Kürt-İslamcıların sözde bölücülükle, terörle mücadelesi

ZortlAn_EX

New member
Kürt-İslamcıların sözde bölücülükle,
terörle mücadelesi


Terör örgütü eylemlerini artırdı

Son aylarda terör örgütünün eylemlerini artırdığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu tespiti yalnız biz yapmıyoruz, Genelkurmay Başkanlığı verileri de terör eylemlerinde bir artış olduğunu doğruluyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kara ve hava harekatıyla PKK terör örgütünün ağır darbe yediği iddia ediliyordu. Hatta, bu saldırılar yüzünden Türkiyeli ve Suriyeli teröristler arasında iç çatışmanın çıktığı ve örgütün dağılma sürecine doğru gittiği de iddia ediliyordu.

Eğer bu iddialar doğru ise bu saldırılar neyin nesi oluyor?

Yoksa, bu saldırılar PKK’nın son çırpınışları mı?!.

Hani hep söylenen bir söz olduğu için böyle diyoruz. Ama nedense bu son çırpınışlar da bir tülü bitmiyor. Bitecek gibi de gözükmüyor. Nedenine gelince; başımızdaki AKP belası, maalesef, Kürtçülük ve bölücülük konusunda zaafı olan bir partidir. Hatta ülkemizde artan Kürtçülüğün ve bölücülüğün bir numaralı sorumlusu bu parti olduğundan, terör örgütünün eylemlerinde bir artış olması kaçınılmaz olmaktadır.

Kürt-İslam sentezi gerçeği

Dikkat edilirse, bölücü terör örgütünün siyasi propagandasını en rahat yaptığı dönem de yine AKP dönemi olmuştur.

Peki, niye böyle olmuştur?

Ülkemizde bölücü eylemlerde bulunan Kürt-İslamcı PKK ile Kürt-İslamcı AKP’nin kökeni birdir de ondan olmuştur.

Eğer hatırlanırsa Tayyip, bir ara PKK’lıları masaya çağırıyordu. Bunca kan ve gözyaşına neden olan acımasız terör örgütünü masaya çağırmakta neyin nesi oluyor? Ama gel gör ki, sözde muhafazakar bir parti PKK’yı masaya çağırıyor, ama kimse bunu sorgulamıyor. Şimdi hangi ilmi bilgi buna bir açıklama veya bu olaya bir netlik getirebilir?

Ancak ve ancak Kürt-İslam sentezi tezi ile bu konuya açıklık getirebiliriz. Kürt-İslam sentezi gerçeğini göremeyenler veya anlamak istemeyenler AKP ile PKK arasında sıkı bir ilişki olduğunu görememektedirler. Bu gerçeği göremedikleri sürece de sağ partilerin neden Kürtçülük yaptığına da bir açıklık getiremeyeceklerdir.

O nedenle, sözde milliyetçi bir parti olan MHP’nin de Kürt-İslamcı olduğu ve aynı zamanda PKK’nın ve diğer sağ partilerin de bu kökenden geldiğini söylediğimizde insanlar çok şaşırıyorlar.

Oysa, ortada şaşılacak bir durum yok.

Çünkü, biz gerçeğin ta kendisini söylüyoruz. Eğer söylemiyorsak, o zaman sözde bölücülüğün ve Kürtçülüğün amansız düşmanı olduğu iddia edilen MHP’nin DTP ile olan yakınlaşmasını siz açıklayın da, asıl gerçeği biz öğrenelim dimi ya…

Kürtçülükle, bölücülükle yalnız ve yalnız Ulusal sol bir ideoloji ile mücadele edilebilir

Zaten bu gerçeğe ulaşılamadığı için Kürtçülükle, bölücülükle gerçek bir mücadele zemini oluşturulamamaktadır. Bu zemini oluşturmak isteyenlerde ırkçılıkla, faşistlikle suçlanıyor, ama sözde Kürt etnik kimliği üzerinden kan dökenlere ve onları masum göstermeye çalışanlara hiçbir ses yok.

Bu da bize sözde Kürt etnik kimliği üzerinde kan dökenleri savunanların veyahut onları masum göstermeye çalışanların onlarla aynı zihniyete sahip olduğunu göstermektedir.

Yani, kim ki bu ülke Kürt gerçeği vardır, Kürt kimliği vardır, PKK da bu ülkenin gerçeğidir, diyorsa ki diyorlar, bunların da aslında Kürt-İslamcı olduğunu bileceğiz ve öyle kabul edeceğiz.

O nedenle Kürtçülük yapan bir liboş ile siyasal İslamcı arasında bir fark olmadığı gibi diğer sağcı oluşumlar arasında da hiçbir fark yoktur.

İşte tüm bu Kürtçülük akımları ile sadece ve sadece, Ulusal Sol bir ideoloji ile mücadele edilebilir.

Peki, nedir Ulusal Sol İdeoloji?

Ulusal Sol İdeoloji, en basit anlamıyla Atatürkçülük demektir, 6 ok demektir. Bu nedenle Kürtçülükle, bölücülükle mücadelede, 6 ok içindeki milliyetçiliği iyi anlamak gerekmektir.

Atatürk herkesin bildiği gibi milliyetçi bir devlet adamıydı, Türk milliyetçisiydi. Üniter devlet anlayışıyla kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinde Türk’ten başka bir kimliğin kabul edilmesine de her zaman karşı olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarından itibaren Kürtçülük akımına da her zaman karşı olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında İlyas Bey’e yollamış olduğu telgrafta olduğu gibi, Kürtçülük akımına hiçbir elverişli alan bırakılmamasını emrediyordu.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarından itibaren tavizsiz Türk milliyetçiliği anlayışıyla Türk’ten başka ne bir milletin adını, ne de sözde başka bir etnik kimliği kabul etmiştir. Atatürk, bu ülkede Türk milliyetçiliği anlayışı ile birlik ve beraberliği sağlamıştır.

Bugün ülkemizde Kürtçülükle, bölücülükle mücadele etmek istiyorsak; çözüm Atatürkçü politikalara devam etmek ve onun tavizsiz Türk milliyetçiliği anlayışına sarılmaktır.

