Küresel Sürtükler

YaRpAK.

New member


Küresel Sürtükler

Sol ideoloji; ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda içinde bulunduğu, toplumsal yapıyı çağın gereklerine uygun olarak ileri taşımayı hedefleyen siyasal bir kavramdır. Bu değişimi gerçekleştirmek üzere devrimci bir yönelim, etkinlik ve tavır içinde yer alışı kaçınılmazdır. İlerici, devrimci siyasal ve örgütsel disiplinlerin geri kaldığı iddiasında bulundukları; ileriye taşımak istediği kurulu düzene muhalefeti ve eleştirileri sistematik bir örgü içinde, her alanda ve dünyanın her ülkesinde ana başlıklarıyla bellidir. Yönetim ele alındığında ise başarılması zorunlu olunan üretim, verimlilik, eşitlik, bölüşüm, adalet, ulusal ve uluslar arası düzeyde barış ortamının yaratılması; parasız sağlık, eğitim; barınma, konut, ulaştırma, haberleşme, alt yapı, güvenlik, en geniş düzeyde istihdam; çağdaşlaşma, aydınlanma, bilimsel-teknolojik ilerleme yönünde ortaya konulan hedefler, kamusal alan kapsamında değerlendirilir yada desteklenir. Kısaca kapitalizmin sömürü ve daha fazla kara dayalı politik tercihleri sonucu göz ardı ettiği bir çok alan ve sorunlara kitlesel çözüm önerileri geliştirilir.

Devrimci tavır, ülke içinde feodaliteye, yönetsel yapının oligarşik bir düzene kayışına karşı çıkar. Sermayenin tekelleşmesini dışlar, rant ekonomisine karşı üretken halk ekonomisini, üretim kültürünün yaygınlaşmasını zorunlu görür. Üretim-tüketim ilişkilerinin örgütlenmesi yoluyla zorunlu gereksinimleri içeren malların karşılanmasında acımasız kapitalizmin ezici etkilerinden halkın korunmasına destek verir. İthal ikame tüketim ekonomisini reddeder. Bu yolla ulusal kaynakların dışa aktarılmasını önleyici programlar önerir. Kendi çiftçisini, sanayisini, işçisini, zanaatkarını destekler, öz kaynaklarını devinime sokarak değerlendirir. Toplumsal gönenci eldeki sermaye ölçüsünde halkın geniş kesitlerine yaygınlaştırmaya çalışır.

Emperyalizmin fiili/olası saldırılarına karşı savunma ve güvenliğe önem verir, hazırlık yapar. Savunma ve güvenlik hedefleri savunmaya yönelik ve barışçıldır. Ulusal egemenlik ve yurt bağımsızlığı en geçerli/gerçekçi hedeftir. Dış siyasette emperyalizme karşı tam bağımsız bir çizgi izleyen sol siyasetin; iç siyasette en olumsuz karşıladığı yaklaşımlardan birisi de kategorik amaçlara ulaşmak için emperyalizmle işbirliği yoluna gidilmesidir. Onun maşalığıdır. Halkın ve yurdun çıkarlarına aykırı gelişen her tür işbirliği, ekonomik yada demokratik eksenli de olsa şiddetle kınanır. Muhalefette yada iktidarda olmasına, kendi konumuna bakılmaksızın, sol ideoloji, etnik temelde şovence, ırkçı istem ve ayrışmaları; dinsel-mezhepsel oluşumların toplum ve yaşamında etkinliğini hiç hoş karşılamaz. Aydınlama, bilimsellik ve akılcılık sürecine aykırı tüm etkileri mahkum eder. Bu nedenle içeriden karşı görüşlerce, dışarıdan emperyalist güç ve birliklerce, onların organlarınca içe kapanmakla, dünyadan kendini tecrit etmekle, dışlamakla; kimi zaman anti-demokratik yönetim ve yönelimde olmakla suçlanması, eleştirilere hedef olması evrensel demagojik yaklaşımlardır.

