MozoLe Miяach
Çǿκ کε√díκ طę ∂طí
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 12,862
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 121
Düşerken kendine tutunur Beşiktaşlı yürekler Yeri gelir ateşte üşür, yeri gelir suda yanarlar! Bir düştü, bin kalktı Kara Kartal, yine sadece kendine tutundu, küllerinden doğmayı bildi.
Beşiktaş mağrur duruşuyla şanlı tarihine "ikiz kule" dikmenin onurunu ve gururunu yaşarken, doğal olarak medyanın her milimetre karesinde ayrı bir şampiyonluk hikayesi okuyacaksınız... Buna da saygımız sonsuz ama burası Fotomaç, şampiyonluk hikayesinde de farkını fark ettirmek gerek. Yüreklere hitap eden bir şampiyonluk
öyküsü olmalıydı bu sanırım
öyle de oldu.Madem
yüreklere hitap edeceğiz öyleyse, önce o yürekleri, dosta düşmana bir anlatalım ki, unutan hatırlasın, bilmeyen öğrensin isyancı yüreklerin başkaldırısını.. "Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur" denir ya, işte bu "ikiz kule hikayesi" biraz da, bunun hikayesidir... Beşiktaşlı yürekler farklıdır.. Ne Schalke'yi yaşama bağlayan maden işçilerinin ateşli sevdaları anlatabilir Beşiktaşlı'nın takımına duyduğu sevgiyi, ne de Franco'ya karşı direnişi simgeleyen Barça'lıların mağrur duruşları... İskoçya'da Protestan cemaatinin kendini ifade etme biçimi diye öne çıkan Rangers'ın veya Katolikler'in aynı yere oturttuğu Celtic'in taraftarına sunduğu kimlik de sönük kalır "Beşiktaşlı olunmaz Beşiktaşlı doğulur" diyenlerin sevdasının yanında. Yüreğinin ortasında haksızlığa isyan vardır Beşiktaşlı'nın... Yeri geldiğinde, kendi lehine verilen penaltı ya da rakibe gösterilen bir kırmızı karttan sonra dahi "Eyyamcı hakem" diye bağırabilen bir yürektir bu... Kümede kalma mücadelesi yaptığı sezonda "altın çamura düşse bile değerinden bir şey kaybetmez" dercesine, "Başın öne eğilmesin aldırma Kartalım aldırma" diye dimdik sevdasının arkasında duran Beşiktaşlı, tırnaklarıyla kazıyarak ulaşmıştır türlü zaferlere, rüzgarı arkasına alarak değil. Tıpkı bu sezon olduğu gibi.. Kıvırma payı yoktur Beşiktaşlı'nın kumaşında!.. Bırakın sahadaki futbolcuyu, yeri geldiğinde tribündeki seyirciyi bakışlarıyla yerine çivileyen Baba Hakkı duruşudur bu.. Rakipleri "En çok benim taraftarım var" diyerek ülke nüfusunu Çin'le karıştırırken, Beşiktaşlı yürekler, "En çok ben severim" diyerek en büyük gururun resmini asmaktadır gönül duvarlarına. Küllerinden doğmak, düşerken yalnız kendine tutunmak Beşiktaşlı yüreklerin, bazılarınca hiç anlaşılamayacak olan hasletlerindendir.. Her şampiyonluğu, bir başkaldırı, bir isyan, bir destandır, alın teri kokar, başka bir şey değil.. Haksızlığa karşı durmayı boyun borcu sayanların isyan ve destan günleri kutlu olsun diyerek geçelim "ikiz kulelerin" masalsı destanının detaylarına. Önceki sezon şampiyonluk yarışı son haftalarda ciddi teknik adam yanlışlarına rağmen kaybedilmesine rağmen Ertuğrul Sağlam'a güvenen başkan Demirören, "Durmak yok, yola devam" derken, yeni sezonda şampiyonluğun geleceğine çok inanıyordu.. Başkanın tam desteğiyle Avusturya kampına başlayan Sağlam, mükemmel bir ortamda yeni sezon hazırlıklarını sürdürürken, geminin iki kaptanının yanlış sulara dümen kırıp birbirine girmesi üzerine ne yapacağını şaşırıp kenara çekilirken, olayın sevk ve idaresini de menajer Sinan Engin'e bırakmış oluyordu. Çok açık ve net bir şekilde söylemeliyim ki, Sinan Engin tecrübesinde bir