Kürt-İslamcıların sözde çözüm önerileri daha fazla şehit vermekten başka bir işe yaramaz

Tüm bu gerçeklere karşın Kemalizmi diğer etnik kimlikleri inkar etmekle, baskıcı, otoriter bir rejim olmakla suçlayanlar, sözde etnik kimliklerin kabul edilmesiyle ülkede birlik beraberliğin bozulmayacağını iddia etmektedirler. Ama onların derdi temel savlarının doğru çıkması değil, Türkiye devletinin bölünmesi, yıkılması olduğu için ülkenin birlik beraberliğinden yana olanların kaygılarını taşımazlar, taşıyanlar da düşmandırlar.

Günümüzde Kemalizme düşman olanlara baktığımızda hiç çekinmeden AKP ve DTP gibi Kürt-İslamcı partileri destekledikleri görülmektedir. Yani Kürtçülüğü ve Kürtçü partileri destekledikleri görülmektedir. Bugünkü terör örgütünün çıkış noktası ve beslendiği zemin de Kürtçülüktür. Kemalizme düşman olanlar Kürtçülüğü desteklemekle PKK’nın var oluş nedenine katkıda olduğunun farkındadırlar ama bu gerçeğin ifade edilmesi onlar için hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Bu nedenle bugün sözde demokratlık adına Kürtçülük yapanlar, en az PKK terör örgütü kadar insanlık suçu işlemiştirler. Çünkü; siz, bilerek veya bilmeyerek PKK’nın var oluş nedenine hizmet ediyorsunuz.

Sözde üretmiş olduğunuz çözüm önerileri de doğuda askerlik yapan Mehmetçiğimize kurşun olarak geri dönmektedir. Belki elinizde silah yok ama o silaha mermi dolduran siz oluyorsunuz.

Bugün Kürtçülük yapanların baş koruyuculuğuna da iktidardaki hükümet, yani AKP yapmaktadır. Kürtçülük yapanların baş koruyuculuğunu yaptığı gibi bu parti, bizzat Kürtçülüğün ve bölücülüğün de daniskasını yapmaktadır.

Yaptığı Kürtçülük yetmiyormuş gibi köşeye sıkışmış, eski etkinliğini ve gücünü kaybetmiş PKK’nın ağır bir darbe yemesini önlemek için elinden geleni yapmıştır.

Bunu en son sınır ötesi “sınırlı” operasyonlara Amerika’dan izin alarak göstermiştir. Eğer bugün Kuzey Irak’a karadan ve havadan kimsenin izni ve bilgisi olmadan geniş kapsamlı olarak girmiş olsaydık PKK çok ağır bir darbe yiyecekti, ama buna Kürt-İslamcı AKP engel oldu.

AKP, muhalefet tarafından dile getirilen sınır ötesi operasyonun yapılmasına en başından beri karşıydı. Hatta Tayyip, “İçerideki 5 bin terörist bitti mi ki, dışarıdaki 500 ile uğraşalım” diyerek, zor durumda ve köşeye sıkışmış halde kalan PKK’yı koruma derdi içine girmiştir.

O günlerde halktan gelen yoğun baskı karşısında AKP, yapılması zorunlu olan sınır ötesi operasyonu etkisiz kıldırmak için elinden geleni yapmıştır, bunu da işbirliği yapmaktan memnun olduğu ABD sayesinde yapmıştır. Amerikan istihbaratına ve bilgisine dayalı yapılan operasyonlar ile PKK terör örgütüne verilmek istenilen zarar verilememiştir. Yani AKP, Amerikan istihbaratına dayalı hava harekatı ile PKK’yı adeta koruyup kollamıştır.

Kürt-İslamcılar, PKK’nın meclis çatısı altında olmasından da memnundurlar

Silahlı Kuvvetler doğuda PKK terör örgütü belasıyla uğraşırken başımıza bir bela da 22 Temmuz seçimleri ile Meclis’e girmeyi başaran DTP olmuştur. DTP’ye Meclis çatısı altında en çok sahip çıkan ve Meclis çatısı altında olmasından en çok memnun olan da yine AKP olmuştur her nedense!

Ya MHP, onu unuttuğumuzu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. DTP’nin sıkılan eli, Meclis çatısı altındaki sıcak ilişkiler ve şakalaşmaları, hatta 23 Nisan’da Bahçeli’nin DTP’ye göstermiş olduğu yakınlığı nasıl unutabiliriz ki? MHP’nin DTP’ye göstermiş olduğu bu yakınlığın bir benzerini AKP bile göstermemiştir! Yani bu konuda MHP, AKP’yi bile sollamıştır.

Ama tüm gerçeklere karşın MHP ve AKP, ikisi de Kürt-İslamcıdır. DTP’ye duyulan yakınlığın asıl sebebi de budur. Bu partiler istese de Kürtçülükle, bölücülükle mücadele edemez, Kürtçülük yapan bir partinin Kürtçülükle mücadele etmesi söz konusu olamaz.

DTP’nin PKK siyasal bir uzantısı olduğunu artık bilmeyenimiz yok. Eğer PKK’dan rahatsız isek DTP’den rahatsız olmamız gerekiyor. DTP’ den de rahatsız isek ona yakınlık gösteren AKP ve MHP’den de rahatsız olmamız gerekiyor. Ama bu zincirin son halkasındaki AKP ve MHP’ye adam akıllı eleştirme gereğini kimse duymuyor.

Şehide “kelle” diyen bir zihniyet bölücülükle mücadele edebilir mi?

DTP’li bir çok siyasetçinin eli kanlı terör örgütü ele başı için “sayın” ifadesini kullanmasını istemesek de kabullendik! Türk Milletinin anlayamadığı ve kabullenemediği diğer bir söz var ki, o da şehide “Kelle” denilmesidir. Ancak bu sözler PKK’ya açıkça destek veren bir siyasetçinin ağzından değil, sözde muhafazakar, milli ve manevi değerlere sahip çıktığına inanılan Tayyip’in ağzından çıkmıştır.

O günlerde kimse Tayyip gibi bir insanın neden şehide “Kelle” dediğini hiç sorgulamadı. Öyle ya milli manevi duygularla yetişen biri hiç şehide “kelle” der mi? Ama sözde milli manevi duygularla yetişen Tayyip diyor. Eski bir milli görüşçü olan Tayyip, şehide “kelle” diyerek, laik Türkiye cumhuriyeti için şehit düşenlerin, gerçekte ahiret şehiti olmadığını anlatmak istemiştir.