Öte yandan, feodal, kabile toplumundan, etnik çekirdek aile içerikli toplum yapısından, dinsel yapıya dayanan ümmet toplumundan, mezhep toplumundan, şehir ve koloni yal toplum düzeninden çağdaş ulusal toplum düzenine varış; sanayileşme, sosyalleşme, aydınlanma sürecinin ileri aşaması olarak genel kabul gören uygarlığın ileri bir aşamasıdır. Demokrasi, insan hakları; yasalar karşısında, ırksal, dinsel, mezhepsel, renksel, cinsel eşitlik; hukukun üstünlüğü, haklar, yetki verme ve sorumluluk yükleme, katılımcılık gibi yazılı belgelere dayandırılmış olgu ve kavramlar ise her ulusun kendi içindeki kategorik kesimlere uygulanması özlenen, istenen evrensel hukuk değerleri olarak öne çıkmış, benimsenmiştir. Uygarlığın ulaştığı son evrede “Ulus Devlet Modeli” geri değil ileri bir aşamadır.

Genel olarak “devlet” ise içerdiği toplumlar açısından karşılıklı korunma ve koruma aracıdır. Toplumlar için, ekonomik, siyasal, kültürel, askeri güvenlik sorunları, salgın hastalık ve doğal afetler karşısında; kısaca iç ve dış olumsuz etkilere karşı oluşturulan korumacı ve korunmacı bir örgütlenme biçimidir. Çağdaş devlet, önce kendi varlığını (içerdiği halkını, onun sahip olduğu ekonomik varlığını ve toprak bütünlüğünü, birliğini) sonra sahip olduğu, eytişim, etkileşim ve uzlaşma sonucu benimsediği kurulu düzenini, daha sonra olası her tür doğal, iç ve dış olumsuzluklara karşı kapsadığı toplum ve bireylerini koruyucu mekanizmaları ayrı ayrı kurgular ve geliştirir.Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya ulusları ve toplumları içinde; karşılamak zorunda kaldığı saldırılar, geçirdiği dönüşümler, tarihi gelişim açısından çok daha özel bir yere sahiptir. Kurucuların ülke gerçeklerini çok büyük özenle saptamaları sonucu, teorik/dogmatik kalıplara dayandırmadan çok özgün bir modele yönelmeleri yadırganacak bir tutum değil; tarihsel gelişim ve yaşanan sürecin gereği ve sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Ne acıdır, siyasal yelpazemizde seksenli yıllarda başlayan emperyalizmin yükselen argümanları; Transformasyon, Liberalleşme, Globalleşme, Küreselleşme kavramları desteğinde yürütülen zincirleme emperyalist dönüşüm sürecine koşut olarak ülkemizde kimi sol kesimler kendisini bu halkalara eklemleyerek arızalı bir yön arayışına girmiştir. Devlet, Ulusal Bağımsızlık, Egemenlik, Ulusal Birlik, Yurt Bütünlüğü, Eşit Yurttaşlık, Kitlesel Dayanışma, Yurtseverlik.. gibi devrimci terminolojinin itici gücü kavramları yadsıyan, küçümseyen, hatta gerici kavramlar olarak niteleyen yeni, sol ideolojik orijinlere aykırı, politik bir alan yaratmışlardır. Kitlesel dayanışma, savaşım ve kitlesel kurtuluşu dışlayan etnik, dinsel ve mezhepsel azınlık ve ayrışmayı savunan, gerici ve bölücü unsurları saymazsak, kendisini daha ileri olarak tanımlayan uç solun düştüğü acze ve açmaza; Cumhuriyetçi-Yurtsever-Halkçı-Devrimci-Laik/Aydınlanmacı-Devlet modeline, Atatürk ve Silah arkadaşlarına olumsuz yaklaşımları yanında , Marks-Lenin-Mao…gibi anti-emperyalist/anti-kapitalist çığır açmış liderlere tapınma düzeyinde sarılış; Kastro-Cavez-Morales…gibi günümüz acımasız kapitalizmi ve işgalci emperyalizme karşı savaşım veren yurtsever, anti-emperyalist liderlere duyulan sempati boşlukta kalmaktadır. Bu kavrayış ve yaklaşım Anadolu/Türk devrimini derinlemesine inceleyen ve esinlenen, bu gün yaşayan yurtsever liderlere derin acı verir. Onlar verdikleri savaşımın kendi yaşamları ile sınırlı olma olasılığını da bilerek, Atatürk gibi köktenci ve köklü bir eser bırakamayışın sancılarını duyarak her fırsatta ona hayranlıklarını hiçbir komplekse kapılmadan dile getirmeyi devrimci bir görev saymaktadırlar. Bu gerçek, Küba’nın Başkenti Havana’nın göbeğindeki Atatürk Anıtı ile dışa vurulmuştur. Hem de tüm Latin Amerika devrimci liderlerinin gidip elini öptüğü(ki Amerika’nın burnunun dibinde bu savaşımı sürdüren eli öpülesi) Küba Lideri Fidel Kastro tarafından dikilerek.. Castro, 1996 yılında Türkiye’den giden gazetecilerin, “ Türkiye’de sol gençliğin Che ve kendisini örnek aldığını” övgüyle aktaran “ne diyorsunuz” şeklindeki sorusunu anladığı anda yarıda keserek yanıtlamaya başlıyor: Teşekkür ederim. Türk gençliği kendisine başka önder aramasın. Devrimci Mustafa Kemal Atatürk varken, başka liderlere özenmeyin, Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Bandırma gemisiyle Samsun'a çıktı. Anadolu'dan emperyalistleri temizlemek için. Yurtsever Türkiye halkının desteğiyle 1923'te zafere erişti. Tam 40 yıl sonra, biz Ondan esinlendik. 2 Aralık 1956'da Granna gemisiyle Havana'ya çıktık. Ülkemizdeki Batista rejimini yıkmak için. 1 Ocak 1959'da biz de zafere ulaştık. Kendinize başka önderler aramayın. Mustafa Kemal Atatürk, mazlum halkların ve ulusal kurtuluş hareketlerinin önderidir.Bizim de esin kaynağımızdır. Aynı yönde açıklamaları, 1997 yılında “Habitat” toplantısı için İstanbul’a gelişinde sorulan soruları yanıtlarken de gazetelere yansımıştı. Dahası Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı devrimlerin büyük bölümünü kendisinin Küba’da yapamayacağını/başaramayacağını devrimlerden örnekler vererek aktaran açıklamaları bilinmektedir.

