Vtnsvr
New member
Kış Uykusundaki PKK ve Kara Harekatının Anlamı
Yazan: Doç. Dr. Celalettin YAVUZ on 25 Şubat, 2008 15:11:17
Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de saat 19.00’dan itibaren Irak sınırından içeri girdi. Tüm dünyada programların kesilerek verildiği bu girişim, aslında saat 10.00’dan itibaren Irak’ın kuzeyindeki Türkiye’ye yakın ağlarda yuvalanan PKK inlerinin uzun menzilli top ve obüs ateşleriyle yumuşatılmasıyla başlamıştı. Havadan atılan bombalarla da desteklenen bu yumuşatma saat 18.00’e kadar sürmüş, daha sonra da aradan geçen 11 yılın ardından TSK yeniden Irak’a PKK’yı hedef alan bir kara harekatına girişmiştir. Harekata 10 bin civarında silahlı asker, 20 civarında taarruz ve keşif helikopteri ve tank birlikleri de katıldığı belirtilmektedir. Hava harekatı ile de destek sürmektedir.
Aslında 1 Aralık 2007’de başlatılan hava harekatıyla birlikte TSK, Irak’ta yuvalanan PKK’ya uzun yılların ardından ilk taarruzlarını yapmaya başlamıştı. Bu harekatı daha sonra yenileri takip etti. Bir günde 70 PKK üssünün vurulduğu, PKK’nın darmadağın edildiği ileri sürüldü. Ancak, aslında Türk kamuoyunun gönlünde yatan tek başına bir hava harekatı değildi. Bu işin uzmanı akademisyenlere (yani askeri uzmanlar ve terörle mücadele uzmanları) göre, tek başına bir hava harekatının yeterli olamayacağı, mutlaka bir kara harekatı (helikopterle yapılan uçarbirlik harekatı da olabilir) ile desteklenmesi, vurulan inlerin komandolar ya da özel birliklerce bir “süpürme” harekatı ile temizlenmesi gerekliydi. Veya bir adım daha ileriye gidilerek, Irak’ın kuzeyinde bir güvenlik hattı oluşturulması, bu hattın içerisine TSK’nın izni olmadan hiçbir kimsenin girmemesi arzu edilmekteydi. Zira, böylesi bir hareket tarzı halinde; geçecek zaman içinde sadece PKK’nın etkisi kırılmayacak, ondan daha önemlisi, kurulması halinde Türkiye’de bir “etnik çatışma” riski taşıyan olası bir Kürt devleti heveslilerinin istekleri boğazlarına takılacaktı. Dahası, Ertelenen “Kerkük’ün statüsü” ile ilgili referandum belki de bir daha yapılmayacak şekilde rafa kaldırılacaktı. Aslında bu son iki gerekçe dikkate alındığında, PKK’nın etkisizleştirilmesi hususu, diğerlerinin yanında buz dağının görünen yüzü kadar küçük ve önemsizdi.
1 Aralık 2007’den bu yana sınırlı da olsa 21 Şubat 2008’e kadar kara harekatı düzenlenmemişti. Bu duruma bakarak, TSK’nın PKK’ya sadece hava harekatı yapmasının yararları olmadığını söylemek mümkün değildir. Zira, hava harekatı ile bile Irak’ın kuzeyindeki ve özellikle de güneyindeki “gaz” alınmış, Türk kamuoyu yatışmış, Türk basını yeniden ABD’yi baş tacı etmiş, Hükümet “başarısı” ile tatmin olmuş, ama ille de Iraklı Türklerin moral değerleri yükselmiş, kendilerini daha büyük bir güvence içinde hissetmeğe başlamışlardı. Irak’ın kuzeyindeki yönetimde ise muhtemelen yeni bir “ABD tarafından aldatılmışlık” hezeyanı baş göstermişti. Çünkü TSK’nın sınırlı ve sadece PKK inlerine yönelik hava harekatı bile peşmergeleri sindirmeye yetmişti.