menajerin, daha ilk tartışma yaşandığında müdahale edip çözmesi gereken kar tanesi, üst üste yapılan hatalarla bir çığa dönüşüyordu. Delgado'nun ateşlediği fitil bir anda etrafı da tutuşturacak şekilde alev almıştı. Evet kavga edenler iki kaptan Üzülmez ve Toraman'dı ama benzine çakmağı çakan da bu olayın ardından kaptanlığa getirilecek olan Arjantinli idi... Bilineni tekrara gerek yok orası malum fakat şu detaylar, tarihe not düşmek açısından çok önemli. Bir gün önce terlikle dolaştığı için Üzülmez tarafından uyarılan Delgado, ertesi gün Toraman'ın salona terlikle indiğini görünce kaptanına dönüp "Uyarıların sadece benim için mi" diyordu. Sonrası bildik hikaye.. Üzülmez'den sert uyarı, Toraman'dan cevap ve itiş, kakış.. Buraya kadar yaşanan süreç bir anlamda hayatın akışına uygun görünse de sonrası için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil... Normalde Sinan Engin tecrübesinde bir menajer, iki futbolcunun odalarına gider, onar dakika görüşür ve klasik deyimiyle öpüştürüp barıştırırdı. Ne var ki bu olayda böyle davranmadı Engin. Tecrübeli menajerin bu olayı hafife alan tavrı, ilk tartışmanın üzerinden yaklaşık 3 saat, bir antrenman ve bir de yemek geçtikten sonra bile ikinci patlamanın yaşanmasını önlemeye yetmiyordu. Her neyse, bu bir kavgaydı her takımda olabilirdi.. Önemli olan kol kırılsa bile yenin içeride kalması ve olayın duyulmamasıydı. Öyle olmadı.. İki gazeteye yansıdı bu kavga... Böylece hatalar zinciriyle daha sezon başında Kartal'ı kanadından hançerliyordu. Ertesi gün bir gazetede manşet, diğerinde tek sütun denebilecek türden yer alan kavga haberi üzerine herkes Sinan Engin'in "Büyütülecek bir şey yok, her ailede olur böyle şeyler" türünden bir açıklama yapmasını beklerken, Engin bu beklentileri boş çıkarıyordu. Kavgada arada kalmıştı ve çok etkilenmişti. Belki bu psikolojiyle yanlış tavır takındı burası tartışılır ama bir boks maçı anlatır edasıyla konuşuyordu Engin ve bu ciddi bir yanlıştı.. Tüm detaylarıyla kavgayı anlatıyor ve "Beni yere yatırdılar, üç kişi tutamadık. 10 dakika kavga ettiler!" diyordu.. Engin, kendine göre doğru ama bu satırların yazarı dahil birçok kişiye göre yanlış bir yöntemle sorunu sevk ve idare etmiş ve istemeyerek de olsa problemin büyümesine sebep olmuştu. İki futbolcu, ilk uçaklarla, üstelik farklı havaalanlarından İstanbul'a gidecekti... Sinan Engin'in bulduğu tek çözüm buydu.. İki kaptan ayrılmış ve en hafif deyimiyle Kartal'ın kanadına daha sezon başında bir hançer daha saplanmıştı. Gerçek anlamda garip bir durumdu bu. Doğal olarak abartılı iddialar da yazılıp çiziliyor ve yeni transferler Sivok ile Zapo'ya yer açmak için savunmada adam eksiltildiği dahi ileri sürülüyordu... Allah'tan kampın geri kalan bölümünde bir tatsızlık olmadı ve yenisiyle, eskisiyle futbolcular inanılmaz şekilde kaynaşarak, hatta işi sulandırıp ben dahil gazetecileri de ıslatarak, müthiş bir arkadaşlık ortamında "Büyütülen" kavgayı unuttular ve unutturdular. Bir süre sonra olayın başından itibaren yanlış tavır takınan Sinan Engin ve Ertuğrul Sağlam biraz da baskıların etkisiyle olayın tatlıya bağlanması için çaba harcamaya başladılar. İki İbrahim'in camia ile birlikte başkan, Sağlam ve Engin'den özür dilemeleriyle kopma noktasındaki ilişkiler yeniden düzene giriyordu. Bu havada başlayan ligin ilk maçında, Antalya deplasmanında 2-0 geri düşüp kâbus