AntidepresaN
New member
Tarihi süreçle şekillenen ulus-devlet, günümüz küreselleşmesi ile sorgulanır hale gelmiştir. Siyasi, ekonomik, kültürel ve ekolojik alandaki küresel süreçler, ulus-devletin işlevlerini yerine getirmesine, bazı açılardan engel olmaktadır. Küresel sistemin temel aktörü olarak ulus-devlet egemenliği tartışılmakta ve dünya jeopolitiğinde de hareketlilikler olmaktadır.
Giriş
Yeni dünya düzeni arayışında, siyasi ve mekânsal bir örgüt olan devlet, sıkça tartışılır hale gelmiştir. Bu noktada devlet, yeni düzen içerisinde nasıl bir sistem olarak kalacak, egemenlikleri mi sınırlanacak, ulus-devlet yapısı kaybolarak yeni bir örgütlenme mi ortaya çıkacak, yoksa ulus-devlet küresel sistemde yerini koruyacak mı? gibi sorular da bu tartışmaların temelinde yer almaktadır.
Küreselleşme, bir çok alanda etkisini hissettiren gelişmelerle yakından ilgilidir. İlk zamanlar ekonomik içeriği ön planda iken artık siyasi, kültürel, ekolojik içeriği ile de gündemde yerini almıştır . Bu da günümüz sanayisi, teknolojisi ve iletişim ile yakından ilgilidir.
Çağımız bilgi-iletişim çağı olarak değerlendirilmektedir. Bu da bilgiyi temel alan, değerlendiren ve kullanan teknoloji ve sanayilerle anlam kazanır. Başka bir ifadeyle, bilgi günümüzün temel belirleyicisi konumundadır. Özellikle ileri teknolojiye dayalı sanayi, biyo-teknoloji, haberleşme ve iletişimdeki hızlı gelişmeler; sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik yapılarda değişimleri gündeme getirmektedir.
Ulus-Devlet Tartışmalarına Neden Olan Gelişmeler
Günümüz devlet yapısı ulus-devlet temellidir. Dolayısıyla devletle ilgili tartışmalar ulus-devlet yapısına yöneliktir. Ulus-devletle ilgili tartışmalar, 1990’lı yıllardan sonra artmıştır.
Küreselleşme ulus-devlet tartışmaları devletin egemenliği, işleyişi, gücü, biçimi ve sorunları çözmedeki yeterliliği üzerine yoğunlaşmıştır. Tartışmaları başlatan en önemli gelişmeler, ulaşımın ve iletişimin çok hızlı sağlanması, sermayenin serbest dolaşımı, pazar şartları ve ulus-devlet sınırlarının rahatlıkla aşılması ile küresel örgütlerin yaygınlaşmasıdır. Çünkü yeni pazar ve sermaye şartları ile ulaşım ve iletişimde meydana gelen hızlı değişimler, devletin etkisini ve egemenliğini sorgulanır hale getirmiştir. Bugün birçok konuda, hem içte hem de dışta devletin egemenliği sınırlanmakta ve başka örgütler devletin egemenlikleri üzerinde insiyatife sahip olmaktadır.
Küreselleşmenin siyasal boyutunu oluşturan iki eğilim, ulus-devleti etkileyen gelişmeler olarak dikkat çeker; ulus-üstücülük veya üst milliyetçilik (supra-nationalizm) ve ulus-altıcılık veya alt milliyetçilik (infra-nationalizm) . Bu açıdan, küreselleşmenin içeriğine bakıldığında, ulus-devletin mevcut egemenliğine karşılık vardır. Çünkü küresel oluşumlarla, iki ayrı siyasi tepki ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle, aynı anda hem küresel, hem de yerel oluşumlar baş gösterir. Dolayısıyla, ulus-devletlerin, ulusal ekonomilerin, ulusal kültürel kimliklerin egemenliği döneminden, yeni bir döneme geçişin iki yüzü vardır: Küresel ve yerel . Bu noktada devlet, bir yandan bütünleşmeye doğru giden oluşumlarla, diğer yandan da parçalanma ve ayrılıklarla karşı karşıya kalmaktadır. AB, NAFTA ve GATT daha fazla bütünleşmeye yönelik, ulus üstücülüğü hızlandıran oluşumları örneklendirir. Bütünleşme eğilimlerine tepki olarak, ulus-devlet yapıları içinde, bağımsızlık, özerklik ya da daha fazla egemenlik elde etmek amacını güden yerel akımlar da vardır. Dünyanın bir çok bölgesinde; Arnavutlar, Çeçenler, Boşnaklar veya Kanada, İngiltere, Fransa ve İtalya'da olduğu gibi, mevcut devletler içinde daha fazla bağımsızlığa ulaşmak için mücadele eden yerel gruplar gibi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan, bölgesel güç blokları, küresel ekonomik şirketler ve küresel iletişim sistemlerindeki hızlı gelişmeler, karşılıklı bağlılıkları artırmıştır. İlk etapta komünist ve kapitalist (Doğu ve Batı blokları) iki büyük blok Avrupa’da ve başka bölgelerde karşı karşıya geldi. Bu kutuplaşmaya bağlı olarak Latin Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’da daha zayıf bölgesel bloklar oluştu. Ancak bu yeni bloklar askeri ve ekonomik açıdan, bu iki esas blokla bağımlılıklarını sürdürdüler. Bu durum 1970’ler ve 1980’lerde, blok mensuplarının (Batı Almanya, Japonya ve Çin) ekonomik ve siyasi güçlerinden, sonrada Avrupa Birliği yönündeki ilerlemeler ile glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikasının, gerek Sovyetler Birliği, gerekse Doğu Avrupa üzerindeki etkisinden dolayı yumuşamıştır. Dolayısıyla jeopolitik anlamda değişiklikler olmuş ve çok merkezliliğe doğru bir gidiş başlamıştır.
Ulus-devletle ilgili tartışmalara sebep olan diğer bir gelişme de, 1970'li yıllarda yaşanan ekonomik krizdir . Devlet harcamalarının fazlalığı, üretim ve verimliliği azalttığından, sermaye birikimi olumsuz etkilenmiş, kriz küresel hale gelmiştir. Bu nedenle, özellikle 1980'li yıllardan itibaren yeniden yapılanma hareketleri hız kazanmıştır. Bu yapılanma çerçevesinde devlet, ekonomideki ağırlığının azaltılması, özelleştirme, serbestleştirme ve kural koyma yetkisinin azaltılması gibi uygulamalarla zayıflatılmaktadır.Ancak bu yeniden yapılanma ve sermayenin rahat dolaşımına imkan veren gelişmeler, küreselleşmenin ulus-devlet yapısına etkileri bağlamında zıtlıklar ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu da gelişmiş ülkelerin devlet yapılarını güçlendirirken, gelişmekte olan ülkelerin devlet yapılarında, getirdikleri yük ve yaptırımlardan dolayı, çözücü etki yapmıştır.
Ekonomi alanında küresel şirketlerin gücünün giderek artması da devletin aşınımına sebep olmaktadır. Çok büyük bütçeleri, gelişmiş teknolojileri, bir kaç kıtada faaliyet göstermeleri ve kendi elemanlarının yanı sıra bulundukları yerdeki istihdam bakımından da, küresel şirketler ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda etkiye sahiptir. Bu şirketler aracılığıyla, gelişmişlik düzeyleri farklı olan devletler arasında bir hiyerarşi ve iş bölümü ortaya çıkmıştır. Merkez ve çevre devletler gibi.