İç ve dış sorunları giderek ağırlaşan ülkemiz, büyük bir bunalımın sancıları içinde yeniden kıvranmaktadır. Ulusumuzu olumsuz etkileyen; ekonomik-demokratik yapısını, gelişimini engelleyen bu sorunlar, ana başlıkları ile duyarlı olan en yalın yurttaşımızca da bilinmekte, en doğru biçimde kavranmaktadır. Emperyalizmin yeni bölgesel işgal ve saldırıları sonucu yükselen aydınlanma süreci ise içten içe tepkiye dönüşmektedir. Bu tepki, herkesin istediği bir tarzda yansıtılmamış olabilir. Anadolu halkının farklı bir tarzı vardır. Bu tarz, ondan daha bilgili, eğitimli olduğunu düşünenlerin, softa sofralarında, ortaya dökülen söylemlerine yansıttıkları gibi sürü psikolojisi, bir cehalet alameti olarak yorumlanacak denli bilgisizlik ve ilgisizlikle açıklanabilecek olumsuz bir tarz değildir. Genel olarak doğu halkları sorgulayan, etkileşim içinde etken olmak isteyen tepkisel bir yapıya sahiptir. Bizim halkımız daha olumlu yapıcı tepkiler yansıtmaktadır. Radikal, yıkıcı, marjinal eylem ve düşüncelere yatkın değildir. Daha çok kitlesel düşüncelerle ilgilidir. Yapay, radikal eylemlere karşı Nasrettin Hoca’nın ince, alaylı felsefesini benimser. Somut, olumsuz etkenleri kavradığı ölçüde katılaşır, kitlesel olarak devinime geçer. İddia edilenin aksine kendi sorunları ile, ulusal sorunlarla çok yakından ilgilidir. Her sürecin ruhuna uygun, olgun davranış ve tutum sergiler. Bunu yansıtır da.. Genel olarak Avrupa Halkları bilinenin/inanılanın aksine bu denli sorgulayıcı değildir. Onca entelektüel birikim ve ülkemizden iki yüz yıl önce başlayan aydınlanma sürecine karşın ortalama düzeyde çoğunluk, sorgulayıcı olmaktan uzak, Avrupa medyasının geniş etkisiyle biçimlenmektedir. Eleştirel, demokratik bir ortam bulunmasına karşın bu halk çoğunluğu tarafından kullanılan bir ortam değil, daha çok seçkin bir azınlığın yararlandığı mekanizmadır. Genel olarak Avrupa toplumları, birkaç ülke ayrı olmak ve onların da ekonomik çıkarları hariç, ülke siyaseti/yönetimi ile ilgili tepkisel bir tutum içinde değildir. Diğer üçüncü dünya ülkeleri ve halklarını değerlendirirken iş başındaki yönetimin ve egemen medyanın yönlendirmesine kitlesel olarak açık bir yapı, tutum yansıtır. Türkiye’ye gelen turistler, siyasetçiler, akademisyenler, halkımızın genel çağdaş yapısını, ön yargısız konukseverliğini şaşkınlıkla karşılamakta; “ biz ülkenizin böyle olduğunu bilmiyorduk” açıklamasıyla şaşkınlığını dışa vurmaktadır. Demek ki, aydını da dahil, bir Avrupalı, ülkemizin bir İran veya herhangi bir Arap/Afrika ülkesi olmadığını kavrayabilmek için Türkiye’de bir süre kalması gerekmektedir. Çünkü, medyası ona halkımızı başka bir imajla yansıtmış ve oda araştırmadan bu yansımanın doğruluğuna inanmıştır. Zamanla bu inanç ön yargıya dönüşmüştür. Bu ön yargı, aydınlarımızın, bir çok yurttaşımızın yurt içinde ve dışında tanıştığı yabancılarda yoğun olarak karşılaştığı seçkin bir örnektir.