gördükten sonra son dakikalarda attığı gollerle 3-2 kazanan Kartal her şeye rağmen lige de iyi başlamış oluyordu. Sonra Konya galibiyeti, Trabzon beraberliği derken, UEFA'da geçilen ilk kolay turun ardından Metalist Kharkiv hezimeti şemsiyeyi bir anda tersine çeviriyordu. Büyük umutlarla UEFA Kupası'nda yoluna devam eden ve ilk turu geçen Beşiktaş, Ukrayna temsilcisi Metalist Kharkiv'e eleneceğini aklının ucundan bile geçirmiyordu. İlk maçı kazanan Kartal rövanşta işinin çok zor olacağını düşünse de turu geçeceğine inanıyordu ancak öyle olmadı. Rakip çok koşuyordu ve Beşiktaş sahaya mutlaka savaşacak bir 11 ile çıkmalıydı. Birçok kişi böyle düşünürken Ertuğrul Sağlam sistemini çıtkırıldım Delgado'nun üzerine inşa ederek tarihi bir hata yaptı. Beşiktaş tam dört gol yiyerek Avrupa'ya yine erkenden el salladı ve ardından kıyamet koptu. Başkan maç nedeniyle zaten Ukrayna'daydı ve orada eski bir dost olduğunu hatırlaması zor değildi. Demirören anında karar verdi ve kabul etmeyeceğini bile bile Lucescu'yu aradı... Beşiktaş'ın başına geçmesini teklif etti. Lucescu tam da başkanın beklediği gibi "Gelemem!" cevabı verdi ama bu sorun değildi. Söylediğim gbi başkan buna hazırlıklıydı ve gerçek niyeti Lucescu'yu takımın başına getirmek değil onunla görüşerek gündemi değiştirmekti. Öyle de oldu. Gündem değişti ve UEFA'ya veda etmenin şoku neredeyse tamamen unutuldu. Başkanın hesabına göre birkaç gün sonra Ertuğrul Sağlam da yaşananları unutacak ve her şey eskisi gibi olacaktı... Olmadı... Ertuğrul Sağlam kendine yakışanı yaparak "Tazminat bile istemiyorum" diyerek gitmişti Hata yapma lüksü olmayan başkan Demirören, "göz önündeki" en kariyerli yerli teknik adamı gözüne kestirince Beşiktaş-Denizli aşkı başlamış oluyordu... Evet, Galatasaray, Fenerbahçe derken, Denizli renklerine aşık olduğu Beşiktaş'taydı.
Turgay Demir.. Fanatik..
Beşiktaş mağrur duruşuyla şanlı tarihine "ikiz kule" dikmenin onurunu ve gururunu yaşarken, doğal olarak medyanın her milimetre karesinde ayrı bir şampiyonluk hikayesi okuyacaksınız... Buna da saygımız sonsuz ama burası Fotomaç, şampiyonluk hikayesinde de farkını fark ettirmek gerek. Yüreklere hitap eden bir şampiyonluk
öyküsü olmalıydı bu sanırım
öyle de oldu.Madem
yüreklere hitap edeceğiz öyleyse, önce o yürekleri, dosta düşmana bir anlatalım ki, unutan hatırlasın, bilmeyen öğrensin isyancı yüreklerin başkaldırısını.. "Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur" denir ya, işte bu "ikiz kule hikayesi" biraz da, bunun hikayesidir... Beşiktaşlı yürekler farklıdır.. Ne Schalke'yi yaşama bağlayan maden işçilerinin ateşli sevdaları anlatabilir Beşiktaşlı'nın takımına duyduğu sevgiyi, ne de Franco'ya karşı direnişi simgeleyen Barça'lıların mağrur duruşları... İskoçya'da Protestan cemaatinin kendini ifade etme biçimi diye öne çıkan Rangers'ın veya Katolikler'in aynı yere oturttuğu Celtic'in taraftarına sunduğu kimlik de sönük kalır "Beşiktaşlı olunmaz Beşiktaşlı doğulur" diyenlerin sevdasının yanında. Yüreğinin ortasında haksızlığa isyan vardır Beşiktaşlı'nın... Yeri geldiğinde, kendi lehine verilen penaltı ya da rakibe gösterilen bir kırmızı karttan sonra dahi "Eyyamcı hakem" diye bağırabilen bir yürektir bu... Kümede kalma mücadelesi yaptığı sezonda "altın çamura düşse bile değerinden bir şey kaybetmez" dercesine, "Başın öne eğilmesin aldırma Kartalım aldırma" diye dimdik