Sermayenin serbest dolaşımını, güvenliğini ve kârını artırabilmek için, önemli engellerden biri olan devlet bu yönde aşındırılmaktadır. Çünkü sermayenin rahat dolaşımına, devlet sınırları ve bu sınırlar dahilinde devletlerin kural koyma gücü engel oluşturur. Bu durumda sermayenin uluslar ötesi yapıya kavuşması ve dünya çapında serbestçe dolaşabilmesi için, devletin yapısında değişiklik öngörülmektedir . Devleti zayıflatmak ve değiştirmek ise bir kaç yoldan gerçekleştirilebilir. Bunlardan biri, Avrupa Birliği, NAFTA ve Pasifik Birliği gibi bölgesel örgütlerle, devleti eritmektir. Diğer bir yöntem, devletlerin parçalanması ya da yok edilmesidir. Doğu Bloğu dağıldıktan sonra Doğu Almanya'nın Batı Almanya tarafından yutulması, Sovyetler Birliği'nin dağılması gibi. Diğer bir yol da, merkezi devletlerin gücünü kırmaktır. Bu da, devletlerin iç politikada kural koyma gücünü azaltarak, uluslar arası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası vb) politikalarına uymakla başarılabilir. Devleti zayıflatmanın diğer bir yolu, yerelleştirmeye gidilmesidir. Bu şekilde bölge yönetimleri kurularak, baskı yapmak daha kolay hale getirilmektedir. Avrupa Birliği'nde bu doğrultuda bazı gelişmeler vardır. Son olarak, özelleştirme yoluyla devletin yetkileri azaltılabilmektedir.
Ulus-devletlerin, milli ekonomi üzerindeki etkileri azalmıştır. Bu durum, 1960’lardan beri sayıları giderek artan küresel şirketler ve devlet dışı örgütlerin etkisiyle olmaktadır. Bunu şu rakamları vererek daha iyi gözler önüne serebiliriz. Devletlerden oluşan devletler arası teşkilatların (international governmental organization / IGO) sayısı 1951’de 123, 1990’larda bu sayı 400 dolaylarına çıkmıştır. Devletler dışı uluslar arası örgütlerin (Devletsiz örgütler / sivil toplum örgütleri – NGO / nongovernmental organizations) sayısı ise 1951’de 832’den, 1990’larda 5000’lere yükselmiştir.
Çevre/ekoloji ile ilgili konular da devletleri aşındırmaktadır. Çevre konusunda aşındırıcı etkileri ikiye ayırabiliriz: İlki devletin çoğu zaman bölgesel ve küresel çevre sorunlarını çözmede yetersiz kalmasıdır. İkincisi ise, giderek çevre bilinci ve duyarlılığının, dolayısıyla bununla ilgili toplumsal hareketlerin artmasıdır.
Bölgesel ve uluslar arası düzeyde ortaya çıkan çevre konuları, devlet sistemini tehdit etmektedir. Çünkü bu tarz çevre problemlerini çözmek, devletler seviyesinde mümkün olamamaktadır. Çevre problemlerinin özelliklerine bağlı olarak devlet, bazen yeterli ve etkili olurken bazen de küçük ve etkisiz kalmaktadır. Örneğin, küresel iklim değişiklikleri ve biyolojik çeşitlilikle ilgili olarak devlet yetersiz kalırken, küresel ve yerel sürdürülebilir planları geliştirme ve uygulama açısından devletler etkili olmaktadır. Bunlarla birlikte, dünyanın bir çok yerinde kentsel atıklar ve doku bozulması, orman tahribi, su kıtlığı gibi çevresel konular, devletlerin ekonomik ve sosyal yapılarını zayıflatarak aşınıma uğratmaktadır.
Ulus-devletin çözülmesine etki eden ve küresel etkileşimi artıran bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ve bunların yaygınlık kazanması da yeni düzenin şekillenişinde temel etkiye sahiptir. Bilişim sistemlerinin etki alanları ve karmaşıklığı, haberleşmenin sınırlandırılmasını imkansız kılmaktadır. Bu aynı zamanda, milli kültürün bölgesel kültürlere karışmasına ve küresel kültürün ortaya çıkmasına da zemin hazırlamaktadır .
Günümüzde Sovyetler Birliği dağılmış, Soğuk Savaş dönemi geride kalmış ve dekolonizasyon dönemi de sona ermek üzeredir. Hala, pek çok ülkedeki ulusal azınlıklar arasında özerk olmaya çalışan milliyetçi hareketler görülmektedir. Bu tarz hareketlerin hepsinin başarılı olması söz konusu değilse de, bazılarının başarıya ulaşmaları mümkündür ve bu yüzden yeni devletlerin oluşması da an meselesidir .Devlet tarihi bir oluşum olduğuna ve zamanla değişiklikler göstererek bugünkü halini aldığına göre, gelecekte de hem yeni devletler oluşacağını, hem de ekonomik, kültürel, teknolojik ve benzeri şartlardan dolayı günümüzdeki durumundan farklı özellikler kazanacağını belirtmek mümkündür. Ancak bu, ulus-devlet yapısının sona ereceği anlamına gelmez.
Tarihsel süreçte değişen faktörlere bağlı olarak devletin şekli ve işlevleri de değişmiştir. Ulus-devlet de bugünkü egemenliğini ve görevlerini zamanla kazanmıştır. Günümüzde de ulus-devletin, milli sınırlar içindeki yönetim ve yapılanması değişime uğramaktadır. Bu çerçevede, devlet ulus altı ve uluslar üstü birimlerle ortak hareket etmekte ve işbirliğine gitmektedir. Ulus-devlet yapısı teknolojik ilerlemeler, küresel pazarın oluşması, küresel vatandaşlık hakları ve devlet vatandaş ilişkisinde değişime zorlanmaktadır. Dolaysısıyla devlet, sadece biçim açısından değil, sorumlu tutulduğu insan hakları konusunda olduğu gibi, fonksiyon olarak da değişmektedir. Bu açıdan devletin egemenliği ve rolü, kısmen uluslar arası düzen tarafından belirlenmektedir. Böylece devletin amaçları ve uygulamaları, yalnızca ulusal sınırlarının veya çıkarlarının korunmasıyla sınırlı olmaktan çıkarak, daha büyük ve kapsayıcı bir sisteme bağlı hale gelmiştir. Bu nedenle devlet, giderek dışa açılmakta, ulusal sınırlar da akışkan, esnek bir nitelik kazanmaktadır .
Herhangi bir devletin küresel siyasal düzendeki etkisi, o devletin ekonomik gelişmişliği ile doğrudan bağlantılı olmakla beraber, aslında devletler güçlerini egemenlik yetkilerinden alırlar. Devletler ekonomik fonksiyonlarından öte, topraklarını başkalarından koruyan, ulusal kültürlerini geliştirmeye çalışan, diğer devletlerle stratejik-jeopolitik ilişkilere giren, küresel sistemde aktör olarak etkinlik göstermek gibi farklı egemenliklere sahiptir. Ancak, küreselleşmeye bağlı bu egemenlikler aşınıma uğramaktadır . Dolayısıyla küreselleşme bağlamında esas tartışılan, devlet egemenliğinin giderek sınırlandırılmasıdır.
Devletin uluslar arası arenada egemenliğinin azalmasında etkili olan faktörleri Held, devlet ve dünya sistemi arasındaki çelişki olarak nitelemektedir. Küreselleşmenin, devlet egemenliği ile ekonomik, siyasal ve kültürel yaşam arasında ciddi boşluklar ve çelişkiler yaratan bir süreç olarak ortaya çıktığını savunan Held, modern egemen devlet ile 21. yüzyıla giren dünya arasında çelişkiler olduğunu belirtmektedir. Held, devletin aşınması ile ilgili olarak, beş temel çelişkiden söz etmektedir . Bunlar:
1. Dünya ekonomisi içinde sermayenin küreselleşmesi, üretim, değişim ve dağıtım süreçleriyle siyasal alan arasında boşluğun artması ve devlet egemenliğini azaltması,
2. Bağımsız ve egemen devlet ilkesi ile hegemonik güçler ve iktidar blokları (başlarda, 1945-1989 Soğuk Savaş döneminde global politikaların ABD ve Sovyetler Birliği'ne endeks-lenmesi, ardından Avrupa Topluluğu ve NAFTA gibi bölgesel iktidar bloklarının belirmesi) arasında, egemen devleti giderek zayıflatan ve sınırlayan gelişmelerin olması,
3. 1945'den beri sayıları ve etkileri giderek artan IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası örgütler, bir yandan global bağların yoğunlaşmasına neden olurken, bir yandan da ulus-devletlerin karar alma süreçlerini etkileyebilmesi,
4. Uluslar arası hukukun devletler yanında bireyleri ve devletler dışı örgütleri özne olarak kabul etmesi, devlet egemenliğini sınırlayan başka bir oluşum olarak ortaya çıkması.