Kara Harekatının Hedefleri
21 Şubat’ta başlayan kara harekatının askeri hedefleri açıkça belirtilmediği için, konunun uzmanı olmayanları tarafından tam olarak anlaşılmayabilir. Ancak, Genelkurmay web sayfasında 22 Şubat’ta yer alan ilk basın açıklamasındaki, “Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarına özel bir önem veren TSK, planlanan hedeflere ulaşılmasından sonra, en kısa zamanda yurt içine dönecektir!” ifadesinden bunu çıkarmak mümkündür. Kara harekatının askeri hedefi; “planlanan hedeflerin ele geçirilmesidir.” Bu hedeflerin de 21 Şubat’ta top atışları ve hava harekatı ile dövülen PKK kampları ile bu kampları besleyen yolların ve geçitlerin, varsa lojistik destek üssü gibi kullanılan mekanların ele geçirilmesi, imhası ve pek tabii bölgedeki PKK teröristlerini etkisizleştirmektir. Hedef bölge ise, harekatın yoğun olarak geliştirildiği Zap vadisi ağırlıklı olmak üzere, Zap-Şivi, Avaşin-Basyan ve Hakurk bölgelerindeki PKK kamp ve yuvalarıdır.
Irak’ın kuzeyine yapılan askeri harekatın “siyasi hedefi” ise son derece açık ve bir üstteki paragrafta yer almıştır. Bu; “Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarı” olarak belirlenmiş, Türkiye’nin Irak’la ilgili politikasında en başından beri izlediği ve asla şaşmadığı çizginin korunmuş olduğunun bir göstergesidir. “Irak’ın toprak bütünlüğü” ifadesinin de doğrudan bölgede kurulması dillendirilen yeni bir “devlete” karşı olduğu açıktır. Yani bu mahdut hedefli kara harekatı; bölgedeki PKK teröristlerinin etkisizleştirilmesi şeklinde nispeten önem derecesi düşük “askeri hedefler” içerirken, çapının çok üzerinde ve PKK’dan ziyade Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini frenlemeyi esas alan “siyasi” hedefleri mevcuttur. Bir başka ifadeyle, bu harekatın askeri hedefleri buz dağının görünen kısmı, yani “PKK” iken, siyasi hedefi ise buz dağının altındaki asıl kitle ve ondan çok daha önemli olan “olası bir bölge devletine mani olmak”tır...
Bu nedenledir ki, harekatın ikinci gününde hem Irak’ın kuzeyindeki yönetimin bağırtısı duyulmuş, hem de bu sesi destekleyen İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki çatlak sesler yükselmiştir. Türkiye, sınırlı harekatını PKK ile sınırlı tuttuğu sürece, bu harekata “istihbarat” desteği veren, vermese bile en azından önleme girişiminde bulunmayan Irak’ın işgalci Devleti ABD’yle eşgüdüm içinde çalışmaların süreceği de anlaşılmaktadır. Akla hemen, “ABD daha önce neredeydi?” diye bir soru gelmektedir.
2003 Irak Savaşı sırasında “Tezkere” nedeniyle Türkiye’ye karşı hasmane tutumunu sergileyen “yeni muhafazakarlar”a ilaveten iki önemli beyinden biri o dönemin Dışişleri Bakanı Savunma Bakanı Rumsfeld idi. Bir diğeri ise, tüm dünya kamuoyu tarafından Bush yönetiminin “güvercini” olarak bilinen, ancak Türkiye’ye karşı şahin kesilen Dışişleri Bakanı Powell idi. Powell 2004 yılı sonlarında görevini Rice’e devretti. Türkiye’ye duyduğu kini gizlenemeyen Rumsfeld de 2006 içinde koltuğuna veda etti. Bu arada 2006 yılı sonunda Baker-Hamilton Planı ile Bush yönetimine Irak politikasında değişiklik yapılması önerildi. Bölge ülkeleri ile işbirliği tesisi belki de bu planın en önemli parçasıydı. Irak’a komşu bölge ülkeleri içerisinde de, her şeye rağmen işbirliği yapılabilecek en önemli ülke Türkiye idi. Üstelik 2007 Ekim ayı içinde PKK’nın Türkiye’de