söyle anlatilmaktadir:
"Bu dünyada adam ogluyum dersin,
Helâli, harami durmayip yersin,
Yeme el malini er geç verirsin,
igneden iplige sorulur bir gün.Gökte yildizlarin önü terazi,
Ülker ile asar gider birazi,
Yarin mahserde de sorarlar bizi,
Hak mizan terazi kurulur bir gün."
Baska bir siirinde "Ragbet kalmadi hiç yoksula bayda" (zenginde) diyor. "Kardastan kardasa fayda yog imis" diye yakiniyor, yasanilan kötü günlerden.
Yer yer siirlerinde görecegimiz bu tür yakinmalar, elestiriler, Karacoglan'in toplumsal sorunlara tümüyle sirtini çevirmedigini gösteren örneklerdir. Yukarda söyledigimiz gibi, o iyimser bir kisidir; kötülüklerin, kara günlerin geçici olduguna inanir:
"Naçar Karacoglan naçar,
Pençe vurup gögsün açar,
Kara gündür gelir geçer,
Gamlanma gönül gamlanma."
Karacoglan'in siirlerinde "din" ve "dinsel inançlar" önemli bir yer tutmaz. Islâm dinine inanir. Ama bu dinin hangi mezhebinden oldugu belli degildir. Halk, ona "ermis" "evliya" gözüyle bakmis, mezari sanilan yerlerde adaklar adamistir. Karacoglan'in kendisine yakistirilan bu dinsel sifatlarla bir ilgisi yoktur.

ETKILENDIGI SAIRLER
Karacaoglan'in yasadigi dönem, Halk Edebiyati'nin Divan Edebiyatindan genis ölçüde etkilendigi bir dönemdir. Arap ve Fars edebiyatlarinin birçok nazim kurallari, Divan edebiyati yoluyla Halk edebiyatina girmistir.
Karacaoglan, bu etkinin disinda kalmistir. Onun siirlerinde Divan Edebiyati'nin izlerine rastlanmaz. Bunda, disa kapali, geleneksel kültüre siki sikiya bagli bir göçebe yasaminin, bu yasamin içinde bulunmanin payi büyüktür.
Öte yandan, Karacoglan'in kendisinden önce yasamis ya da çagdaslari olan halk sairlerinden etkilenmedigi söylenemez. Obasiyla birlikte durmadan yer degistiren, Anadolu'nun birçok yerlerini dolasan Karacoglan, kuskusuz birçok saz sairiyle karsilasmis, onlardan etkilenmistir.
Onun siirleri üzerinde duran uzmanlardan birçogu, Karacoglan'in öksüz Dede (17.yy), Köroglu (16.yy), Âsik Garip (16-yy), Kul Mehmet (16.yy), Pir Sultan Abdal (16.yy) gibi halk sairlerinden dil, anlatim, biçim yönlerinden etkilendigi üzerinde birlesirler.
Karacoglan, çagdasi olan Kayikçi Kul Mustafa'dan da etkilenmistir. Kimi uzmanlar, bu etkilesimin karsilikli oldugunu da söylerler.Bu konuda özetle su yargiya varilabilir: Karacoglan, daha çok, kendinden önce geliserek bir çigir açan Asik edebiyatindan ve bu edebiyatin öncü âsiklarindan etkilenmistir. Çagdaslarinin etkisi pek görülmez. Çünkü kendisi çaginin öncüsü durumundadir.

KARACOGLAN'IN ETKILERI
Karacoglan içinde yasadigi toplulugun begenilerine bagli kalan bir sairdir. Bu toplulugun düsüncesini, duyarligini siirlestirmistir. Bu nedenle, yasadigi dönemde oldugu kadar, daha sonraki dönemlerde de halk tarafindan çok sevilmistir, özellikle Güney Anadolu Türkmenleri arasinda yayilan bu sevgi, zamanla bazi bölgelerde (Mut, Gülnar) dinsel bir nitelige bürünmüs, daha önce de belirttigimiz gibi, Karacoglan'i "ermis" ya da "evliya" katma yüceltmistir. Yasami ve kisiligi ile ilgili birçok söylenceler (efsaneler) ortaya çikmistir. Türkmenlerin geleneklerine, bir de "Karacoglan gelenegi" eklenmistir, öyle ki, ondan bir siir ya da türkü söyleyememek, Türkmenler arasinda "ayip" sayilmistir. Bugün bile, Toroslar'daki köylerde, bu gelenegin genis ölçüde yasadigini görmekteyiz.
Türkmenler arasindaki bu erisilmez Karacoglan sevgisi, onun yazili bir kaynagi dayanmayan siirlerini, kusaktan kusaga yasatarak zamanimiza kadar getirebilmistir.
Karacoglan'in, genis halk yiginlari üzerinde oldugu kadar, kendisinden sonra gelen halk sairleri üzerinde de genis etkileri olmustur. Çagdaslari Gevheri ve Âsik Ömer'le baslayan bu etkilenme, zamanimiza kadar sürüp gelmistir.
Karacoglan'in derin etkilerini, özellikle Toroslar'da ve Güney Anadolu Türkmenleri arasinda yetisen halk sairlerinde görürüz. Gündeslioglu (19, yy) ve Dadaloglu (1785-1865) bunlarin basinda gelir. Öyle ki, bu iki sairin siirlerini, Karacaoglan'in siirlerinden ayirmak oldukça güçtür. Türkmenlerin en büyük boylarindan biri olan Afsarlar, kendi içlerinden yetisip Osmanli'ya karsi bir direnç ögesi durumuna gelen Dadaloglu'nu da çok sevmisler, yakin benzerlikten dolayi, Karacoglan'in birçok siirini ona mal etmislerdir.
Bunlardan baska, Karacoglan'dan dil, söyleyis (üslup), biçim, imge (imaj) vb. yönlerinden etkilenmis su halk sairlerini de sayabiliriz: Asik Hasan (ya da Hasan Dede, 17.yy), Âsik Ismail (?-?), Deli Boran (19.yy), Beyoglu (19,yy), Hezari (19.yy), Ruhsati (19..yy), Vahdeti (19.yy), Irfani (?-?).
Kisaca söylersek, Karacoglan, 16. yüzyilda büyük bir gelisme gösteren ve günümüze kadar bu gelismesini sürdüren Halk edebiyatimizin doruk noktalarindan biridir. Yerel dili kullanistaki ustaligi, halkinin begenilerini siirlestirmedeki üstün basarisi ile Halk edebiyatimiza büyük kalkilan olmustur. Bunun dogal sonucu olarak, halkimizi ve onlarin sözcüleri durumundaki halk sairlerini de genis ölçüde etkilemistir.

Ahmet Köklügiller (Istanbul, 1983)

(*) Söylencedeki insan ve yer adlan, bölgelere göre degisebilir.
(**)Bu yer, bölgelere göre degisiyor. Akla yakin olani Mut'taki Karacakiz Tepesi'dir.
 

HTML

Üst