Avrupalı, ülkesinin kaderini ilgilendiren seçimlere bile ilgi göstermez. Mutlaka kurulu düzenin iki büyük partisinden birinin iktidara geleceğini ve olası ki yaklaşık uygulamalar yapacağını düşünür. Değişim isteği, dalgası da seçim sonuçları izlendiğinde yüzde bir ile beş arasında bir dalga boyunu yansıtır. Aksine, bizim halkımız daha dinamik bir dönüşüm ve değişim için birey olarak, etkin görevler üstlenir. Her seçimde yeni bir seçenek dener, iktidarı ve muhalefetiyle Meclisi süpürerek arayışlarını sürdürür. Bu, sorumluluk anlayışına, ilgi ve eleştirel bir tutuma dayanmaktadır. Dinamik bir yapıyı yansıtmaktadır. Avrupa’da genel sosyal yurttaş profili, robotsal mekanik bir disiplin içinde devinen bir yapıdadır. O, sorunlar karşısında yönetim erkini, demokratik siyasal haklarını kullanarak devirme/değiştirme peşinde değil; bu erke uyararak çözümü aynı yönetimlerden bekler tepkisellik içindedir. Ancak, kendi ulusuna yabancılaşmış, değişimcilik, devrimcilik iddiasındaki Avrupa hayranları bu resme tersinden bakan bir yanılgı içindedir. Yine Avrupa - Amerika orijinli örgütsel ve sendikal hareketlerin kendi ülkeleri ve şirketlerinin açılımlarını destekleyen emperyal organlar durumuna geldikleri bilinmektedir. Avrupa ülkelerinden ucuz emek cenneti durumunda olan ülkelere taşınan dev şirketlerin toplu işten çıkarma girişimleri karşısında, sanayi kuruluşları önünde eyleme geçen işçi toplulukları ile şirketler arasında arabuluculuk yaparak işçileri kısa süreli/geçici haklarla evlerine gönderme işlevini üstlenen sendikal kuruluş ve liderlere sıkça rastlanmaktadır.
Üstlendikleri yurt dışı görevler arasında, ülke ve şirket fonları desteğinde üçüncü dünya ülkelerinin örgütsel yapılarını küresel politikalar önünde engel olmaktan çıkarma, biriken örgütsel demokratik enerjiyi, verilen savaşımı başka alanlara yayarak ülkesinin önünü açma yolunda yararlanma giderek daha fazla öne çıkmaktadır. Bu alanlar; Türkiye’de etnik, mezhepsel kategorilere yönelik araştırma, anket düzenleme, toplantılar yapma; öğrenci ve gönüllü gençlere yurtdışı etkinlikler, geziler düzenleme gibi ayrıştırıcı, kardeşlik ve barış ortamını bozucu, kışkırtıcı başlıklar altında toplanmaktadır. Ülkemizde azınlıkta da kalsa sol söylemi kullanan bazı siyasal disiplinler; emperyalizmin desteğinde ve yedeğinde etnik, ırkçı bir yapıya dayalı, enerji ve su kaynaklarının denetlenmek istendiği bölgelerde onun jandarmalığına aday ayrılıkçı oluşumları destekleyen, ona sempatiyle bakan; uyrukçu PKK, Talabani ve Barzani’nin kuyrukçuluğu görevini üstlenmiş görünüyorlar. Bu bakış açısı yurtsever, devrimci ideoloji ile çelişmektedir. Bölücü hareketin konumu, Ortadoğu ve ülkemizde askeri işbirliğini de içermek üzere tam anlamıyla emperyalizmin bekçiliğidir.
Bu gün, Atatürk’ün önderliğinde yapılan bütün ileri atılımlar; çağdaş, ekonomik, siyasal, kültürel yapı ve kurumlar iç ve dış emperyalist-gerici güçlerin kürersel bileşkelerince yıkılırken, satılıp-alınırken, toplumsal yapı ve kardeşlik ayrıştırılırken bu kazanımları 1920 yıllarından kalma demode yapılar ve fikirler olarak değerlendirmek cehaletin yansımasıdır. Dünyanın hiçbir toplumu eldeki kazanımlarını koruma refleksi ve başarısını göstermeden milimetre daha ileri gidememiştir, gidemez de.. Bunu hayal bile etmez. Psikolojik-teorik-sosyolojik ve pratik emperyalist istek ve dayatmalarla yeniden gelişen süreç, Mondros ve Sevr sürecine uzanıyorsa, Mudanya ve Lozan’a uzanan Kemalist sürece dünyada hiçbir yurtsever-devrimci, moda-demode kavramlarıyla yaklaşmaz. Yaklaşırsa suçüstü olur. Bu suçüstü durum, cehaletle ve ihanet arasında devrimci-yurtsever soruşturma kapsamında değerlendirilir ve mahkum edilir.