üst üste onlarca şehit (önce 12 köylü vatandaşı, daha sonra 12 er, onları takiben 13 er) verdirmesi üzerine, Türk kamuoyunda gemlenemeyen bir öfke seli kabardı. Bilen bilmeyen, hemen her vatandaş Irak’a müdahaleden söz etmeğe başladı. Meclis’te görülmedik büyüklükteki bir oranda Irak’a askeri müdahaleye onay çıktı. TSK’nın her an Irak’a girebileceği endişesi okyanusun ötesinden sezildi. Bölgede yeni bir Kürt devletinin kurulup kurulmamasından çok, kendi çıkarları önemli olan ABD, Irak’ın kuzeyindeki muhtemel devletle ilgili projeyi bir tarafa bırakmak zorunda kaldı. Zira, ABD’nin isteği dışında Irak’a yapılacak bir müdahale ile bölgedeki en yakın müttefiki Türkiye’yle çatışma noktasına dahi gelebilecekti. Böylesi bir gelişmeyle ABD’nin kayıpları sadece prestijle sınırlı olmayacak, muhtemeldir ki milli çıkarları çok daha olumsuz etkilenecekti. Hemen Türkiye’nin gazını almak için “küresel basın” baronları devreye girdi. Türk gazetelerinin bazı ünlü köşe yazarları “strateji” uzmanı kesilerek, Türkiye’nin “nokta operasyonu” yapabileceğini ilk kez yazmağa başladılar. İkinci adımda, “ABD’nin Türkiye’ye nokta operasyonu için izin verebileceğini” yazdılar. Oysa beklenti, böyle bir nokta harekatı değil, kesin sonuç alacak, aynı zamanda Türkiye’ye dil uzatan Irak’ın kuzeyindeki muhtemel ve sözde devletin sesini de kesmekti. Olan oldu. Sayın Başbakan Washington ziyaretinden “anında istihbarat” adıyla askeri harekata eklenen yeni bir terminolojiyle birlikte döndü. Ama önemli bir şey kotarıldı. Türkiye Irak’a kalıcı olarak sokulmadı, Türkiye’nin frenlenmesiyle ABD çıkarları da hasar görmedi…
Yaklaşık 28 gün sonra yürürlüğe giren bu anında istihbarat desteği ile “BBG Evine” dönüştürülen PKK kamplarının, aslında pek de “gözetlenemediği” anlaşıldı ki, kara harekatına karar verildi. PKK’yı söndürme konusunda Türk ve ABD Genelkurmay II. Başkanları ikişer kez kendi başkentlerinde ve bir kez de Bağdat’ta görüştüler. ABD, son haftalardaki tutumuyla bir taraftan PKK’nın üzerini çizmiş görünürken, öbür taraftan da Irak’ta kendisine bağlı, ancak ayakları üzerinde durabilecek bir Irak yönetimi tesisini de dikkate aldı. Zira, ABD kuvvetlerinin büyük bir kısmını bu yıl sonuna doğru çekmeyi planlamaktadır. Irak’ın kuzeyindeki peşmergeleriyle Irak merkezi yönetimini de rahatsız eden Kürt yönetiminin pervasızlığı sonunda ABD çıkarlarına da dokunmaya başladı. Hele de özellikle arada Türkiye var iken. Bu durumda, evvelce ABD’nin sofrasında en iyi yeri alan Kürt müttefikleri, bundan böyle aynı sofraya davete fazla şans bulamayacak gibiler…
Sonuç
Yukarıdaki paragraflarda bu ilk kara harekatının hedefleri ayrıntılı olarak açıklandı. Sonuçları ise şöyle olabilir:
1. Bölgedeki hem PKK yandaşları, hem de yeni bir devlet kurma hevesi sürdürenler için olumsuz bir psikoloji hakim olacaktır.
2. Irak Türklerinin moral değerleri daha da yükselecek, ertelenen Kerkük referandumunun kalkması konusunda bir araya gelen ittifaka yenileri de katılabilecektir.
3. Irak hükümeti de Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin Türkiye karşısındaki tırsımasıyla kendisine doğal bir müttefik bulduğu için radikal kararlarını almakta daha serbest olabilecektir.
4. PKK, bundan böyle canlı bomba veya başka vasıtalarıyla kısa süreli de olsa bir ani çıkış yaşayarak, terör faaliyetlerini artırabilecektir.