sevdasının arkasında duran Beşiktaşlı, tırnaklarıyla kazıyarak ulaşmıştır türlü zaferlere, rüzgarı arkasına alarak değil. Tıpkı bu sezon olduğu gibi.. Kıvırma payı yoktur Beşiktaşlı'nın kumaşında!.. Bırakın sahadaki futbolcuyu, yeri geldiğinde tribündeki seyirciyi bakışlarıyla yerine çivileyen Baba Hakkı duruşudur bu.. Rakipleri "En çok benim taraftarım var" diyerek ülke nüfusunu Çin'le karıştırırken, Beşiktaşlı yürekler, "En çok ben severim" diyerek en büyük gururun resmini asmaktadır gönül duvarlarına. Küllerinden doğmak, düşerken yalnız kendine tutunmak Beşiktaşlı yüreklerin, bazılarınca hiç anlaşılamayacak olan hasletlerindendir.. Her şampiyonluğu, bir başkaldırı, bir isyan, bir destandır, alın teri kokar, başka bir şey değil.. Haksızlığa karşı durmayı boyun borcu sayanların isyan ve destan günleri kutlu olsun diyerek geçelim "ikiz kulelerin" masalsı destanının detaylarına. Önceki sezon şampiyonluk yarışı son haftalarda ciddi teknik adam yanlışlarına rağmen kaybedilmesine rağmen Ertuğrul Sağlam'a güvenen başkan Demirören, "Durmak yok, yola devam" derken, yeni sezonda şampiyonluğun geleceğine çok inanıyordu.. Başkanın tam desteğiyle Avusturya kampına başlayan Sağlam, mükemmel bir ortamda yeni sezon hazırlıklarını sürdürürken, geminin iki kaptanının yanlış sulara dümen kırıp birbirine girmesi üzerine ne yapacağını şaşırıp kenara çekilirken, olayın sevk ve idaresini de menajer Sinan Engin'e bırakmış oluyordu. Çok açık ve net bir şekilde söylemeliyim ki, Sinan Engin tecrübesinde bir menajerin, daha ilk tartışma yaşandığında müdahale edip çözmesi gereken kar tanesi, üst üste yapılan hatalarla bir çığa dönüşüyordu. Delgado'nun ateşlediği fitil bir anda etrafı da tutuşturacak şekilde alev almıştı. Evet kavga edenler iki kaptan Üzülmez ve Toraman'dı ama benzine çakmağı çakan da bu olayın ardından kaptanlığa getirilecek olan Arjantinli idi... Bilineni tekrara gerek yok orası malum fakat şu detaylar, tarihe not düşmek açısından çok önemli. Bir gün önce terlikle dolaştığı için Üzülmez tarafından uyarılan Delgado, ertesi gün Toraman'ın salona terlikle indiğini görünce kaptanına dönüp "Uyarıların sadece benim için mi" diyordu. Sonrası bildik hikaye.. Üzülmez'den sert uyarı, Toraman'dan cevap ve itiş, kakış.. Buraya kadar yaşanan süreç bir anlamda hayatın akışına uygun görünse de sonrası için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil... Normalde Sinan Engin tecrübesinde bir menajer, iki futbolcunun odalarına gider, onar dakika görüşür ve klasik deyimiyle öpüştürüp barıştırırdı. Ne var ki bu olayda böyle davranmadı Engin. Tecrübeli menajerin bu olayı hafife alan tavrı, ilk tartışmanın üzerinden yaklaşık 3 saat, bir antrenman ve bir de yemek geçtikten sonra bile ikinci patlamanın yaşanmasını önlemeye yetmiyordu. Her neyse, bu bir kavgaydı her takımda olabilirdi.. Önemli olan kol kırılsa bile yenin içeride kalması ve olayın duyulmamasıydı. Öyle olmadı.. İki gazeteye yansıdı bu kavga... Böylece hatalar zinciriyle daha sezon başında Kartal'ı kanadından hançerliyordu. Ertesi gün bir gazetede manşet, diğerinde tek sütun denebilecek türden yer alan kavga haberi üzerine herkes Sinan Engin'in "Büyütülecek bir şey yok, her ailede olur böyle şeyler" türünden bir açıklama yapmasını beklerken, Engin bu beklentileri boş çıkarıyordu. Kavgada arada kalmıştı ve çok etkilenmişti. Belki bu psikolojiyle yanlış tavır takındı burası tartışılır ama bir boks maçı anlatır edasıyla konuşuyordu Engin ve bu ciddi bir yanlıştı.. Tüm detaylarıyla kavgayı anlatıyor ve "Beni yere yatırdılar, üç kişi tutamadık. 