İşte Tayyip’in bu sözü bile Kürt-İslamcıların milli bir düşünce ve duyguyu savunamayacağının bir göstergesidir. Tayyip’in şehitler için sarf etmiş olduğu bu söz terörle nasıl bir mücadele vereceğinin de bir teminatıdır. Bunu yapılan sınır ötesi operasyonlarla çok rahat gördük. Zaten, Refah Partisi içinde Kürt raporu hazırlama ihtiyacı duyan Tayyip’in nasıl bir Kürtçülük anlayışına sahip olduğu bile o günlerden bellidir aslında.

Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulmasının planları olduğu sürece PKK da var olacaktır

Şeriatçılarımız daha o günlerden Kürtçülüğü kaşıyarak devleti zor durumda bırakma derdi içine girmişlerdir. Şimdi iktidara geldikleri ilk günden itibaren de bölücülere taviz üstüne taviz vermektedirler.

Vermiş oldukları tavizlerden biride ta Özal döneminden beri Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması için yapılan yanlış dış politikalara bugünde bilerek aynen ısrar edilmesi olmuştur. Tabii bu tavizler Amerikanın bilgisi ve isteği doğrultusunda yapılmaktadır. İçimizdeki Kürt-İslamcılar ile Amerikanın ortak bir amacı vardır o da; Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmaktır.

Bu Kürt devletini kurmaya çalışan Barzani-Talabani ikilisinin geçmişte ve bugünlerde terör örgütü PKK’ya nasıl bir destek verdiğini çok iyi biliyoruz, ama iktidardaki partinin lideri Tayyip, Barzani için “Kardeşim” diyerek hitap ediyor. Ama Tayyip’in kardeşleri PKK’yı koruyup destekliyor.

İşte bu yüzden iktidarda AKP Kürt-İslamcı, işbirlikçi bir parti ve güneyimizde yani Irak’ta yönetimin başında Amerikanın adamı Talabani ve Barzani gibi Kürtler olduğu sürece PKK olmaya devam edecektir.


http://www.turksolu.org/203/yilmaz203.htm

Kürt-İslamcı çetenin
Türk Ordusu’nu
bitirme operasyonu


Gözaltı dalgaları rütbeyi
orgenerale kadar yükseltti

12 Haziran tarihinde Ümraniye Çakmak Mahallesi’nde bir gecekonduda ele geçirilen 27 adet el bombası Türkiye’nin kaderini etkileyecek en önemli olaylardan birini ateşledi.

Geçtiğimiz yıl Haziran ayında başlayan “şok” gözaltılar ve tutuklamalar belli aralıklarla devam etti. Son olarak önceki hafta yapılan operasyonlarla birlikte Ergenekon aylar sonra yeniden hayatımıza girdi ve bu kez pek kolay çıkacağa da benzemiyor.

Şemdinli’de astsubaylarla başlayan gözaltı furyası, Ergenekon Operasyonu’nda her dalgada gözaltına alınan askerlerin rütbesi artırılarak Türk Ordusu üzerinde bir karalama ve yıpratma kampanyasına dönüştü. Son geldiğimiz aşamada ise gözaltına alınanların rütbesi orgenerale kadar yükseldi.

Şimdilik emeklileri alıyorlar ama burada kalmayacak gibi görünüyorlar. Yakında operasyonun görevdeki Kuvvet Komutanlarına yönelik genişletileceğine ilişkin bilgiler ufak ufak sızdırılıyor.

İşte tam da bu noktada TÜRKSOLU’nun geçen hafta kapaktan sorduğu “Sıra Yaşar Paşa’da mı?” sorusu işin can alıcı noktası.

Son operasyon ise Kürt-İslamcıların artık kendilerine ne kadar güvendikleri ve pervasızlaştıklarını görmemiz açısından önemli. Artık Türkiye’nin en zengin insanlarından en yüksek rütbeli komutanlarına kadar herkes hedefte.

İş öyle bir noktaya varmış durumda ki, AKP kendi yandaşlarını bile sorgulamaktan çekinmiyor. Geçtiğimiz Nisan ayında Ethem Sancak’ın da Levent Adliyesi’nde gizlice sorgulandığı söyleniyor. Ethem Sancak aynı zamanda AKP borazanı Star gazetesinin de sahibi.

Şimdi durup dururken niye Star gazetesinin sahibi sorgulanıyor diye bir soru akıllara gelebilir. Ethem Sancak anasından AKP’li doğmadı. Aslında Ergenekon operasyonu çerçevesinde tutuklanan biriyle uzun yıllar siyasi çalışma yapmış birisidir. Ethem Sancak’ın yıllarca birlikte siyaset yaptığı kişi ise Perinçek. Bir dönemlerin hızlı Maocusu Sancak, son birkaç yıldır AKP’li takılıyor. Sorgu konusu da muhtemelen Perinçek’tir.

Burada asıl hedef Türk Ordusu olmakla birlikte Türkiye’de direnme ihtimali olan bütün kişi ve kurumlara yönelik bir baskı ve sindirme operasyonu faşizan yöntemlerle yürütülüyor.

Herkesin tanıdığı, toplumun önde gelen isimleri sabaha doğru yapılan baskınlarla evlerinden alınıp nezarete atılıyor. Bir kısmı tutuklanıyor, bir kısmı serbest bırakılıyor. Ama serbest bırakılanlar bir süre sonra tekrar alınıyor ve bu sefer tutuklanıyor. Tutuklu sayısı her operasyonda artarken, ortada iddianamenin “i”sinin bulunmaması da ayrı garabet.

Bu noktaya varılacağı
en başından belliydi

Aslında bu operasyon ilk başladığında işin bu noktaya varacağı belliydi. Söz konusu Ergenekon örgütü hep bir şekilde Ordu ile ilişkilendirilmeye çalışıldı ve bütün kurgu bunun üzerine yapıldı. Her gözaltı dalgasında rütbeler arttı ve en üst rütbeye kadar gelindi.

TÜRKSOLU olarak Şubat 2008’de yayınladığımız başyazıda “Bu İş Şemdinli’de Biter” dediğimizde; “Yok canım, daha neler!” diyen çevreler şimdi büyük şaşkınlık yaşıyor.