5. Hepsinden önemlisi; bu kara harekatı her ne kadar sınırlı da olsa, son olmayacaktır. Zincir kırılmış, yol açılmıştır. Türkiye bundan böyle milletlerarası hukuka göre “meşru müdafaa hakkı”nı kullanmak maksadıyla haberli, ya da “habersiz” Irak’a girmeyi sürdürecektir. Bu nedenledir ki, “Neden tampon bölge yaratacak büyüklükte bir kara harekatı yapmadık?” diye fazlaca dövünmeye gerek yoktur. Bu tür alıştırmalarla uluslar arası karşı kamuoylarının gazlarının alınması da daha kolay olabilecektir. Kolay gelsin Mehmetçik! Gazanız mübarek olsun TSK’nın komutanları…
Doç.Dr. Celalettin Yavuz, Jeopolitik-Strj. ve Harp Tarihi Uzmanı, [email protected], (23.2.2008)
Yazan: Doç. Dr. Celalettin YAVUZ on 25 Şubat, 2008 15:11:17
Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de saat 19.00’dan itibaren Irak sınırından içeri girdi. Tüm dünyada programların kesilerek verildiği bu girişim, aslında saat 10.00’dan itibaren Irak’ın kuzeyindeki Türkiye’ye yakın ağlarda yuvalanan PKK inlerinin uzun menzilli top ve obüs ateşleriyle yumuşatılmasıyla başlamıştı. Havadan atılan bombalarla da desteklenen bu yumuşatma saat 18.00’e kadar sürmüş, daha sonra da aradan geçen 11 yılın ardından TSK yeniden Irak’a PKK’yı hedef alan bir kara harekatına girişmiştir. Harekata 10 bin civarında silahlı asker, 20 civarında taarruz ve keşif helikopteri ve tank birlikleri de katıldığı belirtilmektedir. Hava harekatı ile de destek sürmektedir.
Aslında 1 Aralık 2007’de başlatılan hava harekatıyla birlikte TSK, Irak’ta yuvalanan PKK’ya uzun yılların ardından ilk taarruzlarını yapmaya başlamıştı. Bu harekatı daha sonra yenileri takip etti. Bir günde 70 PKK üssünün vurulduğu, PKK’nın darmadağın edildiği ileri sürüldü. Ancak, aslında Türk kamuoyunun gönlünde yatan tek başına bir hava harekatı değildi. Bu işin uzmanı akademisyenlere (yani askeri uzmanlar ve terörle mücadele uzmanları) göre, tek başına bir hava harekatının yeterli olamayacağı, mutlaka bir kara harekatı (helikopterle yapılan uçarbirlik harekatı da olabilir) ile desteklenmesi, vurulan inlerin komandolar ya da özel birliklerce bir “süpürme” harekatı ile temizlenmesi gerekliydi. Veya bir adım daha ileriye gidilerek, Irak’ın kuzeyinde bir güvenlik hattı oluşturulması, bu hattın içerisine TSK’nın izni olmadan hiçbir kimsenin girmemesi arzu edilmekteydi. Zira, böylesi bir hareket tarzı halinde; geçecek zaman içinde sadece PKK’nın etkisi kırılmayacak, ondan daha önemlisi, kurulması halinde Türkiye’de bir “etnik çatışma” riski taşıyan olası bir Kürt devleti heveslilerinin istekleri boğazlarına takılacaktı. Dahası, Ertelenen “Kerkük’ün statüsü” ile ilgili referandum belki de bir daha yapılmayacak şekilde rafa kaldırılacaktı. Aslında bu son iki gerekçe dikkate alındığında, PKK’nın etkisizleştirilmesi hususu, diğerlerinin yanında buz dağının görünen yüzü kadar küçük ve önemsizdi.
1 Aralık 2007’den bu yana sınırlı da olsa 21 Şubat 2008’e kadar kara harekatı düzenlenmemişti. Bu duruma bakarak, TSK’nın PKK’ya sadece hava harekatı yapmasının yararları olmadığını söylemek mümkün değildir. Zira, hava harekatı ile bile Irak’ın kuzeyindeki ve özellikle de güneyindeki “gaz” alınmış, Türk kamuoyu yatışmış, Türk basını yeniden ABD’yi baş tacı etmiş, Hükümet “başarısı” ile tatmin olmuş, ama ille de Iraklı Türklerin moral değerleri yükselmiş, kendilerini daha büyük bir güvence içinde hissetmeğe başlamışlardı. Irak’ın kuzeyindeki yönetimde ise muhtemelen yeni bir “ABD tarafından aldatılmışlık” hezeyanı baş göstermişti. Çünkü TSK’nın sınırlı ve sadece PKK inlerine yönelik hava harekatı bile peşmergeleri sindirmeye yetmişti.
