Vamos Bien
New member
- Katılım
- 8 Eyl 2007
- Mesajlar
- 1,108
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Önümüzdeki 1 Ocak günü, Küba Devrimi Zaferi’nin 49. yıldönümü kutlanacak. Güçlü bir düşmana, XIX. yüzyılın başlarından itibaren bizzat Başkanı Tomas Jefferson’ın adayı ABD’ye dahil etme arzusunu dile getirdiği, kıyılarımıza sadece birkaç kilometre uzaklıktaki Amerikan emperyalizmine karşı zorlu direnişimizde uzun yılları geride bıraktık. Sonraki yıllarda başka birçok ABD yetkilisi de aynı dileklerini kamuoyu önünde yinelemişti.
XIX ve XX. yüzyılın belli bir bölümü, imparatorluğun topraklarını genişletme süreci olarak bilinmektedir: Meksika’nın topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmişler; Fransa’nın sömürgesi olan Luisiana’yı almışlar; öncesinde İspanya’yı Florida’yı kendilerine satmaya zorlamışlar; Alaska’yı Rusya’dan satın almışlardır. Karayipler ve Orta Amerika’da birçok ülkeye askeri müdahaleler gerçekleştirmişler; Panama Kanalını tesis etmek üzere Kolombiya’nın bir kısmının bölünmesini desteklemişlerdir.
1898’de, bağımsızlık uğruna 30 yıldır mücadele eden Kübalı yurtseverler, sömürgeci İspanya’nın gücünü tükettiklerinde ve tam yenmek üzereyken, ABD bir askeri müdahaleyle, adayı işgal etmiştir. Buna karşın, mücadeleyle geçen uzun yıllar boyunca, Jose Marti ve diğer önemli vatanseverlerin fikirlerine eklenen çok kuvvetli bağımsızlıkçı bir ideoloji olmuştur, bu da; Washington’daki yöneticilerin arzuladıkları gibi Küba’nın tamamen ele geçirilmesini engellemiştir.
Buna rağmen, “Platt Kanunu” olarak bilinen, kendi çıkarları için gerekli gördükleri hallerde adaya müdahale etme hakkını tahsis eden bir maddeyi, henüz dünyaya yeni gelen Cumhuriyetin Anayasasına dahil ettirerek, B Planını uygulamışlardır. Ayrıca, Küba halkının iradesine karşı gelerek, bugün zorla işgalini sürdürdükleri ve artık ne yazık ki bir toplama kampına ve işkence merkezine dönüştürülen, meşhur Guantanamo Deniz Üssü’nde askeri üs kurma hakkını da dayatmışlardır.
Uyguladıkları plan, ülke ekonomisine hakim olmayı; siyaseti yozlaştırmayı, silahlı kuvvetlere ve yurtseverlere dönük baskıcı mekanizmalar yaratmayı; ulusal kültürü ortadan kaldırmayı ve ABD topraklarına dahil olmayı kabul eden siyasi ve sosyal bir sınıfın oluşumunu teşvik ederek, kendi çıkarlarına cevap veren değerleri ve gelenekleri kabul ettirmeyi içermekteydi.
Ama önemli sosyal içerikli, anti-emperyalist ve Marti’nin bağımsızlıkçı ideolojisi öne çıkarak değer kazanmış ve 60 yıl kadar süren neokolonyal cumhuriyet süresince, yolsuz sisteme son vermenin, sosyal adalette ilerleme sağlamanın, tam ve kati bağımsızlığın gerekli olduğuna inanan halk, entellektüel ve siyasi öncüler arasında isyan duygusu artarak sürmüştür.
Fidel Castro, bu durumu çok kesin bir şekilde değiştirmek üzere tarihi bir an yaratmıştır ve Jose Marti’nin 100. doğum yıldönümünde, 1953 yılı Temmuz ayında Moncada Kışlası Baskını’yla başlatılan bir ulusal halk isyanını öne çıkarmaya girişmiştir. Başarıya ulaşamayan eylem sonrasında hakkında açılan davada, bu saldırının fikir babasının kim olduğu kendisine sorulduğunda, Fidel şöyle cevap vermiştir: “Jose Marti; bu eylemde bizlere yol gösteren Jose Marti’dir.”
Kuzeydeki büyük imparatorluğun saldırgan bir politika sürdürdüğü yarım yüzyılı aşkın bir süredir, Küba halkının direniş gücü ele alındığında; Jose Marti’nin bağımsızlıkçı, yurtsever ve milliyetçi düşüncesine derinden bağlı, Küba Sosyalist Devrimini göz önünde bulundurmalıyız. Sovyetler Birliği ve diğer ülkelerden ulaştırılan, uluslararası dayanışma, marksizm ve leninizmden gelen sosyalist fikirler de buna dahil olmuştur. Ama Küba Devriminin kendine has bir kökeni vardır ve Küba’daki Sosyalizm ayrıca, Washington’un bizleri ABD’nin 51. eyaleti yapma girişimlerine karşı, ulusal bağımsızlık anlamına da gelmektedir. Bu yüzden de; Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalizm ortadan kalktıktan sonra da devam etmiştir.