Öngörümüz sayesinde bizler şaşkınlık yaşamadık ama bizim dışımızda şaşırmayan bir kesim daha vardı: Kürt-İslamcılar!

2 Temmuz tarihli gazete manşetleri bu tabloyu açık seçik ortaya koyuyor.

Doğan medyası ve Karamehmet’in Akşam’ı şok geçiren taraftı. Hürriyet, “En Büyük Gözaltı” manşetiyle çıkarken Milliyet, “Paşalara Baskın” manşetini attı.

Doğan Grubu içinde hiç kuşkusuz en şaşkını Vatan’dı. Vatan gazetesi “Ne Ülke Ama” manşetini atarken logonun yanında “iki eski kudretli komutana Ergenekon gözaltısı” yazısı dikkati çekiyordu.

Doğan Grubu içinde şaşırmayan bir tek Radikal gazetesiydi. Radikal; “Nihayet Bazı Büyük Balıklar” diye manşet atarak sevincini dile getirdi.

Yine şaşıranlardan Akşam gazetesi; “Üçüncü Dalgada İki Orgeneral” manşetini attı.

Operasyonun önemli piyonlarından biri olan Taraf gazetesi; “Darbeci Paşalar Gözaltında” manşetiyle diğer Kürt-İslamcıları bile kıskandırdı. Sabah, “Orduevinde Gözaltı” başlığını atarken; Star, “Darbe Temizliği”, Vakit, “Deştikçe Derinleşiyor” manşetiyle çıktı. Yeni Şafak, “Sarıkız’a Darbe” derken; Bugün de, “Ayışığı’na Darbe” dedi. Zaman ise “Ergenekon’da Büyük Gözaltı” manşetini attı. Ama Zaman’ınki Hürriyet gibi şaşkınlıktan değil, klasik yöntemi olan doğrudan çatışmama çizgisinden kaynaklanıyordu.

En zavallı durumda olanlar ise Birgün ve Evrensel tayfasıydı. Bu arkadaşlar farklı bir âlemde yaşadıkları için durumun tam olarak ne olduğunu bile kavrayamadılar. Hatta Alper Görmüş, Taraf’taki köşesinde etkili yayın yapamadığı için Birgün’ü azarladı.

Sürdürülen operasyon kendilerine de kapsadığı için Cumhuriyet gazetesi açıktan karşı çıkmaya çalıştı. İlk günkü manşetleri “Büyük Gözdağı” idi. Yine Sözcü gazetesi de Hurşit Tolon’a yapılan muameleyi manşetine taşıyarak “Apo’yu Bile Böyle Götürmediler” diye manşet attı.

Doğan ve Karamehmet’i korku sardı

Söz basından açılmışken, Ergenekon operasyonu ile hedef tahtasına oturtulan iki medya grubundan da bahsetmeden geçmeyelim. Bunlardan biri Aydın Doğan medyası. Diğeri ise Mehmet Emin Karamehmet’in sahibi olduğu Akşam ve Tercüman gazeteleri.

Özellikle son dönemde AKP’ye karşı muhalefet yürüten Aydın Doğan topun ağzına kondu. Şimdiye kadar kendilerine dokunulmadığı için rahat gözüken Doğan Grubu, sıranın kendilerine geldiğini anladığından olacak gözaltılar üzerine eleştiren haberler yapmaya çalışıyor.

Hatta öyle ki, Radikal gazetesi bile “Nihayet Bazı Büyük Balıklar” diye sevinç naraları atarak karşıladığı gözaltılardan çok değil üç gün sonra güya etkili bir AKP’linin ağzından “Operasyon Elimizde Pimi Çekili Bomba” manşetiyle çıkıyordu.

Ancak burada esas korkuyu yaşayanın Amiral Gemisi(?) olduğunu hemen belirtelim. İlk operasyonlarda sesini soluğunu pek çıkarmayan Hürriyet, son operasyonda iyiden iyiye muhalif bir tarz tutturmaya başladı.

Mesela Hürriyet yazarlarından Yalçın Doğan, 2 Temmuz günü, bir önceki günkü gözaltıları şöyle değerlendiriyordu:

“Milyonlarca ilgisiz kişi dün aynı kaygıda birleşiyor. ‘Benim başıma da bir şey gelir mi’ korkusu. Bunun adı, faşizmin kitle ruhu. AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta. Kapatma davasına AKP rövanşı. Aniden iki miting. AKP’ye yakın bir sivil toplum örgütü, Malatya ve İstanbul’da aniden miting düzenliyor. ‘Darbeye Hayır’ mitingleri. Bayram değil, seyran değil, sanki Türkiye’de birileri darbe hazırlığında ve bu mitinglerle o hazırlık gün ışığına çıkartılıyor. Ve dün sabah bir yılı aşkın süredir ortada dolaşan ve ne olduğu hâlâ bilinmeyen Ergenekon örgütü çerçevesinde anlı şanlı emekli generaller, Sinan Aygün gibi işadamları ve gazeteciler gözaltına alınıyor. 1944 Turancılar, 1951 komünistler, askeri darbe dönemlerinde yaşanan toplu gözaltıları anımsatan, tarihe geçecek bir uygulama. Dünkü uygulamanın da, bir adı var. 2008, AKP karşıtı ulusalcılara gözaltı. Kapatma davasının rövanşını AKP fena halde alıyor. Koca bir ülkeyi çok sancılı bir maceranın kucağına atmaktan çekinmiyor.”

Yine Yalçın Doğan iki gün sonra aylardır tutuklu bulunan kişilerin AİHM’e başvurmaları halinde Türkiye’nin çok büyük para cezaları ödeyeceğini söyleyerek AKP’yi korkutmaya çalışıyordu.

Yine Hürriyet yazarlarından Erdal Sağlam ise meseleye tam da kendi açılarından yaklaşıyordu. Yazısının başlığı bile yeterdi: “Bitmeyen İddianame Artık İş Alemine de Tehdit.”

Özetle şöyle diyordu:

“Ergenekon davası adı altında neredeyse tüm kesimlerin kapsama girdiği gözleniyor. Bir anlamda bu dava nedeniyle tüm kesimler töhmet altında kalıyor. Bazı kesimlerde ise bu dava bahane edilerek ‘kendilerinin tehdit edildiği’ hissi doğmaya başladı.”

Bu kesimlerden biri de hiç kuşkusuz sevgili patronları Aydın Doğan.