5. Global dinamiklerin giderek iç-dış politika ayrımını ortadan kaldırmasıdır.
Özetle hakim devletler sistemi, şu aşındırıcı faktörlerden dolayı sorgulanmaktadır; ilk olarak devlet nükleer silahlanma ve benzeri açılardan güvenliği sağlama kapasitesini kaybetmeye başlamıştır. İkinci olarak, ozon tabakasının delinmesi, asit yağmurları, küresel ısınma gibi çevresel sorunlar karşısında, atmosfer, okyanus ve doğal hayat gibi küresel ortak alanların korunmasını devletler sağlayamamaktadır. Farklı bir ifadeyle egemen ve bağımsız devletlerden oluşan sistem, çevreyi korumada başarılı olamamaktadır. Üçüncü olarak, ekonomik verimlilik ve etkinlikler çerçevesinde devlet, elverişli bir ortam sunamamaktadır. Özellikle hızlı sermaye, haber ve bilgi akışlarıyla ortaya çıkan etkileşim devlet egemenliğini azaltmıştır. Dördüncü olarak da kültür ve sosyal açıdan, NGO’ların gelişimine imkân veren ulusal ve uluslar ötesi yapılanmalar devleti sınırlandırmaktadır. Bu gelişmeler devletler arasındaki işbirliğini ve bağımlılığı artırmakla birlikte, ulus-devlet yapısının güçlenmesini de gerektirmektedir.
Yukarıda belirtilen aşındırıcı gelişmelere karşın devlet, küresel sistemde önemli ve halen ulus-devlet yapısının korunduğu bir forumdadır. Çünkü devlet, bir kurum olarak, ulusal ve uluslar arası düzende bir çok fonksiyonu yerine getirmekte, uluslar arası ilişkilerde kural koyucu, uygulayıcı ve yaptırım gücü olan temel aktördür. Bu bağlamda devletin, dışta ve içte olmak üzere iki önemli görevi olduğunu belirtmek gerekir. Dışta, vatandaşlarına gücü ölçüsünde, dış tehditlere karşılık güvenlik sağlamaktır. İçte ise bireyler, gruplar veya örgütler arasında hukuksal eşitlik, adalet ve huzuru tesis etmektir. Dolayısıyla devlet halen bir otorite merkezi, içte ve dışta meydana gelen gelişmelerin doğrudan muhatabı durumundadır. Aynı durum devletin ekonomik gücü açısından da geçerlidir. Çünkü ekonomik güçlerin sermayesine güvenli bir pazar sağlamak, ekonominin büyümesini gerçekleştirecek ortamı yaratmak ve buna katkıda bulunmak, ekonomik yaşamı düzenleyecek politikaları belirlemek ve gerekli kurumları oluşturmak gibi bir çok fonksiyonu devletler icra etmektedir. Yine çalışma imkânlarını ve asgari refahı sağlamak, eğitim, kültür ve sağlık düzeyini yükseltmek ve daha ileri bir seviyede topluma kavuşmak amacıyla yapılan çalışmaları da devlet yürütür .
ABD’nin hakimiyetinde şekillenen küreselleşme, Batılı ülkelerin de diğerleri üzerinde güç kullanmalarına imkân vermektedir. Buna bağlı olarak küreselleşme, bazı devletlerin hükümranlığını artırırken, bazılarınınkini de azaltan, devletler arası güç sistemini oluşturmaktadır . Bu bağlamda ulus-devlet, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeler için fonksiyonel bakımdan önemlidir. Gelişmiş ülkelerde, devletten beklenenler azalmak yerine artmaktadır. Zira ekonomik anlamda güçlü devletlerde kamu harcamaları artmıştır ; Örneğin, 1965 ve 1991 yıllarında ABD’de %19,4’ten %25,3, Almanya’da %24,2’den %32,5’e çıkmıştır. Alt yapının korunması, yeni teknolojik imkânları elde etmek, çevre sorunlarından korunma, tıbbi hizmetler, emeklilik, güvenlik gibi konularda devlete olan ihtiyaç, yüksek maliyet sebebiyle, giderek artmaktadır. Başka bir ifadeyle, gelişmiş ülkelerde ulus-devlet yapısı özenle korunmaktadır.
Ulus-devlet gelişmekte olan ülkeler için de önemlidir. İç ve dış güvenliği sağlamak, ekonomik kalkınma çabalarını koordine etmek, yönlendirmek, eğitim, sağlık, kültür gibi bir çok hizmetleri yerine getirmek bu devletler için önemlidir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin, ekonomik, siyasi ve kültürel içerikli bazı küresel yaptırımlara maruz kalmaları, ulus-devlet yapısını zora sokmaktadır.
Yaşayan devletlerin, yani günümüzde varolan devletlerin (yeni ve eski, zengin ve fakir, homojen ve heterojen, merkezi ve çevresel devletlerin), hepsi güçlerini ve egemenliklerini yavaş yavaş ve dikkati çekecek şekilde aşındıran, bir çok gelişmeden etkilenmektedir . Devletleri etkileyen ve aşınıma uğratan bu faktörler çoğunlukla küreselleşmeyi oluşturan süreçlerle ilgilidir.
Devleti aşındıran faktörleri aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
1. Yasa dışı (illegal) faaliyetlerin uluslar arası hale gelmesi: Uyuşturucu kaçakçılığı, terörizm, silah kaçakçılığı, korsanlık ve kara para aklama da dahil olmak üzere, tüm suçlar gittikçe artan bir şekilde, devletlerin otoritesinden kaçabilen ve bu otoriteleri göz ardı eden, uluslar arası mafyalar tarafından kontrol edilmektedir. Aynı durum daha az, fakat büyüyen oranlarda tarihi ve sanat eserleri ile nesli tükenmekte olan hayvan ve bitki türleri içinde geçerlidir. Bu tür faaliyetler interpolün (uluslar arası polis teşkilatı) güçlenmesine, devletler arasında bilginin ve suçluların alış-verişine ve milletler arası yaptırıma sahip mahkemelerin oluşmasına yol açmaktadır. Bir başka ifadeyle, büyüyen oranlarda ve bağlayıcı ortak çalışmaların oluşmasına katkıda bulunmaktadır.
2. Küresel sağlık problemleri: AIDS, tüberküloz, veba ve diğer bulaşıcı hastalıklar insanların gittikçe artan hareketlilikleri nedeniyle, hızla yayılış göstermektedir. Bu da, ulusal sağlık planlarını etkilemekte ve bozulmasına sebep olmaktadır. Böylece uluslar arası ilişkiler zorunlu hale gelmektedir. AIDS gibi özellikle öldürücü hastalıklar, yönetici ve toplumsal hizmetler konusunda yetersiz, hükümetleri zayıf olan ülkelerde uluslar arası yardımı zorunlu hale getirmektedir. Sağlık konularında uluslar arası yardıma ihtiyaç duyan, Afrika’daki ülkeler başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkede, hastalıklardan dolayı yaklaşık on genç insandan biri ölmektedir.
3. Küresel ekonomi: Pek çok küresel şirket, büyümekte, zengin olmakta ve bir çok devletten daha büyük ve daha bağımsız kararlar alabilmektedirler. Bu şirketlerin küresel pazarda etkili olmaları ve sermaye yatırımlarının serbest hareket edebilmesi, zamanla devletlerin kendi ekonomileri üzerindeki kontrolünü zayıflatmaktadır. Dünya Ticaret Teşkilatı, küresel ticarette bir otorite olmayı amaçlamaktadır. Ancak bunun karşısındaki en önemli engel ulus-devlettir. Ulus-devleti aşıp, küresel pazarı ve sermaye hareketliliğini sağlamak için, iki türlü yol izlenir: Birincisi küresel şirketler oluşturmak; ikincisi ise ulus-devletlerin yetkisini kırmak için yerel birimlerin özerkliklerini sağlamak ve bu amaçla uyumlu olarak bölgesel işbirliklerini teşvik etmektir.