10 dakika kavga ettiler!" diyordu.. Engin, kendine göre doğru ama bu satırların yazarı dahil birçok kişiye göre yanlış bir yöntemle sorunu sevk ve idare etmiş ve istemeyerek de olsa problemin büyümesine sebep olmuştu. İki futbolcu, ilk uçaklarla, üstelik farklı havaalanlarından İstanbul'a gidecekti... Sinan Engin'in bulduğu tek çözüm buydu.. İki kaptan ayrılmış ve en hafif deyimiyle Kartal'ın kanadına daha sezon başında bir hançer daha saplanmıştı. Gerçek anlamda garip bir durumdu bu. Doğal olarak abartılı iddialar da yazılıp çiziliyor ve yeni transferler Sivok ile Zapo'ya yer açmak için savunmada adam eksiltildiği dahi ileri sürülüyordu... Allah'tan kampın geri kalan bölümünde bir tatsızlık olmadı ve yenisiyle, eskisiyle futbolcular inanılmaz şekilde kaynaşarak, hatta işi sulandırıp ben dahil gazetecileri de ıslatarak, müthiş bir arkadaşlık ortamında "Büyütülen" kavgayı unuttular ve unutturdular. Bir süre sonra olayın başından itibaren yanlış tavır takınan Sinan Engin ve Ertuğrul Sağlam biraz da baskıların etkisiyle olayın tatlıya bağlanması için çaba harcamaya başladılar. İki İbrahim'in camia ile birlikte başkan, Sağlam ve Engin'den özür dilemeleriyle kopma noktasındaki ilişkiler yeniden düzene giriyordu. Bu havada başlayan ligin ilk maçında, Antalya deplasmanında 2-0 geri düşüp kâbus gördükten sonra son dakikalarda attığı gollerle 3-2 kazanan Kartal her şeye rağmen lige de iyi başlamış oluyordu. Sonra Konya galibiyeti, Trabzon beraberliği derken, UEFA'da geçilen ilk kolay turun ardından Metalist Kharkiv hezimeti şemsiyeyi bir anda tersine çeviriyordu. Büyük umutlarla UEFA Kupası'nda yoluna devam eden ve ilk turu geçen Beşiktaş, Ukrayna temsilcisi Metalist Kharkiv'e eleneceğini aklının ucundan bile geçirmiyordu. İlk maçı kazanan Kartal rövanşta işinin çok zor olacağını düşünse de turu geçeceğine inanıyordu ancak öyle olmadı. Rakip çok koşuyordu ve Beşiktaş sahaya mutlaka savaşacak bir 11 ile çıkmalıydı. Birçok kişi böyle düşünürken Ertuğrul Sağlam sistemini çıtkırıldım Delgado'nun üzerine inşa ederek tarihi bir hata yaptı. Beşiktaş tam dört gol yiyerek Avrupa'ya yine erkenden el salladı ve ardından kıyamet koptu. Başkan maç nedeniyle zaten Ukrayna'daydı ve orada eski bir dost olduğunu hatırlaması zor değildi. Demirören anında karar verdi ve kabul etmeyeceğini bile bile Lucescu'yu aradı... Beşiktaş'ın başına geçmesini teklif etti. Lucescu tam da başkanın beklediği gibi "Gelemem!" cevabı verdi ama bu sorun değildi. Söylediğim gbi başkan buna hazırlıklıydı ve gerçek niyeti Lucescu'yu takımın başına getirmek değil onunla görüşerek gündemi değiştirmekti. Öyle de oldu. Gündem değişti ve UEFA'ya veda etmenin şoku neredeyse tamamen unutuldu. Başkanın hesabına göre birkaç gün sonra Ertuğrul Sağlam da yaşananları unutacak ve her şey eskisi gibi olacaktı... Olmadı... Ertuğrul Sağlam kendine yakışanı yaparak "Tazminat bile istemiyorum" diyerek gitmişti Hata yapma lüksü olmayan başkan Demirören, "göz önündeki" en kariyerli yerli teknik adamı gözüne kestirince Beşiktaş-Denizli aşkı başlamış oluyordu... Evet, Galatasaray, Fenerbahçe derken, Denizli renklerine aşık olduğu Beşiktaş'taydı.
Turgay Demir.. Fanatik..