Gözaltılar ve sorgular sırasında Perinçek-Doğan bağlantısı da kurulduğuna göre Aydın Doğan korkmakta haklı.

Olay şu: Tuncay Güney’in ifadelerine göre Radikal gazetesi “Nerede Faili Meçhul Orada Veli Küçük” manşetiyle çıkınca Veli Küçük, “Perinçek gitsin Aydın Doğan ile görüşsün” der. Bunun üzerine Perinçek, Aydın Doğan ile görüşmeye gider. Perinçek’i kapıda karşılayan Aydın Doğan, Radikal’e karışamayacağını ama Milliyet’te haber yapmamaya gayret edeceğini söyler.

Ergenekon Operasyonu’nda her dalgada bir İşçi Partisi mensubunun tutuklandığı ve Perinçek’in kilit rolü dikkate alındığında Aydın Doğan’ın da geleceğinin pek parlak olmadığı söylenebilir.

Ama en acıklı durum Karamehmet’inki herhalde. Daha önceki baskınlardan birinde Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü gözaltına alınmış ve sorgulanarak serbest bırakılmıştı.

Son furyada ise yine aynı gruba bağlı Tercüman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi alındı ve sorgulandı. Üstelik kelepçe takılan tek kişi de Büyükçelebi idi. Hal böyle iken Karamehmet Grubu da kendine düşen payı alacak gibi görünüyor.

Hazır söz Güler Kömürcü’den açılmışken mutlu bir haber verelim. Güler Kömürcü geçtiğimiz hafta Ergenekon operasyonundan dolayı tutuklu bulunan eski binbaşı Zekeriya Öztürk ile hayatını birleştirdi. Kömürcü’nün dışarıdan mı içeriye yoksa içeriden mi dışarıya bilgi taşıyacağını siz kestirin!

Bu rahatsızlık özellikle gazetesinde kendini hissettirdi. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Serdar Turgut ilk gün olanların pek farkına varamamış olacak, “Komik Bir Gün” başlıklı bir yazı yazarak; “Ne olduğu anlaşılmayan örgütü deşifre etmek amaçlı bir dizi operasyon yapıldı dün” derken; Ankara Temsilcisi İsmail Küçükkaya da son operasyonu Rus ruletine benzetti. Küçükkaya özetle; “Ergenekon soruşturmasının çok daha yaygın siyasi ve hukuki sonuçlar doğuracağı kesindir. Bu dava, ‘bizim daha önce hiç görmediğimiz bir siyasi iklim’ oluşturdu. Gerilimi bu kadar tırmandırmanın kime, ne faydası var?” diye yazdı.

Küçükkaya’nın asıl içerlediği şey ise Ufuk Büyükçelebi’ye kelepçe takılmasıydı: “…Kelepçe ülkemizin ufkuna takılmıştır. Yaşadıklarımız, bir şiddet görüntüsü olarak otoriter sistemlerin baskı dönemlerini andırıyordu.”

Diğer yandan Oray Eğin de bir taraftan süreci sorgularken, bir taraftan da korktuğunu itiraf ediyordu:

“Sahi, birileri darbeyi mi kışkırtıyor? Ortada darbe ihtimali yokken, durup dururken bu mu gündeme getirilmek isteniyor? Hiç kimse darbe istemiyor, ama bir grup kendini bilmez “Darbeye Hayır” mitingi yaparak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Sanki birileri darbe yapacak. Ne diyebilirim ki? Korkuyorum. Sırf bu yazıyı yazdığım için bile sabaha karşı kapımın çalınacağından korkuyorum. Böyle olmayacağının garantisini kim verebilir ki?”

Görüldüğü üzere Şeriatçı medyanın karşısındaymış gibi konumlanan diğer iki medya grubunun durumu içler acısı. Başlarına geleceği tahmin ediyorlar ama artık iş işten geçmiş vaziyette. Yapacakları bir şey yok. O nedenle de boyunlarını uzatmış bekliyorlar.

Biz baştan kendilerini uyarmıştık “AKP’ye bu kadar fazla destek olmayın” diye. Bu çevreler de bazı şeyleri yaşayarak öğrenmek zorunda kalacak.

Senaryolarla boğulan gündem

Daha önceki gözaltılarda olduğu gibi bu kez de her gün yeni bir senaryo ile Ergenekon’un ne kadar tehlikeli bir örgüt olduğunun propagandası yapıldı. Ortaya öyle uçuk senaryolar atıldı ki bu senaryolara yazanların bile inanması pek olası değil.

Önce 7 Temmuz Kaos Planı diye bir şey yazıldı. 3 Temmuz günü Sabah, Radikal ve Star gazetelerinin manşetten verdiği habere göre, Şener Eruygur’un evinde ele geçen belgelere göre, 7 Temmuz günü darbe yapmak için start verilecekmiş.

Sabah gazetesinde yer alan haberde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) içine yerleştirilen polis muhbirinin verdiği bilgiler doğrultusunda ortaya çıkarılan darbe planı birkaç adımdan oluşuyor.

Buna göre birinci aşamada darbe için kaos ortamı oluşturulacak. 7 Temmuz tarihinde eş zamanlı ve “izinsiz” olarak “Yargıya Sahip Çık” mitingleri düzenlenecek. Mitinge katılanlarla polis karşı karşıya getirilecek ve çatışma ortamı yaratılacak. Polis laiklerle çatışıyor görüntüsü sergilenecek.

İkinci adım olarak Antalya’da gözaltına alınan ve “sahte Yeşil” olarak da bilinen Osman Gürbüz liderliğinde eski JİTEM’ci ve itirafçılardan oluşan 30 kişilik özel bir suikast timi tanınmış kişilere yönelik suikast girişimlerinde bulunacak. Ülke bir anda kan gölüne dönecek ve Ordu göreve çağırılacak.

Üçüncü adımda devreye medya mensupları giriyor. Mustafa Balbay ve Ufuk Büyükçelebi gibi gazeteciler, olayları abartılı bir şekilde vererek toplum üzerinde buhran yaratacaklar.

Ve sonra sahneye Sinan Aygün çıkacak. Aygün, düzenli olarak yayınlattığı anketlerde ekonominin her geçen gün kötüye gittiğinin propagandasını yapacak ve AKP’ye alternatif yeni bir parti oluşumuna gidecek.