4. İçteki güçlerin gerileyişi: Bir çok devlet, hükümet güçlerinin sorumluluğunun yerel devlet birimlerine dağıtılmasını kabul etmektedir. Etnik azınlıkların haklarının korunması, büyüyen iş dünyasının baskısı ve devlet giderlerinin artması gibi faktörler, yerel birimlere daha fazla yetki verilmesini sağlamaktadır. Bu da, ulus-devletin yetkilerini devretmesi, yani egemenliğinin sınırlanmasına neden olur.
5. Küresel kültür: Batı kültür unsurlarının hemen hemen her devlete hızlı tesiri, yerel kültürleri bozmakta, değiştirmekte ve kültürler arasındaki farkları da azaltmaktadır. Ülkeler arasında meydana gelen gönüllü veya gönülsüz büyük göçler de, kültürel ayrılıkları etki yapmaktadır.
6. Çevresel bozulma: Günümüzde ekolojik sorunlar da sınır tanımamakta, uluslar arası etki yaratmaktadır. Ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma gibi çevre sorunları, bütün gezegendeki şartları tamamen değiştirebilir. Mevcut sınır ötesi her türlü kirlilik ve her türlü atığın hareketliliği, sadece bir devletin başa çıkabileceğinin ötesinde, başlı başına ciddi bir problemdir. Uluslar arası çevre kanunları, sadece işbirliğini teşvik etmekle kalmayıp, kuralları ihlal edenleri de cezalandırmaktadır.
7. Devletlerin iç işlerine uluslar arası müdahaleler: Bu İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelere empoze edilen askeri baskı ve kontrollerle başlamış ve giderek, Güney Afrika’da olduğu gibi ırk ayrımcılığının, Irak’a müdahale veya insan haklarının ihlaline varan yaptırımlar şeklini almıştır.
8. Metropollerin önem kazanması: Metropoller aracılığıyla da ulus-devlet erozyona uğratılmaktadır. Alt ve üst yapı açısından donanımları artırılan metropoller, küresel hareketliliğin mekânı olmaktadır. Küresel olarak bir dizi kararın uygulanması, sermaye ve üretim hareketliliğinin en etkin merkezleri haline gelmeleri, ulus-devleti pek çok zaman devre dışı bırakmaktadır.
9. Bilim ve teknoloji: Oldukça gelişmiş ulaşım ve iletişim, bireyler ve gruplara, hükümetlere alternatif oluşumlar meydana getirme, uluslar arası sınırları göz ardı edebilen bağımsız kuruluşlar oluşturma imkânı tanımaktadır. Denizin ve uzayın kullanımı, çok karmaşık ve pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle, hiç bir devlet tek başına gelişmiş komplike faaliyetler yapamamaktadır. Bir devlet görevlisinden veya seçilmiş bir görevliden daha fazla etkili hale gelen bilgisayar, doğal olarak devlet yapılarında aşındırıcı etkiye sebep olmaktadır.
10. Devlet dışı organizasyonlar/gönüllü kuruluşlar (NGO) ve devletler arası teşkilatların (IGO) gelişimi: Geçen yirmi yıl içerisinde devletsiz organizasyonların (NGO) hızla arttığı görülür. Refah, bilgi ve vakıflarla birlikte, devletsiz organizasyonların sayısı da artmıştır. Bu organizasyonlar, ulusal ve uluslar arası politikaları etkilemeye başlamış, bir bakıma devletlerin güçlerini de azaltmışlardır. Bunun yanında, devletler arası teşkilatların sayısında da artışlar olmuştur. Pek çok devlet karar verme yetkilerini ve fonksiyonlarını devletler arası teşkilatlara verme ihtiyacını duymuştur.
11. Uluslar arası hukukun gelişimi: Küresel bağımlılığın artması devletlerin hukuk sistemlerini de etkileyerek, devletler üzerinde yaptırımı olan uluslar arası hukuk kurallarının gelişmesine neden olmuştur. Bu da bireyler, gruplar veya toplumları dikkate alan hukuk kurallarının oluşumuna imkân vererek, devlet egemenliğini sınırlamaktadır.
Sonuc
Küreselleşme ekonomik, siyasi, kültürel ve çevresel süreçlerle ilgili gelişmeler ile karşılıklı etki ve bağımlılığın artışına vurgu yapar. Bu açıdan küreselleşme ulus-devlet ilişkisine bakıldığında, ulus-devlet yapısının yok olmadığı, aksine korunması gerektiği söylenebilir. Çünkü küresel yaptırımlar, ancak sınırları belirlenmiş bir alanda ve belli bir ulus üzerinde güç kullanan ve egemenliğe sahip olan ulus-devletin varlığı ile mümkündür.
Küreselleşmeyle devlet bir çok açıdan aşınıma uğramakla birlikte, şunu belirtmek mümkündür; küresel sistem, kuralları uygulayan, güvenliği sağlayan ve gerektiğinde yaptırım gücü olan örgütle işleyebilir. Bu da ulus-devletle mümkündür. Başka bir ifadeyle ulus-devlet yapısı korunmaktadır. Ancak küresel gelişmeler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından, farklı şekilde yansımaktadır. Gelişmiş ülkeler ulus-devlet yapısı açısından bütünlüklerini daha da kuvvetlendirirken, gelişmekte olan ülkeler bu açıdan zor durumda kalmaktadır. Zira küreselleşmenin iki eksenini oluşturan bölgesel ve yerel gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerde, ulus-devleti zaman zaman zora sokmaktadır. Yeniden yapılanma amaçlı uygulamalar buna örnektir. Ayrıca küresel problemler karşısında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aynı sorumlulukla hareket etmeye zorlanmaları da, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik, siyasi, kültürel ve ekolojik açıdan daha fazla problem yaşamalarına neden olmaktadır.
Servet KARABAĞ
Kaynakça
• ARIBOĞAN, D.Ü., Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, (Uluslar arası İlişkilerde Güç Mücadelesi), 2. Basım, Der yayınları, İstanbul, 1997.
• BURGİ, N.-Golup, P.S., “Küreselleşme Gerçekten Ulus-Devletleri Lüzumsuz Hale Getirdi mi?”, Türkiye Günlüğü, Kış, Sayı 64, 2001.
• CAMİLLER, J.A.-Falk, J., The End Of Sovereignty? The Politics of a Shrinking and Fragmenting World, Edward Elger Publishing Limited, England, 1992.
• CHRİSTOPHER, A.J., The Atlas of States Change 1900-2000, John Wiley and Sons, New York, 1999.
• EROĞUL, C., Ulus-Devlet ve Küreselleşme, Küreselleşme, Der. I. Kansu, 3. basım, İmge yayınları, Ankara, 1997.
• ERÖZDEN, O., Ulus-devlet, Dost Kitabevi yayınları, Ankara, 1997.
• GLASSNER, M.I., Political Geography, Second Edition, John Wiley and Sons, New York, 1996.
• GÖNEY, S., Siyasi Coğrafya, Cilt II, İst. Üniv. Yayın no. 3820, Edebiyat Fak. Yay. No. 103, İstanbul, 1993.
• HACISALİHOĞLU, Y., Küreselleşme Mekânsal Etkileri ve İstanbul, Akademikdüzey yayınları, İstanbul, 2000
• HACISALİHOĞLU, Y., Yeni Dünya Düzeni Arayışı ve Türkiye, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2001.
• HALL, S., Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik, Kültür Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Der: A.D. King, (Çev. G. Seçkin-Ü.H. Yolsal), Bilim ve Sanat yayınları, Ankara, 1998.
• KAZGAN, G., Küreselleşme ve Ulus-devlet, Yeni Ekonomik Düzen, Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2000.
• SMİTH, A., Milli Kimlik, (Çev. B.S. Şener), 2. Baskı, İletişim yayınları, İstanbul, 1999.