Kara Harekatının Hedefleri
21 Şubat’ta başlayan kara harekatının askeri hedefleri açıkça belirtilmediği için, konunun uzmanı olmayanları tarafından tam olarak anlaşılmayabilir. Ancak, Genelkurmay web sayfasında 22 Şubat’ta yer alan ilk basın açıklamasındaki, “Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarına özel bir önem veren TSK, planlanan hedeflere ulaşılmasından sonra, en kısa zamanda yurt içine dönecektir!” ifadesinden bunu çıkarmak mümkündür. Kara harekatının askeri hedefi; “planlanan hedeflerin ele geçirilmesidir.” Bu hedeflerin de 21 Şubat’ta top atışları ve hava harekatı ile dövülen PKK kampları ile bu kampları besleyen yolların ve geçitlerin, varsa lojistik destek üssü gibi kullanılan mekanların ele geçirilmesi, imhası ve pek tabii bölgedeki PKK teröristlerini etkisizleştirmektir. Hedef bölge ise, harekatın yoğun olarak geliştirildiği Zap vadisi ağırlıklı olmak üzere, Zap-Şivi, Avaşin-Basyan ve Hakurk bölgelerindeki PKK kamp ve yuvalarıdır.
Irak’ın kuzeyine yapılan askeri harekatın “siyasi hedefi” ise son derece açık ve bir üstteki paragrafta yer almıştır. Bu; “Irak’ın toprak bütünlüğüne ve istikrarı” olarak belirlenmiş, Türkiye’nin Irak’la ilgili politikasında en başından beri izlediği ve asla şaşmadığı çizginin korunmuş olduğunun bir göstergesidir. “Irak’ın toprak bütünlüğü” ifadesinin de doğrudan bölgede kurulması dillendirilen yeni bir “devlete” karşı olduğu açıktır. Yani bu mahdut hedefli kara harekatı; bölgedeki PKK teröristlerinin etkisizleştirilmesi şeklinde nispeten önem derecesi düşük “askeri hedefler” içerirken, çapının çok üzerinde ve PKK’dan ziyade Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini frenlemeyi esas alan “siyasi” hedefleri mevcuttur. Bir başka ifadeyle, bu harekatın askeri hedefleri buz dağının görünen kısmı, yani “PKK” iken, siyasi hedefi ise buz dağının altındaki asıl kitle ve ondan çok daha önemli olan “olası bir bölge devletine mani olmak”tır...
Bu nedenledir ki, harekatın ikinci gününde hem Irak’ın kuzeyindeki yönetimin bağırtısı duyulmuş, hem de bu sesi destekleyen İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki çatlak sesler yükselmiştir. Türkiye, sınırlı harekatını PKK ile sınırlı tuttuğu sürece, bu harekata “istihbarat” desteği veren, vermese bile en azından önleme girişiminde bulunmayan Irak’ın işgalci Devleti ABD’yle eşgüdüm içinde çalışmaların süreceği de anlaşılmaktadır. Akla hemen, “ABD daha önce neredeydi?” diye bir soru gelmektedir.
2003 Irak Savaşı sırasında “Tezkere” nedeniyle Türkiye’ye karşı hasmane tutumunu sergileyen “yeni muhafazakarlar”a ilaveten iki önemli beyinden biri o dönemin Dışişleri Bakanı Savunma Bakanı Rumsfeld idi. Bir diğeri ise, tüm dünya kamuoyu tarafından Bush yönetiminin “güvercini” olarak bilinen, ancak Türkiye’ye karşı şahin kesilen Dışişleri Bakanı Powell idi. Powell 2004 yılı sonlarında görevini Rice’e devretti. Türkiye’ye duyduğu kini gizlenemeyen Rumsfeld de 2006 içinde koltuğuna veda etti. Bu arada 2006 yılı sonunda Baker-Hamilton Planı ile Bush yönetimine Irak politikasında değişiklik yapılması önerildi. Bölge ülkeleri ile işbirliği tesisi belki de bu planın en önemli parçasıydı. Irak’a komşu bölge ülkeleri içerisinde de, her şeye rağmen işbirliği yapılabilecek en önemli ülke Türkiye idi. Üstelik 2007 Ekim ayı içinde PKK’nın Türkiye’de üst üste onlarca şehit (önce 12 köylü vatandaşı, daha sonra 12 er, onları takiben 13 er) verdirmesi üzerine, Türk kamuoyunda gemlenemeyen bir öfke seli kabardı. Bilen bilmeyen, hemen her vatandaş Irak’a müdahaleden söz etmeğe başladı. Meclis’te görülmedik büyüklükteki bir oranda Irak’a askeri müdahaleye onay çıktı. TSK’nın her an