Bununla da yetinmeyen Ergenekon, 30 Ağustos’ta toplanacak olan YAŞ’ı da etkilemeye çalışarak kendi düşüncelerine uygun komutanların etkin görevlere getirilmesi için çalışacak.

Son aşamada ise darbe gerçekleştirilecek.

Darbenin nasıl gerçekleşeceği ise Sabah’ta yazmıyor. Herhalde gizli muhbir bunu sadece amirlerine söylemiştir. Ancak bu iddia özellikle son dönemde sık sık bu tür iddialarla gündeme gelen Taraf’ta pek itibar görmedi.

Bir bomba da Taraf patlattı

Belki de bunun sebebi kendi ellerindeki “belge”ye daha fazla güvenmelerindendir. Tam Sabah’ın iddiasının gerçekleşmesinin beklendiği 7 Temmuz günü Taraf “Kod Adı Eldiven. Ergenekon’un Üçüncü Darbe Planı” manşetiyle çıktı.

Bu iddiaya göre belgeler Şener Eruygur’un orduevindeki “gizli” ofisinde ele geçirilmişti ve çok önemliydi.

Powerpoint sunumuyla birlikte Taraf’ın eline geçen darbe planı, Sarıkız ve Ayışığı’nın başarısız olması üzerine oluşturulmuş. İşin ilginci bu planda hiçbir şifrenin kullanılmamış olması. Darbe planında adı geçen bütün kişiler gerçek adlarıyla yer almışlar. Sanki Şener Eruygur, bu belge polisin eline geçerse cezaevinde yalnız kalmayayım diye her şeyi açık açık yazmış!

Taraf böylece istihbarat savaşlarında en önde olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu. Kontrgerillanın elinde Taraf gibi “cesur gazeteciler” varken zaten Sabah’a haltetmek düşerdi.

Bundan sonrası ise tamamen havada uçuşan duyumlar ve gizli tanıkların ifadelerinden oluşuyor.

Kürt-İslamcı medya çetesi öyle bir yarış içine girdi ki, kendilerine ulaşan her şeyi gerçekmiş gibi yazmaya başladılar. Önce Tolon Paşa’nın evinin kapısının kırılarak gözaltına alındığı ortaya atıldı. Daha sonra anlaşıldı ki Tolon’un kapısı kırılmamış.

Ondan sonrası ise büyük bir bilgi kirliliği ve kafa karışıklığı. Ergenekoncular Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya’ya suikast düzenleyecekti. Osman Gürbüz’ün başında olduğu suikast timi önemli kişileri öldürecekti. Ergenekoncular, Taksim’deki 1 Mayıs gösterilerini kana bulayacaklardı. Osman Gürbüz’ün Gazi olaylarıyla bağlantısı kuruldu. Necip Hablemitoğlu’nu Osman Gürbüz öldürttü.

Anlayacağınız memlekette ne kadar faili meçhul cinayet, karanlık olay varsa hepsini Ergenekoncular ve Osman Gürbüz yapmış. Son olarak Sivas katliamını da Ergenekon’a bağladılar.

Bomba iddialarından biri de Ergenekon’un DHKP-C ile anlaşıp Tayyip’e suikast düzenlemek istediği idi. İşin komik tarafı Şeriatçı medya bu haberi verirken bile atmanın ölçüsünü tutturamadı. Bir gazete üç girişim derken diğer bir gazete yedi girişimden bahsediyordu.

Hilmi Özkök devreye giriyor

Ergenekon gözaltılarının, günün tabiriyle 6. dalganın, seyri ilk iki gün bu şekilde gitti. Böyle bir ortam doğal olarak toplumda varolan gerginliğin hat safhaya çıkmasına sebep oldu.

Bir taraftan muhalefet Gül’den arabuluculuk yapması için çağrıda bulunurken, diğer taraftan özellikle Ordu-hükümet gerginliklerinde ortaya çıkan ve yatıştıran adam pozlarına bürünen Hilmi Özkök sahneye çıkıyordu.

Emekli olması dört gözle beklenen Özkök, emekli olduktan sonra köşesine çekileceğini beyan ettiğinde Türk Milleti derin bir “oh” çekmişti. Ancak Özkök verdiği sözde bir türlü duramayarak kritik dönemlerde ortaya çıktı ve nedense hep AKP’nin yanında tavır aldı.

Türkiye Ergenekon operasyonu ile çalkalanırken yine gözler Özkök’e çevrildi. Söz konusu darbe teşebbüsleri Özkök’ün Genelkurmay döneminde yaşandığı için herkes ondan bir açıklama bekledi ama Özkök yaptığı her açıklamada kafaları biraz daha karıştırdı.

Milliyet gazetesinden Fikret Bila’ya demeç veren Özkök; “Son zamanlarda ülkemizde cereyan etmekte olan olaylar halkta büyük bir endişe yaratmıştır. Kurumlar arası tesanüdü (uyumu) kimin sağlayacağı Anayasa’da açıkça belirlenmiştir. İhtiraslar bir kenara bırakılarak kötü gidiş özveriyle düzeltilmelidir. Halkın acı çekmemesi için verilecek tavizler koltuklarımızdan çok daha değerlidir” diye konuştu.

Özkök açıklamayı yapınca gözler hemen Gül’e döndü. Normal şartlar altında bu uyumu sağlaması gereken kişi Anayasa gereği cumhurbaşkanıdır. Ancak Gül’ün de bu konuda taraf olduğu düşünülürse, Özkök’ün açıklamalarından kastının Gül olmadığı pek ala söylenebilir.

Özkök’ün bildiği bir şey mi var?

Söz konusu darbe günlükleri ile ilgili de çok ilginç açıklamalarda bulunan Özkök, günlükleri bir türlü net olarak yalanlamazken birbiriyle çelişen açıklamalar yaptı. Günlüklerle ilgili olarak önce “Var da diyemem, yok da diyemem” diyen Özkök, bir-iki gün sonra ise; “Amiral yok dediyse ona itibar etmek gereklidir” şeklinde bir açıklama yaptı.