• UYGUN, O., Federal Devlet, Temel İlkeler, Kurumlar ve Uygulama, Çınar yayınları, İstanbul, 1996.
• YÜKSEL, M., Küreselleşme Ulusal Hukuk ve Türkiye, Siyasal yayınları, Ankara, 2001.
Giriş
Yeni dünya düzeni arayışında, siyasi ve mekânsal bir örgüt olan devlet, sıkça tartışılır hale gelmiştir. Bu noktada devlet, yeni düzen içerisinde nasıl bir sistem olarak kalacak, egemenlikleri mi sınırlanacak, ulus-devlet yapısı kaybolarak yeni bir örgütlenme mi ortaya çıkacak, yoksa ulus-devlet küresel sistemde yerini koruyacak mı? gibi sorular da bu tartışmaların temelinde yer almaktadır.
Küreselleşme, bir çok alanda etkisini hissettiren gelişmelerle yakından ilgilidir. İlk zamanlar ekonomik içeriği ön planda iken artık siyasi, kültürel, ekolojik içeriği ile de gündemde yerini almıştır . Bu da günümüz sanayisi, teknolojisi ve iletişim ile yakından ilgilidir.
Çağımız bilgi-iletişim çağı olarak değerlendirilmektedir. Bu da bilgiyi temel alan, değerlendiren ve kullanan teknoloji ve sanayilerle anlam kazanır. Başka bir ifadeyle, bilgi günümüzün temel belirleyicisi konumundadır. Özellikle ileri teknolojiye dayalı sanayi, biyo-teknoloji, haberleşme ve iletişimdeki hızlı gelişmeler; sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik yapılarda değişimleri gündeme getirmektedir.
Ulus-Devlet Tartışmalarına Neden Olan Gelişmeler
Günümüz devlet yapısı ulus-devlet temellidir. Dolayısıyla devletle ilgili tartışmalar ulus-devlet yapısına yöneliktir. Ulus-devletle ilgili tartışmalar, 1990’lı yıllardan sonra artmıştır.
Küreselleşme ulus-devlet tartışmaları devletin egemenliği, işleyişi, gücü, biçimi ve sorunları çözmedeki yeterliliği üzerine yoğunlaşmıştır. Tartışmaları başlatan en önemli gelişmeler, ulaşımın ve iletişimin çok hızlı sağlanması, sermayenin serbest dolaşımı, pazar şartları ve ulus-devlet sınırlarının rahatlıkla aşılması ile küresel örgütlerin yaygınlaşmasıdır. Çünkü yeni pazar ve sermaye şartları ile ulaşım ve iletişimde meydana gelen hızlı değişimler, devletin etkisini ve egemenliğini sorgulanır hale getirmiştir. Bugün birçok konuda, hem içte hem de dışta devletin egemenliği sınırlanmakta ve başka örgütler devletin egemenlikleri üzerinde insiyatife sahip olmaktadır.
Küreselleşmenin siyasal boyutunu oluşturan iki eğilim, ulus-devleti etkileyen gelişmeler olarak dikkat çeker; ulus-üstücülük veya üst milliyetçilik (supra-nationalizm) ve ulus-altıcılık veya alt milliyetçilik (infra-nationalizm) . Bu açıdan, küreselleşmenin içeriğine bakıldığında, ulus-devletin mevcut egemenliğine karşılık vardır. Çünkü küresel oluşumlarla, iki ayrı siyasi tepki ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle, aynı anda hem küresel, hem de yerel oluşumlar baş gösterir. Dolayısıyla, ulus-devletlerin, ulusal ekonomilerin, ulusal kültürel kimliklerin egemenliği döneminden, yeni bir döneme geçişin iki yüzü vardır: Küresel ve yerel . Bu noktada devlet, bir yandan bütünleşmeye doğru giden oluşumlarla, diğer yandan da parçalanma ve ayrılıklarla karşı karşıya kalmaktadır. AB, NAFTA ve GATT daha fazla bütünleşmeye yönelik, ulus üstücülüğü hızlandıran oluşumları örneklendirir. Bütünleşme eğilimlerine tepki olarak, ulus-devlet yapıları içinde, bağımsızlık, özerklik ya da daha fazla egemenlik elde etmek amacını güden yerel akımlar da vardır. Dünyanın bir çok bölgesinde; Arnavutlar, Çeçenler, Boşnaklar veya Kanada, İngiltere, Fransa ve İtalya'da olduğu gibi, mevcut devletler içinde daha fazla bağımsızlığa ulaşmak için mücadele eden yerel gruplar gibi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan, bölgesel güç blokları, küresel ekonomik şirketler ve küresel iletişim sistemlerindeki hızlı gelişmeler, karşılıklı bağlılıkları artırmıştır. İlk etapta komünist ve kapitalist (Doğu ve Batı blokları) iki büyük blok Avrupa’da ve başka bölgelerde karşı karşıya geldi. Bu kutuplaşmaya bağlı olarak Latin Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’da daha zayıf bölgesel bloklar oluştu. Ancak bu yeni bloklar askeri ve ekonomik açıdan, bu iki esas blokla bağımlılıklarını sürdürdüler. Bu durum 1970’ler ve 1980’lerde, blok mensuplarının (Batı Almanya, Japonya ve Çin) ekonomik ve siyasi güçlerinden, sonrada Avrupa Birliği yönündeki ilerlemeler ile glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikasının, gerek Sovyetler Birliği, gerekse Doğu Avrupa üzerindeki etkisinden dolayı yumuşamıştır. Dolayısıyla jeopolitik anlamda değişiklikler olmuş ve çok merkezliliğe doğru bir gidiş başlamıştır.
Ulus-devletle ilgili tartışmalara sebep olan diğer bir gelişme de, 1970'li yıllarda yaşanan ekonomik krizdir . Devlet harcamalarının fazlalığı, üretim ve verimliliği azalttığından, sermaye birikimi olumsuz etkilenmiş, kriz küresel hale gelmiştir. Bu nedenle, özellikle 1980'li yıllardan itibaren yeniden yapılanma hareketleri hız kazanmıştır. Bu yapılanma çerçevesinde devlet, ekonomideki ağırlığının azaltılması, özelleştirme, serbestleştirme ve kural koyma yetkisinin azaltılması gibi uygulamalarla zayıflatılmaktadır.Ancak bu yeniden yapılanma ve sermayenin rahat dolaşımına imkan veren gelişmeler, küreselleşmenin ulus-devlet yapısına etkileri bağlamında zıtlıklar ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu da gelişmiş ülkelerin devlet yapılarını güçlendirirken, gelişmekte olan ülkelerin devlet yapılarında, getirdikleri yük ve yaptırımlardan dolayı, çözücü etki yapmıştır.
Ekonomi alanında küresel şirketlerin gücünün giderek artması da devletin aşınımına sebep olmaktadır. Çok büyük bütçeleri, gelişmiş teknolojileri, bir kaç kıtada faaliyet göstermeleri ve kendi elemanlarının yanı sıra bulundukları yerdeki istihdam bakımından da, küresel şirketler ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda etkiye sahiptir. Bu şirketler aracılığıyla, gelişmişlik düzeyleri farklı olan devletler arasında bir hiyerarşi ve iş bölümü ortaya çıkmıştır. Merkez ve çevre devletler gibi.
Sermayenin serbest dolaşımını, güvenliğini ve kârını artırabilmek için, önemli engellerden biri olan devlet bu yönde aşındırılmaktadır. Çünkü sermayenin rahat dolaşımına, devlet sınırları ve bu sınırlar dahilinde devletlerin kural koyma gücü engel oluşturur. Bu durumda sermayenin uluslar ötesi yapıya kavuşması ve dünya çapında serbestçe dolaşabilmesi için, devletin yapısında değişiklik öngörülmektedir . Devleti zayıflatmak ve değiştirmek ise bir kaç yoldan gerçekleştirilebilir. Bunlardan biri, Avrupa Birliği, NAFTA ve Pasifik Birliği gibi bölgesel örgütlerle, devleti eritmektir. Diğer bir yöntem, devletlerin parçalanması ya da yok edilmesidir. Doğu Bloğu dağıldıktan sonra Doğu Almanya'nın Batı Almanya tarafından yutulması, Sovyetler Birliği'nin dağılması gibi. Diğer bir yol da, merkezi devletlerin gücünü kırmaktır. Bu da, devletlerin iç politikada kural koyma gücünü azaltarak, uluslar arası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası vb) politikalarına uymakla başarılabilir. Devleti zayıflatmanın diğer bir yolu, yerelleştirmeye gidilmesidir. Bu şekilde bölge yönetimleri kurularak, baskı yapmak daha kolay hale getirilmektedir. Avrupa Birliği'nde bu doğrultuda bazı gelişmeler vardır. Son olarak, özelleştirme yoluyla devletin yetkileri azaltılabilmektedir.