Ülkemizde kendini sol olarak tanımlayan bazı kesimler, yeniden yükselen Kemalist dalga ve uygulama arayışına suçlayıcı eleştirilerle yaklaşmaktadır. Bu karşı çıkış, tarihin ileri akışıyla ters düşmekte; emperyalizmin yeni, albenili, slogansı küresel baloncukları ile örtüşmektedir. Dahası çok doğal olarak karşıladığımız gerici, emperyalist odakların saldırıları, eleştirileri ve istemleri ile koşutluk göstermekte, hatta çakışmaktadır. Bu kesimlerin değişen söylem ve önerileri, Atatürkçü Cumhuriyet düzeninden daha ilerisini hedefledikleri sanısı ve yanılgısına dayanmaktadır. Uluslar arası düzeyde yaşanan önemli gelişmeler göz ardı edilmektedir. Bu çelişkiyi bazı örneklerle yeniden gözden geçirmek önemlidir.
Devrimci kimdir. Nasıl devrimci olunur. Ne yapar. Kişi olarak, oluşum olarak, muhalefette ve iktidarda..? bütün soruların yanıtı bellidir. Geçen yüzyılın ortaya çıkardığı, sonuca ulaşmış bütün devrimcilerin ortak özellikleri vardır. Yurtseverlik, anti-emperyalizm, halkçılık, eşitlik, aydınlanmacı çizgi, barışçıl tutum, sosyal devlet ülküsü, gerçekçilik gibi özellikler ortak yönlerdir. Fidel Castro bir devrimcidir. Edimi; Küba’da, Küba Halkı için, Amerikan emperyalizmine karşı savaşım vermek ve başarmak. Devriminin özü siyasal ve ekonomik yeni bir düzen kurmaktır. Hugo Cavez; Venezüella’da, Venezüella halkından yana sömürülen doğal kaynaklarını ABD ve diğer çok uluslu şirketlerin denetiminden kurtarmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal geniş ölçekli bir devrim şimdilik söz konusu değildir. Yurtsever, anti-emperyalist bir tavır söz konusudur. Morales; Bolivya’da, Bolivyalı üreticiler yararına Amerikan emperyalizmine karşı çıkmış ve demokratik seçimlerle sonuca ulaşmış, başarmıştır. Brezilya, Uruguay, Arjantin, Þili, Nikaragua gibi ülkelerde yalnızca yurtsever, anti-emperyalist bir yönelim vardır. Liderlik vardır. Kuşkusuz önemlidir. Bu ülkelerin hiç biri sözü edilen son süreçte küresel emperyalizmin bütün aktörleri tarafından bölüşüm planları üzerinde uzlaşma sağlayarak sonuçta bunu gerçekleştirmek üzere işgale uğramamıştır. Mondros ve Sevr’i yaşamamıştır. Yalnızca iç dönüşüm savaşımı ve girişimi başlatılmıştır. Bütün bunlara karşın belli çevreler, basın ve yayınlarında, söylemlerinde Latin Amerika ülkelerindeki yurtsever mücadele ve önderlerini yüceltirken( ki onlar küresel emperyalizmin yükseliş ve saldırganlık sürecine karşı aldıkları tavırla bu övgüleri hak ediyorlar) Atatürk ve Silah Arkadaşlarının Ulusal Kurtuluş Savaşı ve sonrasında tüm alanları kapsayan seri devrimler sürecini ve başarısını küçümseyen hatta geri sayan bir yaklaşım içine girmektedirler. Bu tutumu ihanetle olmasa bile garabet ve cehaletle açıklamak haksız bir saptama olmaz. Onları aydınlatmak için, Mustafa Kemal Atatürk hakkında yukarıda sözleri aktarılan Castro’ya, aynı düşünceleri benzer sözcüklerle yineleyen Cavez’e, tarihe doğru zaman tünelinde sözleri yer alan Ulusal Kurtuluş Savaşımıza destek veren Lenin’e, Gandi, Nehru, Cinnah’a, Burgiba’ya göndermek gerekir. Ülkemizin küreselleşmeci liberal sağında olduğu gibi solunda da onlardan farklı dil kullanarak küresel/kölesel “Yeni Dünya Düzeninin” çarklarına su taşıyan siyasal-örgütsel disiplinler çoğalmaktadır. Ancak, kuruluş olarak tabela sayısı hızla artan bu merkezlerin katılımı hızla gerilemekte, içi boşalan tabela dernekleri durumuna dönüşmektedir. Burada halkımızın basireti ortaya çıkmaktadır.