Irak’a girebileceği endişesi okyanusun ötesinden sezildi. Bölgede yeni bir Kürt devletinin kurulup kurulmamasından çok, kendi çıkarları önemli olan ABD, Irak’ın kuzeyindeki muhtemel devletle ilgili projeyi bir tarafa bırakmak zorunda kaldı. Zira, ABD’nin isteği dışında Irak’a yapılacak bir müdahale ile bölgedeki en yakın müttefiki Türkiye’yle çatışma noktasına dahi gelebilecekti. Böylesi bir gelişmeyle ABD’nin kayıpları sadece prestijle sınırlı olmayacak, muhtemeldir ki milli çıkarları çok daha olumsuz etkilenecekti. Hemen Türkiye’nin gazını almak için “küresel basın” baronları devreye girdi. Türk gazetelerinin bazı ünlü köşe yazarları “strateji” uzmanı kesilerek, Türkiye’nin “nokta operasyonu” yapabileceğini ilk kez yazmağa başladılar. İkinci adımda, “ABD’nin Türkiye’ye nokta operasyonu için izin verebileceğini” yazdılar. Oysa beklenti, böyle bir nokta harekatı değil, kesin sonuç alacak, aynı zamanda Türkiye’ye dil uzatan Irak’ın kuzeyindeki muhtemel ve sözde devletin sesini de kesmekti. Olan oldu. Sayın Başbakan Washington ziyaretinden “anında istihbarat” adıyla askeri harekata eklenen yeni bir terminolojiyle birlikte döndü. Ama önemli bir şey kotarıldı. Türkiye Irak’a kalıcı olarak sokulmadı, Türkiye’nin frenlenmesiyle ABD çıkarları da hasar görmedi…
Yaklaşık 28 gün sonra yürürlüğe giren bu anında istihbarat desteği ile “BBG Evine” dönüştürülen PKK kamplarının, aslında pek de “gözetlenemediği” anlaşıldı ki, kara harekatına karar verildi. PKK’yı söndürme konusunda Türk ve ABD Genelkurmay II. Başkanları ikişer kez kendi başkentlerinde ve bir kez de Bağdat’ta görüştüler. ABD, son haftalardaki tutumuyla bir taraftan PKK’nın üzerini çizmiş görünürken, öbür taraftan da Irak’ta kendisine bağlı, ancak ayakları üzerinde durabilecek bir Irak yönetimi tesisini de dikkate aldı. Zira, ABD kuvvetlerinin büyük bir kısmını bu yıl sonuna doğru çekmeyi planlamaktadır. Irak’ın kuzeyindeki peşmergeleriyle Irak merkezi yönetimini de rahatsız eden Kürt yönetiminin pervasızlığı sonunda ABD çıkarlarına da dokunmaya başladı. Hele de özellikle arada Türkiye var iken. Bu durumda, evvelce ABD’nin sofrasında en iyi yeri alan Kürt müttefikleri, bundan böyle aynı sofraya davete fazla şans bulamayacak gibiler…
Sonuç
Yukarıdaki paragraflarda bu ilk kara harekatının hedefleri ayrıntılı olarak açıklandı. Sonuçları ise şöyle olabilir:
1. Bölgedeki hem PKK yandaşları, hem de yeni bir devlet kurma hevesi sürdürenler için olumsuz bir psikoloji hakim olacaktır.
2. Irak Türklerinin moral değerleri daha da yükselecek, ertelenen Kerkük referandumunun kalkması konusunda bir araya gelen ittifaka yenileri de katılabilecektir.
3. Irak hükümeti de Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin Türkiye karşısındaki tırsımasıyla kendisine doğal bir müttefik bulduğu için radikal kararlarını almakta daha serbest olabilecektir.
4. PKK, bundan böyle canlı bomba veya başka vasıtalarıyla kısa süreli de olsa bir ani çıkış yaşayarak, terör faaliyetlerini artırabilecektir.
5. Hepsinden önemlisi; bu kara harekatı her ne kadar sınırlı da olsa, son olmayacaktır. Zincir kırılmış, yol açılmıştır. Türkiye bundan böyle milletlerarası hukuka göre “meşru müdafaa hakkı”nı kullanmak maksadıyla haberli, ya da “habersiz” Irak’a girmeyi sürdürecektir. Bu nedenledir ki, “Neden tampon bölge yaratacak büyüklükte bir kara harekatı yapmadık?” diye fazlaca dövünmeye gerek yoktur. Bu tür alıştırmalarla uluslar arası karşı kamuoylarının gazlarının alınması da daha kolay olabilecektir. Kolay gelsin Mehmetçik! Gazanız mübarek olsun TSK’nın komutanları…
Doç.Dr. Celalettin Yavuz, Jeopolitik-Strj. ve Harp Tarihi Uzmanı, [email protected], (23.2.2008)