Ulus-devletlerin, milli ekonomi üzerindeki etkileri azalmıştır. Bu durum, 1960’lardan beri sayıları giderek artan küresel şirketler ve devlet dışı örgütlerin etkisiyle olmaktadır. Bunu şu rakamları vererek daha iyi gözler önüne serebiliriz. Devletlerden oluşan devletler arası teşkilatların (international governmental organization / IGO) sayısı 1951’de 123, 1990’larda bu sayı 400 dolaylarına çıkmıştır. Devletler dışı uluslar arası örgütlerin (Devletsiz örgütler / sivil toplum örgütleri – NGO / nongovernmental organizations) sayısı ise 1951’de 832’den, 1990’larda 5000’lere yükselmiştir.
Çevre/ekoloji ile ilgili konular da devletleri aşındırmaktadır. Çevre konusunda aşındırıcı etkileri ikiye ayırabiliriz: İlki devletin çoğu zaman bölgesel ve küresel çevre sorunlarını çözmede yetersiz kalmasıdır. İkincisi ise, giderek çevre bilinci ve duyarlılığının, dolayısıyla bununla ilgili toplumsal hareketlerin artmasıdır.
Bölgesel ve uluslar arası düzeyde ortaya çıkan çevre konuları, devlet sistemini tehdit etmektedir. Çünkü bu tarz çevre problemlerini çözmek, devletler seviyesinde mümkün olamamaktadır. Çevre problemlerinin özelliklerine bağlı olarak devlet, bazen yeterli ve etkili olurken bazen de küçük ve etkisiz kalmaktadır. Örneğin, küresel iklim değişiklikleri ve biyolojik çeşitlilikle ilgili olarak devlet yetersiz kalırken, küresel ve yerel sürdürülebilir planları geliştirme ve uygulama açısından devletler etkili olmaktadır. Bunlarla birlikte, dünyanın bir çok yerinde kentsel atıklar ve doku bozulması, orman tahribi, su kıtlığı gibi çevresel konular, devletlerin ekonomik ve sosyal yapılarını zayıflatarak aşınıma uğratmaktadır.
Ulus-devletin çözülmesine etki eden ve küresel etkileşimi artıran bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ve bunların yaygınlık kazanması da yeni düzenin şekillenişinde temel etkiye sahiptir. Bilişim sistemlerinin etki alanları ve karmaşıklığı, haberleşmenin sınırlandırılmasını imkansız kılmaktadır. Bu aynı zamanda, milli kültürün bölgesel kültürlere karışmasına ve küresel kültürün ortaya çıkmasına da zemin hazırlamaktadır .
Günümüzde Sovyetler Birliği dağılmış, Soğuk Savaş dönemi geride kalmış ve dekolonizasyon dönemi de sona ermek üzeredir. Hala, pek çok ülkedeki ulusal azınlıklar arasında özerk olmaya çalışan milliyetçi hareketler görülmektedir. Bu tarz hareketlerin hepsinin başarılı olması söz konusu değilse de, bazılarının başarıya ulaşmaları mümkündür ve bu yüzden yeni devletlerin oluşması da an meselesidir .Devlet tarihi bir oluşum olduğuna ve zamanla değişiklikler göstererek bugünkü halini aldığına göre, gelecekte de hem yeni devletler oluşacağını, hem de ekonomik, kültürel, teknolojik ve benzeri şartlardan dolayı günümüzdeki durumundan farklı özellikler kazanacağını belirtmek mümkündür. Ancak bu, ulus-devlet yapısının sona ereceği anlamına gelmez.
Tarihsel süreçte değişen faktörlere bağlı olarak devletin şekli ve işlevleri de değişmiştir. Ulus-devlet de bugünkü egemenliğini ve görevlerini zamanla kazanmıştır. Günümüzde de ulus-devletin, milli sınırlar içindeki yönetim ve yapılanması değişime uğramaktadır. Bu çerçevede, devlet ulus altı ve uluslar üstü birimlerle ortak hareket etmekte ve işbirliğine gitmektedir. Ulus-devlet yapısı teknolojik ilerlemeler, küresel pazarın oluşması, küresel vatandaşlık hakları ve devlet vatandaş ilişkisinde değişime zorlanmaktadır. Dolaysısıyla devlet, sadece biçim açısından değil, sorumlu tutulduğu insan hakları konusunda olduğu gibi, fonksiyon olarak da değişmektedir. Bu açıdan devletin egemenliği ve rolü, kısmen uluslar arası düzen tarafından belirlenmektedir. Böylece devletin amaçları ve uygulamaları, yalnızca ulusal sınırlarının veya çıkarlarının korunmasıyla sınırlı olmaktan çıkarak, daha büyük ve kapsayıcı bir sisteme bağlı hale gelmiştir. Bu nedenle devlet, giderek dışa açılmakta, ulusal sınırlar da akışkan, esnek bir nitelik kazanmaktadır .
Herhangi bir devletin küresel siyasal düzendeki etkisi, o devletin ekonomik gelişmişliği ile doğrudan bağlantılı olmakla beraber, aslında devletler güçlerini egemenlik yetkilerinden alırlar. Devletler ekonomik fonksiyonlarından öte, topraklarını başkalarından koruyan, ulusal kültürlerini geliştirmeye çalışan, diğer devletlerle stratejik-jeopolitik ilişkilere giren, küresel sistemde aktör olarak etkinlik göstermek gibi farklı egemenliklere sahiptir. Ancak, küreselleşmeye bağlı bu egemenlikler aşınıma uğramaktadır . Dolayısıyla küreselleşme bağlamında esas tartışılan, devlet egemenliğinin giderek sınırlandırılmasıdır.
Devletin uluslar arası arenada egemenliğinin azalmasında etkili olan faktörleri Held, devlet ve dünya sistemi arasındaki çelişki olarak nitelemektedir. Küreselleşmenin, devlet egemenliği ile ekonomik, siyasal ve kültürel yaşam arasında ciddi boşluklar ve çelişkiler yaratan bir süreç olarak ortaya çıktığını savunan Held, modern egemen devlet ile 21. yüzyıla giren dünya arasında çelişkiler olduğunu belirtmektedir. Held, devletin aşınması ile ilgili olarak, beş temel çelişkiden söz etmektedir . Bunlar:
1. Dünya ekonomisi içinde sermayenin küreselleşmesi, üretim, değişim ve dağıtım süreçleriyle siyasal alan arasında boşluğun artması ve devlet egemenliğini azaltması,
2. Bağımsız ve egemen devlet ilkesi ile hegemonik güçler ve iktidar blokları (başlarda, 1945-1989 Soğuk Savaş döneminde global politikaların ABD ve Sovyetler Birliği'ne endeks-lenmesi, ardından Avrupa Topluluğu ve NAFTA gibi bölgesel iktidar bloklarının belirmesi) arasında, egemen devleti giderek zayıflatan ve sınırlayan gelişmelerin olması,
3. 1945'den beri sayıları ve etkileri giderek artan IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası örgütler, bir yandan global bağların yoğunlaşmasına neden olurken, bir yandan da ulus-devletlerin karar alma süreçlerini etkileyebilmesi,
4. Uluslar arası hukukun devletler yanında bireyleri ve devletler dışı örgütleri özne olarak kabul etmesi, devlet egemenliğini sınırlayan başka bir oluşum olarak ortaya çıkması.