Bu iyi niyetli yaklaşım yalnızca tarihsel bilinçten yoksun ve tarihi süreci yorumlayamayanlar, kavrayamayanlar içindir. Emperyalist saldırı ve işgal sürecini etnik, ırkçı, şoven düşüncelerin yaygınlaşması, ayrıştırıcı sürecin gerçekleşmesi yönünde fırsat sayanlara söylenecek sözler kuşkusuz ki var. Demokrasi, özgürlükler, bireysel haklar gibi kavramların arkasına sığınarak ulus dayanışması içinde, birlikte savaşım olanaklarını ortadan kaldırarak ayrışmayı derinleştirmeye çalışanlara ve emperyalizmin koruyuculuğuna sığınma yoluna girenlere halkımız yanıtını her fırsatta vermektedir. Tarih, çok daha keskin yanıt ve yargısını ortaya koymuştur. Bu yanıt; ülkenin bölüşüm ve işgali sürecinde; kurtuluş savaşı öncesi ve sırasında, işgalci emperyalizmin müttefiki olarak, uslunu, komşusunu arkadan hançerleyen Rum, Ermeni ihanet çetelerinin acıklı sonlarıdır.
Emperyalizmin işbirlikçiliği görevini üstlenerek doğal kaynakları, onların adına devralmak isteyenleri desteklemek devrimci bir duruş değildir. Dinsel, mezhepsel, etnik kategorilerle aynı dili kullanarak onların gerici istemlerini destekler politikalar, söylemler, sloganlar üretmek ilericilik değildir. Kapitalist, Emperyal devlet ve kuruluşların organlarıyla iş birliği, onlardan kaynak sağlayarak toplumu dönüştürme çalışmaları, onlara hizmet; devrimcilik, ilericilik hiç değildir..

Ulusunu, birlik ve dayanışmasını, yurt bütünlüğü ve birliğini, iç barış ve kardeşlik ortamını, ulusal bağımsızlık savaşını, ulusal aydınlanma ve çağdaş devrimleri, onun önderlerini küçümseyenler, devrimci bir tutum ve işlev üstlenişemez. Üstlendikleri misyon: Küresel Sürtüklüktür.

Erol SARIAL http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=251
 

HTML

Üst