Öte yanda, paralı asker işgalleri, terörizm, kirli savaş, her tür sabotaj, güçlü komşumuzun süregiden karalama kampanyalarını da içeren saldırgan politikası ve çok sıkı ekonomik ablukasına rağmen, Devrim, hemen hemen hiç bir Üçüncü Dünya ülkesinin başaramadığı, ekonomik ve sosyal sorunları çözebilmiştir: Tam okur–yazarlık, her kademede parasız eğitim, herkes için etkin parasız sağlık sistemi, önemli kültürel ve sportif ilerleme, işsizliğin ortadan kaldırılması, toprakların çiftçilere paylaştırılması, ırk ve kadın – erkek eşitliği, siyasi yolsuzluklara son verilmesi ve insanoğluna onurunun yeniden verilmesi bunlar arasındadır. Sokaklara terk edilmiş hiçbir çocuk yoktur, tüm çocuklar en az orta düzeye kadar okula gitmektedir. Ailesine yardım etmek veya geçinmek için çalışmak zorunda kalan hiçbir çocuk ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmış hiçbir yaşlı yoktur.
Ülkemizde, lüks olmadığı gibi, sefalet de mevcut değildir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), UNICEF, UNESCO ve diğer uluslararası mekanizmaların kefil olduğu resmi istatistikler mevcuttur. BM’nin son olarak yayınladığı İnsani Gelişim Sıralamasında Küba, 51. sırada, çok gelişmiş ülkeler grubu arasında yer almaktadır. (Türkiye 84. sıradadır).
Tabii ki; çözmeyi istediğimiz sorunlar ve eksikliklerimiz vardır. Yanlışlar da yapılmıştır, ama dünyanın patronu olduğunu düşünen bir güce birkaç kilometre uzaklıkta ve politikasına karşı onurumuzu muhafaza etmenin ve bağımsız olmanın da bir bedeli vardır. Küba halkı, bu bedeli ödemeye herzaman hazır olmuştur, bunun için de; sadece ulusal bağımsızlığını değil, ayrıca kritik sosyal ve ekonomik kazanımlarını da kaybetmek istememektedir. Bu da; sadece birkaç günlüğüne Küba’ya gelen ve eksik yönlerini görenlerin anlaması gereken bir durumdur.
Küba, ayrıca sadece kendi sorunlarını çözmeye çalışmakla yetinmemiştir, aksine diğer muhtaç ülkelere yardım ve engin işbirliği sunmuştur. Özellikle Üçüncü Dünya’nın yoksul coğrafyalarında çalışan 18 bini aşkın Kübalı hekim mevcuttur. Aynı şekilde çalışan öğretmenleri, teknisyenleri ve antrenörleri de vardır. Bunun yanı sıra; az gelişmiş ülkelerden gelen on binlerce öğrenci, adadaki üniversitelerde öğrenim görerek, meslek sahibi olmuştur. Küba’nın geliştirdiği okuma-yazma metoduyla, toplam 2,7 milyon kişiye okuma-yazma öğretilmiştir.
“Mucize Operasyonu” olarak bilinen tıbbı yardım planlarından birinin sayesinde, Karayip ve Latin Amerika’da oftalmoloji klinikleri zinciri kurulmuş ve son üç yılda, bir milyon kişinin yeniden görmesi ya da görme yetisini kaybetmesini önlemek mümkün olmuştur. Bu insanlar, basit bir cerrahi operasyonun ücretini ödeyecek parası olmadığı için kör olmaya mahkum edilmişlerdi. Bu da, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna dair bir örnek olmaya yetecektir.
Bu 49. yıldönümünde, biz Kübalılar Devrimimizden gurur duyuyoruz ve her zaman daha çok şey vaat eden gelecek için de iyimseriz. Küba, engin uluslararası bir itibardan dolayı çok mutludur. Bağlantısız Ülkeler Hareketi’nin başkanlığını yürütmekteyiz; BM’ye üye ülkelerin hemen hemen hepsi, Amerikan ablukasına son verilmesi talebiyle Küba lehine oy kullanmışlardır; yeni İnsan Hakları Konseyi’nde yer almak üzere büyük bir çoğunluk tarafında seçilmiş bulunmaktayız; Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim sıralamasında, hemen hemen tüm Latin Amerika ülkelerinin üzerine çıkarak, 57. sırada yer almaktayız. Sorunlarımızı da kendimiz çözeceğiz, çünkü birlik içerisinde ve yetenekli bir halka; halkın içerisinden gelen dürüst yöneticilere; ulusal bağımsızlığı ve Sosyalizmin kazanımlarını savunmaya hazır vatansever ve halkın oluşturduğu bir Silahlı Kuvvetlere sahibiz.
YAŞASIN DEVRİMİN 49. YILDÖNÜMÜ!
Ernesto Gomez Abascal