Zaman zaman verdiği demeçlerle hükümete yol da gösteren Özkök, mevzubahis kendisi olunca ise yorum yapmaktan kaçınıyor. Son olarak darbe günlükleriyle ilgili savcılık tarafından bilgisine başvurulmak icap ederse tavrının ne olacağı konusunda sorulan sorulara; “Günü geldiğinde, böyle bir talep olduğunda düşünürüz” şeklinde cevap veren Özkök şunu da eklemeyi ihmal etmiyor: “Hukuki mekanizmayı bilmiyorum. Eğer benim Genelkurmay Başkanlığı dönemimle ilgili bir tanıklık istenecekse, o zaman belki Genelkurmay’ın devreye girmesi gerekebilir. Tanıklık için Genelkurmay’a başvurmaları gerekebilir. Genelkurmay Adli Müşavirliği bir değerlendirme yapar, ona göre hareket edilir diye düşünüyorum. Ama dediğim gibi, hukuki mekanizmayı da tam bilmiyorum. Ben hukukçu değilim. Bunları da tahmini olarak söylüyorum. İncelemiş değilim.”

Bunun için pek öyle bir hukuk bilgisine ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz. Sonuçta bugün Özkök sivil bir vatandaştır ve emekli orgenerallerin gözaltına alındığı bir ülkede Özkök’ün tanıklığı için Genelkurmay Başkanlığı’ndan kimse izin falan istemez.

Özellikle Özkök’ün son açıklamaları hayli ilginç. Operasyon ve gözaltına alınan orgenerallerle ilgili olarak; “Komutanlar, arkadaşlarımız. Durumlarına çok üzülüyorum. Asker arkadaşlarımın bir an önce bu süreçten tertemiz çıkmalarını istiyorum ve diliyorum. Bir an önce sonuçlanmasını diliyorum. Çünkü uzun süre, kişilerin de kurumların da töhmet altında kalmaları doğru bir şey değil. Ceza da varsa, cezayı çekmek de insanı rahatlatır. Ünlü ‘Suç ve Ceza’ romanı, bu psikolojiyi çok iyi anlatır, biliyorsunuz” şeklinde bir açıklama yapan Özkök aslında bir anlamda “Bu arkadaşlar suçludur ve cezalarını çekerek rahatlayabilirler” demeye getiriyor.

Bu konu ile ilgili son iddia ise oldukça dikkate değer. Aktüel dergisinin yayınladığı bir habere göre Özkök, Genelkurmay başkanı olduğu dönemde, Şener Eruygur bir tür darbe teşebbüsünde bulunmaya çalışmıştı. Hatta Özkök’ün telefonlarının bile Eruygur ekibi tarafından dinlendiği iddia ediliyor.

Ancak bu girişimin farkına varan Özkök de altta kalmayarak Eruygur’un Jandarma Genel Komutanlığı Karargahındaki toplantı odasını izlemeye aldırmış. Bu işler iyice ayyuka çıktığında da bir gün Özkök, Eruygur’u Genelkurmay Başkanlığı’na çağırarak toplantı görüntülerini izletmiş. O andan itibaren söz konusu darbe oluşumu dağılmış.

Bunlar gerçekten de çok ciddi iddialar. Hele hele bunların bir de görüntüleri var. Bu iddia ile birlikte düşünüldüğünde Özkök’ün “ceza çekmek rahatlatır” açıklaması aslında çok ciddi mesajlar içeriyor.

Muhalefet cephesinde durum ne?

Operasyonların genişletilerek sürdürüldüğü haberi kamuoyu ile paylaşılır paylaşılmaz muhalefet ağız birliği etmişçesine “korku imparatorluğu kurulmaya çalışılıyor” yorumunu yaptı.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konu ile ilgili yorumları sürekli değişkenlik gösterdiği için esaslı bir tavır alamadı. Bir gün gözaltına alınanları savunan Baykal, ertesi gün AKP’yi yatıştırmaya çalışıyordu. Hele hele geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında sarf ettiği sözler muhalefetin psikolojisini ortaya koyan en önemli göstergelerden biriydi.

Baykal programda şöyle dedi; “Kimse telaş etmesin. Türkiye buradan çıkar. Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla yeni bir Türkiye çıkacak. Dava reddedilirse AKP ferahlayacak. Davayla hesaplaşma ihtiyacı ortadan kalkacak. Türkiye siyasetinin iç gerilimi ferahlayacak. Bugüne kadarki uygulamalarından ders alacaklar. Savunma öyle söylemiyor ama buradan bir umut bulmaya çalışıyorum.”

Baykal’a sormak isteriz. AKP’nin mahkeme kapılarından dönen bir sürü icraatı var. Onlardan herhangi biri için Tayyip ya da herhangi bir AKP’li bugüne kadar pişmanlık duyup geri adım attı mı?

Hâlâ AKP’nin kapatılmamasını savunmanın mantıklı bir açıklaması olabilir mi?

MHP açısından durum biraz daha farklı. Bahçeli konu ile ilgili yaptığı ilk açıklamalarda klasik korku imparatorluğu teraneleri anlattı ama bu operasyondan sonra psikolojisi en çok bozulan Bahçeli olmuş.

Dava arkadaşlarına yazılı genelge yayınlayan Bahçeli, yine her zor zamanda olduğu gibi Türk Milletini yalnız bıraktı ve yandaşlarına itidal çağrısı yaptı.

Bundan sonrası ise Bahçeli açısından tam bir psikolojik çöküntüydü. Son yaptığı açıklamalardan birinde Türkiye’nin çökmekte olduğunu belirten Bahçeli; “Tıpkı ömrünü tamamlamak üzere olan bir köhne ülkenin fetret döneminin emarelerini göstermektedir” dedi.

Normalde Türk milliyetçiliğini şiar edinen bir hareketin bu kötü gidişatı tespit ederken bir taraftan da kurtuluş için direnme hazırlığına girişmesi gerekir. Nitekim Atatürk Nutuk’un başında Türkiye’nin içinde bulunduğu kötü durumu tasvir ettikten sonra kurtuluş için bir reçete sunar ama Bahçeli’de böyle bir irade olmadığı için sadece yakınıyor ve itidal çağrıları yaparak hazin sona hazırlanıyor.

Böylelikle kendi bahsettiği korku imparatorluğunun da ilk boyun eğeni yine kendisi oluyor.