5. Global dinamiklerin giderek iç-dış politika ayrımını ortadan kaldırmasıdır.
Özetle hakim devletler sistemi, şu aşındırıcı faktörlerden dolayı sorgulanmaktadır; ilk olarak devlet nükleer silahlanma ve benzeri açılardan güvenliği sağlama kapasitesini kaybetmeye başlamıştır. İkinci olarak, ozon tabakasının delinmesi, asit yağmurları, küresel ısınma gibi çevresel sorunlar karşısında, atmosfer, okyanus ve doğal hayat gibi küresel ortak alanların korunmasını devletler sağlayamamaktadır. Farklı bir ifadeyle egemen ve bağımsız devletlerden oluşan sistem, çevreyi korumada başarılı olamamaktadır. Üçüncü olarak, ekonomik verimlilik ve etkinlikler çerçevesinde devlet, elverişli bir ortam sunamamaktadır. Özellikle hızlı sermaye, haber ve bilgi akışlarıyla ortaya çıkan etkileşim devlet egemenliğini azaltmıştır. Dördüncü olarak da kültür ve sosyal açıdan, NGO’ların gelişimine imkân veren ulusal ve uluslar ötesi yapılanmalar devleti sınırlandırmaktadır. Bu gelişmeler devletler arasındaki işbirliğini ve bağımlılığı artırmakla birlikte, ulus-devlet yapısının güçlenmesini de gerektirmektedir.
Yukarıda belirtilen aşındırıcı gelişmelere karşın devlet, küresel sistemde önemli ve halen ulus-devlet yapısının korunduğu bir forumdadır. Çünkü devlet, bir kurum olarak, ulusal ve uluslar arası düzende bir çok fonksiyonu yerine getirmekte, uluslar arası ilişkilerde kural koyucu, uygulayıcı ve yaptırım gücü olan temel aktördür. Bu bağlamda devletin, dışta ve içte olmak üzere iki önemli görevi olduğunu belirtmek gerekir. Dışta, vatandaşlarına gücü ölçüsünde, dış tehditlere karşılık güvenlik sağlamaktır. İçte ise bireyler, gruplar veya örgütler arasında hukuksal eşitlik, adalet ve huzuru tesis etmektir. Dolayısıyla devlet halen bir otorite merkezi, içte ve dışta meydana gelen gelişmelerin doğrudan muhatabı durumundadır. Aynı durum devletin ekonomik gücü açısından da geçerlidir. Çünkü ekonomik güçlerin sermayesine güvenli bir pazar sağlamak, ekonominin büyümesini gerçekleştirecek ortamı yaratmak ve buna katkıda bulunmak, ekonomik yaşamı düzenleyecek politikaları belirlemek ve gerekli kurumları oluşturmak gibi bir çok fonksiyonu devletler icra etmektedir. Yine çalışma imkânlarını ve asgari refahı sağlamak, eğitim, kültür ve sağlık düzeyini yükseltmek ve daha ileri bir seviyede topluma kavuşmak amacıyla yapılan çalışmaları da devlet yürütür .
ABD’nin hakimiyetinde şekillenen küreselleşme, Batılı ülkelerin de diğerleri üzerinde güç kullanmalarına imkân vermektedir. Buna bağlı olarak küreselleşme, bazı devletlerin hükümranlığını artırırken, bazılarınınkini de azaltan, devletler arası güç sistemini oluşturmaktadır . Bu bağlamda ulus-devlet, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeler için fonksiyonel bakımdan önemlidir. Gelişmiş ülkelerde, devletten beklenenler azalmak yerine artmaktadır. Zira ekonomik anlamda güçlü devletlerde kamu harcamaları artmıştır ; Örneğin, 1965 ve 1991 yıllarında ABD’de %19,4’ten %25,3, Almanya’da %24,2’den %32,5’e çıkmıştır. Alt yapının korunması, yeni teknolojik imkânları elde etmek, çevre sorunlarından korunma, tıbbi hizmetler, emeklilik, güvenlik gibi konularda devlete olan ihtiyaç, yüksek maliyet sebebiyle, giderek artmaktadır. Başka bir ifadeyle, gelişmiş ülkelerde ulus-devlet yapısı özenle korunmaktadır.
Ulus-devlet gelişmekte olan ülkeler için de önemlidir. İç ve dış güvenliği sağlamak, ekonomik kalkınma çabalarını koordine etmek, yönlendirmek, eğitim, sağlık, kültür gibi bir çok hizmetleri yerine getirmek bu devletler için önemlidir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin, ekonomik, siyasi ve kültürel içerikli bazı küresel yaptırımlara maruz kalmaları, ulus-devlet yapısını zora sokmaktadır.
Yaşayan devletlerin, yani günümüzde varolan devletlerin (yeni ve eski, zengin ve fakir, homojen ve heterojen, merkezi ve çevresel devletlerin), hepsi güçlerini ve egemenliklerini yavaş yavaş ve dikkati çekecek şekilde aşındıran, bir çok gelişmeden etkilenmektedir . Devletleri etkileyen ve aşınıma uğratan bu faktörler çoğunlukla küreselleşmeyi oluşturan süreçlerle ilgilidir.
Devleti aşındıran faktörleri aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
1. Yasa dışı (illegal) faaliyetlerin uluslar arası hale gelmesi: Uyuşturucu kaçakçılığı, terörizm, silah kaçakçılığı, korsanlık ve kara para aklama da dahil olmak üzere, tüm suçlar gittikçe artan bir şekilde, devletlerin otoritesinden kaçabilen ve bu otoriteleri göz ardı eden, uluslar arası mafyalar tarafından kontrol edilmektedir. Aynı durum daha az, fakat büyüyen oranlarda tarihi ve sanat eserleri ile nesli tükenmekte olan hayvan ve bitki türleri içinde geçerlidir. Bu tür faaliyetler interpolün (uluslar arası polis teşkilatı) güçlenmesine, devletler arasında bilginin ve suçluların alış-verişine ve milletler arası yaptırıma sahip mahkemelerin oluşmasına yol açmaktadır. Bir başka ifadeyle, büyüyen oranlarda ve bağlayıcı ortak çalışmaların oluşmasına katkıda bulunmaktadır.
2. Küresel sağlık problemleri: AIDS, tüberküloz, veba ve diğer bulaşıcı hastalıklar insanların gittikçe artan hareketlilikleri nedeniyle, hızla yayılış göstermektedir. Bu da, ulusal sağlık planlarını etkilemekte ve bozulmasına sebep olmaktadır. Böylece uluslar arası ilişkiler zorunlu hale gelmektedir. AIDS gibi özellikle öldürücü hastalıklar, yönetici ve toplumsal hizmetler konusunda yetersiz, hükümetleri zayıf olan ülkelerde uluslar arası yardımı zorunlu hale getirmektedir. Sağlık konularında uluslar arası yardıma ihtiyaç duyan, Afrika’daki ülkeler başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkede, hastalıklardan dolayı yaklaşık on genç insandan biri ölmektedir.
3. Küresel ekonomi: Pek çok küresel şirket, büyümekte, zengin olmakta ve bir çok devletten daha büyük ve daha bağımsız kararlar alabilmektedirler. Bu şirketlerin küresel pazarda etkili olmaları ve sermaye yatırımlarının serbest hareket edebilmesi, zamanla devletlerin kendi ekonomileri üzerindeki kontrolünü zayıflatmaktadır. Dünya Ticaret Teşkilatı, küresel ticarette bir otorite olmayı amaçlamaktadır. Ancak bunun karşısındaki en önemli engel ulus-devlettir. Ulus-devleti aşıp, küresel pazarı ve sermaye hareketliliğini sağlamak için, iki türlü yol izlenir: Birincisi küresel şirketler oluşturmak; ikincisi ise ulus-devletlerin yetkisini kırmak için yerel birimlerin özerkliklerini sağlamak ve bu amaçla uyumlu olarak bölgesel işbirliklerini teşvik etmektir.
4. İçteki güçlerin gerileyişi: Bir çok devlet, hükümet güçlerinin sorumluluğunun yerel devlet birimlerine dağıtılmasını kabul etmektedir. Etnik azınlıkların haklarının korunması, büyüyen iş dünyasının baskısı ve devlet giderlerinin artması gibi faktörler, yerel birimlere daha fazla yetki verilmesini sağlamaktadır. Bu da, ulus-devletin yetkilerini devretmesi, yani egemenliğinin sınırlanmasına neden olur.
5. Küresel kültür: Batı kültür unsurlarının hemen hemen her devlete hızlı tesiri, yerel kültürleri bozmakta, değiştirmekte ve kültürler arasındaki farkları da azaltmaktadır. Ülkeler arasında meydana gelen gönüllü veya gönülsüz büyük göçler de, kültürel ayrılıkları etki yapmaktadır.
6. Çevresel bozulma: Günümüzde ekolojik sorunlar da sınır tanımamakta, uluslar arası etki yaratmaktadır. Ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma gibi çevre sorunları, bütün gezegendeki şartları tamamen değiştirebilir. Mevcut sınır ötesi her türlü kirlilik ve her türlü atığın hareketliliği, sadece bir devletin başa çıkabileceğinin ötesinde, başlı başına ciddi bir problemdir. Uluslar arası çevre kanunları, sadece işbirliğini teşvik etmekle kalmayıp, kuralları ihlal edenleri de cezalandırmaktadır.
7. Devletlerin iç işlerine uluslar arası müdahaleler: Bu İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelere empoze edilen askeri baskı ve kontrollerle başlamış ve giderek, Güney Afrika’da olduğu gibi ırk ayrımcılığının, Irak’a müdahale veya insan haklarının ihlaline varan yaptırımlar şeklini almıştır.
8. Metropollerin önem kazanması: Metropoller aracılığıyla da ulus-devlet erozyona uğratılmaktadır. Alt ve üst yapı açısından donanımları artırılan metropoller, küresel hareketliliğin mekânı olmaktadır. Küresel olarak bir dizi kararın uygulanması, sermaye ve üretim hareketliliğinin en etkin merkezleri haline gelmeleri, ulus-devleti pek çok zaman devre dışı bırakmaktadır.
9. Bilim ve teknoloji: Oldukça gelişmiş ulaşım ve iletişim, bireyler ve gruplara, hükümetlere alternatif oluşumlar meydana getirme, uluslar arası sınırları göz ardı edebilen bağımsız kuruluşlar oluşturma imkânı tanımaktadır. Denizin ve uzayın kullanımı, çok karmaşık ve pahalı hale gelmiştir. Bu nedenle, hiç bir devlet tek başına gelişmiş komplike faaliyetler yapamamaktadır. Bir devlet görevlisinden veya seçilmiş bir görevliden daha fazla etkili hale gelen bilgisayar, doğal olarak devlet yapılarında aşındırıcı etkiye sebep olmaktadır.
10. Devlet dışı organizasyonlar/gönüllü kuruluşlar (NGO) ve devletler arası teşkilatların (IGO) gelişimi: Geçen yirmi yıl içerisinde devletsiz organizasyonların (NGO) hızla arttığı görülür. Refah, bilgi ve vakıflarla birlikte, devletsiz organizasyonların sayısı da artmıştır. Bu organizasyonlar, ulusal ve uluslar arası politikaları etkilemeye başlamış, bir bakıma devletlerin güçlerini de azaltmışlardır. Bunun yanında, devletler arası teşkilatların sayısında da artışlar olmuştur. Pek çok devlet karar verme yetkilerini ve fonksiyonlarını devletler arası teşkilatlara verme ihtiyacını duymuştur.
11. Uluslar arası hukukun gelişimi: Küresel bağımlılığın artması devletlerin hukuk sistemlerini de etkileyerek, devletler üzerinde yaptırımı olan uluslar arası hukuk kurallarının gelişmesine neden olmuştur. Bu da bireyler, gruplar veya toplumları dikkate alan hukuk kurallarının oluşumuna imkân vererek, devlet egemenliğini sınırlamaktadır.
Sonuc
Küreselleşme ekonomik, siyasi, kültürel ve çevresel süreçlerle ilgili gelişmeler ile karşılıklı etki ve bağımlılığın artışına vurgu yapar. Bu açıdan küreselleşme ulus-devlet ilişkisine bakıldığında, ulus-devlet yapısının yok olmadığı, aksine korunması gerektiği söylenebilir. Çünkü küresel yaptırımlar, ancak sınırları belirlenmiş bir alanda ve belli bir ulus üzerinde güç kullanan ve egemenliğe sahip olan ulus-devletin varlığı ile mümkündür.
Küreselleşmeyle devlet bir çok açıdan aşınıma uğramakla birlikte, şunu belirtmek mümkündür; küresel sistem, kuralları uygulayan, güvenliği sağlayan ve gerektiğinde yaptırım gücü olan örgütle işleyebilir. Bu da ulus-devletle mümkündür. Başka bir ifadeyle ulus-devlet yapısı korunmaktadır. Ancak küresel gelişmeler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından, farklı şekilde yansımaktadır. Gelişmiş ülkeler ulus-devlet yapısı açısından bütünlüklerini daha da kuvvetlendirirken, gelişmekte olan ülkeler bu açıdan zor durumda kalmaktadır. Zira küreselleşmenin iki eksenini oluşturan bölgesel ve yerel gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerde, ulus-devleti zaman zaman zora sokmaktadır. Yeniden yapılanma amaçlı uygulamalar buna örnektir. Ayrıca küresel problemler karşısında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aynı sorumlulukla hareket etmeye zorlanmaları da, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik, siyasi, kültürel ve ekolojik açıdan daha fazla problem yaşamalarına neden olmaktadır.
Servet KARABAĞ
Kaynakça
• ARIBOĞAN, D.Ü., Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, (Uluslar arası İlişkilerde Güç Mücadelesi), 2. Basım, Der yayınları, İstanbul, 1997.
• BURGİ, N.-Golup, P.S., “Küreselleşme Gerçekten Ulus-Devletleri Lüzumsuz Hale Getirdi mi?”, Türkiye Günlüğü, Kış, Sayı 64, 2001.
• CAMİLLER, J.A.-Falk, J., The End Of Sovereignty? The Politics of a Shrinking and Fragmenting World, Edward Elger Publishing Limited, England, 1992.
• CHRİSTOPHER, A.J., The Atlas of States Change 1900-2000, John Wiley and Sons, New York, 1999.
• EROĞUL, C., Ulus-Devlet ve Küreselleşme, Küreselleşme, Der. I. Kansu, 3. basım, İmge yayınları, Ankara, 1997.
• ERÖZDEN, O., Ulus-devlet, Dost Kitabevi yayınları, Ankara, 1997.
• GLASSNER, M.I., Political Geography, Second Edition, John Wiley and Sons, New York, 1996.
• GÖNEY, S., Siyasi Coğrafya, Cilt II, İst. Üniv. Yayın no. 3820, Edebiyat Fak. Yay. No. 103, İstanbul, 1993.
• HACISALİHOĞLU, Y., Küreselleşme Mekânsal Etkileri ve İstanbul, Akademikdüzey yayınları, İstanbul, 2000
• HACISALİHOĞLU, Y., Yeni Dünya Düzeni Arayışı ve Türkiye, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2001.
• HALL, S., Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik, Kültür Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Der: A.D. King, (Çev. G. Seçkin-Ü.H. Yolsal), Bilim ve Sanat yayınları, Ankara, 1998.
• KAZGAN, G., Küreselleşme ve Ulus-devlet, Yeni Ekonomik Düzen, Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2000.
• SMİTH, A., Milli Kimlik, (Çev. B.S. Şener), 2. Baskı, İletişim yayınları, İstanbul, 1999.
• UYGUN, O., Federal Devlet, Temel İlkeler, Kurumlar ve Uygulama, Çınar yayınları, İstanbul, 1996.
• YÜKSEL, M., Küreselleşme Ulusal Hukuk ve Türkiye, Siyasal yayınları, Ankara, 2001.