Ordu düşmanları birleşti

İktidar cephesinde ise tam anlamıyla sevinç havası hâkim. AKP sonunda Türk Ordusu ile nihai hesaplaşmaya başladı. Yıllardır ABD ve AB ile birlikte yürüttükleri operasyon nihayete ermek üzere. Daha düne kadar yargı mensupları hakkında demediklerini bırakmayan AKP’liler, birdenbire yargıya saygıyı hatırladılar. Tayyip sanki savcı kendisiymiş gibi soruşturmanın evreleri hakkında basını bilgilendiriyor.

İktidar yandaşı medya gemi iyice azıya almış durumda. Hemen her gün askerle ilgili bir sürü ipe sapa gelmez iddia ortaya atılıyor. Gözaltındaki emekli askerler yargısız infaza tabi tutuluyor. Askerin polis tarafından gözaltına alınmış olması milat olarak kabul ediliyor.

AKP ve yandaşı medya Ordu’yu hedef alan bu harekâtta yalnız değil. Parlamento içinden ve dışından da Kürt-İslam yörüngesine giren çevreler AKP’ye inanılmaz bir destek veriyorlar.

Baş destekçilerden birincisi her zaman olduğu gibi DTP. Operasyonlar başlar başlamaz; “Sonuna kadar üzerine gidilmeli” tarzında açıklamalar yapan DTP’liler için yıllarca Güneydoğu’da hain teröre karşı mücadele etmiş komutanların derdest edilmesi büyük bir zaferdi.

Hukuk dışına çıkmış, çetelere bulaşmış, yasaları çiğneyerek toplum üzerinde baskı ve korku yaratmış kişilere, kim olursa olsun hukuk karşısında hesap sorulması gerektiğini vurgulayan Emine Ayna; “İnsanların kimlikleri hiç kimseye suç işleme özgürlüğü tanımaz. Kontrgerilla faaliyetlerinin ve örgütlenmesinin tümüyle ortaya çıkarılması için sonuna kadar üstüne gidilmesi konusunda bizler de konunun takipçisi olacağız” diye konuştu.

DTP’den sonra, belki de önce, en büyük desteği Ufuk Uras verdi. Meclis’e girdiği günden beri AKP’liden daha fazla AKP’ci olan Ufuk, darbe girişimlerinin Meclis tarafından araştırılması için gerekli 20 imzayı bularak bu alanda da AKP’lilerden daha atak olduğunu gösterdi.

Bir de Muhsin Yazıcıoğlu’nu unutmamak gerek: Hrant şairi Muhsin’i... Meclis’te basın toplantısı düzenleyen Yazıcıoğlu, her zaman demokrasi ve hukuk devletinin yanında olduğunu belirtti. Darbelerin hiçbir ülkeye hayır getirmediğini kaydederken, “Sarıkız” ve “Ayışığı” adı verilen teşebbüsleri Meclis gündemine taşıyacak olan Ufuk Uras’a destek vereceğini açıkladı. Böylece kutsal ittifak da tamamlanmış oldu.

Bundan sonra neler olabilir?

1 Temmuz sabahı başlayan Ergenekon Operasyonu’nun 6. dalgası ile ilgili son bir haftalık gelişmeler bunlar ve her geçen gün yeni sansasyonel haberler gelmeye devam ediyor. Bütün bu bilgi kirliliğinde geleceğe dair bir şeyler çıkarmak oldukça güçleşiyor.

TÜRKSOLU olarak en başından itibaren Ergenekon Operasyonu’nun Türk Ordusu’na yönelik bir bitirme operasyonu olduğunu ve hedefinin de Ordu’nun en üst kademesi olduğunu belirttik. Bugün süreç ne yazık ki bizim öngördüğümüz şekilde ilerliyor.

Bu operasyonun sonu ne olur tam olarak kestirmek mümkün değil ama şunu söyleyebiliriz ki Kürt-İslamcı CIA çetesi burada durmayacak. Bütün sinyaller bu yönde. Soruşturma ve operasyon birkaç kesime doğru genişleyebilir.

Bu kesimlerden biri hiç kuşkusuz Atatürkçü Düşünce Derneği. En son Özden Örnek’in günlüklerinin orijinalinin ADD’de bulunduğu yönünde haberler gelmeye başladı. Bu bakımdan soruşturmanın ADD yöneticilerini de kapsayarak genişletilmesi muhtemel.

Medya alanında bir genişleme beklenebilir. Cumhuriyet gazetesinden sonra Doğan Grubu ve Karamehmet Grubu’na yönelme ihtimalleri kuvvetli. Faşizm kendi toplumsal düzenini yaratacaksa bunu toplumun tüm kesimlerinde yapar.

Ancak işin en çetrefilli kısmı Ordu kademesi üzerinde yürütülecek olanı. Burada iki yönlü bir genişleme olması muhtemel.

Birincisi TÜRKSOLU’nun geçtiğimiz başyazısında Gökçe Fırat’ın öngördüğü gibi önceki Genelkurmay Başkanlarına dönük bir genişleme beklenebilir. Zaten iktidar yanlısı medyada bunun sinyalleri veriliyor. Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin, 9 Temmuz günü yazdığı yazıda açıktan (E) Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ismini verdi. Gerekçesi de darbeci komutanların o mevkilere gelmesindeki etkisiymiş.

Yine bir ikinci genişleme alanı olarak görevdeki komutanlara yönelik bir operasyon ihtimali. İktidara yakın gazetelerde bununla ilgili de yazılıp çizilmeye başlandı. 30 Ağustos’ta olmasa bile Aralık ayındaki YAŞ’ta bir temizlik harekatına girişmeleri muhtemel. Tabii Aralık’tan önce AKP’nin başına bir şey gelmezse.

Operasyonun gerçekleştirilmesinin hemen ertesi günü ABD Genelkurmay Başkanı Cartwright’in sessiz sedasız Ankara’ya gelmesi ve Genelkurmay İkinci Başkanı Ergun Saygun’la görüşmesi de gözden kaçırılmamalı. İran operasyonu öncesi Türkiye’nin ABD tarafından biçimlendirilmeye çalışıldığı günleri yaşıyoruz.

Bundan sonrası için yapacak tek bir şey var: Örgütlenmek. Ancak arkanızda halk varsa faşizme karşı çıkabilirsiniz. Çünkü faşizmi bir tek halk yener!

http://www.turksolu.org/195/isbecer195.htm http://www.turksolu.org/195/index.htm
 

HTML

Üst